Narin Güran cinayeti, bu kez gazetecilik etiği tartışmasıyla gündemde… İletişim akademisyenleri bu konuda eleştirel yazılar kaleme aldı.
Haberleri nedeniyle en çok tartışılan isimlerden biri Ferit Demir oldu. Halk TV muhabiri, sanıklardan birinin telefonda “Kız öldü mü, yaşıyor mu” dediğinin saptandığını söylemişti.
Ferit Demir’e, “yılın haberi” diye sunduğu bu iddianın ardından yoğunlaşan eleştirileri sorduk. Avukatları dayanak gösterip iddianın arkasında duran Demir, bir başka konuda ise özeleştiri yaptı: Çocuk hakları.
8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesi, yalnızca bir cinayet haberi olmanın ötesine geçti. Soruşturma ve yargılama sürecindeki eksiklikler nedeniyle olay kamuoyunda uzun süre gündemde kaldı. Ancak, aynı zamanda cinayetin işlendiği Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinin kırsalı Tavşantepe Mahallesi’ni haftalarca ablukaya alan gazetecilerin haberleri veriş şekli ve cinayet yargılaması boyunca ortaya atılan ciddi iddiaların sonradan doğrulanamaması gazetecilik etik tartışmalarını beraberinde getirdi.
Cinayet davasını takip eden DEM Parti Diyarbakır Milletvekili ve iletişim akademisyeni Sevilay Çelenk, Bianet’te yayımladığı yazısında soruşturma ve yargı sürecindeki çelişkilere dikkat çekti. Ardından akademisyen ve eski gazeteci Esra Arsan, kendi blogunda yazdığı yazıyla Halk TV muhabiri Ferit Demir’i Narin Güran cinayeti haberleri nedeniyle eleştirdi. Demir’in, “yılın haberi” diyerek duyurduğu ancak mahkemede güvenilirliği tartışılan telefon kaydına ilişkin haberleri özellikle tepki çekiyor.
Ferit Demir ile söyleşimizde, tartışılan haberinin, telefon konuşmasında aslında hiç söylenmemiş bir cümle içerdiği anlaşıldı. Demir ise haberinin arkasında olduğunu ve konuşma içeriğinin kendisine 4 ayrı kaynaktan bu şekilde “aktarıldığını” belirtti.
Demir, ayrıca kendisini eleştiren Esra Arsan’a yanıt verdi. Arsan ise konunun çocuk haberciliği açısından hassas olduğunu belirterek polemiğe girmek istemediğini, gerekirse yanıtını blogunda vereceğini söyledi.
Ferit Bey en başından başlayalım. Dersim’de yaşıyorsunuz. Narin Güran cinayeti haberini kendiniz mi takip etmek istediniz, yoksa yayın kuruluşunuz mu sizi görevlendirdi?
Olay 21 Ağustos’ta oldu, 22 Ağustos’ta yavaş yavaş basına yansıyınca beni Diyarbakır’a yolladılar.
Bu cinayet kadına ve çocuğa yönelik diğer cinayetlerden daha fazla gündeme geldi, Tavşanlı Mahallesi günlerce ablukaya alındı, birçok gazeteci Tavşanlı’ya gitti, pek çok detay yazıldı, canlı yayınlarda aktarıldı. Sizce Narin Güran cinayeti neden kadına ve çocuğa yönelik diğer cinayetlerden daha fazla gündeme geldi ve aylarca konuşuldu?
Narin ilk defa ortadan kaybolan, şiddete uğrayan, öldürülen çocuk değildi tabii ki. Narin’in bir komplo ve organize kötülük çabasıyla ortadan kaybolması, basının da bu olaya ilgi göstermesiyle birlikte Türkiye’nin gündemine girdi.
Muhalif medya bu olayın arkasından giderek, önünü arkasını araştırdı. İktidar medyası ilk anda bizim yaptığımız haberciliği eleştirdi. Çünkü biz irdelenmeyen, dokunulmayan detayları, perde arkasında soruşturmanın iyi yönetilmediğini yazdık. Oradaki soruşturma makamlarıyla aile üyelerinin yakın ilişkisinin Narin’in bulunmaması konusunda bir çelişki yarattığını söyledik. Bizi eleştirdiler. Ama en son bizim söylediğimiz noktaya geldiler.
