Film

Rogue One: Star Wars hayranlarında ayrı bir yeri olacak

Rogue One ile ilgili yazmaya başlarken, uzunca bir süre monitöre baktım. Bir paragraf yazdım, sildim. Sonra başka bir paragraf yazdım, onu da sildim. Filme ilişkin cümlelerle mi girsem dedim olmadı, biraz insanın bilim kurguya merakına mı değineyim dedim o da olmadı. En sonunda Rogue One’ın bana hissettirdiklerini belli kalıplara sokmadan, ‘gelişine’ yazmaya karar verdim.

Star Wars neredeyse herkes için ayrı bir öykü barındırır içinde. Bir grup seriden nefret eder, bir grup ise filme zerre laf söyletmez. Bundan yıllar önce bu tartışma Star Trek mi Star Wars mu şeklinde hayat bulurdu. Ama şöyle bir gerçek var ki 1977’de çekilen New Hope’dan bu yana Star Wars dünyanın en çok konuşulan yapımlarından biri oldu. Pek çok filme, diziye konuk oldu, hakkında bir sürü kitap yazıldı, oyun çıkarıldı. Ucu bucağı olmayan bir endüstri tüm dünyaya yayıldı. Star Wars benim içinse hayal kurmaktı. Uzaya seyahat, başka gezegenlerde hayat ve benzeri konularda yepyeni bir ufuk açmıştı önümde. Çift güneşli bir gezegenin nasıl olacağını düşünüyordum mesela ya da Darth Vader’ın bir gün dünyaya gelip gelemeyeceğini… Küçüklük hayallerim gençliğimde daha farklı şekilde çıktı karşıma. Darth Vader’ı böyle yapan neydi, Palpatine nasıl bu kadar kötü olabilirdi, gibi sorular dönmeye başlamıştı kafamda. Okul sıralarında su şişelerine doğru elimi uzatarak onları havaya kaldırmaya çalışırdım. ‘Lightning’ deneyecek kadar kötü biri değildim ama en azından ‘force push’ yapabileceğimi tahayyül ederdim.

Geçen zamanlar yeni bir Star Wars serisini müjdeliyordu. Yeni bir üçleme çekilecekti ve Lucas yeniden kolları sıvamıştı. ‘Phantom Menace’, ‘Attack of the Clones’, ‘Revenge of the Sith’ geldi peş peşe. Başlangıç çok kötüydü. Jar Jar Binks isimli cıvık bir karakter, serinin diğer filmlerinden çok daha kötü oyunculuklar, Darth Maul’un karizması, Qui Gon Jin ve Obi-Wan gibi karakterleri ya da John Williams’ın ‘Duel of the Fates’ gibi harika bir bestesini fazlasıyla yok edecek düzeydeydi. Kalite gitgide arttı ve son film gerek politik atmosferi, gerek Obi-Wan–Anakin düellosu ile seriye muhteşem bir nokta koydu.

İkinci film ile dördüncü film arasında ne olacağını iyi biliyor ama bunun nasıl olacağını merak ediyorduk. Obi-Wan Kenobi’nin Mustafar gezegenindeki sahneleri sırasında sinemada ağladığımı hatırlarım. 2010’un ikinci yarısı ise yeni bir Star Wars üçlemesini müjdeliyordu. Çocukluk hayallerim, üniversite yıllarım derken, yetişkin yaşamımın da bir Star Wars serisi ile taçlanacağı müjdesi inanılmaz bir mutluluktu. Fakat büyük bir hayal kırıklığı ve izleyiciyi sömürme odaklı bir film ile karşılaştık. Umarım seri diğer filmlerde toparlanır diye düşünürken bir haber daha düştü önümüze. Bir ‘spin-off’ yani aynı evrende, başka bir öykü geleceği müjdelendi: Rogue One…

