Söyleşi

Musa Anter Ödülleri’ni kazanan gazeteciler anlatıyor: “Öznesi olduğum bir haber, ödül getirdi”

Öznur Değer

28. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri’ni kazanan gazetecilerle, ödüle giden yolu konuştuk. Öznur Değer, haberi yaparken, kadınların yaşadığı zorlukların bizzat öznesi olduğunu söyledi. Canan Coşkun ödül getiren haberinin fikri takibin sonucu olduğunu ve bir videonun da yardımıyla kamuoyunun gündemine girdiğini vurguladı. Kadri Esen ise “ayrıntıdaki şeytanı” arayınca tarihi belgelerden özgün bir haber çıkarmış.

Diyarbakır’da 20 Eylül 1992’de katledilen Kürt gazeteci Musa Anter’in anısına bu yıl 28’inci kez dağıtılan ödüller, 20 Eylül’de İstanbul’da sahiplerini bulmuştu.

Kendisi ile benzer bir kaderi paylaşan Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gibi, Türkiye’de gazetecilik mesleğini korumaya kararlı bir haberci olarak arkasında yüzlerce genç meslektaşını bıraktı, öldürüldüğünde 72 yaşında olan Apê Musa… (Kürtçe “Musa Amca” manasındaki bu söz “yaşlılık” değil, “bilgelik” anlamındadır.)

Gurbetelli Ersöz Kadın Haberciliği dalındaki ödülü bu yıl, “Ankara’da 35 sağlık kurumundan sadece 7’si kürtaj yapıyor” başlıklı haberiyle Jinnews muhabiri Öznur Değer kazandı.

Öznur Değer: Ankara’nın karanlık tonlarına tanıklık ettim

Haber, Türkiye’de 1983’te yürürlüğe giren kanun doğrultusunda kürtaj yasal olarak yapılabildiği hâlde, başkentteki sağlık kuruluşlarının çoğunun kürtaj yapmadığını saptamış ve gündem yaratmıştı.

Bu haberi hazırlarken kendisinin de onun bir öznesi hâline geldiğini belirten Değer, araştırması için neden Ankara’yı seçtiğini şöyle anlattı:

  • Aslına bakarsanız hem tesadüf, hem de bilinçli bir tercih olduğunu ifade edebilirim. Zira Ankara siyasi bir merkez olması dolayısıyla, ülke gündemini sarsan veya meşgul eden kararlara imza atan bir kent. Yani ülkeye, aldığı kararlar ve uygulamalar noktasında öncülük eden bir kent. Bu nedenle de hem muhabirlik yaptığım şehir olması, hem de “karar alan kent” olması nedeniyle araştırmayı Ankara’da yapmaya karar verdim. Bunun yanı sıra araştırma esnasında gri olan Ankara’nın görünmeyen başka bir tonuna da tanıklık edecektim. Daha karanlık bir tonuna… Bu da Ankara’nın doğru bir tercih olduğunu gösterecekti bana.
  • Bu sadece bir sağlık haberi değildi. Aynı zamanda politik bir haberdi. Zira “kadın” ve kadına dair her şeyin “şeytanlaştırıldığı,” “öteki” kılındığı bir sürece tanıklık ediyoruz günümüz Türkiye’sinde. “Kadın” adeta yasaklı bir kavram hâlini almaya başladı. Ve kadının yaşadığı, maruz kaldığı tüm sorunlar göz ardı edilen, kulak tıkanan konular oldu. Hatta ve hatta tüm bunlar “sorun” olarak bile görülmüyor. Bu şekilde de tüm yaptırımlar, olumsuzluklar, yeni uygulamalar “normalize” edilmeye çalışılıyor. Kadın, sineye çeken, sesi çıkmayan bir varlık hâline getirilmeye çalışılıyor. Öyle ki isyanını haykıran, itirazını yükselten kadın “terörist” ilan ediliyor. Üzülerek belirtmeliyim ki Türkiye’de bundan çok daha fazlasına maruz kalıyor kadınlar.

