Dizi Televizyon

Muhafız, Bartu, Masum: Türk dizisi algısı değişiyor mu?

Netflix Türkiye, BluTV, PuhuTV gibi yayın platformları Türk dizisi denince akla gelen klişeleri yıkıp yeni bir dil yaratabilecek mi? Sektörün üreticilerine sorduk.

YouTube CBO’su Robert Kyncl, CES 2016 sunumunda “Dijital video yayınları 2020 yılına kadar TV yayınlarını geçecek” açıklamasını yapmıştı. İzlenme sayıları konusunda bu tahmini yaparken yeni nesil yayın platformlarını ne kadar hesaba katmıştı bilinmez ama televizyonun ölümünde YouTube’un yanı sıra bu platformlar da kilit rol oynayabilir.

Dijital platformlar sadece televizyonu değil sinema sektörünü de kökten etkiliyor. Bu senenin en çok övgü alan ve üç Oscar kazanan Roma filmi bile Netflix yapımı.

Netflix’in dünya genelindeki abone sayısı 130 milyonu geçmiş durumda. Türkiye’de de Netflix, BluTV, PuhuTV gibi yeni nesil dijital yayın platformları, abonelik sistemiyle izleyicilerine içerik sunuyor.

Global bir marka olan ve 2016 yılında Türkiye pazarına giren Netflix’i bir yana koyarsak BluTV ve PuhuTV yerli kaynaklarla kuruldu. 2016 yılında kurulan PuhuTV, önce Fİ, sonra da Şahsiyet dizisiyle büyük ilgi gördü. Şahsiyet, IMDB’nin ‘Tüm Zamanların En İyi Dizileri’ listesine girmeyi başardı. Bir diğer yerli platform BluTv, Doğan Medya kuruluşu. Sıfır Bir, Masum, Yediyüz, Bozkır, Bartu Ben gibi orijinal işleriyle ses getiren BluTV, son olarak Masum dizisini bir anlamda rakibi olan Netflix’e satması kararıyla da gündemde.

‘Açık kanallar 45 yaş üstünü hedef alacak’

BluTV İçerik Yöneticisi Sarp Kalfaoğlu ilk olarak “Dijital video içerikleri neden var?” sorusunu sormamız gerektiğini söylüyor: “Dijital video içeriği, elbette bir yanıyla standart bir dönüşümün ürünü. ‘Hayatımızdaki her şeyin, her geçen gün daha çok dijitalleştiği bir dünyada video içerikler niçin dijitalleşmesin?’ sorusu akla gelenlerin pekâlâ ilki ve en basiti. Buna koşut olarak içeriğin biçimi hakkında da birçok şey söyleyebiliriz. Daha hızlı, sürükleyici ve kendine has bir süresi var. Neye göre? ‘Açık kanallarda izlediğimiz dizilere göre tabii’ demek yeterli değil; YouTube’a yüklenen bir vlog’a, Instagram’a atılan bir story’ye, Twitter’da paylaşılan bir tweet’e daha yakın, çok dinamik ve samimi bir içerik.”

Ancak Kalfaoğlu’na göre bu içeriğin dramatik bir yapısı, belirli bir kalitesi ve “ağırlığı” olmalı: “Üretimin zemininin farklı olduğunu unutmamak gerek… Bu yönüyle dijital video Türkiye’de; bir yandan açık kanallardaki uzun ve monoton birçok diziden kopmuş ve soluğu yabancı dizilerde almış gençleri hedeflerken, aynı gençlerin gün içerisinde tükettiği çerezlik sosyal medya içeriklerine de çok fazla benzeşmemeyi başarmalı.”

Yakın zamanda açık kanallardaki dizilerin dijitale öyküneceğini savunan önemli tezlerin olduğunu belirten Kalfaoğlu, “Bana göre açık kanallar hep 45 yaş üstünü hedef alacak ve bu anlamda diziden farklı içeriklerin üretildiği bir mecra olacak. Ekonomi, açık kanalları buna zorlayacak” diyor.

Kalfaoğlu Avrupa ülkeleri ve ABD’nin dijital diziye ilk olarak ekonomiyi doğru ayarlamakla başladıklarını ve böylelikle Jane Campion, Paolo Sorrentino, David Fincher ve Woody Allen gibi önemli yönetmenleri sistemin içerisine çekebildiklerini söylüyor.

