Hallerimiz

Gazetecileri tanımanın kısa yolu: Nilay Örnek ile 36 soru

Hayatınızda en minnettar olduğunuz şey ne? Nasıl öleceğinize dair bir tahmin yürüttünüz mü hiç? Bir araştırmada, arka arkaya sorulan bu tür 36 sorunun, iki kişiyi birbirine aşık edebildiği belirlenmişti. Bu araştırmadan bahseden bir yazı, New York Times’ın en çok tıklanan içeriklerinden biri olmuştu.

Kısa süre içinde bir yabancıyla bağ kurmak için tasarlanan bu anket sorularını biz de gazetecilere soruyoruz. İlk konuğumuz Nilay Örnek, “Şu soruların her birini günlerce düşünsek, sürekli yeni yanıtlar yazsak farklı insanlar oluruz” diyor.

Amerikalı yazar Mandy Len Catron, 2015’te New York Times’ın en çok okunan içeriklerinden birine imza attıktan sonra insanlar şunu düşündü: “Bu sorular gerçekten de aşık olmanın şifresini çözmüş olabilir mi?

Şimdilerde British Columbia Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersleri veren Catron, ilk defa 20 yaşında aşık olmuş. İlk birkaç yılı uzun mesafede yaşanan, derin iniş ve çıkışlarla dolu ilişkisi 9 yıl boyunca sürmüş. 29 yaşında kendisini bir ayrılığın ortasında bulmuş ve ilk gençlik yıllarının neredeyse tamamını kaplayan bu deneyimi üzerine düşünmeye başlamış. Hayli popülerleşen ‘bilimsel aşk’a yönelmiş ve bu konuda ne bulduysa okumuş.

Okumaları sırasında, psikolog Arthur Aron ve ekibi tarafından yapılan eski bir araştırmayı keşfetmiş. 1997’de New York Eyalet Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Aron’ın liderliğindeki çalışmada, iki insan arasındaki yakınlığın nasıl kurulduğuna ilişkin deneyler yapılmıştı.

Aşık edebilen 36 soru ve 4 dakika sessizlik

Araştırmada, üniversite öğrencileri arasından rastgele seçilmiş 66 kişi, çift olacak şekilde 33 gruba ayrıldı. Çiftlerin bir kısmından, araştırma ekibinin hazırladığı 36 soruyu birbirlerine sorması ve 4 dakika boyunca sessizce birbirlerine bakmaları istendi. Diğerlerine ise yalnızca sıradan sorular verildi. Sonuçta, sıradan soru ve cevapları paylaşan çiftler arasında yakınlaşma söz konusu olmazken diğer çiftler arasında yakınlık, hatta bazılarında aşk ve birliktelik yaşandı. Araştırmadan 6 ay sonra evlenen bir çift bile var.

Samimiyet derecesi gittikçe artan bu soruların çiftler arasındaki etkisi araştırmada şöyle tanımlanıyor: sürekli olarak, artan oranda, karşılıklı ve kişisel kendini açma. Catron, bu çalışmayı büyük bir heyecanla denemek ve hayatına uyarlamak istiyordu. Çünkü ona göre sorular tam da romantik aşka dairdi. Catron, bir süredir tanıdığı, ara sıra Instagram’ına göz attığı biriyle ilk buluşmasında bu soruları ona sordu. Sonuçta birbirlerine aşık oldular.

Catron’un bu deneyimini New York Times’da anlattığı ‘To Fall in Love With Anyone, Do This” (Herhangi birine aşık olmak için bunu yapın) başlıklı yazısı ilk bir ay içinde 8 milyon kez okundu. 36 soruyu yayımlayan gazete, okuyucularından bu çalışmayı deneyenlerin tecrübelerini de ayrıca aktardı. Nihayetinde bu sorular, medyada “aşık olmanın kısayolu” olarak anıldı ve popülerleşti.

Aşık etmese bile birini tanımanın kısayolu olduğu kesin

Aslında Aron ve ekibi yola çıktıklarında, aşık olmayla ilgili bir araştırmaya girişmemişlerdi. Ama Catron bu araştırmayı keşfederek onu, hem en anlaşılmaz hem de herkesin ahkâm kesebileceği aşk gibi bir konu üzerinden çerçeveledi. Böylece araştırma yeniden gündeme geldi ve hiç olmadığı kadar ses getirdi.

