Agos’un Ermenice sayfalar editörü, gazeteci Pakrat Estukyan, Türkiye’deki baskı ortamının ve yükselen milliyetçiliğin Agos’u da etkilediğini söylüyor: ‘İnsanlar gazeteye beyanat ve reklam vermeye çekiniyor.’
Yağmur bulutlarının İstanbul’un üzerinde ağır ağır ilerlediği bir sabah vaktiydi. İstanbul Elmadağ’daki dar bir sokakta yürüyordum. Yenilenmiş olmalarına rağmen eskilikleri yüzlerinden okunan binaların arasından geçiyordum. Derken onlardan birinin önünde durup kapıyı çaldım. Uzun yıllar Anarad Hığutyun Ermeni Okulu’na ev sahipliği yapan bu bina, yaklaşık dört senedir Agos Gazetesi’ni ve Hrant Dink Vakfı’nı bünyesinde barındırıyor.
Kapı açıldı ve girişteki görevliye kendimi tanıtıp içeri girdim. Merdivenle üst kata çıktığımda çift yönlü çalışma masalarını, bilgisayarları gördüm ve birçoğunu önceden tanıdığım gazeteci arkadaşlarımla yüz yüze geldim. Karşılıklı selamlaşmaların ardından Agos’un Ermenice sayfalar editörü, gazeteci Pakrat Estukyan’ı sordum onlara. Terasta olduğunu söylediler. Çıktığımda gördüm ki terasın ortasındaki toprak alanda bir nar ağacı var. Dallarında da meyveleri… Bir an durup ağaca baktım ve etrafa saçılan nar tanelerini hayalimde canlandırdım. Ermeni halkı da 1915’ten sonra tıpkı nar taneleri gibi dört bir yana dağılmamış mıydı? Bu düşünceler arasında gidip geldiğim anların ardından terasın sol tarafındaki masada oturmuş günlük gazeteleri okuyan Pakrat Estukyan’ı gördüm ve yanına gittim.
Agos’un eski binasındaki anılar
Laf lafı açtı ve konuşacak çok şey vardı. Restore edilip tamamen yenilenen binanın Agos’un eski ofisine göre ne kadar rahat ve bakımlı olduğundan bahsettiğimde, “Evet burası çok daha geniş ve konforlu, ama Agos’un eski yerine sinmiş pek çok hatıra, yaşanmışlık vardı. Bu yeni binada ise o kadar anı birikmedi henüz. Zaman içinde burada da hatıralar birikecektir tabii” dedi Pakrat Estukyan. O böyle söyleyince gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda çalıştığım o eski ofis gözümün önünde canlandı, duygulandım. Bir mekâna asıl değerini verenin oraya sinen yaşanmışlık duygusu olduğunu bir kez daha anladım.
1953 İstanbul doğumlu Pakrat Estukyan, Hrant Dink’in döneminde yazılarıyla Agos’a katkıda bulunuyordu. Onun öldürülmesinden sonra ise tam zamanlı olarak gazetede çalışmaya, birkaç yıl önce kaybettiğimiz gazeteci-yazar Sarkis Seropyan ile birlikte Ermenice sayfaları hazırlamaya başladı. Anarad Hığutyun binasında Sarkis Seropyan yok, ama siyah-beyaz bir fotoğrafı Pakrat Estukyan’ın çalıştığı odanın duvarında asılı.
Gazetecilik ve Agos hakkında konuşmaya başlamadan önce Pakrat Estukyan’ın çocukluk ve gençlik yıllarına gidiyoruz. Konferans salonu olarak kullanılan mekâna geçiyor, uzun uzun sohbet ediyoruz.
Kurtulanların torunu
Pakrat Estukyan, İstanbul’da yaşayan pek çok Türkiye Ermenisi gibi Anadolu kökenli. Dedeleri ve nineleri Ermeni soykırımından kurtulup İstanbul’a göç etmiş ve bu kentte evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş. Babasının babası, Sivas’ın Suşehri ilçesine bağlı, şimdiki adı Akıncılar olan Ezbider köyünden. Babaannesi ise Tokat Erbaalı. Savaş sırasında askere alınan Ezbiderli dede, Şam’da İngilizlere esir düşmüş. Mütareke olunca da Osmanlı topraklarına dönmüş. İstanbul Haydarpaşa’da trenden indiğinde çadırlarda kalan ve Ermenice konuşan insanlarla karşılaşmış. Kalabalığın arasında kayınbiraderiyle karşılaşınca memlekette kimsenin kalmadığını, karısının da öldüğünü öğrenmiş.
