Görüş

Müthiş ikili: Medya ve Tour de France

Olimpiyatların neredeyse resmi olarak yayınlanamadığı ülkemize tezat olacak şekilde, spor ve medyanın muhteşem bir uyum içerisinde izleyicilerin kalbini çaldığı efsane organizasyon Fransa Bisiklet Turu, nam-ı diğer Le Tour, ya da bizdeki kısa adıyla Tur biteli iki hafta oluyor ama ülkemizin akıl almaz gündem hızı nedeniyle bu yazı ancak bugüne kısmet olabildi. Buyrun...

Fransa Bisiklet Turu denince çoğumuzun aklına güzel manzaralar eşliğinde, bir kuş sürüsü gibi virajlı yollarda akıp giden bisikletçiler ve Eurosport spikerlerinin şato, şarap, müzik, kitap muhabbetleri gelir. Bu saydıklarım futboldan başka spor bilmeyen, bilmek de istemeyen Türkiyeli ‘spor izleyicisine’ bisiklet sporunun bir nebze olsun sevdirebilmesi bakımından çok önemli ancak Fransa Bisiklet Turu’nun iletişimciler için ayrı bir önemi var (ya da olmalı); zira Tur daha ilk günden itibaren medya, izleyici, sponsor, devlet, sporcu, ekipman gibi günümüz spor ekosisteminin temel ögeleri üzerinde yükselmiş, bir nevi bu işin kitabını yazmış bir ‘kurum.’ Tur’un iletişim tarihinde nasıl bir yere sahip olduğunu anlayabilmek için tarihsel olarak bir yere oturtmak ve işin başladığı yere/zamana dönmek gerekiyor.

Paris, 20 Kasım 1902. Siyasi çalkantılar içerisindeki Fransa’da toplum Dreyfus casusluk davası ikiye bölünmüş, basın da haliyle bundan nasibini almış durumda. Bir tarafta L’Auto, diğer tarafta Le Vélo. Siyaseten kazanan tarafta yer alacak olsa da, L’Auto henüz o günleri görememiş ve maddi sıkıntılarla boğuşmakta. Gazete yönetici ve editörlerinin, tirajları arttırmak için kafa patlattığı içkili yemekli toplantıda, ekibin en genci 26 yaşındaki Géo Lefèvre o güne kadar kimsenin aklına gelmeyen (geldiyse de cesaret edemediği) bir fikirle ortaya çıkar: Bisikletli bir Fransa Turu! Turu gazete organize edecek, okurlar da tur haberlerini ve analizlerini gazeteden takip edecek, böylece tirajlar da bir anda artacak… O güne kadar bisiklet sporu velodromlarda izlenen bir eğlenceden ibaret ve teknik imkânlar (daha doğrusu imkânsızlıklar) kilometrelerce sürecek bir turun değil basın tarafından takip edilmesine, organize edilmesine dahi pek imkân vermiyor. İster Fransız gözükaralığı deyin, ister deli cesareti, L’Auto yönetimi bu fikri kabul ediyor ve ilk Fransa Bisiklet Turu 1903’te gerçekleştiriliyor.

tour de france 1903
İlk Tur

Beklendiği gibi tur yarışçılar bakımından inanılmaz zorluklar barındırıyor, katılan 60 sporcunun sadece 21’i yarışı bitirebiliyor. Öte yandan, işler gazete için olağanüstü iyi gidiyor. L’Auto’nun tirajı iki katına yükseliyor! Bu başarı daha sonra İtalya ve İspanya bisiklet turlarında da örnek model olarak alınıyor; İtalya Bisiklet Turu Giro d’Italia La Gazetta dello Sport, İspanya Bisiklet Turu La Vuelta ise Informaciones tarafından organize ediliyor. O ilk günden bu yana Tur ve medya ilişkisi, teknoloji ve toplumun evrilmesiyle paralel olarak devamlı değişiyor, gelişiyor.