Narin’in ailesinin Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP veya AK Parti) yakın olduğu iddiası gündeme gelmişti. Bu iddia mahkemede belgelerde veya sözlü beyanlarda tartışıldı mı? Yoksa bu gazetecilerin “havayı koklaması” sonucunda yapılan bir çıkarım mı? Belgesi olmayabilir yakınlığın… Yakın oldukları haberleri neye dayanarak yapıldı?
Belgesi olan var. Yani Narin’in ailesinden birçok kişi AK Parti üyesi. Hatta bazı ilçe teşkilatlarında yönetici konumda olan Narin’in akrabaları var. Babasının amcası ve amca çocukları var. Bunlar bilinen şeyler. Oradaki karakoldaki askerlerle, bazı yetkililerle ilişkileri çok iyi.
İktidarın aileyi koruduğu şüphesi nedeniyle mi cinayet aylarca konuşuldu?…
Hayır. İlişkiler bireyseldi. Yani köyün bağlı olduğu jandarma biriminin, mesela karakol kulesinin komutanıyla Güran ailesinin ilişkisi çok iyiydi. Biz bunu gördük. Narin’in kaybolduğu ilk 4-5 gün Narin’in kaçırılmış olabileceği kuşkusu vardı.
Bir çocuk kaybolduğu zaman bu hukukî kuraldır; kaybolduğu, kaçırıldığı ve öldürüldüğü ihtimali üzerine çalışmaları lazım. Ama burada “Narin kaçırılmış olabilir,” “aile arasında saklanmış olabilir” denilerek çok ciddi deliller aranmadı. Evde kriminal çalışma yapılmadı, ağabeyinin yüzü gözü morarmıştı onu kontrol etmediler. Kolundaki diş izleri ve birçok şey…
Narin’in öldürülmüş olabileceği bir hafta sonra amcanın gözaltına alınmasından sonra ortaya çıktı. Ondan sonra soruşturma yürütüldü, cansız beden bulununcaya kadar aile üyelerinden kimse gözaltına alınmadı.
‘Köyde dolaşan Porscheler’in görüntüsü yok
Köyde lüks araçların dolaştığı yazıldı. Bu iddia köyün AKP ile yakın ilişkisine kanıt olarak öne sürüldü. O dönemde çok iyi hatırlıyorum, köyde dolaştığı söylenen lüks araçların görüntüsünü aramıştım ama bulamadım. Bir köyde lüks araçların dolaştığı gazeteciler tarafından haber değeri olan bir detay olarak aktarılıyorsa neden fotoğrafı veya videosu çekilmiyor?
Ben iki tane Porsche gördüm, Mercedes ve BMW çok fazla gördüm. Aile üyeleri kullanıyordu.
Bunun görüntüsü haberlerde neden çıkmadı?
Amca gözaltına alınıp aracında Narin’e ait DNA çıktığı haberinden sonra Narin’in katledildiği kuşkusu herkesin kafasında oluştu. Önce ailenin maddi durumu ve ilişkileri nedeniyle Narin’in kaçırılmış olabileceği şüphesi üzerine gidildi. Bu yönde ihbarlar yapıldı.
O arabalar geliyor, yanımızda park ediyordu. Ama haberin konusu değildi o arabalar. Niye görüntüleri çekilmedi? Amca gözaltına alındıktan sonra cinayet konusu gündeme geldi. Narin’in katledildiği ve bir yere gömüldüğü gerçeği artık ortaya çıktığı için birden lüks araçlar köye gelmemeye başladı.
Cinayet haberini takip ettiğim köyde aileyle ilişkilendirilen iki Porsche görsem bir gazeteci olarak en azından cep telefonumla çekerdim. Bu fotoğraf niye çekilmedi çok merak ediyorum?