Erbaalı babaannenin tüm erkek akrabaları kurşuna dizilerek öldürülmüş. Evlerinden sürülen kadınlar ise ancak Niksar’a kadar gidebilmiş. Orada da bir çetenin saldırısına uğramışlar. Pakrat Estukyan’ın babaannesini Niksarlı Müslüman bir aile kurtarmış. Onların yanında bir süre kaldıktan sonra yetim kalmış diğer Ermeni kızlarıyla birlikte İstanbul’a gönderilmiş.
‘Kalabalık ailelerden kimse kalmamıştı’
Şebinkarahisarlı anneanne ile Erzincan Kemahlı dedenin de benzer öyküleri var. İkisi de ailelerini soykırımda kaybetmişler. “Dedelerimin ve ninelerimin kalabalık aileleri varmış, ama 1915’ten sonra hiçbiri kalmamış” diyor Estukyan. “O yüzden annemle babamın ne amcaları ne teyzeleri ne de dayıları vardı. Neler yaşadıklarını, nasıl yalnız kaldıklarını anlatırlardı bize. Ancak o zaman ben bunları yan yana koyup da kafamda bir 1915 algısı oluşturamazdım; tekil hikâyeler olarak kalırdı bunlar bende. Zamanla pek çok insanın benzer hikâyeleri olduğunu öğrendim ve ancak belli bir yaşa gelip de okumaya başladıktan sonra o resim zihnimde bütünlük kazandı. Çocukken, gözlemlediklerimle bilirdim ki bu ülkede herkes aynı değil. Ben Ermeni’yim, ama Türkler, Kürtler ve Rumlar da var. Kürtlerle, babamla beraber Mahmutpaşa’ya gittiğimde tanıştım. Herhâlde 10-11 yaşlarımdayken… Mahallemizdeki oyun arkadaşlarım arasında Kürtler yoktu çünkü.”
‘Türkiye İşçi Partisi’ne yakın durdum’
Pakrat Estukyan, hep Ermeni okullarında okumuş. Esayan’da, Mıhitaryan’da, sonra da Getronagan’da eğitim almış. Sol düşünceyle henüz 15-16 yaşlarındayken tanışmış. Gerisini ondan dinleyelim: “O dönemde Türkiye İşçi Partisi’ne yakındım. Çetin Altan’ların milletvekili olduğu dönemdi bu. Tabii yaşım küçük olduğu için partiye kayıtlı üye olamadım. Zaten daha sonra 12 Mart muhtırası verildi, siyaset kesintiye uğradı. Ardından da 1980 darbesi oldu. Tanıdığım pek çok insan tutuklandı, işkence gördü. Ben o sırada laboranttım. Surp Agop Ermeni Hastanesi’nde çalışıyordum. Devrimci Sağlık-İş Sendikası’nda kuruluşundan itibaren yer aldım ve bu yüzden işten atılınca Alman Hastanesi’ne girdim. Hemşire olan eşim Seta’yla o sırada tanışmıyorduk. Sonrasında o da aynı sendikaya üye olduğu için Surp Agop Hastanesi’yle sorun yaşadı ve Alman Hastanesi’ne geçti. Orada yollarımız kesişti ve evlendik. Sonra özel bir laboratuvar kurduk. 25 yıl sürdü orası. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra Agos’a yakın durmamız ve katkı sağlamamız gerektiğine karar verdik. O dönemde hastanelerin sayısı artmış ve özel laboratuvarların cazibesi kalmamıştı. Sarkis Seropyan’dan da birlikte çalışma daveti gelince 2008’de Ermenice sayfaları onunla birlikte hazırlamak üzere tam zamanlı olarak Agos’ta çalışmaya başladım.”