Rogue One’ın duyurulduğu ilk günden bu yana Star Wars hayranı herkes nasıl bir yapımla karşılaşacağını merak ediyordu. Bilimkurgu sevenlerin göz bebeği olan Star Wars’un, bir o yana bir bu yana çekilecek olması ihtimali izleyicide büyük kaygı uyandırıyordu. Ama sonuçta bir Star Wars filmi gelecekti ve bu iyi olmalıydı. Bu noktada belki araya küçük bir açıklama sıkıştırmam gerekecek; genişletilmiş evren ve orada anlatılan öyküler serinin hayranları için çok önemli ama ana akım bir film daha farklı değerlendirmeye muhtaç diye düşünüyorum. Zira bir önceki cümlem genişletilmiş evreni bir kenara koyarak ele alınmış bir bakış açısını kapsıyor.

Filmin fragmanı yayınlandıktan sonra, merakım beklentiye dönüştü. Çünkü daha karanlık ve daha katmanlı bir öykü geliyor gibiydi. Gerçi Disney’in seriyi devralması, son yıllarda gittikçe büyüyen ticari pazar ve seri için bir felaket olan Phantom Menace ve daha da kötüsü Force Awakens gibi yapımlar, büyünün bozulacağına ilişkin bir önyargıyı da beraberinde getiriyordu.

Filmin gösterime girdiği gün, tepkiler şaşırtıcıydı. Bazı arkadaşlarımın filmin ağlatacak kadar duygusal ve iyi olduğunu söylemesi heyecanımı zirveye çıkardı. Günü zar zor bitirdim ve filmi izlemeye gittim. Geleneksel Star Wars introsunun olmamasını zerre önemsemiyordum. Death Star’ın planlarının çalınması nasıl anlatılacaktı, neler olacaktı ve içinde Luke’un, Obi Wan’ın olmadığı bir Star Wars filmi beni nasıl ağlatacaktı? Tek merak ettiğim buydu. İşte bu halde başladı her şey…

Rogue One: Force Awakens’dan yüzlerce kat iyi

Filmin yönetmen koltuğunda Gareth Edwards oturuyor. Genç yönetmenin filmografisinde Monster ve Godzilla gibi yapımlar var. Monsters ile Bafta’da en iyi çıkış yapan yönetmen ödülüne aday olan Edwards’ın (2014’te çektiği Godzilla büyük bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da) Rogue One için kesinlikle biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Hatta filmin kadrosunda gördüğünüz neredeyse herkes Rogue One’daki rolünü beklemiş gibi kariyeri boyunca. Felicity Jones örneğin, bir evrene bu kadar mı yakışır bir kadın. Rogue One serisinin ana karakteri Jyn’in her duygusunu, her halini ayrı bir güzellikle yansıtıyor. Diego Luna’nın Cassian Andor’u örneğin. Sanki 1977’de çekilmiş New Hope’da da oynuyordu. O zamanın dokusundan, o zamanın ruhundan bir karakter. Droid’siz Star Wars olur mu, olmaz. Bu serinin droidi ise K-2SO ismine sahip bir imparatorluk robotu. Yazılımı değiştirilip asilerin safına katılan droid, filmin en eğleneceli karakteri. Üstelik bunu çok zekice bir mizahla filme yerleştirmeleri de ayrı bir maharet. Chirrut İmwe, Saw Gerrera ya da diğerleri; hepsi Star Wars evreninin zenginliğini ve güzelliğini birer birer dev bir şekilde yansıtıyor beyaz perdeye… Bir de ayrıca hakkı teslim edilmesi gereken bir iki kişi var ki bu serinin en iyi oyunculuklarını sergiliyor. Birisi Mads Mikkelsen’in Galen Erso karakteri diğeri de, Forest Whitaker’ın Saw Gerrera’sı. İkisi de Star Wars evreninin en güçlü tiplemeleri arasına bu film sayesinde katılıyor desem yanlış olmaz.

