1- İsim: Belli işte, sanat filmi – gişe filmi
Bir yapıtın gişe filmi mi yoksa sanat filmi mi olacağı daha proje aşamasındayken belli olur. Gişe filmi için yola çıkan yapımcı daha önce büyük hasılat yapmış filmleri önüne koyar ve onlara benzer bir şey yapmak için harekete geçer. Sanat filmi için senaryo başına geçen yönetmen ise, daha önce yapılmamış olanı yapma iddiasındadır. Gişe filmini yapanlar yılın hangi ayının seyirci için uygun olduğunu ince ince hesaplar, tanıtım için büyük bütçeleri vardır, popüler oyuncular seçmeye çalışır, mümkün olduğu kadar çok salonda vizyona girmek ister. Sanat filminin yapımcısı vizyona girebilmek için dağıtımcılar hangi zamanı uygun bulursa ona razı olur. Çoğu zaman kafasındaki oyuncu dizide rol aldığı ya da parası yetmediği için bulabildiği oyuncuyu oynatmak zorunda kalır. Tanıtımı medyadaki eş dost üzerinden gerçekleştirir. Filmin gösterileceği salon adedi ise umduğunu değil, bulduğunu kabul etmek şeklinde gerçekleşir.
2- Klişe: Biri eğlendirir, öteki düşündürür
Bakın, gişe filmi-sanat filmi ayrımına dair en büyük klişe, birinin eğlendirdiği öbürünün düşündürdüğü şeklindedir. Seyirci nedendir bilinmez böyle bir önyargıyla gider salonlara ya da gitmez. Evet, temel olarak melodram hariç gişe filmlerinin eğlendirme amacıyla çekildiği varsayılır ama çoğu zaman eğlenemezsiniz. Çünkü zor iştir insanları eğlendirmek. Sanat filmlerinin işi de düşündürmek değildir ayrıca. Sanat filmlerinin insanın ruhunu daralttığı rivayet edilir, sorarım size ‘Babam ve Oğlum’ kadar insana kendisini kötü hissettiren film çekildi mi dünyada. Gişeyse gişe! Ayrıca sanat filmleri de eğlenceli olabilir. Woody Allen komik yani.
3- Aşk: Birinin bittiği yerde ötekisi başlar
Aşk hikâyesi anlatan gişe filminde akış bellidir. Bir adam ve bir kadın tanışırlar. Hızla aşık olurlar. Sonra araya kara kedi girer ve ayrılırlar. İkisi de mutluluğu dışarda bulamaz, birbirini unutamaz. Yanlış anlaşılmalar giderilir ve tekrar birlikte olurlar. Mümkünse de evlilikle biter. Sanat filmi gişe filminin bittiği yerden başlar. Yani evlilik anından. Çiftimiz daha evlenirken o kadar mutlu değildir. Ondan sonrası evliliğin sıradanlığı, aile kurumunun leşliği, tek eşliliğin sıkıntıları, geçmişin suçluluk duygusu, cinselliğin sıradanlığı… Anlayacağınız sanat filminde ‘mutlu aşk yoktur’. Ama gişe filmleri bizi ısrarla buna inandırmaya çalışır. Toplamda ikisi de doğrudur!
4- Renk: Abartılı aydınlık, kasvetli karanlık
Ortalama bir sinema seyircisini ‘sanat’ filmlerine dair en sert eleştirisi “Aman bir kasvet bir kasvet” şeklindedir. Sanki 12 ay günlük güneşlik havalarda yaşıyormuşuz, evimizin içi ‘kaçaksaray’ gibi aydınlatılıyormuş da, bunu sinemada göremeyince daralma halleri. Gişe filmi yapımcıları ve yönetmenleri bunu bildiği için film gece ormanda da geçse ortalık apaydınlıktır. Öyle bir ay ışığı yaparlar ki, farları açmadan araba kullanabilirsiniz o ormanda. Başroldeki adamın jöleli saçları, güzel kızımızın makyajlı dudakları parıldamalıdır çünkü. Hoş bazı sanat fillerinin de sürekli bir sonbahar halinde olduğunu, kasvetten kafayı kaldıramadığınızı söylemek gerek. Filmde dört mevsim geçer ama hava hiç aydınlık olmaz.
