Görüş

Kültür sanatı kim kurtaracak, Süpermen mi?

Makûs medya iktidar ve iradesi rutin olarak kötü davrandı kültür sanata. Ya fildişi kulelere çıkarıp erişilmez kıldı ya da magazin mezesi yaptı. Bir ortasını tutturamadı. Herkes için ulaşılır ve hakkıyla takip edilir kılamadı. Böylece yangında ilk feda edilen sayfa ve programlar her daim kültür-sanat oldu.

Televoleler, kim şık kim rüküşler, eller havaya eğlenceler, reality acayiplikler baş tacı edilirken kültürlü sanatlı, içerikli ve nitelikli programlar, köşeler, sinema-tiyatro-sergi sütunları, haberleri, kitap ekleri itile kakıla bir hâl oldu.

Kırpıldılar, kısaldılar, oradan oraya sürüldüler, en sonunda da tamamen şutlandılar ana akımdan. Bir ikisi zar zor yaşamını sürdürüyor ve o istisnalar da kaideyi bozamıyor.

Gelinen noktada magazinden başka şey yok ekranlarda, gazetelerde kültür namına. Sinemadan tiyatroya, albümden kitaba, konserden festivale, dekorasyondan modaya her şey magazin lâkırdısı.

Resim, heykel, opera, bale hiç giremiyor zaten o çarka. Memeli bacaklı fotosu olan, öpüşmeli soyunmalı oyunu olan filân gündeme geliyor ancak, renkli sayfalar en çok onları seviyor. Gerisi şans, kader, talih…

Her kanalda devasa bir magazin masası, tüm bunlar hakkında kulaktan dolma bir bilmişlikle atılıp tutuluyor saatlerce. Ne geçerli bir bilgi, ne gerçek bir referans, ne bir ölçü, ne bir sosyal sorumluluk. Konuşup duruyorlar haybeye.

Kadın haklarından hayvan haklarına, çocuk istismarından aile içi şiddette, mobbinge, gelir eşitsizliğinden cinsiyet eşitsizliğine, ne kadar ölümcül sosyal yara varsa hepsi de dâhil bu keyfî sohbetlere. Yargısız infazlar, saç baş yolduran eğri büğrü bakışlar, yalan yanlış değer yargıları havalarda uçuşuyor.

Hele o çığırtkan magazin seslendirmesi: En bayağı işporta sergisinden daha ‘ucuz’ her şey ve herkes magazin tezgâhında.

Son moda bir cehalet, eşi görülmemiş bir sorumsuzluk, körler sağırlar birbirini ağırlar nakaratlı ahbap çavuş ilişkileri, kişisel zaaflar, saplantılar, hesaplar ve yılların alışkanlıkları da işin göbeğinde olunca ekranlar hep panayır yeri.

Sadece dedikodu yapsalar neyse de tüm popüler kültürün sözcüsü konumundalar. Kimden aldılar bu ehliyeti? Kimi, neye göre temsil ediyor, kime yetiyorlar, yöneticilerinden başka?

Kimse ajitasyona dalıp ‘ama ekmek’ demesin rica ediyorum. Her şeyi alaşağı ederek kazanılmaz ekmek, kazanılırsa da hak edilmiş olmaz. Her işin bir usulü, bir standardı, hiç değilse asgari gerekleri var. Söz konusu medya olduğunda tüm ölçüler hayati.

Küflü magazin şifreleri ve son kullanma tarihi geçmiş magazin duayenleri sayesinde bozuk para gibi harcandı tüm kaynaklar yıllarca. Hiçbir katma değer üretmeden, hiçbir kültürel değere sadakat göstermeden.

Televizyonlar, gazeteler böyle de radyolar farklı mı? Bir caz melodisine rastlamak için bütün FM bandını baştan sona tarıyorum, yetmiyor ikinci turu atıyorum ama yok. O beğenmediğimiz TRT olmasa ne bir klasik müzik notası duyacağız, ne tango, ne vals, ne caz. Yeni değil on yıllardır böyle bu gidiş. Son yıllarda iyice yerin dibine battı.

Reyting sistemi sağolsun skorların esiri yayıncılık. Ne bir ilke, ne bir sorumluluk, ne bir ideal, ne bir politika. İlle ve daima para, para, para!

Evet bu bir sektör, evet ticaret ama ‘hayat damarı’ aynı zamanda. Medyayı başka sektörlerden ayıran ve biricik kılan bu.