Nasıl öleceğinize dair tahmininiz, en son ne zaman birinin yanında ağladığınız, en kötü anınız, pişmanlıklarınız ve gerçekleştiremediğiniz hayalleriniz gibi, üzerine düşünmesi zaman alacak ve cevaplamakta epey zorlanacağınız sorular hem birini tanımanıza hem de bir başkasının sizi tanımasına yol açıyor. Bu soruların, aşık etmese bile tanımanın kısayolu olduğu kesin.

Merak ettiğiniz, tanımak ve daha yakın ilişki kurmak istediklerinizde bir deneyin isterseniz. Ben öyle yaptım. Bu sorulara nasıl cevap verirlerdi acaba diye düşündüğüm gazetecilere soruları gönderdim. 36 sorudan bazılarını, partnerli soru olması ve çok özel olabileceğini düşündüğüm için eledim.

Popüler kültürde aşık olmak için sorulan bu sorulara, gazetecilerin ne yanıt vereceklerini düşünmek ya da çalışmanın da asıl amacı olan onları yakından tanımaya gerek var mı?

Nilay Örnek, insanlara yeterince şahsi soru yöneltilmediği, insanlar da kendilerine soru sormadıkları için ortamın bu kadar kısır olduğunu düşünüyor. Ona göre, insanın kendini soruyla tartması çok güzel: “Şu soruların her birini günlerce düşünsek, sürekli yeni yanıtlar yazsak farklı insanlar oluruz.”

Daha fazla uzatmadan, “36 Soru” yazı dizisinin ilk söyleşisi için Nilay Örnek’e kulak verelim.

“Babamla birlikte olmak isterdim”

Dünya üzerinde istediğiniz bir insanı akşam yemeğine davet etme şansınız olsa bu kim olurdu? (Yaşayan ya da daha önce yaşamış)
Madem hayatta olmayan insanları da konuk edebiliyorum. Babamla birlikte olmak isterdim. Onu bir kez daha görebilmeyi, onu ayrı olduğumuz yıllardan haberdar etmeyi çok ama çok isterdim.

Ünlü olmak ister miydiniz? Evet ise ne şekilde?
Ne iş yapıyorsam o işi çok iyi ve farklı, yeri doldurulamayacak bir şekilde yapmayı ve bununla ünlü olmayı isterim. Bu ülkede hiçbir şey olması gerektiği gibi yürümediğinden, bedelini ödediğimiz hizmetlerin bile belli oranda karşılıklarını alabildiğimizden, bu nedenle biraz tanınmak işe yarar, yani azıcık ün hepimize lazım! Yani para pul için değil de sorunlarımın medeni bir ülkede olabileceği gibi çözülmesi için, azıcık yol açıcı ün iyi olur diye düşünüyorum. Madonna şöhreti de fena olmazdı belki ama bana bu kadarı yeter.

Bir telefon görüşmesi yapmadan önce ne söyleyeceğinizi prova ettiğiniz oldu mu? Neden?
Kurulu hiçbir şeyden hoşlanmadığımdan, hiç sanmıyorum.

Sizin için bir günü “mükemmel” kılan nedir?
Heyecanlı yeniliklerle karşılaşılan, mekân ve insanların değiştiği seyahatli günler benim için en güzelleri. Ama kendi yaşadığım şehirde, İstanbul’daysam bir yaz sabahı yürümek, Aşiyan’dan suya atlayıp Boğaz’da yüzmek, kendimi banklarda kurutup mahallenin kahvesinde kahvaltı edip otobüsle eve dönmek, çalışmak ve ardından akşamında arkadaşlarla buluşup açıkhavada bir konsere gitmek, çıkışta dostlarla bir şeyler içerek sohbet etmek şahane bir gün gibi geliyor bana…

“Her gün, gün içinde de ara ara ‘İyi ki’ diyorum”

En son ne zaman kendi kendinize şarkı söylediniz? Ve bir başkasına?
Dün.