Film, eski serinin önemli karakterlerinden Mon Montha’nın bahsettiği bir öyküyü konu alıyor. Seriyi izleyenlerin hatırlayacağı gibi, tüm gezegenleri yok edecek büyük bir silah olan Death Star’ın yok edilmesi ile ilgili adımların tartışıldığı Asi toplantısında Ölüm Yıldızı’nın planlarının çalınışına bir atıfta bulunulur. Film kendine özgü karakterleri ile bu hikâyeyi anlatıyor ve bunu yaparken de son dönem Star Wars filmlerinden başka bir yol çiziyor kendisine.

Gelelim bu filmle ilgili en önemli noktaya. Rogue One anlattığı hikâyesiyle, karakterleriyle, savaş sahneleriyle son dönem üçlemesinden fersah fersah kaliteli, Force Awakens’dan yüzlerce kat daha iyi bir Star Wars filmi olmuş. Evet bu filmde jedi düelloları yok, evet Obi-Wan Kenobi yok, evet Tatooine yok. Ama merak etmeyin, fazlasıyla Star Wars var. Kendine has esprileri, inanılmaz duygusal anlatımı, ilk dakikasından itibaren yüksek tuttuğu gerilim dozu, hayata geçirdiği yeni gezegenleri ve Force Awakens gibi saçma bir nostalji sevdasına sahip olmadan diğer filmlerle kurduğu bağları ile Star Wars filmleri arasında çok önemli bir konumu ele geçiriyor. Elbette fragmanı izleyince şunu düşünüyor olabilirsiniz, Darth Vader’ı filme yerleştirerek hislerle oynamaya çalışıyorlar. Kültür endüstrisi bir ürün için aksini söylemek safdilliktir ama Darth Vader, filmin yine en önemli figürü ve sinemanın karizmatik kötülerinden biri olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Film, diğer Star Wars yapımlarına göre farklı olan bazı noktalara da değinmeyi atlamıyor. Asilerin karar alma mekanizması, bürokratik sorunları ve kendi içindeki tandanslarına da ufak dokunuşlar yapıyor. Bildiğimiz rebeller yerine daha radikal çizgide bir grup olduğunu film evreninde bu yapımla görüyoruz. Ayrıca İmparatorluğun faşizan politikaları Jedha örneğiyle birlikte biraz daha belirgin bir hale getiriliyor. Phantom Menace ile Tatooine’de pod yarışları sayesinde halka ilişkin bazı fikirler ediniyorduk ama bu sefer içi doldurulmuş bir kent görüyoruz. Jediler’in ışın kılıcı kristallerinin ana kaynaklarından olan ve çok önemli bir tarihi dokuyu içinde barındıran şehir; filmde viraneye dönüşmüş halde karşımıza çıkıyor. Yavin savaşının etkileri arasında ezilen halkın imparatorluk karşısındaki hali filme çok daha derin bir hava katıyor. Bu arada Jedha’nın Osmanlı Mimarisi’nden esinlenerek tasarlandığı ve Mekke ve Kudüs’ün şehrin üretilmesine ilham kaynağı olduğunu da hatırlatmadan geçmeyelim.

Rogue One bence gerçek bir başyapıt. Eski filmlerle olan bağlantıları, her an artan gerilimi ve her anına farklı sürprizleri sıkıştırması nedeniyle eminim ki Star Wars hayranları için çok ayrı bir yere sahip olacak. İçinde Obi Wan Kenobi ya da Luke Skywalker’ın olmadığı bir Star Wars filmi bir değil, birkaç defa beni ağlama noktasına getirirken, zaman zaman ayağa kalkıp çığlıklar atma isteği doğurdu.

Rogue One -şaşırtıcı finalini de işin içine katarsak- seriyi ilk izlediğimdeki heyecanı yaşattı.

Etiketler

Emre Saklıca

Basın emekçisi, program yapım ve sunucusu. Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Mezunu, halen İletişim Fakültesi'nde doktora öğrencisi. Teknoloji, kültür sanat alanında yazılar yazmaktadır.

Journo E-Bülten