Madem tek hedef paraydı, madem en küçük bir misyona, sorumluluğa gönlünüz yoktu kültürel hayatla, insanlıkla, evrensel değerlerle ilgili… Ne işiniz vardı medyada?

Madem ‘herkese satacak mal’ üretmekti tek arzunuz, niye gidip benzin istasyonu açmadınız? Ya da kebapçı? Ya da market? Ya da su istasyonu? Niye televizyon, niye gazete yani?

Bakınız, baleden halk oyunlarına kadar her şey saldırı altında bugün. Kızlı erkekli danslar, oyunlar falan yüzündenmiş bu terörler bu teröristler(!) İftiraya, hadsizliğe, küstahlığa, yalancılığa, soytarılığa bakın.

Ülke patlasa futbol maçları durmuyor ama konserler, festivaller, şenlikler engelleniyor habire. ‘Müzik durmasın’, ‘hayat durmasın’ diyen somurtkan emojiler yağıyor her köşeden. Ulu medya dehaları hiç ağlamasın. Yıllar yılı el birliğiyle sahipsiz bırakıldı bu alanlar. Eserinizle övünün hadi şimdi, içiniz elverirse eğer!

Soruyorum; kim kurtaracak kültürü ve sanatı? Hokus pokus mu? Abrakadabra mı? Süpermen mi? TT’lerle, hashtaglerle, etiketlerle falan mı hallolacak tüm bu işler? Hı hı evet evet, çok beklersiniz.

Sahip çıkmayıp yapayalnız bıraktığınız kültürün sanatın, seküler yaşam tarzının, şehirli ve medeni olan her şeyin üstünden traktörler geçiyor. Ne zaman bir şeyler yapmaya başlanacak acaba?

Çok mu zor birer sponsorla anlaşıp, birer kültür sanat programına başlamak? Opera, bale, tiyatro, edebiyat, sanat, klasik müzik, sinema ve müziği kurtarmak için daha neyi bekliyorsunuz? Alt tarafı yayın akışında birer ikişer saat ayırıp, birer reklamvereni ikna edeceksiniz. Buna da mı yetmiyor o isterse dağları yerinden oynatan gücünüz?

Nefes almaya, iki umutlu şey görmeye, hayatı hissetmeye ne kadar ihtiyacı var herkesin görmüyor musunuz? Ehil ellerden çıkan modern işler yapın da görün nasıl ilgi çekiyor bu başlıklar birer birer. Yılın ilk günü TRT’nin yayınladığı Viyana Filarmoni konserlerinin yarattığı coşku ve heyecanı da mı görmüyorsunuz? Hasretiz o güzelliklere, hasretiz dünyalı hissetmeye.

“Yaptık ama tutmadı” mı? Tutmadıysa beceremediğiniz için tutmadı, hiç kusura bakmayın. Halkın değil, sizin suçunuz yani. İyisini yaptınız ama yine de mi tutmadı? İnanmam. Yeterince arkasında durmadınız, yeterince kafa yormadınız, direnmediniz demek ki. Yine sizin suçunuz.

Ana-akım medya kültürü ve sanatı magazin torbasından çıkarmadığı sürece “Biz ne ara böyle olduk?” diye sızlanmaya hakkı yok kimsenin. Hayatı bu alanlar yönetiyor.

Gözlerinizi açın ve aciliyeti görün artık. Reyting almazsa da almasın, bu yola baş koymak zorundasınız. Bunu borçlusunuz bu ülkeye pek sevgili medya! TRT’nin geldiği hale kuru kuru kızmak yerine o özlenen TRT ekolünü diriltmek, var etmek, Cumhuriyet kazanımlarını savunmak elinizde.

“Bir iki programla, iki üç yazıyla mı kurtulacak ülke?” diye soran olursa; sen hele başla bir yerden, yapabileceğinin en iyisini yap da. “Çabaladık” demeye yüzünüz olsun hiç değilse. Ne dersiniz?

Sevim Gözay

1993 yılında girdiği medyada birçok yapımda kamera arkasında çalıştı. 2000’de kamera önüne geçti ve kendi programlarına imza attı. Ödüllü programları Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis. Kitapları: Kasetten Canlı (2013), Sinemaskop Randevular (2015). İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 14 Ocak 2021'de hayata gözlerini yumdu.

Journo E-Bülten