90 yaşına kadar yaşayabilecek olsaydınız, son 60 yılı 30 yaşındaki zihninizle mi yoksa 30 yaşındaki bedeninizle mi geçirmek isterdiniz?
40 yaşımdaki beden ve zihni sabitleyebiliyor muyuz? Ben çok zihinciyim ama bedelini ödediğimden, bu tercihten korkmuyor da değilim…

Hiç nasıl öleceğinize dair bir tahmin yürüttünüz mü?
Organ bağışı, kitaplarımın dağılması gibi “benden sonrası” hakkında bir şeyler düşündüm de ölümüm neden olur, düşünmedim. Türkiye’de yaşıyoruz, bu atmosfer bizim için de yaratıcı bir şey düşünecektir!

Hayatınızda en minnettar olduğunuz şey nedir?
Sevgilim. Her gün, gün içinde de ara ara “İyi ki” diyorum.

Çocukluğunuzda yetiştirilme biçiminize müdahale edebilecek tek bir şey olsaydı, neyi değiştirirdiniz?
Ailem, çok küçük yaşlardan itibaren yabancı dil öğrenmem için ellerinden geleni yapsın isterdim.

“Hayata iştahla sarılıyorum”

Dört cümlede hayat hikâyenizi anlatsanız?
Şahane bir anne-baba ve beni çok seven bir kardeşle bugünden çok daha güzel bir İstanbul’da doğup büyüdüm. Şahane bir eğitim almasam da çok okudum, gazeteci oldum. Heyecanla, isteyerek ve severek çalışır ve gezer, öğrendiklerimi tutkuyla anlatmak için kapıdan kovulsam bacadan girerim. Hayata iştahla sarılıyorum.

Yarın, yeni bir özellik veya yetenek kazanmış olarak uyansaydınız, bunun ne olmasını isterdiniz?
Off! Bu konuda çok fazla hayalim var. Bradley Cooper’lı, Limitless isimli bir film vardı; ardından Jake McDorman’ın başrolünde oynadığı bir dizi hâline de getirildi. Bir hap alıyorlar; konsantrasyonları tam… Hapı alan çok hızlı okuyor, öğreniyor; algıları çok açık, birkaç saatte yeni bir dil öğrenebiliyor ya da çeşitli yetenekler edinebiliyor. Bunun hapsız ve yan etkisiz halini isterdim. Bir tür ‘süper beyin’ hâli… Bunu çok isterdim.

Bradley Cooper (sağda), başrolleri Robert De Niro ile paylaştığı Limitless (Limit Yok) adlı filmde bir yazarı canlandıryordu.

Elimi değdirdiğim kişiyi iyileştirebilmek şahane olurdu. Flash karakterini çok seviyorum; öyle hızlı olmak da isterdim. Uçmak da hoş olurdu. Düşünce gücüyle kendimi ve elini tuttuğum bir kişiyi istediğim yere ışınlayabilsem fena olmazdı:) Su altında nefes alabilmeyi çok isterdim! Zamanda yolculuklar yapabilmeyi de dilerdim. Güzel dans edebilen, kolay enstrüman çalabilen, sesi güzel insanlara pek özeniyorum, genlerimde olsaydı biraz! Ve çok basit ama kafasını bir yere dayadığı an, tak diye uyuyabilen bir insan olmak bile bir yetenek bence, bunu da isterdim… Çok var isteğim var, benim çok!

Bir kristal küre size kendiniz, yaşamınız, geleceğiniz veya herhangi bir şey hakkında gerçeği anlatabilecek olsaydı neyi öğrenmek isterdiniz?
Ben kendim hakkında pek bir şey merak etmiyorum. Son 20 yılda Türkiye’de başka bir hükümet olsa bugün nerede olurduk, bunu çok merak ediyorum. Bunu görmek isterdim.

