Dosya

Çocuk haberleri: ‘Gazeteciler çocuğu özne olarak görüp ona saygı duymalı’

İstanbul'da bir velinin, çocuğunun okulundaki bir başka çocuğa şiddet uyguladığı görüntüler geçen hafta haberlerde yer aldı. Cep telefonuyla çekilen ve sosyal medyada hızla yayılan videoyu DHA da servis etti. Videoda travma yaşadığı görülen çocuğun yüzü yeterince buzlanmamıştı.

Okulların açılmasıyla birlikte çocukların haberlerdeki görünürlüğü de arttı. Gazetecilerin haber yaparken çocuk haklarına dair nelere dikkat etmesi gerektiğini uzmanlarla konuştuk.

Dünyada değişen yeni medya düzeni ile birlikte çocuk konulu haberlerde çocuğun hakları ve çocuğun medyada temsili daha sık tartışılıyor. Doğal afet sonrası medyaya yansıyan çocuk fotoğrafları, küçük yaştaki Suriyeli ve Afgan göçmenlerle ilgili haberler veya bir suçun mağduru olan çocukların yaşadıkları olaya dair detaylar medyada yer buluyor.

Gazeteciler kamu yararı ile “çocuğun yüksek yararı” arasında nasıl bir denge kurmalı? Çocuk konulu haberlerde gazeteciler için ortak etik kuralları söz konusu mu? Peki çocuğun kişisel bilgilerinin paylaşılması için çocuğun izni yeterli mi? Yahut “kamu vicdanı” her şeyi yasal hâle getirir mi?

Uzmanlardan gazetecilere 6 uyarı

Günümüzde açıkça kamu yararı olmamasına rağmen, haber içeriklerinde çocukların görsel ya da başka bir şekilde kimliklerinin ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, çocuklarla ilgili haber malzemelerinde kalıp yargıların ve sansasyonel sunumların tercih edildiğini vurguladı.

Çocuk gelişimi ve eğitimi uzmanı yazar Ezgi Koman, hak temelli haberciliği “çocuğu bir özne olarak değerlendiren ve saygı duyan habercilik anlayışı” olarak açıkladı.

Araştırmacı Apak Kerem Altıntop, çocukları etkileyebilecek yönde verilen her kararda veya yapılan her işlemde her zaman için çocuğun yararını önceliklendirmek gerektiğini belirtti.

Çocuk Alanında Çalışan Avukat Ağı’ndan (ÇAÇAv) Av. Hilal Çelik “çocuğun yüksek yararı” kavramının uluslararası hukuka ilişkin temel bir ilke olup iç hukukumuzda da benimsendiğini dile getirdi.

Vietnam Savaşı’ndan çocuk işçiliğinin belgeselleştirilmesine dek çocukların yer aldığı haber fotoğraflarının medya tarihinde kritik rol oynadığını belirten fotoğrafçı Bilal Seçkin, gazetecilerin deklanşöre basarken “hayatların değişebileceğini” unutmaması gerektiğini ifade etti.

Bu alanda çalışan bir diğer hukukçu olan Özge Üstün ise çocukların haklarını korumak için haberlerde isimleri gizlemenin yetmediğine dikkat çekti.

‘Haber gerçek bile olsa kamu yararına hizmet edip etmediği tartışılmalı’

Çocuğun haklarını koruyarak haber yapmanın mümkün olduğunu anlatan Çelik şunları söylüyor:

  • Hakları yarıştırırken bir an için bütün koşullardan bağımsız olarak kamunun haber alma hakkı ya da medyanın basın özgürlüğünün (haber verme hakkı) çocuğun üstün yararından ve kişilik haklarından üstün olduğunu kabul etsek dahi; çocuğun görüntüsü ya da kişisel verileri kullanılmadan, kişisel verilerinin gizliliğini sağlayarak da bu hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği gözetildiğinde, medyanın izlenebilirliğini artırmak için çocukların mağduriyetleri ve acıları üzerinden beslendiğini kabul etmek gerekiyor. Haber gerçek bile olsa kamu yararına hizmet edip etmediği tartışılmalı.

Gazetecilere yönelik uluslararası hukuki düzenlemelere işaret eden İnceoğlu’nun da bu noktada bir hatırlatması var:

  • Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kılavuzluk ettiği ilkeler, öznesi çocuk olan şiddeti haberleştirmeye çalışan gazetecilere yöneliktir. 1999’da Oslo Çağrısı (The Oslo Challenge) ile dünya genelinde kitle iletişim araçlarının çocukların yaşamlarında pozitif bir etki sağlamasının yeni yollarını araştırmak için medya sahipleri/çalışanları, öğretmenler, politikacılar ve çocukların da yer aldığı bir grup tarafından yapılmıştır.
  • Medya sahiplerini de kapsayan özel sektöre yapılan çağrıda; yeni medya ürünleri ve teknolojilerin geliştirilmesinde, erişim, katılım, medya eğitimi ve zararlı içeriklerden koruma konusunda çocuk haklarını dikkate alma, ticari ve finansal başarıların elde edilmesi sürecinde çocukların azami faydayı sağlayabilmelerine öncelik verilmesi, böylece çocukların, tüm insanların korunduğu, saygı duyulduğu ve özgür olduğu evrensel bir toplumda yetişkin bireyler olabilmelerini sağlamanın temel görev olduğu vurgulanmıştır.