Biz insanlarla karşı karşıya gelmek istemedik. Narin’in katledildiği ortaya çıkınca o araçlar gelmemeye başladı. Arabalar haberin konusu değildi.
“Çocuğun üstün yararı korunmadı maalesef”
Peki, başka bir detayı konuşmak istiyorum. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ile anayasa ve ilgili yasalar “çocuğun üstün yararını korumayı” düzenliyor. Fakat bu haberlerde, örneğin Narin’in cansız bedeniyle ilgili bilgiler en ince ayrıntısına kadar yazıldı. Siz bu haberlerde Narin’in bir çocuk olarak üstün yararının korunduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır, çocuğun üstün yararı korunmadı maalesef. Narin’in cansız bedeninin olduğu çuvalın ve çuvaldan çıkarılmasının görüntüsü bana da ulaşmasına rağmen, bu görüntüleri hiçbir şekilde kullanmadım. Bunu kullanan televizyonlar ve internet siteleri oldu. Doğru değil, etik değil. Ölenin cansız bedenine saygısızlık olarak görüyorum. Bunu kabul etmiyorum. Burada gazetecinin gizlenen ayrıntıyı ortaya çıkarması gerekir. Narin’in cansız bedenin bulunduğu çuvalın içindeki deliller bulundu mu, bulunmadı mı, gazetecinin bu soruların peşine düşmesi lazım.
Fakat bütün bu detaylar haber yapıldı. Narin’in bir de tık ve reyting avcılığına kurban gittiğini düşünüyor musunuz?
Narin’in bedeninin bulunmaması, inanılmaz bir kördüğüm ve inkâr politikasıydı. Herkes, aile bireyleri olayı karmaşık hâle getirdi. Böyle olunca kamuoyu çok merak etti. Kastamonu’dan, Sinop’tan, Tekirdağ’dan, Edirne’den, Kars’tan, Erzurum’dan, Rize’den, Artvin’den telefonumu bulan yüzlerce insan beni her gün arıyor, “Narin ne oldu,” “kim katletti,” “nasıl oldu” diye soruyorlardı. Kamuoyunda inanılmaz bir merak oldu.
Kamuoyu en çok hangi kanal Narin ile ilgili haber veriyorsa, o kanalı açıyordu. Yani tabii benim uzmanlık alanım değil ama neden böyle olduğunu, bu konuda uzman olan birilerinin mutlaka çalışması gerekiyor. Neden Narin bu kadar öne çıktı, neden bu kadar merak edildi? Bilim insanlarının çalışması lazım.
Siz bütün köyün, hatta çocukların da cinayeti bilip sustuğunu söylüyorsunuz…
Çocuklara baskı var, çünkü hepsi akraba. Narin’in köyü 90 hanenin üzerinde kalabalık bir köy. Herkese bir görev verildi. Birine dediler ki “sen jandarmayı dinle, bize bilgi getir…” Her akşam evde toplantı vardı. Biz bunları söyledik ama kimse kabul etmedi.
Kim kabul etmedi?
Güran ailesi kabul etmedi. Dediler ki “Biz aile toplantısı yapmadık. Görüntüleri ortaya çıktı. Ve maalesef bazı gazeteci arkadaşlar aileye destek vererek, gerçeklerin ortaya çıkmasını engellediler.
Gazeteciler neden Güran ailesini desteklesin ki? Sebebi ne olabilir sizce?
Onu ben bilmiyorum, güvenlik birimleri araştırmalı. Mutlaka destek verdilerse bir amaçları vardır.
