Türkiye’de bir gazeteci olarak emeğinin güvencede olduğunu hissediyor musun? Maaş alamadığın takdirde sana destek sunacak kurum ya da kişiler var mı etrafında?
Türkiye’de gazeteciye emeğinin güvence altında olduğunu hissettirecek kurum sayısı çok az. Bunun bence iki nedeni var. Birincisi, bağımsız gazete ve haber sitelerine uygulanan reklam, resmî îlân ve dağıtım baskısıyla hayâtî gelir kapılarının tamamen kapatılması. İkincisi ise, hem yasalar, hem de meslek örgütlerinin umursamazlığından kaynaklı ‘sahipsizlik’ duygusunun sömürü üzerinden cebini dolduran işveren tarafından iyi biliniyor olması. Maaş almadığım takdirde Sendika ve gazetecilik örgütlerinin haklarım için mücadeleme ortak olacağından şüphem yok. Ancak bu destek, haklarımı alma noktasında bana ve diğer meslektaşlarıma ne denli yardımcı olur şüphelerim var. Burada da devreye Türkiye’nin hukuk sistemindeki bozukluklar ve aksaklıklar giriyor. Böylece o destekler de iyi niyet göstergesinin ötesine geçemez oluyor.
Bugüne kadar çalıştığın kurumlarda maaş alma ve sigorta konusunda usulsüzlükler yaşadın mı? Yaşadıysan bu konuyla ilgili tecrübeni bize anlatır mısın?
Kronikleşmiş hak problemi yaşanan Taraf gazetesinde hem muhabir, hem sorumlu yazı işleri müdürü olarak çalışırken, diğer iş arkadaşlarım gibi aylarca maaş alamadığım oldu. Sesimizi yükselttiğimizde ve “bu şartlarda gazeteyi çıkartmamız mümkün değil” dediğimizdeyse bazı arkadaşlarımız usûlsüz taktiklerle, gazete patronu tarafından işten çıkarıldı. O günlerde ben de istifa ederek gazeteden ayrıldım. Ancak yaşadığım problemler bununla da sınırlı kalmadı. Görevdeyken hakkımda açılan davalar için gazeteden avukat desteği alamadım.
Riskli bölgelere gidip haberler yapıyorsun. Politik alanın daraldığı bugünlerde muhalif olarak kategorize edilen, hatta bazı yazarlarca hedef gösterilen bir isimsin. Hiç mesleği bırakmayı düşündüğün oldu mu? Ailenden, çevrenden böyle bir talep geldi mi?
Mesleği bırakmayı hiç düşünmedim. Belki de tüm bu baskı ve yıldırma taktikleri ona daha da sıkı sarılmama neden oldu. Hayatımı paylaştığım insanla aynı mesleği yapıyor olmamın da bunda büyük payı var.
Sence Türkiye’de gazeteciler arasında da sınıfsal farklılıklar var mı? Bir köşe yazarı ile muhabirin aynı sınıfa ait olduğunu söyleyebilir miyiz?
Köşe yazarı ile muhabirin aynı sınıfa ait olduğunu söylemek mümkün değil, istisnai bazı örnekler dışında. Türkiye’de köşe yazarları kanaat önderi gibi görülüyor. Oysa köşe yazarına, o yazıyı kaleme alacağı ‘done’yi veren muhabir aynı saygıyı göremiyor. Öyle ki, haftada en az bir kez ‘köşe yazarı olmak istiyorum’ ya da ‘bir yazı kaleme aldım, yayınlar mısınız’ cümlelerinin geçtiği mailler alıyorum. Türkiye’de insanlar, günlük hayatta kullanmadıkları sözcüklerle yazı yazmayı, herkes tarafından tanınmayı, Cizre’de ölüm tehlikesiyle haber peşinde koşmaktan daha prestijli, saygın bir iş zannediyor. Sanıyorum ki 70’inden sonra soluğu Kandil Dağı’nda alan Hasan Cemal’in hikâyesi bu duruma güzel bir örnek olur.