Yok olan insanlar, sökülen bağlar
Derken laf dönüp dolaşıp yine ailesine geliyor. Onların geçmişte yaşadığı Anadolu köylerine gidip gitmediğini soruyorum Pakrat Estukyan’a. “Hepsine değil. Tokat’ın Erbaa ilçesine ve Erzincan’ın Kemah ilçesine gidemedim henüz” diyor ve başlıyor ziyaret etme imkânı bulduğu yerlerle ilgili izlenimlerini anlatmaya: “Anneannemin köyü olan Şebinkarahisar’ın Tamzara mahallesine ve Sivas’a bağlı Suşehri’nin Ezbider, şimdiki adıyla Akıncılar köyüne gidebildim.
Tamzara’da hemşerimiz diyerek çok ilgi gösterdiler bana. Eski dokusunu koruyan bir yer Tamzara. Vaktizamanında çok gelişmiş, markalaşmış bir köymüş. Şimdi o özelliğini yeniden edinmeye çalışıyor. Ev tezgâhlarında yapılan Tamzara dokumasıyla ünlüymüş burası. Üç sene önce orada görev yapan kaymakamın dediğine göre, eskiden pencerelerden tıkır tıkır dokuma sesleri gelirmiş. Köyün kilisesi olduğu gibi duruyor, ama cami olarak kullanılıyor. Eski evlerin de muhafaza edildiğini gördüm. Bugün Tamzara’da yaşayanların çoğu 1920’lerden sonra oraya yerleştirilmiş insanların torunları. Ezbider’dekiler ise çoğunlukla 1923-24’te oraya yerleştirilen Selanik muhacirlerinin torunları. Yine kaymakamın ifadesiyle geçmişte Şebin Cevizi diye anılan, Şebinkarahisar’a özgü bir ceviz türü varmış. Bugün yok bu ceviz. Çünkü oraya gelen insanların ceviz yetiştirmekle ilgisi yok. Doğu’da pek çok ekonomik değer kaybedilmiş. Şarap yapılıyor denerek yobaz bir hoyratlıkla üzüm bağlarını yok etmişler. Siyasi iktidarlar yok edici, kıyıcı bir kültür üretmeye çalışıyor. Hem insanları hem de birikimi ortadan kaldırıyorsunuz. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türkiye’de toplu iğne bile yapılamadığı söylenir, doğrudur. Ancak ondan 20 yıl önce Diyarbakır’dan Chicago’daki Sanayi Fuarı’na yaptıkları tarım aletlerini sergilemek için giden, tamamen Ermenilerden oluşan bir heyet olduğunu kimse anlatmıyor.”
Edebiyat ve müzikle de ilgileniyor
Pakrat Estukyan çok yönlü bir insan. Edebiyat ve müzikle de ilgileniyor. Ermenice yazdığı öykülerini Türkçeye çevirip ‘Hay Hikâyeler’ adıyla yayımlattı. Bilmeyenler için Hay’ın Ermenicede Ermeni anlamına geldiğini söyleyeyim. Bu kitabında duyduğu ya da şahit olduğu olaylardan yola çıkarak yazdığı öykülerini toplayan Estukyan, edebiyatla ilk gençlik yıllarından beri haşır neşir olduğunu söylüyor. İlk okuduğu kitaplardan biri Talip Apaydın’ın ‘Köy Enstitüsü Yılları Anıları’ymış. Sonra Mahmut Makal’ın ‘Yeraltında Bir Anadolu’su gelmiş. Orhan Kemal’in, Fakir Baykurt’un, Yaşar Kemal’in, Jack London’ın romanlarını; Ahmed Arif ile Nazım Hikmet şiirlerini çok seven Pakrat Estukyan, Rus edebiyatını da her zaman ilgiyle takip etmiş. Daha sonra okurluğuna yazarlığını da eklemiş.
‘Biz enternasyonalist değil miyiz?’