“Gazetecilerin soruşturmaya az da olsa zararları oldu”
Ferit Bey yanıtlarda cinayete ilişkin detaylara giriyorsunuz, ben bunları burada tekrarlamayacağım, çünkü katili bulmak için bu söyleşiyi yapmıyorum. Bu cinayet nedeniyle yaşanan tartışmaların neden haberin önüne geçtiğini, neden bir çocuğun öldürülmesiyle ilgili bu kadar detay yazıldığını sorgulamak için yapıyorum. Çocuklara baskı yapıldı diyorsunuz. Peki, “Narin görmemesi gereken bir şey gördü, o yüzden öldürüldü” yazıldı haftalarca. Bu haberlere maruz kalan çocukların travmatize olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu haberlere mâruz kalan çocuklar travmatize olur, ona katılıyorum. Çocuklar etkilenir. Sadece o köyün çocukları değil, Türkiye’nin bütün çocukları etkilendi. Narin’in katledilmesi, Narin’in nasıl katledildiği gerçeğinin ortaya çıkarılması, bulunduğu yerden çıkarılma şekliyle birlikte birçok çocuk etkilendi ve üzülüyorlardı.
Bu durumla Diyarbakır’da karşılaştım. Hatta korktuğu için annesinin babasının elini bırakmadan okula giden, “kapının önünde beni bekleyin” diyen çocuklar vardı. Narin’in aile bireyleri cinayetin üzerini kapatmaya çalışınca basın da daha çok merak edip üzerine gitti. Basın bu kadar üzerine gitmesiydi üzeri kapatılacak, deliller yok edilecekti. Gazetecilerin bu soruşturmaya hem katkıları hem de zaman zaman az da olsa zararları da oldu. Olmadı demiyorum ama hiçbir gazeteci bunu bilinçli olarak yapmadı.
Tartışılan çeviri: Telefon görüşmesinde “Tamam daha ölmemiş” dendi mi?
Son günlerde haberleriniz eleştiriliyor. Örneğin, cinayet davasında tutuklanan 15 yaşındaki R.A.’nin Salim Güran’la yaptığı iddia edilen telefon konuşmasıyla ilgili tartışmalar var. Siz bu konuşmayı, sosyal medyada “Şu ana kadarki en net kanıt ve yılın haberi” diyerek duyurdunuz. Salim Güran’ın, R.A.’ya “R. kız öldü mü, yaşıyor mu” dediğini yazdınız. Burada isminin baş harfini veriyorum ama haberinizde ve sosyal medya paylaşımınızda çocuğun ismini açık olarak yazmıştınız. Ancak, ikisi kollukta, biri de savcılıkta olmak üzere Kürtçe‘den Türkçe’ye çevirisi üç kez yapılan konuşma, son olarak bir kez de Diyarbakır Barosu’nun talebiyle yeminli tercüman tarafından mahkeme huzurunda tercüme edildi. Mahkemedeki son tercümede konuşmanın Narin’in ölümüyle ilgili değil, tarla sulamak için kullanılan bir fıskiyenin düşmesiyle ilgili olduğu haberlere yansıdı.
Bu tercüme soruşturma ve mahkeme sürecinde dört, beş kez değişti. Benim yaptığım haber ilk tercümeye dayanıyordu. Ben Kürtçe biliyorum, ne dendiğini duyuyorum. Diyarbakır Barosu tercümeye itiraz etti. Fıskiye dendi de… Konuşmada geçen Kürtçe “mıre ye” ’ile “fıskiye” kelimeleri birbirine yakın kelimeler, karıştırılıyor. Ses deforme olduğu için anlaşılmıyor. İlk tercümeyi ben size atacağım. Ben onu kafamdan söylemedim, ilk tercüme mahkeme kayıtlarına girdiği için ben kayıtlarından okudum. Bu deşifre bilirkişiye yaptırılmış. Kürtçe’den Türkçe’ye çeviri dosyaya girmiş.
NOT: Söyleşinin italik harflerle vurgulanan bu kısmı Ferit Demir söz konusu telefon konuşmasının Türkçe’ye çevrilmiş deşifresinin görüntüsünü yolladıktan sonra ertesi gün yapıldı. Anlam bütünlüğünü korumak için söyleşinin bu bölümüne eklendi.
Selim Güran ve R.A. arasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmasının Türkçe’ye çevrilmiş deşifresinin görüntüsünü yolladınız, teşekkür ederim. Bu çözüm sizin “Şu ana kadarki en net kanıt ve yılın haberi” diyerek haberini yaptığınız ve sosyal medya hesabınızdan da aynı şekilde duyurduğunuz ilk çeviri değil mi?
