Yorum

Real time marketing: Lütfen herkes markamızı sevebilir mi?

Real time marketing, nâm-ı diğer ‘gerçek zamanlı pazarlama’, sosyal medyanın yoğun olarak kullanıldığı bu garip çağda, markaların görünürlük/bilinirlik adı altında bizi genellikle üzdüğü/utandırdığı bir pazarlama yöntemi. Almanların karmaşık bir ruh halini tek kelimeyle anlatan müthiş tanımları var ya, Fremdschämen diyorlar bu üzme/utandırma durumuna. ‘Bir başkasının adına, onun hal, tavır ve davranışlarından ötürü utanç duymak.’

Çağımız garip. Her şey çok hızlı ilerliyor. En son, laboratuvar ortamında bir bakteri türünün hareket –ya da ‘hayatta kalma’- algoritmasıyla yapay organ üretme projesini gördüğümde benden bu kadar dedim. Muhtemelen bizden önceki nesillerde de benzer ‘benden bu kadar’ histerileri vardı. Ama sanırım bizim kadar sık yaşamıyorlardı bunu. Muhtemelen internet ve sosyal medya devrimiyle beraber bilgi dolaşımının inanılmaz boyutlara ulaşması bu histeri frekansını belirliyor.

Türkiye, sosyal medya kullanımı konusunda epey gelişmiş bir ülke. Sokaktaki sosyal alanların sınırlı olmasıyla alakalı olsa gerek, internete erişimi olan insanların %90’dan fazlası sosyal medya kullanıcısı. Google’ın Consumer Baromater’ına göre bu konuda dünya birincisiyiz. Bunun yanında sosyal medyada geçirilen zaman da diğer ülkelere nazaran epey yüksek. Bu durum, markalar açısından tüketicileri ile iletişime geçebilmek için büyük bir fırsat. Fakat iletişimin niteliği konusunda ciddi problemlerin olduğu aşikâr.

Markaların sosyal medya üzerinden müşterilerle iletişime geçme faaliyeti birkaç ana yöntemle gerçekleşiyor desek hata etmiş olmayız herhalde. İlki, markaların sosyal medya hesapları üzerinden içerik paylaşarak kendisini takip edenlere yahut sponsorlu reklamlar aracılığıyla kendisine uygun gördüğü hedef kitleye içeriklerini göstermesi. İkincisi, mikrositeler/app’ler vs. aracılığıyla müşterilerine belli ödüller vadederek, onların marka için kendi sosyal medya hesaplarında bir şeyler yapmasını/paylaşmasını istemesi. Üçüncüsü ise, sosyal medya kullanıcılarının ürettikleri içerikler ile belirlediği gündemlere, markaların da içerik üreterek girmeye çalışması. Bu yazının konusu olan real time marketing bu.

Soru: Bir bardak demli çay ile güneş tutulması arasında nasıl bir bağ vardır?
Cevap: Real time marketing!

image

imageimage

Bu örnekler, 2 sene önceki güneş tutulması zamanından. Bunlar gibi yüzlerce örnek var. Fremdschämen hissiyatını uzatmamak için daha fazla örnek vermeye gerek yok. Zira hakikaten fikri bulan, görseli hazırlayan, onaylayan, paylaşan adına insan utanç duyuyor. Peki bunu yapan insanlar bu kadar vizyonsuz, iş bilmez kimseler mi? Muhtemelen değil. Sorun biraz daha yapısal.

Marka, sosyal medya yönetimi için bir ajansla anlaşıyor ve ajansa her ay belli bir miktar para veriyor. Sonrasında, markada çalışan pazarlamacılar, tüm makale başlıkları, ‘Sitenizin trafiğini artıracak 42 ipucu’, ‘Sosyal medya etkileşiminizi uçuracak 9 yöntem’ gibi net sayı veren pazarlama bloglarını okuyor. Ve bu makalelerdeki case study’lerde görüyorlar ki bu yöntemler işe yarıyor. Diyorlar ki, “biz sonuçları analiz ettik, biz de real time marketing yapalım.” Mars’a inen NASA aracı ile bir kangal sucuğun ne alakası var diyebilirsiniz. İşte bu blogları okuyanlar demiyor. Dünyanın en saçma içeriği ile 20 RT alıp, ay sonunda yöneticisine, “başganım sosyal medyayı salldık başganım” diyebilmek için, markanın uzun yıllar boyunca emek vererek oluşturduğu marka imajını harcıyorlar.

Bu vizyonsuzluğun yanında bütçe konusu da mühim elbette. “Bütçesiz nasıl bir şey yaparız?” fiks soru. Cevap da fiks aslında ama kimse söyleyemiyor: YAPAMAYIZ. Çünkü, iyi iş yapabilen ajans sayısı çok az. Dolayısıyla iş bir yerden sonra marka ve ajansın birbirini babalamasına dönüyor. Ajanslardaki müşteri temsilcilerinin ekseriyetle güzel hanımlardan seçilmesi de bu sebepten. Çünkü yapılan iş ölçülebilir olsa da rasyonel değil.

Velhasıl, bütçemiz yok diyen markaya, “o zaman bir şey yapamayız” diyemeyen ajans, 15 dakikada hazırlanmış dandik bir görsel ve açıklama ile real time marketing’e giriyor. Sonuç, çay bardağı ile güneş tutulmasına meydan okumanın ‘eğlenceli’ olabileceğine kendini inandırmış marka ve ajans çalışanları…

Hakan Karakurt

Hakan Karakurt, lisans eğitimini jeoloji mühendisliği alanında tamamladıktan sonra reklam ajanslarında çalışmaya başladı. Şu anda sosyal medya danışmanlığı vermektedir. Zaman zaman online dergilere ve bloglara sinema ve dijital medya konularında makaleler yazmaktadır.

Journo E-Bülten