Dosya

Yaşlılara karşı nefret dili revaçta, çünkü yaşlanmaktan korkuyoruz

Fotoğraf: Alex Harvey
65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağının 60’a çekilmesinin önerildiği bu koronavirüs günlerinde, yaşlılara karşı ayrımcı bir söylemi, hatta nefret dilini medyada daha çok görür olduk. Bazen haber sitelerinde ama sık sık sosyal medyada rastlıyoruz bu dile… Nedenini dört uzmana sorduk, “Haberlerde gördüklerime inanamıyorum” diyen yaşlıların da sesini dinledik.
Senex-Yaşlanma Çalışmaları Derneği Başkanı Doç. Dr. Özgür Arun’a göre insanlar “yaşlıları gördükçe yaşlanma korkuları ortaya çıkıyor. Bu, nefret söylemini de besliyor.” +65 Yaşlı Hakları Derneği Başkanı Dr. Gülüstü Salur’a göre ise “sosyal medyanın hırçınları, freni olmayanları, görünür olmak için etikten uzak davrananları bunu bir yaşlı avcılığına” dönüştürdü. Çözümün bir parçası olmak isteyen gazeteciler, yaşlılara mikrofon uzatarak işe başlayabilir.

Dünya Sağlık Örgütü bugün yaptığı açıklamada, Avrupa’da yeni tip koronavirüsün (SARS-CoV-2) yol açtığı COVID-19 salgınında hayatını kaybedenlerin yüzde 95’inden fazlasının 60 yaş üzeri hastalar olduğunu bildirdi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da dünkü basın toplantısında Türkiye’de COVID-19 nedeniyle ölenlerin yüzde 80’inin 60 yaş üstü olduğunu vurgulamış ve 65 yaş üstü kişiler için geçerli olan sokağa çıkma kısıtlamalarının 60 yaşa çekilebileceğini belirtmişti.

Daha genç bireylerin, üstelik kendilerini o denli riske atmadan virüsü hızla yaydığı gerçeği ortadayken, resmi açıklamalardan haber diline sızan “yaşlı” vurgusunun birçok sakıncası var. Sorun son dönemde derinleşse de, aslında yeni değil.

Yaş ayrımcılığı yapanların oranı en az yüzde 15

Doç. Dr. Özgür Arun, Türkiye toplumunda uzun zamandır yaşlıların, yaş ayrımcılığından mağdur olduğuna ilişkin gözlemlerinin olduğunu belirterek sözlerine başlıyor. Son yıllarda yaptıkları bilimsel araştırmalar ve saha çalışmaları; yaşlıların yaşlarından dolayı neredeyse tüm kamusal alanlarda ayrımcılığa maruz kaldığını gösteriyor.

COVID-19 salgınının hemen öncesinde yapılan araştırmalarda yaş ayrımcılığının toplumda yüzde 15’ler seviyesine ulaştığını söyleyen Arun, dernek olarak hak savunuculuğunu amaçladıklarını vurgulayarak ekliyor:

“Salgından sonra ayrımcılığın daha da arttığını biliyor, hep birlikte izliyoruz. Bizim en büyük endişemiz sokağa çıkma yasağıyla birlikte ayrımcı tutumların davranışa dönüşmesiydi. Bu değişimin ve ardından çatışmanın geleceğine dair endişemiz vardı. Son günlerde yaşadığımız şey, yaşlılara karşı ayrımcı tutumların davranışa dönüşmesidir.”

Bu hâliyle sokağa çıkma yasağı eşitsizlik yaratıyor

Kronolojik yaşa indirgenerek yapılan her türlü sınırlamanın eşitsizlik yaratacağını belirten Arun, 65 yaş üzerindeki insanların sokağa çıkma yasağının insan haklarını ihlâl edeceğine dair duydukları endişelerin sosyal yaşamda çok hızlı biçimde kendini gösterdiğini söylüyor.

Dernek Başkanı Arun, medyanın bu konuda büyük bir sorumluluğu olduğunu söylüyor. Ona göre medyada üretilen söylemler hem yaş ayrımcılığını körükledi, hem de ayrımcı tutumların davranışa dönüşmesine neden oldu. Yaşlıların maruz kaldığı ayrımcı söylemin, tutumun ve davranışların iki önemli nedenini ise Arun şöyle açıklıyor:

“Birincisi insanların yaşlanma korkusu. Yaşlıları gördükçe yaşlanma korkuları ortaya çıkıyor. Bu nefret söylemini de besliyor. Kamusal alanda yaşlıların çekilmesinin, belirli bir kesimin sahip olduğu yaşlanma korkusunu da zihinlerden uzaklaştıracağı düşünülüyor. Öyle ya, yaşlılar görünmezse gençlik daha da kutsanabilir.”