Evet.
Bu belgede “cihaz sahibi” ile konuşan ve R.A. olduğu farz edilen X takma adlı kişinin kullandığı “ne mıre” ifadesi şöyle çevrilmiş: “1. Anlam: Tamam henüz bende değil.’ 2. Anlam: Tamam daha ölmemiş.” Siz ‘ne mıre’ ifadesinin daha sonra mahkeme huzurundaki çeviride “fıskiye” ile karıştırıldığını söylüyorsunuz. Değil mi?
Aslında en doğru çeviri bu size yolladığım. Bu belgede fıskiye kelimesi de söz konusu değil. Ama daha sonra farklı farklı üç bilirkişiye daha yaptırdıkları çeviri var. Orada fıskiye olduğu iddia ediliyor.
Tekrar sorayım yanlış olmaması için: Bu fotoğrafını gönderdiğiniz konuşma çözümü haberinize dayanak olan ilk çeviri değil mi?
Evet, çocuk savcılık sorgusundayken savcının masasındaki belge bu. Ama bunu kayıtlara sokmadılar. Savcı bu konuşmayı sorduğunda çocuk ve babası, “bilmiyoruz,” “hatırlamıyoruz” diye yanıt vermişti.
Siz haberi yaptığınız sırada bu belge sizin elinizde var mıydı?
Hayır, bu bana bir gün sonra geldi. Sözlü olarak orada giden dört farklı avukattan doğrulattım. Ben de bunu kullandım.
Bunun üzerine yaptığınız haberde, yayında “Cinayetin sırrı çözüldü. Şu anda tutuklamaya sevk edilen sanıklardan birinin ses kaydı dosyaya girdi. O ses kayıtlarında amca Salim Güran’ın işçisi R.A.’ya ‘R. kız öldü mü, yaşıyor mu” dediği duyuldu. En az dört kaynaktan bu ses kaydını doğruladık” dediniz. Sosyal medyada paylaşımınız da bu yönde. Sosyal medyada “Narin Güran cinayetini çözecek delil soruşturma dosyasına girdi… Şu ana kadarki en net kanıt ve yılın haberi: Salim Güran’ın yanında çalışan işçisi R.A. ile yaptığı görüşmenin ses kaydının soruşturma dosyasına girdiği ve işçisine, ‘kız öldü mü, yaşıyor mu’ dediği öğrenildi” yazdınız. Tutanakta “kız öldü mü, yaşıyor mu” ifadesi yok ama.
Çözüm tutanağında “daha ölmemiş” (ne mıre) ifadesi var. Bu cümle bana aktarıldı. Kaynaklarım, tutanakta geçen bu “daha ölmemiş” ifadesiyle kız (Narin Güran) kast edildiği için bana o anlamda aktardılar.
Ama çözüm tutanağında “kız öldü mü, yaşıyor mu?” ifadesi geçmiyor. Cihaz sahibi, R.A. olduğu söylenen X takma adlı kişiye böyle bir soru sormamış.
Bana onu aktaran arkadaşlar metinde bunun yazdığını söylediler. Daha sonra bu metin bize geldi ama dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle hakkımızda hem savcılığın hem RTÜK’ün soruşturma başlatacağı söylendi, biz bu metni yayımlamadık. Dosyadaki bir belge yayımlanamaz dendi, biz de yayınlayamadık.
Yani çeviri zaptında geçen ve “daha ölmedi” diye çevrilen “ne mıre” ifadesinden, avukatlar Narin’in kastedildiğini düşünerek, “kız öldü mü, yaşıyor mu” manası çıkarıp size aktarmışlar. Öyle mi?
Yani şimdi avukatlarla konuşmamın ses kaydını çıkaramayacağım, çünkü öyle bir ses kaydı almadım. Zaten böyle bir ses kaydı da almam, o benle avukat arasında. Dediğim gibi, “daha ölmedi” ifadesinden kız anlaşıldığı için bu şekilde aktarılmış. Sonuçta öz itibarıyla aynı şey.