Uzun zamandır yapmayı hayal ettiğiniz bir şey var mı? Neden hâlâ gerçekleştirmediniz?
Hayal değil de planlarım var, zamansızlıktan yapamıyorum. Bir çocuk kitabına başladım, çok da güzel ortasına kadar geldim ama bitiremiyorum. Mimari açıdan değerli, hikâyeli binalar arşivi tutuyorum; Instagram’da ve www.herumutortakarar.com’da onunla ilgili yapmak istediğim çok şey var ancak araştırıp hikâyesini bulduğum apartmanları bile yazacak zamanım olmuyor. İki kitabım var; üçüncü kitapla ilgili 4 ayrı projem var. Hangisi önce gelirse artık… Haftada bir bölüm podcast çekip yayımlamak önemli bir mesai. Bu podcastler röportaj olduğundan hazırlığı, buluşması, çekimi, sonra editi vesaire derken ortalama 1.5 saati bulan yayınlar. Çok vaktimi alıyor. Geçinmek için başka birçok iş yapıyorum, yazı yazıyorum, e yaşıyorum:) Zamanım yetmiyor.

Hayatınızdaki en büyük başarı nedir?
Buna başarı mı denir bilmiyorum ama ilk kitabım “Bütün İyiler Biraz Küskündür”  yayımlandığında gördüğü ilgiyle ve şimdi “Nasıl Olunur?” adlı podcast’imle kendimi daha anlaşılmış, daha tam hissediyorum. Klasik anlamda başarı olmayabilir ama kitaplarım, yayınlarım, apartman dedektifliği yaptığım canım projem bana “kalıcı bir şeyler bırakıyorum” hissiyle birlikte haz veriyor.

“Birlikte gülmeyi çok önemsiyorum”

Arkadaşlıkta en çok neye önem verirsiniz?
Samimiyet, rahatlık, neşe ve doğallığa galiba. Birlikte gülmeyi çok önemsiyorum ben. Hayatta, hele de şu dönemde Türkiye’de, bir tür savunma hissiyle kendimizi sakınarak, kollayarak yaşıyoruz. Sürekli görünmez kalkanlarla dolaşıyor olmak çok ağır bir şey. Bu nedenle yanlarında kendimi çok hafif hissettiğim, sevdiğim-sevildiğim, özlediğim-özlendiğim, beni kollayacağını bildiğim, birlikte çok güldüğüm dostlarımla olmak benim için çok önemli.

Geçmişteki en kıymetli hatıranız nedir?
Çocukluğumla ilgili anılarımı hatırlamak için kendimi çok zorlarım ben. Benim hatırlamadığım bir şey hatırlatıldığında misal, çok mutlu olurum. Annem-babamla, kardeşimin de daha küçük olduğu yazlık ev günlerimiz her zaman benim için çok ayrı bir yerdedir. Her biri benim için çok anlamlı onlarca anı anlatabilirim. O zamanki kendime bakıyorum; bugünden o günkü o çocuğu anlıyor, heyecanlarını görüyor ve onu sevebiliyor olmak çok hoşuma gidiyor. Ama en kıymetlisi annem ile babamın o günlerine bakınca bizi ne kadar düşündüklerini ve sevdiklerini de görüyorum; bu daha da çok hoşuma gidiyor.

En kötü anınız neydi?
Babamın kanser olduğu ilk dönem. Hastane ortamı, bocalamalar, sistemi öğrenme, hayatı oraya göre düzenleme.

Bir yıl içinde aniden öleceğinizi bilseydiniz, şimdiki yaşam biçiminizde değişiklik yapar mıydınız? Neden?
Ben parayı gezmek, görmek, okumak, yaşamak için kazanıyorum. Ama Türkiye’nin absürt ekonomisi-politikası yüzünden hem ne yaşasan kâr hem de sürekli yedek planın olmalı, çok çalışmalı, biriktirmelisin. Sevdiğimle yarını düşünmeden varımı yokumu bitirene kadar seyahat etmek isterim herhalde.

“Tutkusuz şurdan şuraya gitmem”

Arkadaşlık sizin için ne ifade ediyor?
Yoldaşlığı, paylaşmayı, neşeyi, konuşmayı, birlikte iyi olmayı, kalabalık masaları seviyorum. Bu!

Aşk ve şefkat, hayatınızda nasıl bir role sahip?
İki kelimeyi de çok kullanmam ama ifade ettiği şeyler hayatımda önemli yerlerde. Tutkusuz şurdan şuraya gitmem.