‘Yaşlanma, hastalık ve düşkünlükle eş anlamlı kullanılıyor’

“Ayrımcı davranışların ikinci nedeni ise her ayrımcılık türünde olduğu gibi aşırı genelleme. Son günlerde hem medyadaki söylem hem de resmi açıklamalarda daha önce de var olan bir görüşün sıkça tekrarlandığını görüyoruz. Yaşlı denildiğinde hep birbirine benzeyen insanlardan söz ediliyor. Bu yaygın söylemin ortak noktası, yaşlanmayla hastalığın ve düşkün olmanın eş anlamlı olarak kullanılması. Yaşlıların tamamı hasta ve düşkün değildir. Yaşlıların tamamı işsiz güçsüz, ilgisiz ya da eğitimsiz değildir. Yaşlılar türdeş bir toplumsal grup değildirler. Gençler ve yetişkinler içinde ne kadar çeşitlilik varsa, yaşlılar arasında da o denli çeşitlilik vardır. O nedenle yaşlı denildiğinde homojen bir toplumsal kesim ortaya çıkmaz.”

‘Kuşaklar arası ilişki zarar görürse telafisi olmaz’

Arun, salgın sonrası dönem için de uyarıyor:

“Bu salgın da, tıpkı diğerleri gibi, en fazla alt sınıfları, yoksul insanları etkileyecek. Zira bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalarımız, hastalıkların, engelliliğin ve ölümlerin yaşlılar arasında değil, yoksullar arasında daha yaygın olduğunu göstermektedir. Salgın geçip gittiğinde, dönüp arkamıza baktığımızda hem sağlık açısından hem sosyoekonomik olarak en fazla etkilenen toplumsal kesimlerden birinin yoksullar olduğunu göreceğiz. Bir de ayrımcılığın yarattığı toplumsal uçurum görünür olacak. Her türlü maddi kayıp telafi edilebilir. Ancak toplumsal dayanışma ve kuşaklar arası ilişkiler zarar gördüğünde bunun telafisi olmayacaktır.”

Arun, Senex- Yaşlanma Çalışmaları Derneği olarak kuşaklar arasındaki sosyal diyalogu ve dayanışmayı zedeleyecek her türlü tutum, davranış ve uygulamaya karşı tüm insanları uyanık olmaya, yaşlılara yönelecek her türlü ayrımcılığa karşı sessiz kalmamaya davet ediyor.

‘Medya yaşlılara yeterince mikrofon uzatıyor mu?’

+65 Yaşlı Hakları Derneği Başkanı Dr. Gülüstü Salur da sokağa çıkma yasak ve kısıtlamalarının, tavsiyelerinin çok daha yaygın olarak uygulanmasını düşünüyor. Ancak uygulamanın toplum genelinde gerçekleşmesi gerektiğinin altını çiziyor. Salur’a göre yalnızca yaşlıların evde oturduğu, ancak onların etkileştiği, birtakım hizmetleri almak için temasta olduğu genç ve farklı yaşlardaki insanların dışarıda olması toplumun tamamını koruyamadığımız durumları da beraberinde getiriyor.

İyi niyetli bir adım, korkunç bir şeye dönüştü

Salur, salgın konusunda yaşlı önceliklendirmesinin aslında iyi niyetli bir çıkış noktasına sahip olduğunu söylüyor:

“Bu konuda atılan adımlar, yaşlı kırılganlığını tanıyan çok iyi niyetli adımlardı. Ancak biraz sosyal medyanın hırçınları, freni olmayanları, görünür olmak için etikten uzak davrananları bunu bir yaşlı avcılığına ve onları alaya almaya, malzeme yapmaya çevirdiler. Bu tabii ki korkunç bir şey. Yasağın çıkış noktası elbette bu değildi. Bu konuda bir hekim olarak tavsiyem; dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde olduğu gibi sağlık çalışanlarının, sağlık tedarikçilerinin, gıda tedarikçilerinin ve güvenlik güçlerinin nispeten daha serbest dolaşımda olması, bunun dışında evde kalabilecek herkesin evlerinde kalması.”