Peki, ertesi gün size bu belge verildiğinde ve belgede “kız öldü mü, yaşıyor mu?” ifadesinin yer almadığını gördüğünüzde, önceki haberinizi düzeltmediniz mi?
Yayın yasağı nedeniyle belgeyi yayımlayamadık.
“Çocuğu tutuklayan ben değilim, sevk eden savcı, kararı veren yargı”
R.A. “cinayete iştirak” iddiasıyla tutuklandı ve tam olarak beş ay iki gün cezaevinde kaldıktan sonra “iştirak” iddiası kanıtlanamadı ve hakkında “suçluyu kayırma” iddiasıyla dava açılarak tahliye edildi. Çocuğun haksız yere tutuklandığı söyleniyor ve siz de onunla ilgili haberiniz nedeniyle eleştiriyorsunuz.
Çocuğu tutuklayan ben değilim. Kaydı ortaya çıkaran da ben değilim. Tutuklamaya sevk eden savcı. Çocuk cinayete iştirakten tutuklandı. Babası da aynı şekilde. Bunun kararını veren yargı. Çocuğun gözaltında olduğundan da haberimiz yoktu bizim. Çocuk babasıyla beraber tutuklandıktan sonra bu ortaya çıktı bu. Çocuk bizim haberimizden sonra tutuklanmadı. Herkes bunu bilinçli olarak saptırıp algı yaratıyor.
Peki, neden Narin Güran cinayeti üzerinden böyle bir algı yaratmaya çalışılıyor? Neden olayın çarpıtılmaya çalışıldığını ve sizin üzerinize gelindiğini düşünüyorsunuz?
Orada etkili bir yayın yaptım ben. Birçok arkadaşımızın söylemeyeceği şekilde, cesaretli bir şekilde olayın aydınlığa çıkması için haber yaptım.
“Hatam varsa, çıkar özür dilerim”
Yargıç değilim, kimseyi suçlayıp yargılamayacağım. Bu olayda yapılan gazetecilik ve gazetecilik etiği üzerinde durmak istiyorum. Siz R.A. ile ilgili haberlerinizde açıkça isim yazdınız. Narin de bir çocuktu, R.A. da… Bir de yargılama devam ederken suçluluğu ispat edilene kadar herkes masumdur. Acaba R.A.’nın ismini açıkça vermeseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Biraz daha dikkatli olmak gerekmez miydi?
Birçok basın kuruluşu ismini kullandı, ben de onlar kullandığı için bazı yayınlarda kullandım. Kullanmasaydım tabii daha iyi olurdu. Ona dikkat etmemiz gerekiyor. Bu konuda bir eleştiri varsa, bu eleştiriyi kabul ederim. Yaşı 18’den küçük ve R.A. diye kullansaydık, daha doğru, daha etik olurdu. Ben de sizin gibi düşünüyorum. Burada bir yanlışlık varsa hatayı kabul ederiz.
Bu tartışmaları şu sebeple soruyorum: Bu sadece Narin Güran cinayetiyle ilgili değil. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle yaşadığımız bu yeni dönemde gazetecinin “aktaran” pozisyonu değişti, kimi zaman gazeteciler doğrudan haberin öznesi oluyor. Gazetecinin görevi, bir şeyden emin olmak değil, olayı aktarmak, konunun taraflarına ve gerekiyorsa uzmanlara sormaktır. Siz de böyle düşünüyor musunuz?
Uzmanlar da sürekli görüş değiştirdiler. Bu konuda uzman olduğu söylenen, bu nedenle televizyonlara çıkan onlarca kişi bir gün söylediklerini ertesi gün değiştirdiler. Ben sahadaydım, o köydeydim ve olayın içindeydim. Ben gördüklerimi, yaşadıklarımı aktardım. Ama buradan da şöyle bir ders çıkarıyorum, umarım, dilerim ki bir daha böyle bir cinayet işlenmez, çocuklar öldürülmez, biz de gazeteciler olarak bundan sonraki haberlerde yapmayız aynı hataları. Ben her yaptığım haberde hatalarımı görürüm, kabul ederim, eleştirileri de kabul ederim. Gazeteci zaten eleştiri kabul etmezse gazeteciliği tartışılır. Yanlış yapmışsam çıkar özür de dilerim. Ama ben yaptığım her haberin arkasındayım.