‘Sadece yetişkinlerin görüşleri önemliymiş gibi bir algı var’

Türkiye’de gazetecilerin, çocuğun kendisini ifade etme ve görüşünün dikkate alınmasını sağlama beklentisini karşılanmadığını söyleyen Ezgi Koman, bunun temel sebeplerinden birinin toplumdaki çocuk algısının medyaya yansıması olduğu görüşünde. Toplumun, çocuğu hak ve özgürlük sahibi birey olarak görmediği eleştirisinde bulunan Koman şöyle diyor:

  • Bu algı medya çalışanlarına da yansıyor. Çocukları birer özne olarak görmüyor ve onların görüşlerine yer vermiyorlar. Çünkü hem görüşleri olduğunu bilmiyor hem de [görüşleri olsa bile onu] değerli bulmuyorlar. Yetişkinlerin kurguladığı bu dünyada sadece yetişkinlerin görüşleri önemliymiş gibi bir algı söz konusu.

“Fotoğrafını çektiğimiz, kimliğini açık bir şekilde ifade ettiğimiz çocuğun kaygılarını göz önünde bulunduruyor muyuz” sorusundan yola çıkan fotoğraf sanatçısı Bilal Seçkin ise “Bence bulundurmuyoruz. Karşıdakinin fotoğraftan sonra nasıl bir hayatı olacağını düşünmüyoruz” diyerek kendi sorusunu yanıtlıyor.

Çocuk kanalları: Dijitalde ve televizyonda yeni trendler

Çocuğun kaygıları gözetilmeli, velayet hakkı unutulmamalı

Kişinin adının ve görüntüsünün medyada kullanılmasına ilişkin tasarrufunu ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirten avukat Hilal Çelik, çocukların da yetişkinler gibi kişilik haklarına sahip olduğunu söylüyor. Çelik, çocuğun kendi adı ve resmi üzerinde tasarruf edebilmesi ve ifade özgürlüğü ile ebeveynlerinin velayet hakkının birlikte ele alınması gerektiğinin de altını çiziyor.

Çocuğun ifade özgürlüğü hakkını kullanmasını Çelik şöyle açıklıyor:

  • Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 12. maddesi ifade özgürlüğünü düzenler. Sözleşmeye göre imzacı devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak tanımakla yükümlü kılınmıştır. Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümleri incelendiğinde fiil ehliyetine sahip olmanın bir koşulunun da 18 yaşın doldurulması yani ergin olması olduğunu görmekteyiz.

Yazılı izin alın, cezai müeyyidesi var

Kişilerin adının ve görüntüsünün medyada kullanılması noktasında alınacak rızanın geçerliliğinin herhangi bir şekil şartına bağlı olmadığını belirten Çelik, bu konuda davalarla karşı karşıya kalınması ihtimaline karşılık, rızanın varlığını ispat yönünden iznin yazılı olarak alınması tavsiyesinde bulunuyor. Ona göre çocuğun fotoğraflarının ve kişisel bilgilerinin hangi amaçla kullanılacağı ve olası sonuçları hakkında çocuğun ve ailesinin yeterince aydınlatılmış olması gerekiyor.

Bir haber içeriğinde hukuken geçerli bir rıza bulunmaksızın, kamu yararı açısından bir gereklilik ve haberin hizmet ettiği meşru bir amacın bulunmaması hâlinde çocuğun fotoğrafının veya kişisel bilgilerinin paylaşılması yasal yönden sorumluluk doğuruyor. Buna dikkat çeken Çelik, Türk Medeni Kanunu ve Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında hukuki yönden tazminat sorumluluğunu gündeme getirebileceği gibi ceza hukuku yönünden de yaptırım doğurabileceğini dile getiriyor.