‘Herkes yaşlılara saygısızlığı konuşuyor ama…’

Gülüstü Salur yaş ayrımcılığı ve yaşlıların maruz kaldığı ayrımcılık konusunda medyanın da sorumluluk alması gerektiğini söylüyor. Yaşlılara mikrofon uzatılması gerektiğini ifade eden Salur, öncelikli olarak onların ihtiyaç ve isteklerine odaklanılması gerektiğini hatırlatıyor:

“Herkes yaşlılara yapılan saygısızlığı konuşuyor. Ama medya yaşlılara yeterince mikrofon tutuyor mu? Evet, bize bu mikrofonun uzatılması güzel ancak ben bu konuda yaşlılara mikrofon uzatıp onların ne hissettiklerinin sorulmasını daha doğru buluyorum. Yaşadıkları korkular, kaygılar, yalnız kalmışlık duygusu mu? Uzun ve mutlaka zorluklar görmüş ömürlerinin şu dönemini ayrışacakları kaygısıyla mı yaşıyorlar? Bazıları da çok büyük sabır ve anlayışla buna uyum sağlıyor olabilir. Bir bakalım, bir görelim. Mikrofonu biraz da onlara verelim. İncinen, kırılan yaşlılara değil, kurala uyan yaşlılara soralım.”

‘Herkes evde kalmazsa hiçbirimiz güvende değiliz’

“Evlerinde neler yapıyorlar, neler hissediyorlar? Günlerini nasıl geçiriyorlar, nelere ihtiyaç duyuyorlar? Medyaya da bizlere de düşen görev, yaşlıları ayrı bir grup gibi düşünmemek. ‘Evde kalması gereken ve kalan herkese yardım etmek için bireysel ve toplumsal olarak ne yapabiliriz’ sorusuna odaklanmalıyız. Herkes öncelikle kendine bakmalı. Ben bu durumdayken benim neye ihtiyacım olur; annem, babam nelere ihtiyaç duyar sorusu üzerinden düşünmek gerekiyor.”

Salur, çıkış noktasının “Herkesin evde kalması” olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor: “Herkes evde kalacak. Herkes evde kalmazsa hiçbirimiz güvende değiliz.”

Yaşlılara tepki, Çinlilere tepki gibi

Klinik Psikolog Ece Uçar Seren, COVID-19’un yayılmaya başladığı ilk günden beri psikolojik ve sosyolojik boyutlarda  etkiler gösterdiğini söylüyor. Virüsün ilk olarak bu ülkede görülmesi nedeniyle ilk tepkilerin Çin toplumuna yönelik olduğunu ve Çinli olduğu düşünülen kişilerden uzak durma, kaçma gibi davranışların başladığını hatırlatıyor. Seren yakın zamanda bu tepkilerin farklı bir gruba, yani yaşlılara yöneldiğini söylüyor.

COVID-19’den çok önce de, özellikle son birkaç yıl içinde ve bilhassa ABD’de yaşlılara karşı bir söylem gelişmişti. Bu ülkede “Baby Boomers” olarak adlandırılan 1946-1964 yılları arasında doğan nesille sosyal medyada örneğin teknolojiye daha mesafeli olmaları nedeniyle alay eden gençler, “OK Boomer” kalıbını kullanıyordu. Seren’e göre yeni tip virüs, Baby Boomers nesline, yani bu virüsün en ölümcül etkilerinin görüleceği düşünülen gruba yönelik tepkileri daha da artırdı.

Hoşlanmadıkları bir grubu suçlayarak rahatlıyorlar

Seren, bu durumun altında yatan nedenleri şöyle açıklıyor:

“Bunu anlamak için öncelikle biraz önyargı kavramından bahsetmek gerekir. Aslında Çin halkına karşı önyargı genişleyerek devam ediyor ve yaşlılara yapılan ayrımcılığı da bu durumun bir uzantısı olarak görmek mümkün. Walter Stephan tarafından geliştirilen ‘Bütünleşik Tehdit Teorisi’ der ki, önyargı ve ayrımcılık, bireylerin gerçekçi ya da sembolik bir tehdit algıladıkları durumlarda gerçekleşir. COVID-19’un da gerçekçi tehdit sınıfına girdiğini düşündüğümüzde bireylerin hoşlanmadıkları grupları suçlayarak odağı kendilerinden kaydırdıklarını ve aslında bir savunma mekanizması ile kendilerini pek de sağlıklı olmayan, başka gruplara zarar veren yollarla rahatlatmaya çalıştıklarını görüyoruz.”