“O kadar hata yapan varken Esra Hanım neden bir tek beni eleştiriyor?”
Dışarıdan görünen manzarayı söylüyorum: Bir cinayet işlendi, 8 yaşındaki bir kız çocuğu öldürüldü, biz gazeteciler olarak bile cinayet neden işlendi, kim işledi anlamadık. Geriye tartışmalar kaldı. Son olarak iletişim akademisyeni Doç. Dr. Esra Arsan bir yazı yazdı. Siz de sosyal medyada cevap verdiniz. Bu konuda ne söylemek istiyorsunuz.
Esra Hanım beni eleştirmiş, eleştirebilir. Ama keşke bunları yaparken sahaya gelseydi, orayı görseydi ya da oradaki gazeteci meslektaşlarımızla gelip görüşseydi. Kişisel bir hınçla, anlam veremediğim bir tepkiyle beni eleştirdi. Esra Hanım, benim depremde enkaz altında kalan insanlarla ilgili yaptığım haberleri, polisin beni çekiçle kovalamasını bile eleştirdi. Bunlar habercilik değil, diyor.
Gazetecilik hocası benim depremde insanların sesi olmamı eleştiriyorsa, ben buna cevap vermem. Tamam akademisyen, saygı duyuyorum, yetiştirdiği gazeteciler var, başım gözüm üstüne, ama bir akademisyen orada bir sürü hata yapan gazeteciler varken bir tek beni eleştiriyor. Neden?
Neden?
Bana karşı bir hıncı olduğunu düşünüyorum. Eleştirsin beni, hatam varsa, arasın, “Ferit Bey bu öyle yapılmaz, böyle yaparsanız daha doğru olur” desin. Ben gerçekleri yazdım. Bir akademisyen “osuruktan teyyare gazeteciliği” diye bir ifade kullanır mı? “Teneke” diyor. Bir akademisyen bu dili kullanır mı? Akademisyen tarafsız olur, eleştirel davranır, doğruyu bulmak için eleştirir. Beni doğruyu bulmaktan çok, kamuoyu önünde küçük düşürmek için eleştiriyor.
“Cinayetin hâlâ kör noktaları var”
Niye gazetecinin kişiliği haberin bu kadar önüne geçiyor sizce artık? Siz de yaptığınız haberden daha fazla öne çıktığınızı düşünüyor musunuz? Geldiğimiz noktada Narin Güran cinayetinden daha çok konuşulduğunuzu düşünüyor musunuz?
Ben gazetecilerin tartışmasını doğru bulmuyorum. Gazeteciler eleştirilebilir.
Siz “Narin soruşturmasının geri planda kalmaması için uğraşıyorum,” “Narin cinayeti çözülünceye kadar her detayı takip edip sonuna kadar üzerine gideceğiz,” “Önemli olan Narin’in hakkını aramak” dediniz defalarca. Böyle söylemenizin sebebi ne?
Sebebi Narin’i sahipsiz bırakmamak. Biz diyoruz ki adalet yerini bulsun. Narin’in tek savunucusu Diyarbakır Barosu ve Nahit Eren’di.
Narin cinayetinin peşine düşmezseniz olayın kapatılacağını mı düşündünüz?
Evet. Biz bu kadar üstüne gitmeseydik, Diyarbakır Barosu bu kadar içten, samimi bir şekilde savunmasaydı, bu cinayet kapatılırdı.
Son sorum: Sizce bu cinayet vakası çözüldü mü?
Kısmen çözüldü. %50 çözüldü, %50 çözülmedi. Cinayetin hâlâ kör noktaları var. Gizlenen kişilerin var olduğunu düşünüyorum.
İLGİLİ:
Çocuk haberleri: ‘Gazeteciler çocuğu özne olarak görüp ona saygı duymalı’