Çoğu insanınkinden daha mutlu bir çocukluk geçirdiğinizi düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Bu açıdan çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

Annenizle ilişkiniz hakkında neler hissediyorsunuz?
Annem bir ‘karakter’ olduğundan bana “Nasılsınız bugünlerde” çok sorulur, “Haraşo örgü” demeyi alışkanlık hâline getirdim. İki ters bir düz ama büyük aşk! “Anne olunca anlarsın” derler ya; anne olmadan da onu o kadar iyi anlıyorum ki, o kadar! Onun da beni daha çok anlamasını isterdim. Anlamasa da oluyor çünkü beni çok seviyor:) Ben de onu.

“Telefon numaralarını garip şekillerde kaydediyorum”

Öznesi “ben” olan ve sizi niteleyen üç gerçekçi cümle kursaydınız bunlar ne olurdu?
Çok ciddiye alırım, hiç ciddiye almam. Çok çalışırım ve sonra bundan sıkılırım. Heyecanı bitmemiş bir insan olmayı şans sayıyorum.

Şu cümleyi nasıl tamamlarsınız:Keşke ……’i paylaşabileceğim biri olsaydı.
İş yükümü.

Sizinle arkadaş olmuş olsaydık, hakkınızda neyi bilmemiz sizin için önemli olurdu?
Açken ben ben değilim; bunu bilmek ikimizin de yararına olur.

Utanç duyduğunuz bir anınız?
Hiç yok ya… Yani uzun süre utanç duyacağım ağır şeyler yok. Yok sarhoş olmuşum komik durmuşum, oluyor bir utanç ama onlar geçiyor, sonra gülüyoruz işte… Bazen insanları hatırlamak için, telefon numaralarını onları bana hatırlatacak garip şekillerde kaydediyorum ve aylar, yıllar sonra yanımda telefonumu çaldırırlarsa telefon ekranımı görmeleri utanç anları olabiliyor. Ama onlar bile komik.

“Ölmeden adaletin yerini bulduğunu görmek istediğim durumlar var”

Sizce ne, hakkında şaka yapılmak için fazla ciddi bir mesele?
Politik doğruculuk kavramının bugün geldiği noktadan o kadar sıkılıyorum ki, her konuda genele şaka yapılabilsin istiyorum. Ama daha küçük gruplar, birebir insanlarla diyalog söz konusuysa, biz birilerinin acı çektiği konuları, kayıplarını biliyorsak o konularda şakalar hoşuma gitmiyor. Hastalık ve sakatlıklar üzerine Seinfeld’de güldük mü, olabiliyor. Ama küçük yaşta çocuğunu kaybetmiş bir anne ya da babaya bu konuda asla şaka yapılamaz gibi geliyor bana.

Bu akşam hiç kimseyle konuşma fırsatı bulamadan ölecek olsaydınız, söyleyemediğiniz için en çok neyin pişmanlığını duyardınız? Neden hâlâ söylemediniz?
Ben söylerim; ya söylemiş ya da çok önemsememişimdir. Ama ölmeden adaletin yerini bulduğunu görmek istediğim durumlar var, o ayrı…

Eviniz, içinde sahip olduğunuz her şeyle birlikte yanıyor. Sevdiğiniz kişileri ve hayvanları kurtardıktan sonra tek bir şeyi alma hakkınız olsa bu ne olurdu? Neden?Fotoğraf albümlerim derdim, ki onları da bir hard disk’e yükledim; bu nedenle ‘server’ımı kurtarmak isterim. Hafıza benim için çok mühim. Bu arada bitkileri de kurtarabiliyor muyuz, zeytin ve limon ağaçlarım da balkonda.

Şu anda sizin yaşadığınız bir sıkıntının aynısını bir başkasının da yaşadığını düşünün. Ona vereceğiniz tavsiye ne olurdu?
Bu da geçer yahu! Geçiyor…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: 

Gazetecilerden kitap önerileri: “Okudum ve hayatım değişti” dediğimiz 20 eser

Şeriban Alkış

Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamladı. Serbest gazetecilik yapıyor. Feminist Güzergah isimli podcast programının yapımcısı.

Journo E-Bülten