“Kadınların yaşadığı zorlukların öznesi oldum”

Değer, haber konusunu nasıl seçtiğini ve araştırmaya nereden başladığını ise şu ifadelerle açıkladı:

  • Kürtaj üzerine çok sayıda olumsuz duyumlar işittiğim bir süreci yaşıyordum. Bunun yanı sıra özelde genç kadınların bu noktada maruz kaldığı sıkıntılar adeta bir katliamı doğurur nitelikteydi. Merdiven altı dediğimiz, hijyen ve sağlık koşullarından uzak yerlerde kadınlar kürtaja zorlanıyor. Üstelik tüm bunlar kürtajın yasal bir hak olduğu Türkiye’de gerçekleşiyor. Tüm bu sorunlar ve tezatlık bende bu konuda bir araştırma yapma ihtiyacı doğurdu. Böylelikle araştırma sürecim başlamış oldu.
  • Araştırma yapmadan önce Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Ankara Şubesi yöneticileri ile görüşerek tasarladığım haberi paylaştım. Onlar da manevi olarak desteklerini sunarak önemli bir konu olduğuna işaret ettiler. Çok önceden planlanmış bir haber olmasa da birden kendimi, ruhumu, düşüncemi bu haberin içinde buldum. Kadınların yaşadığı zorlukların öznesi oldum aslında haberi yaparken…

“Evet, kadın mücadelesi yaşatıyor”

Gazeteciliğin gereğini yapıp olgulara eleştirel bir gözle bakabilenlerin “hiçbir haberi kolay yapamayacağını” belirten Değer; bazen fiziksel, bazen de duygusal şartların gazetecileri zorlayabildiğini ekledi. Ancak ödüllü haberi özelinde fiziksel koşullar Değer’i pek zorlamamış. Ankara’da bulunan yaklaşık 50 hastaneyi ve özellikle kadın doğum ünitelerini birkaç gün boyunca telefonla arayarak haberin temelini atan Değer, çalışmada kendisini en çok zorlayan aşamanın bu olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

  • Kadınların yaşadıkları zorluklar üzerine haberi hazırlamaya başlamıştım ancak aldığım yanıtlar beni bambaşka bir duyguya, atmosfere sürüklemeye başladı. Empati duygum gelişmeye başladı her bir telefon sonrasında. Ve ben o sayısız kadından yalnızca biriydim o an. Yapabildiğim tek şey “Peki, anladım” diyerek telefonu kapatmaktı.
  • Beni en çok etkileyen söylemlerden biri, hiçbir gerekçe sunulmadan yapılmayan kürtajın bir “hastane politikası” (devlet politikası) olmasıydı. Doktor yapmak istemiyormuş, nüfusun azalması istenmiyormuş, günahmış, erkeğin iznine ihtiyaç duyuluyormuş, evli olman gerekiyormuş… Ve daha sıralayabileceğim bir sürü “duyulan geçmiş zaman eki” ile sonlanan cümle, kelime… Kadın, bedeni üzerinde bir karar verirken, erkekten onay almak zorunda bırakılıyor. Düşünün ki böylesi bir sistemde yaşam süren milyonlar var. Tüm bunlar karşısında kadın mücadelesinin haklılığını bir kez daha kavramış oldum. Evet ‘kadın mücadelesi yaşatıyor’muş. Bu sloganın ötesinde, bir yaşam felsefesi. Yaşama tutunma, hayatta kalma ilkesi.
  • Evliliği, anneliği kutsayan ve kadını eve hapsetme çabası güden iktidar zihniyetinden bağımsız değil hastane politikaları. O nedenle “hastane politikası veya ideolojisi” dedikleri şey aslında tam olarak “devlet politikası ve ideolojisi.” Her bir telefon görüşmemde bunu o kadar derin hissettim ki, kadınların maruz kaldıkları acıyı, sancıyı öyle derinden hissettim ki bunu duyurmak benim için bir görev hâlini aldı. Bu benim için bir zorunluluktu artık.

Devlet hastanelerinde yapılmaması nedeniyle kadınların özel kliniklerde ve sağlıksız ortamlarda kürtaj yaptırmak zorunda kaldığını yineleyen Değer, bu durumun ölümlere neden olduğu uyarısında bulunuyor. “Bu da dolaylı bir kadın katliamı aslında” diyen Değer, medyanın bunları teşhir etmemesi hâlinde bu tür sorunların büyüyeceğini vurguluyor.

“Ödülün asıl sahibi değil, belki bir taşıyıcısı olabilirim”

Değer’e haberin Jinnews’da yayımlanması sonrasında “beklediğinden fazla” olumlu geribildirim gelmiş. “Haberin ardından editörlerim özel olarak arayıp tebrik etmişti. Bu beni sevindirse de, haberde izi olan sayısız kadının yaşadıklarını düşünmek beni hem üzüyor, hem de duygulandırıyordu. Keşke kadınların acısını, zorluklarını değil de, sevincini daha çok resmedebilsek, yazıp çizebilsek…” diyen Değer, ödüle nasıl başvurduğunu ise şöyle anlattı:

  • Yaptığım başvuru da biraz tesadüfiydi. Musa Anter biz Kürt basını emekçileri için sonsuz bir anlam ifade eder. O bizim için sadece mirasını devraldığımız bir öncü değil, sonsuz bir değer kaynağımız. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri’ne duyduğum minnet borcu yarışmaya başvurmama vesile oldu. Amacım sadece bir başvurucu olmaktı. Bunun ödülle sonuçlanacağını bilemesem de sadece başvurmak bile benim için oldukça özel, anlamlı ve heyecan vericiydi.
  • Elbette böylesi değerli bir yarışmada ödüle layık görülmenin duygusu bambaşka. Sanırım bu duyguyu tarif edemeyeceğim, betimleyemeyeceğim. İdol olarak gördüğüm değerlerimden bir ödül aldım, bunun ötesi olamazdı benim için. Ödül töreninin gerçekleştiği 20 Eylül aynı zamanda Apê Musa’nın katledildiği tarihti. Orada olmak bizler için bir borç anlamı taşıyordu. Apê Musa ve Gurbetelli Ersöz’ün bize bıraktığı mücadele mirasını devralma çabasını sürdürüyoruz. O ödül de bunun küçük bir örneğini teşkil ediyor. Ödülü ben değil bana o ruhu, mücadeleyi aşılayan değerlerim aldı. Ödülün asıl sahibi değil, belki bir taşıyıcısı olabilirim.
  • Bana kalırsa ödüle layık, çok daha değerli haberler var. O nedenle ne haberi hazırlarken ne de haberin yayımlanmasının ardından ödüle layık görülecek bir haber olabileceği aklımdan geçmemişti. Daha doğrusu o an aklıma en son gelebilecek şeydi ödül. Yalnızca habere ve kadınların bu anlamda yaşadıkları sorunlara odaklıydım. Bu nedenle de ödül getirebileceğini düşünmemiştim. Amacım dile gelmeyen bir hakikati ifade edebilmek, zerre tanesi kadar da olsa kadınların yaşadıklarına ses olabilmek ve yasal olmayan bir şekilde süregelen bu politikaları ifşa etmekti.

“Fikri takibin önemi ve videonun gücü”

Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri’nde Türkçe Haber dalının birinciliğini “Valilik ‘Nefes darlığından öldü’ demişti” başlıklı haber dizisiyle ile kazanan Diken muhabiri Canan Coşkun, gazetecilikte fikri takibin önemine vurgu yaptı.

Haberin kamuoyunun dikkatini bir videonun yayını sonrası çektiğini de belirten Coşkun bunları şöyle ifade etti:

  • Birol Yıldırım’ın karakolda öldüğünü aslında İstanbul Valiliği açıkladı. Açıklamada fenalaşarak yaşamını yitirdiği yazıyordu. Polis şiddeti olaylarında valiliğin gerekçeleri hep aynı. Ölen kişi ya fenalaşıyor ya kalp krizi geçiriyor. O nedenle bu açıklamanın altında Birol Yıldırım’ın ölümüyle ilgili şüpheli bir durum olduğunu düşündüm. Valiliğin açıklamasını temel alan birkaç tane haberde Yıldırım’ın ailesinin avukatının ismini gördüm. Avukata ulaştıktan sonra devam eden haberler fikri takip sonucu ortaya çıktı.
  • İlk yazılı haberim 7 Haziran 2021’de yayımlandı. Ancak konu, kamuoyunun dikkatini, karakolun içini gösteren güvenlik kamera kayıtları yayımlanınca, yani ilk haberden iki hafta sonra çekti. Kayıtlar Yıldırım’ın nasıl öldürüldüğünü göstermiyordu fakat orada nasıl bir muameleye maruz kaldığı gün gibi ortadaydı. İnsanlar habere yaptıkları yorumlarda bir devlet kurumunda cinayet işlendiğini, katilin polis olduğunu söylüyorlardı. Bu haberden sonra Birol Yıldırım’ın ölümü yaygın medyanın da radarına girdi. Bunlar dosyanın kapatılmaması için olumlu gelişmelerdi. Ardından olaya karışan bir komiser yardımcısı tutuklandı ve onun da aralarında bulunduğu toplam 12 polise dava açıldı.

“O günü hiç unutmayacağım”

Coşkun’un aktarımına göre davanın ilk duruşması 20 Eylül’de İstanbul’daki Büyükçekmece Adliyesi’nin ek hizmet binasında yapıldı. Küçücük duruşma salonu hınca hınç doluydu:

  • Tahmin edeceğiniz üzere salon polis doluydu. Yargılananlarla dayanışmak için Esenyurt emniyeti müdürü başta olmak üzere tam kadro oradalardı. İçeride gazeteci kalmaması için ellerinden geleni yaptılar ve başarılı da oldular. Meslektaşlarımın izni ve kavga gürültüyle salonda kalmayı başardım. Duruşmayı Twitter üzerinden duyurduğum için polisler öfkelenmişti ve birbirlerine yazdıklarımı gösteriyorlardı. Avukatları da aynı sebeple hakime şikâyet ediyorlardı. Polislerden biri duruşma arasında “İnşallah senin de başına gelir” diye bağırdı. Bunun, meslektaşlarının başına geleni yaşamam için bir temenni ya da Birol Yıldırım’ın başına geleni tatmam yönünde bir istek olup olmadığını anlamadım.
  • Duruşma bitip binanın kapısına çıkmış, avukatların basın açıklamasını dinliyorduk. Kılıfı kıyafet itibarıyla polise benzemeyen, daha çok mafyatik bir Türk dizisinin tekinsiz karakteri gibi görünen biri polislerin arasından çıkıp yanıma geldi ve fotoğrafımı çekti. Taciz edici sözler söyleyerek tekrar polislerin arasına karıştı. Yaşananlarla ilgili suç duyurusunda bulundum. Henüz bir dava açılmadı. O gün duruşmadan çıkıp bu haber sebebiyle verilen Musa Anter Gazetecilik Ödülleri’nin Şişli’de yapılan törenine geldim. O günü hiç unutmayacağım.

“Bu bir dizi haberle ödül alacağımı tahmin ediyordum. O yüzden başvurdum” diyen Coşkun, “Öncelikle yaptığım haberin geniş bir kitle tarafından duyulmuş olmasından dolayı görevimi yerine getirdiğimi hissediyorum. Bunun için takdir edilmek de yaşanan saçma sapanlıklara dayanma gücü veriyor” ifadesini kullandı.

“Bunlar mutlaka toplumla paylaşılmalıydı”

Ji Rûpelên Dîrokê 2 Stran Û Helbesteke Derbarê Kurdan De” (Tarih sayfalarında Kürtler’den bahseden iki şarkı ve bir şiir) başlıklı haberi ile Kürtçe haber dalında birincilik ödülünü alan Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Kadri Esen ise içeriğin keşif sürecini şu sözlerle anlattı:

  • Kürtlere ilişkin bu tür konular sürekli dikkatimi çekiyor. Yani tarihi belgelerde bilerek veya bilmeyerek Kürtler’den söz eden eserler… Bu konularda adeta ayrıntıdaki şeytanı arayan bir karakterim. Sözünü ettiğimiz  konulara ilişkin çalışmalar yapan yazar ve araştırmacı Uğur Dursun Adsız, kendi çalışmalarından beni haberdar eder. Uğur, daha çok Kafkas Kürtleri’ne ilişkin araştırmalar yapıp kitap hâline getiren bir araştırmacı (yazarın “Kırgızistan Kürtleri: Sürgün Kürtler 1” isimli bir kitabı da var).  Haberini yaptığım, Nehri İsyanı lideri Şeyh Ubeydulah Nehri’yi eleştiren şiir ve Botan Miri Bedirhan Bey ile Osmanlı paşası Osman Nuri arasındaki çatışmaları konu eden şarkılardan da beni o haberdar etti.
  • Bunu öğrendikten sonra şiir ve şarkıları bana göndermesini rica ettim. Ermeni sanatçı Vagharşak Şahinyan tarafından Kürtçe ve Türkçe seslendirilen şarkılarla birlikte bir Rus tarafından Kiril alfabesi ile yazılan ve 22 Haziran 1882 tarihinde “Kavkaz” adlı gazetede yayımlanan, Şeyh Ubeydullah Nehri’ye eleştiri barındıran şiiri de haber yapmaya karar verdim. Hem şiir hem de şarkılar 1800’lü yıllardan beri yazılıp söylendiği ve ilk defa gün yüzüne çıktıkları için haber değeri taşıyordu.  Bunlar mutlaka toplumla paylaşılmalıydı.