Eski kadrolarla yeni nesil işler yapmaya çalışılıyor

BluTV, içeriğinin ekonomisini reklam kalemi üzerine oturtmuyor ancak ürün yerleştirme anlamında marka işbirlikleri yapıyor.

Sarp Kalfaoğlu, Türkiye’deki reklamverenlerin dijital dizilerin amacını ve uygulamasını kavradıklarına, dünyayı takip ettiklerine, konu üzerine enine boyuna düşündüklerine inanmıyor: “Ürün yerleştirme nedir, modern reklam nasıl yapılmalıdır gibi konularda ülkede çok statükocu bir yaklaşım benimsenmesi, dijitalin diline maalesef yabancı.”

“Bugün içinde zombiler geçen bir dizi yapmayı düşünsek, hangi yönetmenle çalışacağız; ya da bir bilimkurgu dizisi yapacağız, kim yazar?” diye soruyor Kalfaoğlu. Ona göre dijital içerik algısı, yapımcısından senaristine hiçbir alanda henüz tam oturmadı: “Biz şu an açık kanal dizi, reklam ve sinema yapımcı ve yaratıcılarıyla yepyeni bir dil oturtmaya çalışıyoruz. Farklı türlerde içerik üretimi ülkemizde o kadar az ki, yaratıcı ve yapımcı kesimde seçeneklerimiz çoğalamıyor. Bu anlamda daha geniş bir havuz olsaydı önümüzde, işimiz biraz daha rahat olabilirdi.”

Sansür gelir mi?

RTÜK’ün interneti de denetleme kapsamına alması çokça tartışıldı. İnternet üzerinden yayın yapan platformlar için bu konu oldukça önemli çünkü içeriklerini televizyondan ayıran en önemli şey bu özgürlükle birlikte gelen orijinallik.

Kalfaoğlu RTÜK denetimiyle ilgili ne düşündüğü hakkındaki sorumuza yanıtı özetle “Biz özgünlük peşindeyiz” oluyor: “Bizim özgürlükten anladığımız, anlatım özgürlüğüdür. Özgürlük, bizim için özgünlüktür. Bu anlamda RTÜK’ün rahatsız olacağı hiçbir durum BluTV’de yer almaz çünkü bu anlamda hedefimiz arı kovanına çomak sokmak değil, ülkemizin internet televizyonu olarak evrensele yakın bir hikâye anlatıcılığı kalitesi yakalamaktır.”

‘Kurt Seyit, Şura’yı öpsün’

Sansür konusuna biraz gülümsetecek bir pencere açalım. The New York Times’ta 27 Aralık 2018’de çıkan, Türk dizilerinin yabancı seyircilerin gözündeki algısını işleyen yazıda Türk dizileri fanı Nahid Akhtar, birçok dizinin yanında Kurt Seyit ve Şura dizisini de büyük bir ilgiyle izlediğini anlatıyor.

Akhtar, başroldeki çiftin öpüşmesi için yönetmene e-mail bile atıyor ancak RTÜK’ten de haberdar ve çift öpüşürse kanalın büyük bir ceza alacağını düşünüyor. Türk dizisi sevdalısı Akhtar’ın çözümü hazır: Bütün dizi fanları bir araya gelip para toplayacak ve RTÜK’ün kestiği para cezası böylece biricik dizilerine yük olmadan ödenecek.

‘Genç kuşak televizyonu ebeveynlerine bıraktı’

Yayın dünyasına uzun yıllar emek veren editör ve yazar Levent Cantek, BluTV’de yayınlanan Bozkır dizisinin senaristi olmasıyla da konuya iki yönlü yaklaşabilecek isimlerden…

Cantek popüler kültürün işleyişiyle başlıyor sözlerine. Siyasi otoritenin popüler olan her mecrayı kendi istediği biçimde kontrolünde tutmak istediğini ve bu kontrollü olma hâlini normalleştirdiğini söylüyor ve devam ediyor:

“Televizyon, bu kontrol arzusu ve baskısıyla, her hikâyeyi anlatamayan bir yayın mecrası oldu. Buna yaşlanmasını da katalım. İnternet daha yeni ve televizyona göre kontrolü zor bir mecra. Orada televizyondan farklı hikâyeler kendine yer bulup, yaygınlaşıyor. Son çeyrek yüzyılın en popüler dizileri televizyondan değil sansürün daha gevşek olduğu, para ödeyerek izlenen kanallarda, dijital mecralarda üretildiler. Öyle yoğun ilgi oluşturuyorlar ki Hollywood’u bile silkeliyorlar. Türkiye bu konuda işin başında ama dijital yayıncılık dünyada olduğu gibi bizde de büyüyerek evrilecek ve televizyonu günbegün küçültecek. Dijital hikâyeler, televizyonu ebeveynlerine bırakmış, her şeyi internetten izleyen bir kuşağın ilgisini çekiyor. Daha özgür, daha gerçekçi, daha tempolu ve yeni geliyorlar. Daha fazla gündemde kalıyor ve globalleşebiliyorlar.”

‘Bozkır televizyonda yayımlanamazdı’

Türk dizilerinin uzun süreleri dizi emekçileri arasında hep şikâyet konusu olageldi. Bu konuda özellikle Oyuncular Sendikası’nın çalışmaları olsa da henüz bir sonuç alınabilmiş değil. Cantek, “Dizilerimizin Türkiye’ye özgü külfetli bir farklılığı var, televizyonda her hafta iki buçuk saat süren bir içerikle üretiliyorlar. Dijital hikâyeler ise her bölümü bir saati geçmeyen, sekiz on bölümlük başı sonu belli olan bir içerikle daha baştan farklılaşıyorlar” diyor.

Dijital mecraların televizyona göre bir diğer avantajı ise içeriklerinde daha özgür olabilmeleri. Cantek’e göre Bozkır, anlattığı hikâye nedeniyle televizyonda yayımlanamazdı. Hatta türü nedeniyle bile daha en baştan tercih edilmeyeceğini söylüyor ve “Bunca yıl içinde popüler olmuş, hemen akla gelen on tane polisiye var mı mesela?” diye soruyor. Bu noktadaki tespiti dizilerin daha çok kadın seyirciye yönelik melodramlarla ilerlediği yönünde. “Aşk, serüvenden çok daha fazla önemseniyor” diyor.

‘Netflix bir standart yaratacak, benzeşme yaşanacak’

Dijital mecrada da her şey güllük gülistanlık değil tabii. Burada da reyting kavgası kadar olmasa da abone baskısı hissedildiğini söylüyor Cantek. Dijital dizilerden beklenen başka şeyler de var: “Örneğin ilk bölümü izleyenlerin yüzde kaçı son bölümü izlemiş çok önemli. Dizinin konuşulması, getirdiği itibar yine önemli. Yurt dışına satılması ayrıca bir avantaj ve imkân. Satılması bekleniyor.” Buna ek olarak Netflix, BluTV, PuhuTv gibi platformlarla birlikte Türk dizileri için yeni bir dilin yaratılmaya başlandığına inandığını da söylüyor: “Televizyon dijital hikâyelere yakınlaşan hikâyeler üretmek zorunda kalacak. Dünyanın her yerinden içerik satın alan Netflix de bir standart yaratacak… Benzeşme ve globalleşme yaşanacak.”

Cantek, RTÜK’ün artık internet yayınlarını da denetleyecek olmasına, yazdığı Bozkır dizisinin polisiye havasını üzerinde taşıyan bir soğukkanlılıkla yaklaşıyor: “RTÜK’ün varoluş nedeni bu. Bir polis dünyaya nasıl suç ekseninde bakmak zorundaysa bu tür denetleme kurulları da kontrolcü olarak bakarlar izlediklerine.”

‘İnternet dizilerinin popülerliği arttıkça özgürlüğü azalacak’

Netflix’in Türkiye yapımı ilk dizisi Hakan: Muhafız, 2018’in Aralık ayında yayına girdi. İstanbul’u kötücül ölümsüzlerden korumakla yükümlü son muhafız Hakan’ın maceralarını anlatan dizinin Türkiye’deki etkisi için sosyal medya hesaplarına bakarsak pek de iyi şeyler söyleyemeyiz. Ama dizinin dünyadaki etkisi oldukça olumlu oldu. 190 ülkede yayımlanan dizi toplamda 10 milyonluk seyirciye ulaşarak en çok izlenen yerel üretimler arasına girdi. Hâliyle alan memnun, satan memnun. Netflix, Türkiye’den yeni projeler arayışında, daha ilk sezonu yayınlanan Hakan: Muhafız ise 3. ve 4. sezonlar için anlaşma imzaladı.