Pakrat Estukyan’ı pek çoğunuz Kardeş Türküler’in konserlerinden hatırlayacaksınız. Ancak onun müzikle uğraşmaya başlaması çok daha eskilere dayanıyor. 1972’de, Ermeni halk müziği üzerinde yoğunlaşan Sayat Nova Korosu’nu kuranlardan biriydi Estukyan. Boyacıköy Kilisesi bünyesinde faaliyet göstermesine rağmen Sayat Nova Korosu kurucularının tamamı sol görüşlüydü. “Koronun kurulduğu 1972 yılında, 1968’de Paris’te meydana gelen öğrenci olaylarının yansımaları devam ediyordu. Türkiye’de sol bir gençlik hareketi şekillenmişti. Sayat Nova’nın kurucu kadrosunun çoğu üniversite öğrencisiydi ve sol görüşe yakındı” diyor Pakrat Estukyan. 1712 Tiflis doğumlu Ermeni ozanı Sayat Nova’nın adını taşıyan koro günümüzde de çalışmalarını sürdürüyor.
Peki, Pakrat Estukyan Ermeni kimliğinden dolayı sol camiada hiç ayrımcılığa maruz kalmış mıydı? “Ermeni solcuları aynı zamanda enternasyonalist de oldukları için Ermeni kimliklerini hiç gündeme getirmediler. Ermeni adıyla bir talepleri olmadı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) bünyesinde illegal olarak pek çok Ermeni vardı. Bunların hiçbiri soykırım meselesini tartışmaya açmadı. 1915, Türkiye’de milli mutabakatla üstü örtülen bir mevzu olmuştur. Sol cenahtaki Ermeniler de bu örtüyü kaldırmaya yeltenmediler. Bunun muhasebesini çok sonra yaptılar. Mesela Sarkis Çerkezyan’ın anılarında anlattığı bir olay var. Birisi Sarkis Çerkezyan’dan Türk Solu dergisinde yazmasını istiyor, ama o bunu reddediyor derginin isminden dolayı. Türk Solu ne demek diye soruyor, biz enternasyonalist değil miyiz?”
‘Agos da kriminalize ediliyor’
Son yıllarda devlet eliyle yükseltilen milliyetçiliğin ve gittikçe belirgin hâle gelen baskı ortamının Agos’u nasıl etkilediği hakkında da konuşuyoruz Pakrat Estukyan’la. Şöyle diyor: “Sadece milliyetçiliğin yükselmesine değil, muhalefetin kriminalize edilmesine de tanık oluyoruz. İktidar kendisiyle hemfikir olmayan her yapıyı kriminalize ediyor. Tabii ki Agos da bundan nasibini alıyor. İnsanlar Agos almaktan, Agos’a beyanat vermekten çekiniyorlar. Reklam vermekten hepten çekiniyorlar. Nasıl ki Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefeti kriminalize ediyorsa, Ermeni toplumundaki destekçileri de Agos’u ya da cemaat içindeki muhalif görüşleri aynı şekilde kriminalize ediyor. Bu durumun Agos’un tirajına olumsuz yansıdığını gözlemliyoruz. Gazete son birkaç senedir tiraj kaybetti. 6 bin 7 bin satıyorken, şimdi 5 bini bulmakta zorlanıyoruz. İnsanlar konuşmaya çekiniyor. En basitinden Ermeni okullarıyla ilgili bir soru soruyorsun. Yanıtlarken çekiniyorlar, tutuk davranıyorlar.”
Ayrıca ekonomik kriz de Agos’u etkilemiş tabii ki. “Baskı maliyetlerimiz yükseldi. Çalışanlar aynı parayı alıyor, ama alım gücü gittikçe azalıyor. Fiyatımızı beş liradan yedi liraya çıkarmak zorunda kaldık” diyor Pakrat Estukyan.
Vedalaşmadan evvel terastaki ağacı ve narın Ermeniler için taşıdığı anlamı soruyorum Pakrat Estukyan’a. “Nar ağacı Ermeni mitolojisinde ve sanatında yaygın olarak kullanılan süsleme unsurlarından biri. İçinde tanecikler barındırdığı için bereketlilikle, bollukla özdeşleştirilir. Yılbaşlarında senenin bereketli geçmesi için kapı önünde nar kırılır mutlaka.”
Agos’tan ayrılırken dönüp tekrar ağaca bakıyorum ve “Nar hepimize barış, bolluk ve huzur getirsin” diyorum içimden.