‘Bu süreç yaşlılarda depresyona neden olabilir’

“Bu gruba ait olduğunu düşünen bireyler de bu suçlamalar karşısında yoğun bir öfke duygusu yaşayıp, dışlanmışlık hissedeceklerdir. Takdir edersiniz ki sosyal izolasyonun bu derece yoğun olduğu bir zamanda da bu duygu ile baş etmek oldukça güç olacaktır. Duygusal alanda depresyon gibi ağır sonuçlara kadar ilerleyebilir. Bu nedenle durumları genelleme yapmadan, bireysel uyarılar yapmak ve yapıcı bir dil kullanmak önemli görünüyor.”

“Bireylerin kendi davranışlarından ve sonucundan sorumlu olduğu da unutulmamalıdır. Virüs; yaş grubu, ten rengi, ırk gibi faktörlerden bağımsız olarak herkesi psikolojik, sosyal ve ekonomik boyutta etkileyen bir gerçektir. Olması gereken herkesin ‘bireysel’ olarak sorumluluk almasıdır. Tabii bu sorumluluğu alırken de işi kaygı bozukluğu durumuna getirmemek elzem. Maalesef birçok kişinin temizlik ve bulaşma konularında obsesyonlar geliştirmekte olduğunu da gözlemliyoruz.”

Pandeminin birleştirici bir etkisi de var

“Virüsün ayrımlaştırıcı etkisinden bahsettik. Öte yandan birçok kişi, dünya çapında herkesi çok boyutta derinden etkileyen bu pandeminin birleştirici etkisine de dikkat çekiyor. Her bireyin nasıl birbirine bağlı olduğunu, ‘dünyanın bir ucu’ diye bir şeyin aslında olmadığını gördük. Market yardımlaşmaları, sanal müze gezileri, ücretsiz sanat etkinlikleri, veritabanlarının açılması… Diğer yandan da doğanın detoksunu ve insanoğlunun kendine dönme sürecini deneyimliyoruz. Yaşadığımız bu kriz durumunun içinden çıkmak için odaklanılması gereken nokta, aslında bu olumlu etkileri genişletmekten geçiyor.”

Hızlı uyum sağlayamayınca gençlere ihtiyaçları artıyor

Sosyal ve Kültürel Psikoloji uzmanı Elif Bayat’a göre bu dönemde Çin, Kore ve Türkiye gibi ülkelerin yaşlılara ve onların deneyimlerine daha fazla değer vermesi, görüşlerini önemsemesi beklenir. Çünkü bu toplumlar, daha kolektivisttir ve dolayısıyla aile kurumuna bağlılıklarının daha yüksek olduğu düşünülür. Bayat buna karşın hızla değişen bu toplumlarda genç bireylerin, örneğin virüsle mücadeleye daha hızlı uyum sağladığını belirterek şöyle diyor:

“Aynı adaptasyonu 65 yaş üzerindeki bireylerde görmek maalesef çok daha zor. Hayat düzenleri oturmuş ve değişime daha az yer veren günlük rutinlerini daha önce hiçbir benzeri ile karşılaşmadığımız bu doğal felakete göre şekillendirmekte zorlanabilirler. Yaş ile birlikte gelen bazı sağlık sorunları bu süreci daha da zorlaştıracaktır. Bu süreçte toplumumuzdaki 65 yaş üzeri bireyler, kendinden genç akraba ve yakınlarına çok daha fazla ihtiyaç duyacaktır.”

‘Suçlamak yerine yardım edin’

Bayat, bu süreçte yaşlılarla iletişim halinde olmanın ve bilinçli temizlik ve sosyal mesafe önlemlerini aldıktan sonra, çevrelerindeki 65 yaş üzerindeki kişilere destek vermenin önemini vurguluyor:

“Genç ve yetişkin bireylerden beklentimiz bu günlerde yaşlılık evresindeki aile bireyleri ve yakınlarıyla olabildiğince fazla iletişimde olmaları. Onları suçlamak, öfke ve nefret söyleminde bulunarak yalnızlığa sürüklemek yerine onlara yardımsever ve anlayışlı bir tutumla yaklaşıp market ve ilaç gibi ihtiyaçlarını giderebilir, düzenli aralıklarla arayıp sağlık durumlarını kontrol edebilirler. Sağlıklı ve yaşlı bireyler bu durumda sosyal hayat ile yeterli ve doğru iletişim kurdukları takdirde gerekli önlemlerin önemini kavrayacaklardır. Bu iletişimi kurmak bilinçli ve COVID-19 farkındalığı olan her bireyin sorumluluğudur.”