Can Evrenol, Hakan: Muhafız’ın ilk sezon yönetmenlerinden. Sinema filmleriyle bildiğimiz Evrenol, ilk olarak dijital dizi deneyimiyle sinema filmlerini kıyaslıyor: “Diziler dünyada sinema ile aynı işçiliğe çok yaklaştılar. Birçok dizi için ‘sinema kalitesinde’ demek, ‘sinema tecrübesi gibi’ demek çok mümkün. Özellikle mini diziler için bu böyle ancak mini diziler dışında, süre sebebiyle ikisinin doğası hâlâ farklı tabii, bu hep böyle olmaya devam edecek. Diziler daha çok karakter gelişimi üzerine seyrederken, sinema filmi belli bir ton, atmosfer ve giriş-gelişme-sonuç hikâye tecrübesi olarak devam ediyor.”

Evrenol’a göre internet dizisi formatında koşullar çok daha rahat ama popülerlik arttıkça işlerin değişme ihtimali var: “İnternet dizilerinin sahip olduğu uzun hazırlık ve çekim süreleri, daha yüksek kalitede sonuçlar sağlıyor. Bunun yanında televizyondaki sansürden de şimdilik nispeten bağımsız olabildikleri için Şahsiyet, Masum ve Muhafız, Türk dizi seyircisine yeni bir soluk getirebildi. Ancak ülkedeki temel bazı anlayışlar ve dengeler değişmediği sürece, internet dizilerinin popülerliği arttıkça gözler buraya çevrilecek ve bu özgürlükler de ortadan kalkacak gibi görünüyor. “

‘Yeni bir dilin geleceğine inanmıyorum’

Evrenol, RTÜK’ü ülkedeki genel eğitim seviyesinden ve sosyal atmosferden bağımsız düşünemeyeceğimizi söylüyor. Kültürel altyapı olmadan sansürün tamamen ortadan kaldırılmasının kimi sakıncalar doğuracağı inancında: “Ben çocukken özel televizyonlar ilk kurulduğunda Sıcağı Sıcağına diye bir program vardı, aile bireyleri yeni öldürülmüş insanların evine polisten önce kameralarla girip insanların suratına mikrofon tutarlardı. Cesetler, ağlayan insanlar… Yani gerekli kültürel altyapı olmayınca bir anda ‘hadi sansürü tamamen kaldırdık, her şey serbest’ deyince işin zıvanadan çıktığını gördük.”

Yönetmen, benzer bir durumun 70’ler sonunda Türk sinemasında da karşımıza çıktığını, sinema sektörünün neredeyse tamamen pornografiye kaydığını da ekliyor. Evrenol’a göre sansür konusunda birbirini besleyen bir olumsuzluk ortamı hâkim: “Maalesef bir tarafta zararlı içerikler üretilirken buna tepki olarak da aşırı baskıcı ve çoğu zaman mantıksız bir sansür ortamı oluşuyor. Dünyadaki genel gidişata da paralel olarak ülkemizde maalesef durum şimdilik böyle. Ben her zaman sansürün mümkün olan en az seviyede uygulanmasından yanayım.”

Son olarak Can Evrenol, “yeni bir dil” mevzusuna biraz umutsuz bakanlardan… İnternet platformlarıyla birlikte Türk dizilerinin içerik ve görüntü olarak sınıf atlamasının kolay olmadığını söylüyor: “Böyle bir değişim ve yeni bir dilin geleceğine inanmak bana kolay gelmiyor. Keşke Şahsiyet, Masum ve Bartu Ben gibi kişisel dizilerin devamı gelebilse. Daha da iyileri çıksa… “

Emel Altay

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Televizyon bölümü mezunu. Bir süre dizi setlerinde sanat yönetmeni asistanlığı yaptı. Dergi sektöründe 6 yıl muhabirlik ve editörlük alanlarında dirsek çürüttü. Mart ayında karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı sevdası ile işinden ayrıldı. O günden beri çeşitli mecralara kültür sanat odaklı içerikler üretiyor.

Journo E-Bülten