Gereksiz merak duygusu uyandıran haberde kamu yararı yok

Bazı hak ihlallerine dair Kişisel Verilerin Korunması Kurulu’nun başvuru aldığını ve inceleme yürüttüğünü anlatan Çelik şunları ekliyor:

  • Yayın organlarının kişilerin kişisel verileri kullanımı ve bu kullanımın unutulma hakkı, özel hayatın gizliliği ve kişilik haklarının ihlali ile neticelendiğine dair ilgililerce kendisine yapılan hukuka aykırılık başvurularında; basın özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya geldiğinde, haberin gerçek ve güncel olması, haberde kamu yararı bulunması, haberin özü ile biçimi arasındaki denge kriterleri kapsamında değerlendirilmesi suretiyle hangi hakka üstünlük tanınması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
  • Ayrıca Kurulun, kamu yararının tespitinde, haberin kişilerin gereksiz merak duygularına mı yoksa yüksek ahlaki ve hukuki değerlerin korunmasına mı hizmet ettiğinin değerlendirilmesinin uygun olacağına dair değerlendirmeler kapsamında ihlale dair kararlar verdiğini görmekteyiz.

Haber yüzünden çocuğa bir travma daha yaşatmayın

Çocukların güvenlik açığı, dünyanın her yanında artan koruma yasalarına rağmen daha fazla gizlilik hakkı gerektiriyor. Prof. Dr. İnceoğlu buna dikkat çekerken gazetecilerin habere ulaşma süreçlerinde karşı karşıya kaldıkları rekabet baskısına rağmen, travma durumlarında çocukların korunması için çaba sarf etmeleri gerektiği hatırlatıyor.

Günümüzde pek çok medya kuruluşunun, sivil toplum örgütünün ve meslek kuruluşunun bu konuda gösterdiği çabaların ve oluşturdukları ilkelerin gözlenebildiğini dile getiren İnceoğlu şu ifadeleri kullanıyor:

  • Dünyanın farklı coğrafyalarında oluşturulsalar da adı geçen ilkelerle korunmaya çalışılan çocuklara dair en kapsamlı çalışma Washington Üniversitesi tarafından 1999’da kurulan araştırma merkezi ve program geliştirici birim The Dart Center for Journalism & Trauma tarafından yapılmıştır.
  • The Dart Center, şiddet kurbanları ile ilgili haberlerde mükemmelliği hedefler ve gazetecileri travma konusunda eğitir. Merkezin yaptığı çalışmaları diğerlerinden farklı kılan şey, travmayı iki yönüyle; hem travma geçiren, hem de travmayı haberleştiren boyutuyla mercek altına alması ve çözüm önerileri sunması.

Göçmen haberlerinde çocuk nesneleştiriliyor, nefret söylemi de var

Konuyu “mülteci çocuklar” özelinde değerlendiren Apak Kerem  Altıntop medyanın diline dikkat çekiyor. Haberlerde kullanılan “mülteci çocuk” ve “çocuk mülteci” kavramları arasındaki farka işaret eden Altıntop bunu şöyle açıklıyor:

  • Çocuk mülteci kavramı mülteciyi özneleştiren ve mültecilerin belli yaş aralığına tekabül eden bir kavram iken “mülteci çocuk” kavramı çocuğu nesneleştiren bir yaklaşım. Bizim önceliğimizin hep çocuk olması gerekiyor.
  • İkinci nokta, fail ve mağdura dair haberlerin aktarılmasında “Suriyeli çocuk,” “mülteci çocuk,” “çocuk mülteci” gibi kavramların öne çıkartılarak belli suçlara yönelik fail ve mağdur profilinin mültecilik ile ilişkilendirilmesi. Özellikle fail olunan durumlarda bunun öne çıkartılmasının nefret söylemi bağlamında olumsuz bir etkisi oluyor.

Altıntop’a göre Türkiye’de medyanın geneli, hak temelli perspektiften yoksun:

  • Sığınma hakkı evrensel bir hak ve ülkelere belli yükümlülükler getiriyor. Geçici koruma statüsü de öyle. Bu bağlamda olanakların, koşulların, yapılan yardımların veya geliştirilen kapasitenin “yardım temelli” perspektiften verilmesi çocuklara ancak yardım edildiği taktirde bu olanakların sağlanabileceği duygusunu yaratıyor. Halbuki bir hak olarak yaklaşıldığında olması gereken bir şeyin yapıldığını göreceğiz.

Çocuk haberlerinde hikâyeleştirmenin riskleri var

Altıntop, haberin hikâyeleştirilerek yazılmasının çocuğun ikinci bir travma yaşamasına neden olabileceğini belirtiyor. Ona göre dijital ortamda kalıcı hâle gelen haberin, okuyanın aklında canlanacak kadar detaylı yazılması, çocuğun yüksek yararı açısından olumlu bir seçim olmayabilir.