Uzmanların haberlerde “yaşlıların” görüşlerine daha çok yer verilmesi gerektiği önerisi üzerine biz de onlara kulak verdik. Her biri kurallara uyup evlerinde kalan 60 yaş üstü vatandaşlarımızdan bazılarının görüşleri şöyle:

Emel Caner (71 yaşında, İstanbul): O haberi izleyince moralim bozuldu

“Haftada iki kez oğlum geliyor, hazırladığım listeye göre alışverişimi yapıyor. Poşetleri kapıdan alıyorum, meyve sebzeleri havalandırıyorum. Diğerlerini hemen arap sabunuyla yıkamaya ve temizlemeye başlıyorum. İki saat sürüyor tüm bunları yapmak, ama içim rahat ediyor.

Yasak öncesinde markete gitmek zorunda kaldım. Sıraya girerken insanlarla aramda mesafe bırakmaya çalışıyordum. Arkamda duran hanımefendi buna dikkat etmedi. Ben de o hanımefendiye dönüp mesafeye dikkat etmesini rica ettim. Fakat o genç hanım benimle alay eder gibi ‘Tabi tabii’ diyerek bana daha çok yaklaştı, rahatsız etti. Orada kavga çıkaracak biri değilim, elimdekileri bırakıp marketten çıktım. O gün hem insanların bu kadar bilinçsiz olmasına, hem de yaşlılara bu şekilde davranılmasına çok üzüldüm.

Şeker hastasıyım, bir de bel fıtığım var. Sürekli egzersiz yapıyorum. Şimdi dışarı çıkamadığım için egzersizlere evde devam ediyorum, haberleri izliyorum. Haberlerde gördüm, yaşlı bir adamcağıza zorla kolonya döküyorlar, maske takıyorlar. Bu hiç hoşuma gitmedi, moralim bozuldu. O adamın belki kimsesi yok,  belki dışarı çıkmak zorunda kaldı. Belki televizyon izleyemedi, olaylardan haberi yoktu. Bu olay benim canımı çok sıktı. Daha iyi bir dille anlatılsa, daha güzel söylense, kimse kırılmasa daha güzel olur. Gençlere bunu tavsiye ediyorum. Onun dışında bu yasak beni rahatsız etmiyor. Bilinçli bir insanın bunun önemini anlaması gerek. Bizi düşündükleri için yapıyorlar bunu. Bizim bünyemiz biraz daha güçsüz. Çocuklarım, torunlarım da beni uyarıyor. Zaten sık sık arıyorlardı, daha sık arıyorlar, bu durum da hoşuma gidiyor.”

Ümran Müküs, (72 yaşında, Antalya): Haberlerde gördüklerime inanamadım

“Haberlerde gördüklerime inanamadım, çok çok ayıp. Sanki biz bu yaşa gelinceye kadar bu ülkeye hiç faydalı olmamışız gibi hissettiriyorlar. Biz işe yaradığımız sürece mi insandık, şimdi insanlıktan mı çıktık? Yaş almak suç mu?

Gelen mesajlar ya da gördüğümüz haberler de da bizi serseme çevirdi. Her gün yeni bir mesaj geliyor, çok fazla bilgi kirliliği var. Herkes aklına ne geliyorsa yazıyor. Ben okuma yazma biliyorum, bilinçliyim diyorum ama yine de inanıyorum. Okuma yazması olmayanlar ne yapsın? Neye inanacağımızı şaşırdık.

Yasak önlem için geldi ama mağduriyetlerimiz nasıl giderilecek. Yasaktan sonra bir gün arabayla dışarı çıkmak zorunda kaldık. Arabamızla eve dönerken polis gördü bizi. Yanımıza gelip durdurmadı, ama uzaktan parmak sallayarak uyardı bizi.

65 yaş üstüne gelen kısıtlama ve yasakları ben normal karşılıyorum. Elbette bizler de bilinçli ve dikkatliyiz ama bu konuda gençler kadar bilinçli ve kültürde değiliz. Canımız sıkılıyor parka gidiyoruz, yürüyüş yapmak istiyoruz. Bu süreçte sabırlı olup düzene uyum sağlamamız lazım. Sonuçta gençler de yakınlarımız da bizim iyiliğimizi düşünüyor.

Bu alışılmadık, global bir sıkıntı. Dünyanın bir noktasındaki sıkıntı diğer ülkeleri de mutlaka ilgilendiriyormuş, gördük. Bence bu salgın geçtikten sonra dünya genelinde her şey değişecek. Salgın sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olamayacak.”