Tur’un ilk yılları Fransız toplumunun yükselen gelir seviyesi ve artan boş zamanı ile yakından ilgili. İnsanlar, boş vakitlerinde yeni eğlenceler arıyor ve Tur onlara tam da aradıkları şeyi sunuyor. Ekonomik bakımdan, Tur daha ilk günden itibaren ticari bir etkinlik olarak tasarlanıyor ve sonuçta yaratıcılarından sponsorlarına ve sporcularına kadar herkese büyük paralar kazandırıyor. Bu dönem aynı zamanda kitlesel medyanın yükseliş yılları. Gazete ile başlayan serüven, radyo, sinema, televizyon ve günümüzde İnternet’e kadar uzanıyor.

Tur’un ilk yıllarında basın, gazeteden ibaret ve tek yapabildikleri etapların önemli noktalarında, özellikle de start ve finişte bekleyerek notlar almak ve bunları gazeteye ileterek etap analizleri yazmak. Bir sonraki aşamada ise gazeteciler jipler ve motorlarla bisikletçilerin arkasına takılıyor ancak hız, eğim, kilometre bilgisi, dakika farkları gibi verilerden yoksun olan gazeteciler, biraz da mecburiyetten kaleme kuvvet bir şekilde, sporculardan epik kahramanlar yaratmaya, her etabı bir Homeros destanı havasında aktarmaya başlıyorlar. Her izleyici, bisikletçileri sadece tek bir noktada görebildiği için, yarışın tamamına dair hiçbir fikir edinemiyor ve dolayısı ile gazetecinin anlatısı üzerinden yaratılan mit sayesinde, o destansı kahramanları bir saniye dahi görebilmek arzusuyla seyirciler yollara akın ediyor ve bu dönemde yol kenarı izleyicisi inanılmaz sayılara ulaşıyor.

S. 125: Bartali 1937 kurz vor dem Gipfel des Galabier

Bu dönemde gazeteler arası ciddi tiraj savaşları yaşanıyor, zira L’Auto’nun planları beklentilerinden de iyi sonuç veriyor, tirajları Tur’un ilk yılından itibaren inanılmaz artıyor. Haliyle rakipleri de bu pastadan pay kapmak için uğraşıyorlar, L’Auto ise tekelini 1921’de rakip gazetelerin de yarış içine basın aracı sokmalarına izin verene kadar koruyor. Tiraj savaşları genelde baskı saati ve ara baskılarla okura rakipten erken saatte ulaşma gayretine dayanıyor. Bir yandan da bu yeni organizasyondan ekmek çıkarmak isteyen yeni mecralar türüyor. Her etabın hareketli, siyah beyaz ve sessiz görüntüleri iki gün sonra sinema salonlarında gösteriliyor.

Mecra ve Tur ilişkisine dair en önemli kırılma anlarından biri radyonun yaygınlaşmasıyla yaşanıyor. O zamana kadar turun medyadaki aktarımı asenkron olarak yapılabiliyor zira muhabir gazeteye mesaj çekmeli, gazete de basılmalı; sinema içinse daha da uzun süren filmlerin merkeze ulaştırılması ve montajlanması süreci mevcut. Oysa 1929’daki ilk canlı radyo yayınıyla birlikte, yarıştan anlık bilgi alınabiliyor, bazı noktalarda kurulan istasyonlar sayesinde, seyirci ve yarışçıların sesleri canlı olarak aktarılabiliyor, yarış boyunca yorumlar ve anlık haberler iletiliyor, yarış öncesi ve sonrasında bisikletçiler, yetkililer ve sponsorlardan röportajlar alınabiliyor.

motorlular ve yarışçı

60’lara geldiğimizde, artık televizyonun yükselişi başlıyor. 63’ten itibaren Tur etaplarının tamamı canlı yayınlanıyor. İlk yorumcular ve analistler de, emekli bisikletçiler oluyor. Bu dönemin yarışa en önemli etkisi yarış içinde kaçış gruplarının oluşması için motivasyon sağlamaları. Zira yarışı kazanamayacak da olsa, belli bir süre en önden giderek sponsorunun adını kameraya göstermek isteyen takımlar bu yeni taktikle yarışa farklı bir dinamizm getiriyor. Hatta sırf bu yüzden, siyah beyaz ekranda diğer takımlardan ayrılabilmek için çizgili, şeritli formalara geçiliyor.

70’lerde renkli yayına geçiliyor ve bu noktadan itibaren şimdilerde de kullanılan metodlar aynen uygulanıyor ve moto-kameralarla peloton içinden anlık görüntüler, canlı yayında aktarılabiliyor. Bu çok ciddi bir kırılma noktası zira yarışın en temel dinamiklerinin değişmesine sebep oluyor: Ekranlarda canlı yayınlanan yarış, yol kenarı seyirci sayısının çok ciddi bir şekilde düşmesine yol açıyor. Ekranlarda yorum ve analizler artıyor, istatistiğe dayalı, daha somut bilgiler veriliyor ve yarışın epik bir destan gibi anlatılmasının sonuna geliniyor. Bir yandan da, 3-4 saat süren canlı yayın boyunca spikerlere konu çıkması ve Fransız turizmine katkı olması için helikopterden çekilmiş doğal ve tarihi güzelliklerin yayınlanması ile yarışın görsel boyutu çok farklı bir noktaya taşınıyor. Bu dönemde gazetenin rolü de haliyle değişerek uzun analizlere, ertesi günün etap tanıtımı ve tahminlerinin aktarılmasına doğru evriliyor. Özetle epik destandan somut anlatıma ve derinlemesine yorumlara giden bir serüven…

Son aşamada ise İnternet ve sosyal medya ile birlikte etkileşimli yayına geçiliyor. Artık spikerler yayın boyunca Twitter üzerinden izleyicilerin yorum ve sorularını alıyor, takımlar pelotondan görseller ve anlık istatistikler paylaşıyor, ekranda dahi gözükmeyen bir kaza Twitter sayesinde hemen öğrenilebiliyor.

Güncel trendleri ise bisiklet üzerine yerleştirilmiş on board go pro’lar ile yarışı bisikletçilerin gözünden izlememize olanak veren teknolojiler… Henüz hayata geçirilmese de yakın zamanda bekleyebileceğimiz bir teknoloji olarak yarış boyunca pelotonu takip eden dronlar ile sürekli bir takip. İşin ekran boyutunda ise, Eurosport kendi uygulaması üzerinden 3 farklı ekran seçeneği ile oldukça yenilikçi bir sisteme başlamış durumda.

Tüm bu yaşananlardan şikayetçi olanlar da yok değil. Son zamanlarda daha da yüksek sesle ifade dile getirilen bir eleştiri, yoğun medya ilgisinin sporcuları gereğinden fazla agresif olmaya zorladığı, centilmenliğe dayanan ve peloton içinde ciddi bir disiplin sağlayan yüz yıllık raconun eskisi kadar önemsenmediği.

Özetle tur ilk gününden itibaren iletişin ekonomisi ve teknolojileri ile iç içe geçmiş ve gelecekte de böyle olmaya devam edecek gibi duruyor.

Orhan Şener

TGS Akademi Direktörü Orhan Şener, aynı zamanda Akademi bünyesinde gazeteciliğin dijital dönüşümü, online haber formatları, yeni nesil gelir modelleri gibi konularda eğitimler veriyor ve Journo.com.tr'ye benzer konularda katkıda bulunuyor.

Lisans eğitiminde işletme ve iktisat okuyan Şener, City University London’da Enformasyon, Toplum ve İletişim alanında yüksek lisans yaptı, şimdilerde Galatasaray Üniversitesi'nde 'Enformasyona Erişim ve Filtreleme Pratikleri: Türkiyeli Gazeteciler Üzerine Çalışma' başlıklı doktora tezini yazıyor ve Bahçeşehir Üniversitesi'nde ve çeşitli eğitim programlarında dersler veriyor.

Journo E-Bülten