Akademik ilgi ve kimi projeler gereği bir süredir farklı ülkelerdeki haber odalarının faaliyetlerini izleme ya da yayıncı kuruluşları ziyaret etme imkanı buluyorum. Bu bağlamda da geleneksel basılı yayına dönük ve online haber odaları arasında karşılaştırma yapmak için önüme birçok fırsat çıkıyor.
Geçtiğimiz hafta Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği’nin bir programı dahilinde ziyaret etme imkanı bulduğum Almanya’daki kimi haber odaları da tıpkı Bosna Hersek‘teki haber odaları gibi dijitalleşmeyi ana meseleleri haline getirmiş durumdalar. Bazı editörler, gazetelerini anlatmaya yeni felsefeleri olan “önce dijital” sloganını dile getirerek başlarken, birçok haber odasında geleneksel yayında çalışanlarla dijital yayının çalışanlarının sayıca neredeyse denk olduğunu gözlenebiliyor.
Bu ziyaretlerde ortak olan ve ülkeden ülkeye değişen bazı durumlar elbette var. Ancak ortak sonuçlar üstüne durarak bir şeyler söylemekte de önemli fayda var.
Trafik ölçümünde Chartbeat tercihi öne çıkıyor
Daha önce Amerika Birleşik Devletleri’nde de gözlemlediğim, dijital odaklı haber odasının tepesinde sürekli bir borsayı andıran ve performans ölçen Chartbeat‘in yansıtıldığı kocaman ekranın kullanımı, Almanya’daki haber odalarında da yaygın. Hatta Die Welt’in duvarında geniş bir ekranda anlık ziyaret performansını görmek insanda “daha iyi habercilik yapma” yönünde orada çalışmasa bile bir hırs uyandırabiliyor.
Chartbeat nedir, sorusunu soracaklar için hızla yanıtlayalım. İçeriğinize erişenlerin datasının, içeriğiniz hakkında çok şey anlatacağı sloganı üzerine markasını konumlandıran Chartbeat, yayıncılar için bir perfomans izleme ve ziyaretçi tasnif mekanizması sunuyor. Gerçek zamanlı ve geniş zamanlı trafik, ziyaretçilere yönelik demografik bilgiler gibi Google Analytics’in ücretsiz sunduğu temel verileri de sağlayan Chartbeat Avrupa’da da önemli haber odaları tarafından tercih ediliyor.
Editörler gerçek zamanlı haber performansının görselleştirilmesi gibi detayların Chartbeat’i kendileri açısından öne çıkardığını belirtiyor. Chartbeat’in dünyadaki bilinen ortakları arasında The Washington Post, CNN, Le Monde, the Atlantic ve New York Times gibi büyük oyuncular var.
Big Board in the wild! RT @p_rathmayr: #dailytelegraph using #chartbeat in their huge newsroom #webanalytics #fb pic.twitter.com/7L5bI1jMUa
— Chartbeat (@Chartbeat) 13 June 2013
Dijital reklam modelleri karma, gelirler iyi
Dijital reklam modelleri karma. Birçok kurum tek bir reklam network’ü ile kendini kısıtlamıyor. Gerçi bu Türkiye’deki online medya için de böyle. Birçok içerik ortağı ve reklam sağlayıcı ile eşzamanlı olarak çalışıyorlar. Bazı gazeteler sabit reklam alanlarını da özgün reklamlar için rezerve edebiliyor. Yani doğrudan reklam satışı da hâlâ mümkün.
Dijital reklam gelirleri Der Spiegel ve Die Welt gibi büyük haber odaları için kâr getirebilecek seviyede. Özellikle Der Spiegel’in 11 Eylül’deki dijital habercilik performansı sonrası 2005 itibariyle kâr ettiği ifade ediliyor ki, bu da açıkçası birçok insan için pek beklenmedik bir durum. Bu arada not etmekte fayda var. Der Spiegel’in sayfası 90’lardan bu yana aktif olan bir sayfa.