5- Hareket: Nereye yetişiyorsun, bir dur düşün önce
Yüz elli dakikalık, bitmek bilmeyen sıkıcı sahnelerle dolu dizilerin başından ayrılmayan yurdum izleyicisi, mesele sinemaya geldiğinde durağanlıktan hiç hoşlanmaz. Onun için macera sürekli devam etmeli, kahraman bir oraya bir buraya koşturmalı, diyaloglar su gibi akıp gitmelidir. Bunu bilen gişe filmi yaratıcıları da hızlı kurgu ile meseleyi çözmeye çalışırlar. Hatta bunu bazen öylesine abartırlar ki, 30 saniyeyi bulmayan planlardan kurulu filmler bile izleriz. Ama sanat filmi öyle mi? Kamera sabit durur ve 350 metre öteden çayırların arasında salına salına gelen yaşlı bir teyze görürüz. Teyze yaşlı tabii, o mesafeyi 15 dakikada alır. Biz de bakarız öyle perdeye. “Yönetmen acaba burada bize ne anlatıyor?” Tamam, bu sahne biraz abartı. Ama hayat da gişe filmlerindeki kadar hızlı akmaz. “Filmdeki karakter kanepede oturup beş dakika boyunca hiçbir şey yapmadan televizyona baktı.” E, bu eleştiri mi şimdi? Arkadaşım sen günde beş saat yapıyorsun o işi. Bak ne kadar sıkıcı bir hayatın var diye koydu onu yönetmen oraya.
6- Bütçe: Bir gişe filmi, kaç sanat filmi eder?
Malum sinema pahalı bir uğraş. Bakmayın siz ‘Dijitalleşme geldi film maliyetleri’ azaldı safsatasına. İyi film, iyi ekiplerle, sağlam bir teknik düzenlemeyle ve işinin uzmanı bir post prodüksiyon şirketiyle yapılır. Bütün bunlar da para demektir. Bir filme çok para saçılması iyi olacağı anlamı gelmez ama ‘Kelebeğin Rüyası’ gibi iyi bir filmi de ucuza çıkartamazsınız. Ama Kelebeğin Rüyası’nın bütçesi ile muhtemelen beş-altı tane ‘Sivas’ filmi çekebilirsiniz. Hele hele Hollywood söz konusu olduğunda bütçeler dudak uçuklatır. Ama orada da farklar büyüktür. Misal son Bond filmi ‘Spectre’nin bütçesi 245 milyon dolarcık. Kendince ‘sanat’ yapmaya çalışan ‘Crimson Peak’ ise 55 milyon dolara mal olmuş. Hoş bu filmin bütçesi bile Türkiye’de çekilen bütün filmlerin bütçesinden fazla ya. Yani mesele para olduğunda ortada adil bir yarış yok.
7- Karakter: Sevsek mi, nefret mi etsek?
Film dediğimiz şey, bize bir ya da birkaç karakterin hikâyesini anlatır. Mesele o karaktere karşı neler hissedeceğimizdir. Gişe filmleri mümkün olduğu kadar karakterle özdeşleşmemizi ve aynı duyguları hissetmemizi amaçlar. ‘Özel Bir Kadın’da Julia Roberts üzüldüğünde bizim de üzülmemiz, ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ı izlerken “Ay çocuğun başına bir şey gelecek kesin” diye heyecan yapmamız beklenir. Haklarını yemeyelim, en soğukkanlı sinefilin bile vasat bir Amerikan filminde gözü dolmuşluğu vardır. Oysa sanat filmi bunlara takmaz. Mesela ‘Kış Uykusu’nda Aydın karakteri hakkında ne düşünsek bir türlü bilemeyiz. Zeki Demirkubuz’un ‘Bulantı’sındaki Ahmet’ten ise tiksinti gelir. Yani gişe filmleri aslında olmadığımız ama olmak istediğimiz insanı gösterir, sanat filmleri olduğumuzu. O yüzden izlerken sıkıntı gelir. İnsanın kendini seyretmesi zor.