Eşi Burhanettin Müküs (74 yaşında, Antalya): Ders çıkarmalıyız

“Bence her birimiz panik yapmadan, bilinçli şekilde kurallara uymalıyız. Ülke olarak sağlık sistemi başta olmak üzere tüm eksiklerimizi sorgulamalıyız hepimiz. Yarın korona geçince başka salgınlara da hazırlıklı olmak için sorgulamalıyız.”

Necdet Kaplan (71 yaşında, Ankara): Vaktimizi TV izleyip kitap-gazete okuyarak geçiriyoruz

“Yaşamımız kısıtlandı, çocuklardan torunlardan uzak kaldık ama konu sağlık olunca yapacak bir şey yok. Salgın ne kadar sürecek, neler yaşayacağız bilmiyoruz. Herşey belirsiz, bu durum insanı biraz tedirgin ediyor. Bizim yaşımızdaki insanlar hareket etmek istiyor, yürüyüş yapmak istiyor. Ama bu salgın nedeniyle onu yapamıyoruz, o da bizi zorluyor.”

Vaktimizi televizyon izleyip kitap ve gazete okuyarak geçiriyoruz ama herkes bizimle aynı durumda değil. Ben bir ihtiyacım olunca sipariş verip eve getirtebiliyorum. İmkânı olmayanlar ne yapacak? Herkesin karnı doymalı, herkes sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanmalı.”

Yusuf Kemal Erel (97 yaşında, Kırklareli): 100 yaşıma geldim, niye gezeyim

“Biz yaşlılar zaten evde oturmayı seviyoruz. Yaşlıyız biz, en kötü gider uyuruz. Ben 100 yaşına gelmişim, dışarıda niye gezeyim, canım da istemiyor zaten. Benim asıl düşündüğüm gençler, onların hali ne olacak? Gençler yaşlıları yalnız bırakmamalı. Buldukları her fırsatta büyüklerini arasınlar, ‘gel şunu yapalım’ desinler, onlarla konuşsunlar. Bizi sessiz bırakmasınlar, bunu istiyoruz. Evde oturalım ama kimse bizimle konuşmazsa sıkıntıdan ölürüz. Gençlerin destek olması lazım.”

Mustafa Satıcı (64 yaşında, İzmir): Endişelenmeyin, bizi anlayın

“Sokağa çıkma yasağından önce her gün en az iki saat yürüyüş yapıyordum. Şimdi her günümüz aynı. Televizyon izliyoruz, kitap okuyoruz, pencereden bakıyoruz. Başka bir şey yok. Sokağa çıkma yasağı hastalığın yayılmaması için önemli bir uygulama ama sıkıldık. Mesela pazara, manava gitmek istiyorum, gidemiyorum. Yürüyüş yapıyordum, onu da yapamıyorum, hayatımız kısıtlandı tabii.

Bizim kuşak zaten tedbirli olduğu için evde temel gıda malzemelerimiz var, ama meyve sebze konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Bir kere ben, bir kere eşim ayrı ayrı gittik. Geldiğimiz zaman tüm poşetleri, paketleri yıkadık. Kıyafetlerimizi yıkadık, duş aldık. Dışarı çıkmayın diyorlar ama ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayacağız, bunu düşünüyoruz biz de. Sipariş veriyoruz dışarıdan, onlar da birkaç güne geliyor bazen. Gerçi buna da şükrediyoruz, belki ileride bunu da bulamayacağız.

Yasak öncesinde kızım, oğlum sık sık arayıp uyarıyorlardı. Onlar da haklı olarak korkuyorlar tabii, onları da anlıyorum. Bazı kronik hastalıklarımız var, bağışıklık sistemimiz sağlıklı olmayabilir. Bu nedenle bizim için de endişeleniyorlar. Yapacak bir şey yok, bu süreç boyunca biz de katlanacağız. Çıkmamak iyi tabii ki ama sıkılıyoruz biz de. Bu konuda gençler biraz toleranslı davransa güzel olur. Bu yasak süresince tabii ki en çok torunumu özlüyorum. Sık sık görüntülü görüşüyoruz, hem onun hem de bizim iyiliğimiz için.”

Ilgaz Gökırmaklı

1994, Antalya doğumlu. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik mezunu. Marmara Üniversitesi’nde Gazetecilik yüksek lisansı yapıyor. Çeşitli haber mecralarında serbest gazeteci olarak haber üretmeye devam ediyor.

Journo E-Bülten