Gazeteler basılı satışlardaki düşüşü elbette Online’e bağlıyor; ancak online yayıncılığa yaklaşım bağlamında bir ortaklaşma var denemez. Bazıları online’ı genç ve mobil odaklı nesle bağlanmanın yolu olarak görürken, bazıları ise derslerine çok iyi çalışmışlar. Günün hangi saatinde hangi haberin hangi formatta, hangi kitleyi hedef gözeterek ve hangi mecradan paylaşılacağı konusunda oldukça planlılar.
Özellikle Der Spiegel’in konuyla ilgili sağlam bir stratejisi olduğu ortada. Ancak Der Spiegel’in çalışanların patron olduğu özgün sermaye sistemini henüz geleneksel alana yansıtmamış olması da ilginç bir durum arz ediyor. Bu birçok açıdan dijital ve geleneksel haber üreticilerinin statü farklılığının bir işareti olarak da okunabilir.
Post-truth ve sağ popülizm belası
Haber odaları fake news ve post-truth tartışmalarından ise fazlasıyla etkilenmiş görünüyorlar. Yanlış/yalan haberler ve yayılmalarına karşı kendi birimlerini oluşturanlardan, bunun için özel çalışma biçimleri geliştirenlere geniş bir yelpaze mümkün.
Fake news tartışması ve sağ popülistlerin meclise girmesi birbiriyle bağlantılı konular olarak görülüyor. Bazı editörler, AFD’nin (Almanya’daki son seçimlerde meclise giren aşırı sağcı popülist parti) medyayı sürekli provoke ederek kendisine bir yer açtığını ve medyanın olması gerekenden fazla reaktif davranarak AFD’nin seçim gündemini belirlemesine izin verdiklerini söyleyerek özeleştiri yaparlarken, genel eğilim sağ popülizmin okur kitlelerini de etkilediği; örneğin adli haberlerde suçu işleyenin kültürel arkaplanına ilişkin merakın arttığını endişeyle belirtiyorlar. Görüşme imkanı bulduğum editörlerin büyük kısmı etik kodlar gereği göçmenlere ilişkin haberlerde etik sınırları koruduklarını ifade ederken yine de bazı gazetelerin bu kadar hassas olmadığı mesajını veriyorlar.
Ancak ülkenin tarihi ve yüzleşme birikimi ağır ırkçı saldırılara ve bu tür bir dilin haberlerdeki kullanımına karşı bir bilinç yarattığından kimse kolay kolay bu tür bir haber dili kullanmıyor. En azından kurumsal medyada durum böyle. Radikal söylemler ise yelpazenin farklı noktalarından olsalar da kurumasallaşmayan yeni medya alanında elbette yer buluyorlar.
Almanya medyasının bizden farkı ne?
Karşılaştırmalı analizlerde en önemli sorulardan biri de Türkiye medyası ile incelenen medyanın yapısal ve içeriksel farklılıkları oluyor. Dürüst olmak gerekirse Almanya ve Türkiye medyası arasındaki en büyük fark Almanya’da medyanın kârlı ve tüketicisiyle buluşan ürünler üreten bir endüstri olması. 16 milyona yaklaşan günlük gazete tirajı yıldan yıla düşüyor gibi görünse de artan dijital tıklamalarla birlikte düşünüldüğünde ortada bir ekonomi olduğu kesin. Yerelden ulusala 100 binlerce tirajlı çok sayıdaki gazetenin önemli bir gelir modeli olduğu ortada. Bu da bana kalırsa ortalama üstü bir fikri bağımsızlığın göstergesi olarak görülebilir.
Bu, elbette iki ülke arasındaki tek farkın bu olduğu anlamına gelmiyor; ancak ifade özgürlüğüne ortam sağlayabilecek rekabetçilik ve ekonomik bağımsızlık gibi faktörlerin varlığı tek başına önemli bir güvence. Medya patronlarının bir kısmının yalnızca medya alanında yatırımları olması da bunun bir göstergesi. Bu arada bu konudaki önemli göstergelerden biri de Türkiye’deki kutuplaşmanın gazetecilere olan güvensizliği arttırması; Almanya’da da itibar konusunda benzer bir şikayet olsa da okur ve ziyaretçilerin gazeteyi hâlâ haber alınabilecek bir kaynak olarak görmesi ve yazılı gelenek üstüne kurulu Almanya kültürünün ortaya çıkardığı kimi farklılıkları da görmezden gelmemek gerekiyor.