8- Süre: Hikâye ne kadar isterse, seyirci ne kadar izlerse
Ön hazırlık bitti, sete girildi ve bütün film çeşitli açılardan çekilip diske kaydedildi. Şimdi asıl sorun başlıyor. Film kaç dakika olacaktır. Burada gişe filmi için kriter ‘seyircinin sıkılmaması’dır. Dolayısıyla temposu bir an bile düşmeden finale kadar gelmelidir. Ortalama komedi ve dramalar 90 ila 120 dakika arasındadır. Ama elinizin altında ‘The Avengers’ gibi bir senaryo ve 300 milyon dolar varsa 150 dakikadan aşağısı sizi kurtarmaz. Seyirci de zaten saniyede değişen aksiyona kendisini öylesine kaptırır ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Dolayısıyla mantık hataları, senaryo tutarsızlıklarını düşünmeye vakit de kalmaz. Ama sanat filmi öyle mi? Hiç açık vermemeniz lazım. O yüzden temel hareket mottosu ‘hikayenin gerektirdiği kadar’dır. Hoş, çoğu zaman filmleri izledikten sonra “Aslında hikaye bu kadar da gerektirmiyormuş. Yirmi dakika daha kısa olsa fena olmazdı” diye düşünürüz ama yaratıcının bizim anlamadığımız bir numarası daha vardır bu uzunlukta. Bir de tabii uzun olsa da dolu dolu geçen sanat filmleri vardır. ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filminin 157 dakika olduğuna kim inanır.
9- Cinsellik: Rolün gerektirdiği kadar, seyirciye göre
Gişe filmi, adı üstünde çok seyirci gelmeli. Çok seyirci ne demektir ‘ailece izlenebilen’ demektir. O zaman belli hassasiyetleriniz olmalı. Misal, karakterler öpüşebilirler, sarılabilirler ama zinhar sevişemezler. Belki öyle öpüşüp yatağa yuvarlandıklarını falan gösterebilirsiniz ama seyirciye meme, kalça göstermek ‘aileye’ ters. O yüzden gişe filminde cinsellik denildiğinde temel belirleyici seyircidir. Manitasıyla sinemaya gitmiş delikanlıyı salonun ortasında arıza çıkarmak zorunda bırakmanın alemi yok. Ama sanat sineması öyle mi? “Rol ne gerektiriyorsa onu yapar” oyuncu. Misal, bütün Hollywood kariyeri boyunca elbisesini asla çıkarmayan Kirsten Dunst, mesele sanat olduğunda Lars von Trier’in ‘Melankoli’ filmi için rolünün gereğini yapmıştı. Halle Berry’nin ‘Kod Adı Kılıçbalığı’ filminde göğüslerini göstermek için 500 bin dolar fazladan para aldığı rivayet edilir. Oysa güzel oyuncu ‘Kesişen Yollar’daki sevişme sahnesi için böyle bir ücret talep etmedi. Karşılığı Oscar ödülü oldu tabii ki.
10- Seyirci: Recep İvedik’i bilmeyenler, beşikte Bergman seyredenler
İş seyirciye gelince herkes ‘sanat sineması’ hayranıdır. Siz hiç etrafınızda ‘Recep İvedik’ izlemek için sinemaya gittiğini söyleyen birini gördünüz mü? Hiç kimse gitmemiştir ama film 7 milyon seyirci yapar. Zeki Demirkubuz sinemasına herkes hâkimdir ama son filminin seyirci sayısı 20 bini bile bulmamıştı bu yazı yazılırken. Sanat sineması izleyicisi ise popüler sinemadan hiç anlamaz. O doğduğunda annesi onu televizyonun karşısına oturtup Bergman, Antonioni, Godard filmleriyle eğlendirirmiş. Daha üç yaşındayken bir gün televizyonda ‘Yıldız Savaşları’nı izleyen babasına dönüp, “Emperyalizmin tuzağına düşüyorsun” demiş.
Özetle birbirimizi kandırmayalım. Popüler sinemayı da, sanat sinemasını da seviyoruz. Bize iyi filmlerle gelin!