Post-truth (hakikat-sonrası) son dönemin en çok tartışılan kavramlarından biri olarak öne çıkıyor. Kavramla ilgili tarama yaptığınızda, dünya kamuoyunu da yönlendiren bir alan olarak ABD medyasında son dönemde yükselen trende de bağlı olarak aramaların arttığını gözlemleyebiliyorsunuz. Ancak hakikat-sonrası kavramıyla özellikle de gazetecilik üzerinden ilgilenen bir yaklaşımdaysanız ‘fake news’ (tr. sahte haber) kavramının da geçmişte daha popüler olsa da post-truth aynı dönemde (Ekim 2016 itibariyle) aramalarda yükselişe geçtiğini gözlemleyebiliyorsunuz.
Post-truth’un Oxford sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilmesi ise tüm bu arama sonuçları gibi aslında tesadüf değil. Kavramın Türkçe karşılığı konusunda henüz bir mutabakat yok. Benim hakikat-sonrası olarak tanımladığım kavrama dair ‘gerçek-ötesi’, ‘gerçek-sonrası’ ya da ‘post-olgusal’ gibi çeviriler de mevcut.
Post-truth’un tarihçesi ise, Journo’da yer alan içerikte şöyle anlatılmış: Post ön-eki, bu spesifik kullanımında, genel kullanımının aksine ‘bir olay ya da vak’adan sonra gerçekleşen’ anlamında değil, ‘önüne geldiği kavramın artık önemsiz ya da gereksiz kabul edildiği bir zaman ait’ manasında kullanılıyor.
Yani, ‘post-truth politics’ dediğimizde, ‘doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği bir dönem’den bahsetmiş oluyoruz. ‘Post-truth’, bu güncel anlamında ilk kez 1992 yılında, Sırp asıllı Amerikalı Oyun Yazarı Steve Tesich’in The Nation dergisinde yayımlanan yazısında geçiyor. Post-truth kelimesinin bundan önceki kullanımları genelde ‘gerçek anlaşıldıktan, hakikat ortaya çıktıktan sonra’ anlamında; kelimenin yaygın şekilde dolaşıma girmesi ise, Ralph Keyes’in 2004’te basılan kitabı The Post-truth Era ile olmuş.
Kavrama yabancıyız, mesele tanıdık
Keyes’in kitabının üstünden uzun zaman geçse de, mesele yeni patlamış olsa da özellikle halkla ilişkiler, gazetecilik yahut sosyal ağlar gibi meseleler üstünde çalışanlar için pek de bilinmeyen bir meseleye işaret etmiyor. Zira post-truth dezenformasyon, karalama ve benzeri türde tanımlanabilecek içeriklerle mücadele edenlerin de, komplo teorisi kavramı ve komplo teorileri üzerine çalışanların da tanıdıkları bir duruma getirilmiş bir tanım. Ancak post-truth’u bu kadar gündem haline getiren politik ortamın da aracılığıyla bir kategori olarak tanımlanır hale gelmiş olan ‘Post-truth politics’ teknik olarak meselenin ne demek olduğuna dair ciddi bir fikir sunuyor:
Post-truth (hakikat sonrası) siyaset (post-factual siyaset olarak da adlandırılıyor bazen), tartışmanın büyük ölçüde, politikanın detaylarından kopuk şekilde duygulara yöneldiği ve hakikatlere yönelik argümanların yok sayıldığı bir politik kültür olarak tanımlanıyor. Bu tür politikanın belirleyici özelliği olarak da şaşırtıcı olmayan bir şekilde kampanyacıların, medyanın veya bağımsız uzmanların yanlış oldukları tespit edilse bile, konuşma noktalarını tekrarlamaya devam etmeleri olduğu belirtiliyor.
Bu tanıma bakınca özellikle politik bağlamıyla post-truth kavramına Türkiye’de yaşayan birinin Brexit yahut Trump’ın seçilmesi üzerinden örnek göstermesi birçok anlamda sıkıntılı olmakla birlikte yakın dönemde Türkiye’de kurulan dogrulukpayi.com ya da teyit.org gibi girişimlerin, hatta daha geniş bağlamda düşünürsek oyveotesi.com’un dahi gerçeklikle ilgisi tamamıyla kesilmiş siyasal alanımızı rasyonel düzlemine geri çağırmak amacını taşıdığını söyleyebiliriz. Ve hatta, mevcut ve geçmiş hükümetlerin faaliyetlerine dair oluşturulmuş tüm timeline (zaman akışı) türündeki içeriklerin yahut veri görselleştirme projelerinin netice olarak hakikatle yaşadığımız kopuşu ve hakikat üzerinde yaratılan hasarın kalıcılığını tespit konusunda öncül araçlar olduğunu söylemek de mümkün.
Teyit sitelerinin sayısında rekor artış
Peki medyada ya da medya üzerine çalışanlar bakımından bu kavramın önümüzdeki dönemde yaratacağı etkiyi nasıl tanımlamalıyız? Öncelikle unutmayalım: Gelmekte olanı yine görmedik ya da tanımlamakta geciktik. Zira Reuters Gazetecilik Araştırmaları Enstitüsü, Avrupa’da fact-checking sitelerinin büyümesine dair kısa ama çarpıcı bir tespit yapalı epey oluyor: Son on yılda, kıtada 50’den fazla “doğruluk kontrol projesi” başlatılmış, Kasım 2016 istatistiklerine göre dünya genelinde 113 etkin olgu kontrol grubu var ve son iki yılda başlatılanların sayısı 50’yi buluyor.
Türkiye’deki deneyimimize döndüğümüzde teyit meselesinin her geçen gün daha önemli hâle geldiği; ama bir o kadar da ‘önemsizleştirildiği’ ve hatta birçok bağlamda ‘hakikat-sonrası siyaset’ döneminin iktidar ve muhalefetin farklı katmanlarında yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Zira özellikle sosyal ağlarda paylaşılan bir bilgi ya da haberin doğruluğunun yerine tarafların haklılığının merkeze yerleştiği ve kutuplaşma dışında herhangi bir şekilde tanımlanamayacak bir politik ortamın varlığından bahsetmek mümkün. Bu bağlamda ‘hakikat’ ile kurduğumuz bağı tartışmadan içine düştüğümüz söylenen bu ‘hakikat-sonrası’ çağı ile bağımızı açıklayamayız.
Dediğim dedik çaldığım düdük
Bazı örneklerden hareket etmekte fayda var. Doğruluk Payı ya da Teyit projelerini düşünelim. Bu projelerin twitter hesaplarına gelen mention’lara baktığımızda özellikle kritik meselelerde (Kürt sorunu, aktivizm, yolsuzluk, kolluk kuvvetlerinin eylemleri) farklı öznelerden yükselen seslerin boğucu olabileceğini hatta politik yönelimlerin hakikat konusunda belirleyici olduğunu, dönem dönem hakarete varan söylemlerin bu tür projelerin hesaplarına karşı kullanıldığını görmek mümkün. Hatta teyit projesinin kurucusu Mehmet Atakan Foça hakkında Ekşi Sözlük’te açılmış başlığa baktığınızda dahi meseleye dair bakışların bazıları ironik de olmakla birlikte ne kadar sıkıntılı olduğunu görmek mümkün. Gelin belirli bir metodolojisi olan ve bu metodoloji üzerinde çalışan biriyle ilgili yapılan yorumlara bakalım:
“Bence güvenilir biri değil. ama yine de siz bilirsiniz.”
“Bence bir kişi değil, bir ekip tarafından yönetiliyor.”
Dediğim dedik, çaldığım düdük diyenlerin hakim olduğu bir ortam olduğu ortada. Zira paylaştığınız, beyan ettiğiniz fikirle ilgili bir dayanak sunmak zorunluluğunuz yok. Aslında şu kullanımlar dahi ‘post-truth’ evreninin temelinde yer alan dijital kültürümüzün arazlarına dair önemli şeyler söylüyor.
Ev yapımı bir yalanın etrafında birleşmek
Bizim bilgiye/habere erişme yolundaki kaynaklarımız artık çoğunlukla kullanıcı tarafından üretilen içeriğe (ing. user generated content) dayalı olan siteler. Dahası bu sitelerin çoğunda işleyen bir editörlük mekanizması olmamasının yanı sıra grup polarizasyonuna çok müsait bir yapıya sahipler. Yani kutuplaşmaya ve haklı olmak için neredeyse kanlı bir kavga vermeye hazırlar. Tabii, bu tür durumlara dahil olmayan biri gibi yazmak ya da konuşmak doğal, ama hem bir Ekşi Sözlük yazarı, hem de geçmişte birçok interaktif sözlüğe yazmış, hatta trol olarak ‘ileri gidip’ bir sözlüğün yönetiminde kavga çıkarıp sözlüğü çöküş dönemine taşımış biri olarak söyleyebilirim ki hakikat-sonrası politikası alıcısı olmasının yanı sıra bu ortamlar bu tür eylemler için oldukça da verimliler. Günümüzde Twitter troll’ü olarak bildiğimiz birçok insanın geçmişin Ekşi ya da Uludağ Sözlük troll’leri olduğunu hatırlatmak şart.