Avukat Çelik de özellikle suç mağduru çocuklarla ilgili haberlerin diline dikkat çekiyor:

  • Her çocuk onurlu ve saygın bir yaşamı hak eder. Etik olan, her türlü habercilikte, çocuk ve ebeveynleri yönünden ayrımcılığa neden olacak, çocuğu ruhsal ve bedensel açıdan örseleyecek veya rencide edecek nitelikte haberlere yer verilmemesidir.
  • Özellikle cinsel şiddet ve cinsel sömürü mağduru çocukların korunması amacıyla “kimlik gizleme, fotoğraf kullanmama, damgalamama” gibi önlemlerin yanı sıra suçun nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin ayrıntıların da yayımlamaması gerekir.
  • Şiddet içeren suçlara ilişkin ayrıntıların yayımlanması, sadece suç mağduru çocukların değil, medya izleyicisi çocukların gelişimi üzerinde de zarar verici etkilere sebep olmaktadır.
  • Şiddet içeriği artan yayınların uzun vadedeki bireysel ve toplumsal sonuçlarını tam olarak öngörebilmemiz mümkün değilse de şiddeti normalleştiren bir algı yarattığını gözlemleyebiliyoruz.

15 soruda etik gazetecilik: Meslek ‘ahlâkı’ neden yetmiyor?

Sadece çocukların adlarını gizlemek yetmez

Son dönemde çocuk istismarı davalarında yapılan sosyal medya paylaşımlarını ve haberleri değerlendiren çocuk hakları aktivisti avukat Özge Üstün şu ifadeleri kullanıyor:

  • Biz kişisel verilerin ve mahremiyetin ihlal edilmesini sadece çocukların adlarını gizli tutmaktan ibaret sanıyoruz. Ancak maalesef öyle değil… Bir bölgede bir çocuk cinsel istismara maruz kaldığında bunu sadece çekirdek ailenin içerisinde tutmak oldukça zordur.” diyor.

Üstün; dosyadaki herhangi bir delilin, çocuğun çizdiği resmin, yazdığı yazının ve herhangi bir tanığın ifadesinin haberde yer almasının onlarca çocuğun travmasını tetiklediğini, çocukların adalete güveninin kaybolmasına yol açtığını ve çocukların bilgilerinin ortaya saçılmasından korktuğu için birçok çocuğun avukatını arayarak şikâyetinden vazgeçtiğini ifade ediyor.

Çocukların medya görünürlülüğünü değerlendiren Koman ise bu konuda şu eklemeyi yapıyor:

  • BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtildiği şekilde, hakları-özgürlükleri olan özneler olarak değil, ancak nesneleştirilerek bulabiliyorlar. Yani çocuklar genellikle kurban, büyük trajedilerin mağduru, istismar ve şiddete maruz kalan zavallı varlıklar olarak yer buluyorlar. Ya da “üstün yetenekleriyle”, “olağanüstü başarıları” ile… Yani aslında çocuklar toplumda nasıl algılanıyorsa medyada da benzer şekilde varlar.
  • Türkiye’de nüfusun yaklaşık üçte birini çocuklar oluşturuyor. Ancak medyada yer alma oranlarına baktığınızda bu oran çok düşük. Yüzde dört civarında… Bu da çocukların yetişkinlerle eşit oranda medyada yer bulamadıklarını gösteriyor.

Medya, çocuk hakları için kamuoyu yaratabilir

Tüm bu uyarılara ve çekincelere rağmen haber medyasının çocuk haklarına olumlu etkileri de tarihe geçti.

Yayımlandığı tarihten bugüne dek “güçlü bir etki” yaratan çocuk fotoğraflarına değinen Fotoğrafçı Bilal Seçkin, Vietnam Savaşı’ndaki simge fotoğraf sayesinde ABD başta olmak üzere birçok ülkede kamuoyundaki barış yanlısı eğilimin güçlendiğine dikkat çekiyor.

Lewis Hine’ın çocuk işçiliğine dair fotoğraflarının da 20. yüzyıl başında çocuk istismarına ve emek sömürüsüne ışık tuttuğunu belirten Seçkin, bu sayede çocuk işçiliğine karşı güçlü bir kamuoyu oluştuğunu ve o dönem çocuk işçiliği yasalarında olumlu düzenlemeler yapıldığını hatırlatıyor.

Ve son sözü Prof. Dr. İnceoğlu söylüyor: “Sonuç olarak çocuklarla ilgili her türlü haberin yayımlanmasının doğuracağı sonuçlar dikkatlice değerlendirilmeli ve çocuklara verilebilecek zarar en aza indirilmelidir.”

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – WAYFAIR ‘SKANDALI’: GAZETECİLERE ÇOCUK HAKLARI UYARISI

Büşra Taşkıran

1990'da doğdu. 2012'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 2014-2017 yıllarında İdari Yargı Hakim Adayı olarak çalıştı. 689 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edildi. 2019'dan beri serbest gazeteci olarak çeşitli medya kuruluşlarına video haberler üretiyor.

Journo E-Bülten