“İçimdeki bir ses bu haberin ödülsüz dönmeyeceğini söylüyordu”

Haber için gereken belgeleri Adsız’dan edinip inceleyen Esen, Mir Bedirhan Bey’i ve Şeyh Ubeydulah Nehri’yi tarihi belgelerde bir süre araştırmış. Topladığı bilgileri haberleştirdikten sonra, herhangi bir yanlış veya eksik olmaması için tarihi kavramlar ve mekânlar hakkında uzman arkadaşlarından yardım istemiş. “Sağ olsunlar bildiklerini esirgemediler ve bana yardımcı oldular” diyen Esen, haberi neden önce Kürtçe yazdığını ise şöyle açıkladı:

  • Uğur, haberin Türkçe yapılmasını daha çok istiyordu. Ben de Kürtler’e ilişkin olduğu için Kürtçe haber yapacağımı söyledim. Öyle de yaptım. Topladığım ve bana gelen bilgilerle Kürtçe haberimi hazırladım. Çalıştığım MA hem Kürtçe hem Türkçe yayını olduğu için haberimi Türkçe servisimize de verip Türkçe’sini hazırlattım ve yayımladım. Önemli bulduğum için haberimi yayımlamadan önce başka bir gazeteci arkadaşıma da okutup öyle yayına verdim.
  • Maalesef haber Kürtçe olduğu için pek etki yaratmadı. Bu sebeple de bana fazla geri dönüş olmadı. Sadece bu tür çalışmalarla ilgilenen birkaç kişi beni aradı ve haberin güzel olduğunu söylediler. Bunun dışında bir de sosyal medya üzerinde “Bêrîte” adlı Kürtçe ezginin söylenişine ilişkin bir tartışma yürütüldü. Bazı Kürt edebiyatçıları ezginin yazılı hâline itiraz ettiler ve araştırmacı tarafından yanlış yazıldığını vurguladılar. Bêrîte, Botan’a özgü grup hâlinde karşılıklı söylenen bir yöresel ezgi türüdür. En az 4, en çok 20 kişiden oluşan gruplardır bunlar.

“Böylesi bir haberi hazırlamaya başladığımda bu haberin bir ödül getireceğini hiç tahmin etmedim ve düşünmedim de…” diyen Esen, “Bu aşamada böyle bir tahmin yürütmek zor ve aynı zaman de sağlıklı da değil. Çünkü ben habere bu kaygıyla yaklaşmıyorum. Ama başvurumu yaptıktan sonra içimdeki bir ses bu haberin ödülsüz dönmeyeceğini söylüyordu. Son olarak beni bu ödüle layık gördükleri için sizin vasıtanızla jüri üyelerine tekrar teşekkürlerimi sunarım” diyerek sözlerini bitirdi.

28. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri’nde jüri üyeleri

Son üç yıldır Yeni Yaşam gazetesinin verdiği Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri’nde karikatür ödülünü ise Musa Keklik ve Fahriye Çıtaklı paylaşmıştı. Bu yılki jüride şu isimler yer aldı:

Fotoğraf jürisi: Ramazan Öztürk, Özcan Yaman, Ali Dağlı, Refik Tekin ve Çetin Altun

Gurbeteli Ersöz kadın haberciliği ödülü jürisi: Ceren Sözeri, Gülşen Koçuk, Bircan Değirmenci, Elif Akgül ve Nevin Cerav

Karikatür jürisi: İmam Cici, Sefer Selvi, Ender Özkahraman ve Aslı Alpar

Kürtçe haber jürisi: Mehmet Alî Ertaş, Suna Tunç, Beritan Zagros, Ramazan Ölçen ve Ömer Tur

Türkçe haber jürisi: Candan Yıldız, Faruk Eren, Fatih Polat, Tuğrul Eryılmaz, İbrahim Varlı ve Hüseyin Aykol

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – 45. SEDAT SİMAVİ ÖDÜLLERİ’Nİ KAZANANLAR AÇIKLANDI

İhsan Birgül

Serbest gazeteci. Kürt dili ve edebiyatı başta olmak üzere kültür-sanat konularında çalışıyor. Yayımlanmış bir öykü ve bir şiir kitabı var. Ayrıca çeşitli antolojilerde yayımlanmış şiirleri de mevcut. Çeşitli internet sitelerinde ve e-dergilerde yazıyor.

Journo E-Bülten