Söyleşi

Ragıp Duran: İktidar medyasının tersini yapmak yetmez

KONDA'nın son araştırmasına göre Türkiye'nin %22'si ana haber saatinde televizyon başında. Peki televizyonda ne oluyor?

Türkiye’de televizyon haberciliği bağlamında da, televizyondaki siyasi içerikler bağlamında da son 20 yılda büyük bir dönüşüm yaşandı. Televizyon, halkın geneline bakıldığında hâlâ en önemli haber alma aracı konumunda. Ancak hem medya sermayesinde hem de Türkiye siyasetinde yaşanan dalgalanmalar ve dönüşüm, medyayı da dönüştürdü.

90’lardan 2010’lara uzanan kimi habercilik ekolleri ölümden hastalığa, küskünlükten suskunluğa gömülmeye varan farklı nedenlerle ortadan kayboldu ya da kenara çekildi. Ortalık ise, moderasyon formatı olarak tanımlanan ve sürekli olarak insanların konuştuğu ama bilgi akışının minimize edildiği programlara ya da anchor’ların sürüklediği çoğunlukla siyasal kutuplaşmadan yararlanan yapımlara kaldı.

Ancak, hâlâ Medyascope, Artı TV, Tele 1 ve Webiz gibi farklı şeyler deneyenler, farklı bir doğruyu arama uğraşında olanlar var. Artigercek.com, Express ve birçok farklı mecrada ürettikleriyle uzun süredir medya ve siyaset üzerine kafa yoran Ragıp Duran‘la, kendisinin de ekranlarında olduğu Artı TV’yi ve alternatif yayıncılık deneyimlerinin ne yapması gerektiğini konuştuk.

Türkiye televizyonunda haber kültürünün, 2000’lerde ayyuka çıkan moderasyon programı kültürüyle değiştiği söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu tarz programlar gazeteciliğin işleviyle ne kadar uyumlu?

Moderasyon programı denilerek, ekranda bir moderatörün en az iki ya da daha fazla katılımcı ile gerçekleştirdiği tartışma programları kastediliyorsa teori, tanım, işlev açısından aslında bir sorun yok. Ne var ki bu tür programların haber kültürünün esasını/anasını oluşturması ve uygulaması konusunda evet çok sorun var.
Haber kültürü, ekranda esas olarak haberin olduğu yerden (görsel), muhabirin bilgi katkılarıyla (ses+yazı), editörün de denetim, düzenleme ve bağlama oturtmasıyla oluşturulan haber bültenleri ya da haber programlarıyla oluşabilir/gelişebilir. Somut ve ayrıntılı bilgi olmadan tartışan hatta bazen kavga eden kişilerle oluşturulamaz. Üstelik söz konusu kişilerin konunun uzmanı olmadığını da hesaba katarsak, bu tür moderasyon programları, bilgi olmadan fikir/kanaat oluşturmaya çalışan bir platform haline gelir, nitekim de geliyor. Haberden kopuk olarak kutuplaşmayı hızlandıran/derinleştiren bir işlev kazanıyor bu format.
Moderatörün konuya hâkim olamadığı gibi konukların da çoğu zaman iktidar yanlısı aynı kişiler olması, formatı tanım, amaç ve işlevinden tamamen kopartıyor.

Ragıp Duran

Türkiye’de yaygın medyanın bir zamanlar mesela Siyaset Meydanı programında, konukların ya da uzmanların saatlerce “tartıştığı” programlar yayınladığını unutmayalım. Genel izleyicinin bilgiden çok fikriyata önem verdiğini, tartışmadan çok maç ruhuna uygun formatları benimsediğini düşünürsek, sabahlara kadar ekran başından ayrılmadığını hatırlayabiliriz.
Düzgün bir habercilik kültürü olsa, haberde veremediklerimizi, haberde derinleştiremediklerimizi, haberde özellikle de yorumlayıp değerlendiremediklerimizi, moderatör formatıyla tamamlamak mümkün olabilirdi. Ama Türkiye uygulamasında hem doğru dürüst habercilik anlayışı yok, hem de bu eksik ve yanlış haberciliği sözümona tamamlayabilecek moderatör formatı tanım, amaç ve işlevine uygun bir şekilde üretilmiyor.

Sizin de bir parçası olduğunuz Artı TV deneyimiyi de göz önüne alarak, bu moderasyon formatının alternatif denebilecek medya kuruluşlarında da hâkim olmasını neye bağlıyorsunuz? Bu yalnızca video haber prodüksiyonunun masraflılığıyla mı ilgili, yoksa Türkiye’de TV gazeteciliği ve genel gazetecilik pratiğinin yoruma dayanması mı mesele?