Yalan habere neden ihtiyaç duyuyoruz?
Burada ise başka bir soru sorarak futbol tabiriyle topu boş bir alana taşımakta fayda var. Neden yalan habere ihtiyaç duyuyor, neden yalan haberlere yalan olduğunu bile bile dayanıyoruz? Aslında bu konuda politik kanaatlerin haber alma konusundaki belirleyiciliği ve devletin ideolojik aygıtlarının işleyişine dair genel mantığı işaret etmek gerekiyor. Tabii burada, ABD kamuoyunda da bugünlerde tartışmanın başrolüne oturtulmuş olan Google ve Facebook’un rollerini ele almadan mantıklı bir sonuç elde edemeyiz. Örneğin 10 Ekim Ankara Katliamı’nı kimin yaptığını Google’a sorduğumuzda ikinci sırada 17 Şubat 2016’da yapılan katliama ilişkin haber çıkıyor. Bu elbette bir ‘fake haber’ değil; ama okur alışkanlığına bağlı olarak ‘sorunlu’ bir sonuç oluşabileceğine dair basit bir kanıt.
Zira geçtiğimiz aylarda yapılan bir kamuoyu araştırmasında soruşturma başlamış hatta şüphelilerin radikal islamcı oldukları ortaya çıkmış olmasına rağmen toplumun büyük bir kısmı 10 Ekim’den de sorumlu olarak başka aktörleri görüyordu. Hatta değil silahlı aktörleri sorumlu olarak görmek saldırıyı legal bir parti olan HDP’nin düzenlediğini düşünenler bile vardı. Peki insanlar bunu nasıl düşündüler? Cevap elbette komplo teorilerini haber haline getiren hatta bunları hakikat olarak sunan haber sitelerinde saklı. Her ne kadar Komplo Haber isimli web sitesi adıyla çok şey söylüyor olsa da konuyla ilgili hala dolaşımda olan 10 teoriyi öne sürmüştü. Bu ‘komplo teorilerinin’ toplumda kabul görüyor olması bir yana, aslında post-truth’un artık savcılık kayıtlarına ve oradan da basına yansımış ve failleri belli bir davanın hâlâ HDP’ye ve benzeri aktörlere yıkılıyor olması, tek başına post-truth’un ne olduğu, ne anlama geldiği konusunda çok şey söylüyor.
Bu sirke mecbur muyuz?
Yakın dönemde ABD’de ‘öfkelilere’ dair yapılan bir belgesel ‘Circus’ adını taşıyordu. Teknik olarak post-truth tartışması da komplo teorileri de garip bir şekilde bu öfkelilerle çoğu zaman ilişkilendirilse de benim sirk anlayışım öfkeli işçilerle değil, daha ziyade usta siyasi manipülatörler ve kurt siyasal iletişimcilerin oluşturduğu ve sınıf-ötesi bir kapsama alanına sahip bu duruma dair. Yani sınırları belirsiz ve çoğunlukla çıkış kaynağı da belirlenemez bir ‘söylentinin’ bir grup tarafından gerçek olarak kabul edilmesi ve aksi resmi organlarca kanıtlanmış olsa bile söylemin tekrar ederek ‘kendini gerçekleştirmesinden’ daha büyük bir sirki tahayyül etmek dahi güç.
Bu sirke mecbur olmasak da bu sirkle mücadelenin şartlarını ve araçlarını henüz toparlayabilmiş değiliz. Teyit projelerinden yeni medya okur yazarlığı eğitimlerine kadar gidilmesi gereken uzun bir yol var. Ancak demokrasinin olmazsa olmazı olan, eşit konuşma hakkı ve propagandaya karşı yatay iletişim mekanizmaları bu tür dezenformasyona karşı en belirleyici araç olacak gibi görünüyor.