Analiz

Popülist ya da değil, Trump bu seçimi kazandı

Trump’ın seçimleri kazanması her ne kadar çok sayıda kişiyi şaşırtmış olsa da beni pek fazla şaşırtmadı. Biraz da değerli bir hocama kulak asmamdan kaynaklanıyor olsa gerek. Seçimin iyi bir sonucu olduğunu da söylemek isterdim, ama bu da mümkün değil. Başkan adayları arasında ‘daha iyi bir alternatif olabilecek’ adayın olmaması da ayrı tartışma konusu.

Öncelikle, sonuçlar açıklandıktan sonra genelin anketlerde öngörülmeyen bir sonuçla karşılaşınca şaşırdığını söylemek mümkün. Seçim sonuçları belli olduğu anda dost meclisinde ilk bunu konuştuk. Araba radyosundan seçim sonuçlarını dinledikçe ağzımızdan tek çıkan şey: “ama anketler böyle göstermemişti” idi. Evet, medyada bir Trump popülerliği vardı ama bu seçimlerde oy kullanmaya gelince de böyle olmayacaktı. Şaşkınlığın sebebi biraz bu, biraz da Trump’ın ifadelerinin dobralığı sanırım. Dinlendikçe veya izlendikçe “yok artık” dedirten söylemlere sahip. Çok uzatmadan söyleyecek olursak, gerçeğe yakın bir sonucu yansıtmadığı için seçim anketleriyle ilgili şikayetleri duymak mümkün. Peki bunlar haksız şikayetler mi?

Hatırlarsak, seçimlerle ilgili anketlerde bu seçimin Trump’ın zaferi olabileceğine dair sonuç çıkmamıştı. Burada seçmenin oy tercihini açık bir şekilde öne sürmediğini iddia etmek mümkün. Trump’ın ayrımcı ve ırkçı söylemlerini düşünürsek, destekler gözükmeyi herkes istemeyebilir. Dolayısıyla seçmen dışlayıcı ve ırkçı bir başkanı desteklediğini açıkça belirtmek istememiş olabilir ve bu durum da seçmenin gerçek oy tercihini bize vermemiş olabilir. Bu noktada şaşırmak doğal. Dost meclisi bu durumdan hoşnut değildi, o zaman anketlerde bir sorun olduğu konuşuldu. Bu da başka bir tartışma bence; çünkü hem haklı hem de tek sebep değil.

Trump’ın kazanması olağandışı mıydı?

Peki Trump’ın kazanması çok mu olağandışıydı? Sanmıyorum. Anket sonuçlarının aksine, kazanması mümkün görülmeyen ve söylemleri, tepkileri ve davranışları nedeniyle de küçümsenen Trump bu seçimi kazandı. Trump’ı destekleyen seçmeni de suçlamak yerine diğer partinin kampanya sürecini değerlendirmek gerekir; çünkü popülizmin yerleştirilmesiyle öne geçmeye çalışanlar kendisine pay çıkarmak için boşluk arar. Böyle bir boşluğun araçsallaştırılmaması için rekabet ortamında hiçbir sebep yok. Adaylar bu rekabette çeşitli stratejiler belirler, kazanılması gereken oyunda karşı tarafın zayıflığı her zaman avantaja dönüştürülür. Rekabetin mantığı budur.

Çoğu değerlendirmelerden de takip ettiğimiz üzere beyaz Amerikalının cevabı olarak değerlendirildi bu seçim sonucu. Tam da öyle. Daha önce dinlenmemiş, siyasal kararlarda kendilerini temsil edilmiş olarak hissetmeyen kesimin intikamla gelen zaferi olarak da bahsetmek mümkün. Ve şimdi bize çok uzak gelmeyen, hatırlayacağımız benzer bir vurguyu kendisinde seçim sonrasında gördük ki seçim kampanyasının eksiği olan bir vurgu: “herkesin başkanı olacağım.” Yani Trump da “herkesi kucaklayacakmış.” Gerçekten böyle olacağını hiç sanmıyorum, eski siyasal yönetim ve aktörlerin pratiklerine karşı kutuplaşmada derin izler bırakacak. İçeriyi kollayan kapalı siyasal sürecin farklılıkları içeride kabul edeceğinden şüpheliyim. Zaten içeriden görülen kesim ise tabii ki çok şanslı olacak; tam da bu sebeple uzaklaşmalar artabilir gruplar arasında. Amerikan siyaseti içeriyi güçlendirmeye yoğunlaşabilir, dışarısı için ise Clinton’a nazaran farklılaştığını da es geçmemeli. Söz konusu Orta Doğu olunca…

Zafer seçim sisteminin kutuplaştırıcı etkisini keskinleştirecek

Her ne kadar Trump’ın popülist olup olmadığı tartışılıyor olsa da, ‘biz ve onlar’ ayrımını seçim sonrası daha belirgin görebiliriz, bundan sonra daha popülist bir başkan olarak karşımıza çıkacaktır Trump. Bununla beraber, Amerikan seçim sisteminin kutuplaştırıcı etkisini Trump’ın zaferi daha da keskinleştirecek. Irkçı söylemleri, özellikle medyanın özgürlüğü ile itişmesi, göçmenlere ve Müslümanlara olan dışlayıcı tavırları, kürtaj konusunda olumsuz yargıları, farklılıklar konusunda aşağılamaya yakın tarzı farklı gruplar arasında kutuplaştırmayı derinleştirecek. Bu seçim sisteminin kendisinin zaten yarattığı bir özellik. Ayrıca Trump bu seçimi kazanmamış olsaydı da, Trump’ın popülist ve daha çok dışlayıcı söylemlerinin dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nde söylemsel olarak yaygınlaşmış olması da bir sorun olacaktı. Şimdi o sorun başkan. Bundan böyle de benzer yeni kişilerin siyasal gündemde daha çok yer almasına tanıklık edebiliriz. Avrupa’ya da baktığımız zaman böyle bir akımın yükselmesi endişelendirebilir. Çoğulculuğa ve çeşitliliğe karşı tutumların yükselmesiyle bölünme var olan mesafeyi ve nefreti canlı tutmaya devam edecek gibi. Sağ-kanattan bir aday olarak halk tarafından seçilmiş olması otoritesini meşrulaştırmaya da yetecek. Böylelikle, özellikle Meksikalılar ve Müslümanlarla ilgili tutumunu siyasal kararlarında veya davranışlarında izleyeceğimiz günlere geliyoruz. Her şey çok mu kötü olacak? Kim bilir, siyasal oyunlar bizi daima yanıltabilir. Hatta keşke yanıltsa…

Popülist veya değil, nativist Trump bu seçimi kazandı. Avrupa’nın da benzer tecrübelerini yaşayacak olması tehlikeli durumların sinyalini artık verebilir. Yeni bir düzeni ‘herkesin başkanı’ olarak sağlayacağını öne süren Trump, söylemlerini pratikte de yaşatabilir. Bu yaşattıklarını daha iyi bir yeni düzen için iyileştirmeye dönüştürebilir mi esas sorun. Çoğunluğun da artık Cumhuriyetçi olduğunu belirtmeli ve bunu belirttikten sonra bu siyasal sahnenin daha iyi olmasını ummalı.

Tuğçe Erçetin

Bilgi Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi doktorası yapıyor. Essex Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi yüksek lisansı ve Bilgi Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansı yaptı.

Journo E-Bülten