ArtıTV ve diğer bağımsız TV kanallarının da moderatör formatını benimsemiş olmasının sizin de belirttiğiniz iki nedeni olsa gerek: Hem maliyeti daha ucuz hem de yaygın bir pratik olduğu için ayrıca da popüler bir tarz olduğu için benimsendiğini sanıyorum. Ayrıca 24 saat haber kanallarının kaçınılmaz olarak bu sürenin en fazla üçte birlik bir kuşağını yayınlanan haberlerin uzmanlarca ya da farklı siyasi görüşteki konuklarla değerlendirmesine ve yorumlamasına ayırması doğal, hatta gerekli.
Biz de, Artı TV’de, bu formatı, mümkün olduğu kadar, kadro ve teknolojik olanaklarımız el verdiği kadar, haber bültenlerini tamamlamak amacıyla değerlendirmeye çalışıyoruz. Ayrıca, özel olarak son referandum ve seçim kampanyası dönemlerinde, bizim yayın politikamızla tam olarak uyuşmayan görüş ve kişilere ekranlarımızı açmak için kullandığımız bir mecra/yöntem oldu.
Mitingler, seçim çalışmaları, açıklamaların yoğun olduğu söz konusu dönemlerde, haberi canlı bağlantılarda brüt olarak verirken, çoğu zaman hemen ardından, ya da akşam haber bülteninden sonra, tartışma programlarında, bir yandan günün tüm gelişmelerini toparlayıp sunmak, bir yandan da gelişmelerin farklı bakış açılarıyla değerlendirmesini yapmak için moderasyon programları uygun platformlardı. Bu tür programları ‘’konuşan kafalar’’ formatından kurtarmak için de, tartışılan konuya ilişkin VTR’ler ya da canlı bağlantılarla izlenebilir hale getirmek için çaba sarfettik. Formülün, aslında ‘’iyi haber/zengin yorum’’ olması gerekir. Türk egemen medyasındaki uygulama ise ‘’iktidar yanlısı bol haber/yorumla propaganda’’ olarak özetlenebilir.

Sizce güncel yankı odaları tartışması bağlamında, Artı TV, Medyascope, Webiz ve Tele 1 gibi bağımsız denebilecek deneyimlerin geniş kitlelere uzanma potansiyeli nedir? Böyle bir ihtimal var mı?

Yankı odası ve etkileri uygulaması aslında televizyon ekranlarından çok bilgisayar ekranlarında yani kitlesel bir medya aracından çok kişisel olarak kullandığımız medya olan bilgisayar ekranında bir başka deyişle sosyal medyada hayat bulan bir uygulama. Yine de amiyane tabirle ‘’Sen ben bizim oğlan yayıncılığı’’ ya da Çetin Altan’ın deyişiyle ‘’Türkün Türke propagandası’’ olarak nitelenen uygulamada, hakiki gerçek ile sanal gerçek arasındaki rekabet hatta kavga gündeme geliyor.
Artı TV’nin yayınlarına sınırlı ölçüde katıldığım için söyleyeceklerim sadece Artı TV için geçerli olabilir. Amacımız mümkün olan en geniş izleyici kitlesine ulaşmak olduğu için bunu sağlayabilecek iki unsur/şart teknolojik olanaklar ve içerik idi. Ben işin içerik kısmı ile ilgilendiğim için özellikle demin sözünü ettiğim referandum ve seçim kampanyaları dönemlerinde, hiçbir ayrım yapmaksızın oylamaya katılan tüm siyasi yapılara, kişilere ve görüşlere ekranlarımızı açmayı ilke olarak benimsedik. Tüm siyasi kutuplara ve adaylara önyargısız ve eşit uzaklıkta durmalıydık ve bu görüşlere mümkün olduğunca eşit süre vermeliydik. İrademiz dâhilinde olan vakalarda bunu başarmaya çalıştık. Bu arada sesi duyulmayanlar ya da az duyulanlar için pozitif ayrımcılık yapmanın doğru olduğunu düşünüyorduk ve uyguladık. Temel şiarımız ‘’Barış ve Demokrasi’’ olduğu için bu ilkeye açıkça karşı çıkan bir akıma, haber değeri olmadığı sürece hiç yer vermedik.
İlginçtir, Türkiye’deki ‘Tek Medya’ kısırlığından bunalmış muhalif izleyicilerin önemli bir kısmı, bizi gerek iktidar sözcülerine gerekse ana muhalefet partisine ‘’çok fazla yer vermekle’’ itham etti. ‘’Bunlar zaten egemen medyada bol bol konuşup propaganda yapıyorlar. Bunları bir de sizin kanalda görmek istemiyoruz’’ şeklinde şikâyetler aldık. İzleyici tepkisini ciddiye almakla birlikte, habercilik ilkelerimiz gereği biz tutumumuzu değiştirmedik.

Artı TV’de yayınlanan Odak isimli programdan bir kare.

Yankı odası etkisi yaratmamak gibi, tabii ki bir tedbirimiz vardı ama daha önemlisi siyasi kriter ayrımı yapmadan en geniş izleyici kitlesine ulaşma ihtiyacımız ve görevimiz vardı. Bunun yanısıra mevcut gerçek durumu, hoşumuza gitmese de, yansıtmak zorundaydık. Youtube dışında ciddi bir reyting değerlendirme ölçütümüz olmadığı için bu yayın politikasının izleyici kitlesi tarafından ne kadar ve nasıl karşılandığı konusunda ne yazık ki bir fikrimiz olamadı. Ama herhangi bir TV kanalı, genel yayın politikasını esas olarak ve münhasıran izleyicinin isteği ya da kendi siyasi-ideolojik tercihleri üzerine kuramaz. Bağımsız medyanın en geniş izleyici/okur/dinleyici kitlesine ulaşabilmesi için, mevcut olumsuz habercilik/gazetecilik kültürünün büyük ölçüde yıkılması ve eşzamanlı olarak çoksesli, somut, derin, inandırıcı/güvenilir, kamu çıkarını kollayan, özgürlükçü bir habercilik politikası oluşturması ve uygulaması gerekiyor. Kolay bir iş değil. Üstelik ortalama yurttaşın TV izlerken yeni bilgi ve görüş öğrenmektense, kendi siyasi-ideolojik tercihlerini doğrulayan haber ve yorumlar peşinde olduğu bilinmeyen bir gerçek değil. Bu açıdan da bakınca bağımsız medyanın işinin ne kadar zor ve karmaşık olduğu ortaya çıkıyor.  

Bir yandan Fox TV’nin, aslında Metin Uca’nın sabah programlarından vs. alışkın olduğumuz, bazen Amerikan Late Night Show’lardakileri andıran monologları da içeren programlarına bir yandan da alternatif deneyimlere baktığımızda, bambaşka bir dil görüyoruz. Alternatif medyanın dilinin ve içeriği sunduğu formun toplumun geneli için sıkıcı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Batı TV’lerindeki şov programları ile bizdeki haber temelli programlar ve oradaki monologlar farklı yapılarda. Ama diğer alanlarda olduğu gibi medyada özel olarak da TV’de, bağımsız olabilmek için iktidara bağımlı olanların yaptıklarının sadece içeriğini ters çevirmek yeterli değil. Biçim ve içerik bir bütün. Bazı içerikler ancak bazı tür biçimlerde en iyi şekilde ifade edilebilir/aktarılabilir/yansıtılabilir.
Doğu toplumlarında masal anlatıcıları ve sözlü aktarımların ne kadar yaygın ve önemli olduğunu biliyoruz. Ayrıca yine bizde ve genel olarak doğu toplumlarında/kültüründe var olan ‘’Büyüklerimiz bilir’’ (Bunu TV dünyasında uzmanlar bilir, olarak tercüme edebilirsiniz) anlayışı, kimi gazeteci/televizyoncuların nutuk atma merakı ya da kendini gazeteci değil de kamuoyu oluşturucusu olarak görmeleri, monolog formatını yaygınlaştırıyor. Ertuğrul Özkök bir aralar ‘’Tanrı Gazeteci’’den bile sözetmişti. Ekranda monolog bir de uzarsa, ana dili görsellik olan TV’de, küçük dikdörtgen camda sesli bir leke olarak görünebilir.
Bizde habercilik gelenek olarak yazılı basından geldiği için, radyoculuk kültürümüz de pek gelişkin olmadığı için, ekran hala bir nutuk kürsüsü bazen de bir gazete sayfası şeklinde tezahür edebiliyor.
Ufuk Güldemir’in vakti zamanında Amerikan ‘’Trash TV’lerinden’’ kopya çekip uyguladığı diyalog show da vardı ki bugün bir kanalda devam ediyor: Hacivat’la Karagöz’ün “televizüel” versiyonu.
Monolog ağırlıklı program, hatta sadece sekans dememiz gerekebilir, ancak görselliğin zayıf ya da yetersiz kaldığı alanlarda, maharetli bir şekilde devreye girerse, ekranda rahatsızlık yaratmayabilir. Gerçi sonuç olarak tayin edici olan biçim değildir, büyük bir ihtimalle tek başına içerik de değildir. Uygun içeriği uygun biçimde sunmaktır.   

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten