Analiz Haber

Sendikaların sessiz yükselişi: Üç yılda yüzde 50

1 Mayıs 2010. İşçiler bayramlarını 32 yıl sonra Taksim'de kutluyor.

Türkiye’de sendikalı çalışan sayısı son üç yılda yüzde 50 arttı. 2013’te 1 milyon kişi sendika üyesiyken 2016 sonu itibariyle bu rakam artık 1 buçuk milyon. Bu durum ‘sendikalar ölüyor’ şeklindeki yaygın kanıya tamamen ters. Peki nasıl oluyor da bu yükseliş kimsenin ilgisini çekmiyor? Bir dip dalgasıyla mı karşı karşıyayız? Yoksa olan biten sadece kağıt üstünde mi?

2012 çalışanlar ve sendikaları için kritik bir yıldı. E-devlet ile üyelik sistemine geçildi, sendikaların üye hesaplama yöntemi değiştirildi, işçi sayılarında Sosyal Güvenlik Kurumu verileri esas alınmaya başlandı. Sendika üyeliğinde notere gitmeye gerek kalmaması ve e-devlet sisteminin pratikliğini fırsat bilen çalışan örgütleri hızla üye kazanmaya başladı. Böylece aşağıdaki tablo ortaya çıktı:

Temmuz 2016’daki gerileme, darbe girişiminin ardından Aksiyon-İş’e bağlı sendikaların kapatılması nedeniyle. Bu sendikalar kapatılmamış olsaydı Temmuz’da da 15 bin kişilik bir artış olacaktı. (Kaynak: ÇSGB)

2013, 2014 ve 2015 yıllarında hızlı esen sendika rüzgârı her sektörü aynı oranda etkilemedi elbette.

Gelinen noktada inşaat (2,6), turizm (3,4), büro (4,9) ve medya-matbaa (5,9) işkolları en düşük sendikalaşma oranıyla ülke ortalamasının (11,5) çok altında iken, imalat sanayiinde ve kamu ağırlıklı işkollarında sendikalılık, ortalamanın epey üzerinde seyrediyor.

(Kaynak: ÇSGB, Temmuz 2016 İstatistikleri)

Sendikalaşmanın en yüksek olduğu üç işkolu banka-finans, savunma-güvenlik ve genel işler. Savunma ve güvenlik kamu ağırlıklı bir alanken özel güvenlik elemanlarındaki artış sektörün niteliğini değiştirdi. TÜRK-İŞ’e bağlı Güvenlik-İş sendikasının örgütlenme başarısı bu işkolunda oranı yükseltti. Sektörde 2013’te yüzde 12,2 olan sendikalaşma oranı, Temmuz 2016’da yüzde 32,2’ye çıktı.

Genel hizmetler işkolundaysa oranı, taşeron işçilerin sendikalaşması artırdı (2013’te yüzde 20,5’ten 2016’da yüzde 29,4’e).

Benzer bir eğilim banka ve finans sektöründe de görülüyor. 2013’te yüzde 22,3 olan sendikalaşma oranı, 2016 Temmuz ayında yüzde 35,2’ye ulaştı.

(Kaynak: ÇSGB)

Peki rakamlar böylesine olumluyken neden sendikaların güçlendiğine dair bir algı oluşmuyor? Sayısal artış kağıt üzerinde mi kalıyor? Üyeleri olan ama örgütlü olamayan bir sendikal hareket ile mi karşı karşıyayız? Konunun uzmanlarından dinleyelim:

Doç. Dr. Aziz Çelik / Kocaeli Üniversitesi Endüstri İlişkileri Bölümü

Çelik: Sendikalara ilgi artıyor ama…

Gençler ‘Sene 2016, sendika mı kaldı?’ diyor. Onlara göre sendika 70’lere ait bir şey. Dünyada da durum bu mu? Sendika fikri ‘out’ mu?
Gençlerin sendikalaşma oranlarının daha düşük olduğu doğru. Günümüzde gençlerin sendikalara ilgisinde azalma görülmekle birlikte bunun siyasete ilgisizlikle de paralel olduğunu unutmamak lazım. Solun gençler içindeki etkisinin daha yüksek olduğu dönemlerde gençlerin sendika üyeliğine daha ilgili olduklarını söylemek mümkün.

Peki sendika gerçekten 70’lerde mi kaldı?
Bu, neoliberalizmin yarattığı bir yanılsama. Dünyada sendikalaşma oranlarında genel bir gerileme olmakla birlikte özellikle güney ülkelerinde bir sendikal canlanmadan söz etmek mümkün. Sendika fikri ‘out’ olmaz. Yoğunlaşan eşitsizlik ve güvencesizlik sendika gibi hak arama/savunma örgütlerine olan ihtiyacı artırıyor. Tarihte sendikaların güçlendiği ve zayıfladığı dönemler olmuştur ama sendikalar 300 yıldır varlıklarını sürdürüyor.

Türkiye’de üç yıldır tüm konfederasyonların üye sayısı artıyor. Bunu neye bağlamalıyız? Sadece e-devlet sistemine geçiş ve taşeronun örgütlenmesi mi? 
E-devlet ve taşeron işçiler önemli bir faktör. Ama sendikalaşmaya artan ilgiyi görmezden gelemeyiz. Üç yılda 500 bin yeni üye -toplusözleşme kapsamına girmese de- önemli bir sendikalaşma iradesinin göstergesi. İşçiler her şeye rağmen sendikalaşma çabası içinde. Bu sendikaların ‘out’ olmadığını gösteriyor.

Umutlanıyorum o zaman?
Umutlanmak lazım tabii ama bu artışın zaafı da var. HAK-İŞ’le yoğunlaşan ve yetki sistemi nedeniyle büyük bölümü toplu pazarlık kapsamına giremeyen bir artış söz konusu.

Üye sayısından bağımsız olarak soruyorum: Türkiye’de sendikalar zayıflıyor mu?
Zayıflıyor. AKP döneminde sendikalar sosyal politikanın ve çalışma sorunlarının tarafı olmaktan önemli ölçüde çıkarıldılar. Sendikaların makro politikalar üzerindeki etkileri zayıfladı. Emek Platformu’nun dağılmasıyla birlikte sendikaların hükümet karşısında bir odak ve muhatap olma özelliği zayıfladı. Hükümete yakın sendikalar ve konfederasyonlar iktidarla simbiyotik bir ilişki kurdular. Sendikal görevlerini yerine getiremez oldular.

Dünyada durum ne?
Dünyada özellikle güney ülkelerinde yeni ve dinamik sendikal mücadelelere rastlanıyor. Kore’de ve Şili’de son zamanlarda güçlü işçi eylemleri ortaya çıktı. Güney ülkelerinde daha militan ve mücadeleci bir sendikacılığın yükseldiği görülüyor.

Türkiye’nin sendikalılık oranlarında Avrupa ülkelerine göre geride olmasının sebebi nedir? Kültürel ve tarihsel faktörler bunda ne kadar etkili?
Kuşkusuz tarihsel faktörler önemli. Geç sanayileşme ve geç sınıflaşma önemli bir neden. Türkiye’de işçi sınıfının kendi öz örgütlenmeleriyle siyasallaşmamış olması bir diğer önemli faktör. Kültürel faktörlerin de sendikalaşmayı yavaşlattığını söylemek mümkün. Tevekkül ve itaat kültürü, itirazı ve hak aramayı geciktiriyor, özellikle Anadolu’da sendikalaşmayı yavaşlatıyor. Ancak bir o kadar da mevzuattan ve uygulamadan kaynaklanan engeller var. Türkiye’nin sendikal mevzuatı sendikasızlaştırmanın temel nedenlerinden. Barajlı yetki mekanizması, işverenlerin yasaları hiçe sayan sendika düşmanı uygulamaları, güçlü bir iş güvencesi sisteminin yokluğu sendikalaşmayı düşük tutuyor.

Bir de sendikaların algı sorunu var. O nasıl çözülür? Algıyı çözmek yeter mi?
Koşullar ne olursa olsun, sendikalaşmanın zayıf olmasında sendikal yapı ve kültürün, sendikacıların payı büyük. Sendikalar daha görünür ve işçilere ümit verir bir çalışma ve mücadele tarzı geliştirmeli. Hayatın ve mücadelenin içinde, işyerinde, fabrikada görünür bir sendikacılığa ihtiyaç var. Sendikalara ilişkin algıyı değiştirmek ve sendikaları daha güvenilir ve saygın hale getirmek önemli. Çünkü sendikadan uzak duranların bir bölümü açısından algı önemli bir faktör. Ama algıyı yenilemek yetmez. Daha dinamik ve mücadeleci bir sendikal hatta ihtiyaç var.

Tüm bu konuştuklarımız üzerine son sorumu soruyorum: Kitlesel sektörel örgütlenmeler için umut var mı? Bu zor görev nasıl başarılacak?
Umut var. Çünkü işçilerin, çalışanların itirazları çok çeşitli biçimlerde devam ediyor. Türkiye’de de çok sayıda irili ufaklı işçi eylemi ve direnişi yaşanıyor. Ancak mesele bunları kucaklayacak bir sendikal kapasite ve kadronun yaratılamamış olması. Sendikaların önemli bir bölümünün geleneksel kabukları içinde kalması. Mevcut üyelerini korumak ve onların çıkarlarıyla kendini sınırlamak sendikal hareketin en büyük zaafı. Örgütlenmeyi bir numaralı mesele haline getirip kaynaklarının esas olarak buna yönlendirmek gerek. Bu konuda güçlü bir irade ve inanç önemli bir etki yaratacaktır. Sendikaların hem hükümet hem de işveren vesayetinden kurtarılması, bağımsız ve mücadeleci örgütler haline getirilmesi en kritik sorun.

Yrd.Doç.Dr. Nilgün Ongan / İ.Ü. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

Ongan: Sendikalar güven vermekten uzak

– 2013 yılıyla karşılaştırıldığında sendikalı çalışan sayısı artmış olmasına rağmen sendikalaşma oranı -Türkiye’deki hesaplama yöntemiyle bile- hâlâ çok düşük. Meselenin bu niceliksel boyutu bir tarafa, sendikaların gücünü sadece üye sayıları üzerinden değerlendirmek de doğru değil. Çünkü güçlü sendikacılık her şeyden önce sendikaların ortak talepler etrafında birleşebilme ve bu talepleri hükümetlere kabul ettirebilme kapasitesine bağlı. Bugün kiralık işçiliğin yasalaştırılmış olmasından belirlenen asgari ücret düzeyine, taşeron işçiliğin yaygınlaştırılmasından gündemdeki kıdem tazminatı tartışmalarına kadar sendikaların talep ve beklentilerinin göz önünde tutulmadığı açık. Bunun sebebi ekonomik koşullar ve mevzuattaki kısıtlamalar kadar sendikaların mücadeleci anlayıştan uzaklaşmalarıyla da ilgili. İşçi hareketinin siyasallaşmasında tarihsel rol oynayan sendikalar, bu özelliğini bütünüyle kaybetmiş durumda. Mevzuat sendikacılığı ile sınırlandırılmış, işçilerin meşru fiili mücadelelerini sahiplenmeyen mevcut sendikal anlayış etkinlikten de güven vermekten de uzak.

Doç. Dr. M. Hakan Koçak

Koçak: Türkiye’de sendikalar kesinlikle zayıflıyor

– Üye sayısındaki artışı olumlu buluyorum elbette. E-devlet uygulamasının da katkısı var bunda. Öte yandan özellikle taşeron örgütlenmesinin belli bir sınırlama ile toplu sözleşme ‘yapabiliyormuş gibi’ bir hale getirilmesinin HAK-İŞ zemininde bir şişkinlik yarattığını da belirtmek gerekir.

– Türkiye’de sendikalar kesinlikle zayıflıyor. Harekete geçirebildikleri kapasite çok düşük. Art arda gelen yasalar karşısındaki hareketsizlikten görülüyor bu. Ülkenin genel halinin etkisi büyük elbette. Ama örneğin OHAL öncesinde de kiralık işçilik yasası sürecinde konfederasyonlar hayli cılız tepkiler verebildi.

– Dünyada ise mesela sendikal kapasitenin iktidarı sarsacak düzeyde olduğu Güney Kore örneği var. Çok genel olarak söylersek geçen yıllarda yapılan bütün karamsar tahminlere rağmen sendikalar dünyada etkisiz bir hâle gelmiş değil. Hayli eşitsiz bir gelişme içindeler ama yer yer ve zaman zaman çok önemli aktörler olarak sosyal, siyasal süreçlerde rol oynayabiliyorlar. Türkiye genel eğilimin tersine bir vaziyette.

Prof. Dr. Ahmet Selamoğlu / Kocaeli Üniversitesi Endüstri İlişkileri Bölümü

Selamoğlu: Sendikalar dinamizmini gençlerden almalı

– Gençlerin sendikal harekete ideolojik bir karşı duruş sergilediklerini gösteren somut kanıtlar yok. Önemli yanılgılardan biri gençlerin sendikal harekete karşı kayıtsız kaldıkları. Önemli bir gerçeklik ise geçmişe kıyasla bugün gençlerin daha fazla temsil ve örgütlenme talep ettikleri.

– Kritik olan, sendikal hareketin örgütsel yetkinliklerini ve omurgasını, günümüzün çeşitlenen mücadele alanlarını dikkate alarak yeniden inşa etmesi. Bu inşa çalışmasında örgüt içi ve dışı yeni dayanışma ağları kurmak, sosyoekonomik politikalarda proaktif olabilmek, örgütlülüğü uluslararası düzeye taşıyabilmek öncelikli.

– Gelecek açısından en büyük zorluk, gençlerin sendikal harekete ve sendikalaşmaya yönelik iştahının kaybolma tehlikesi. Sendikal ilişkinin bir deneyimleme süreci olduğu dikkate alınırsa, iştahtan kesilme halinin sendikal hareketi küçülteceğini öngörmek zor olmaz. Bu bağlamda işçi sendikaları için öncelikli adımlar, sendikal yapıyı sorun alanı olarak tartışmaya açmak, dinamizmini gençlerden aldıkları alanlarda sendikal mücadeleyi büyütmek ve üye olmamanın maliyetinin her daim yüksek olduğunu, gençlere gösterebilmek olabilir.

Tasarımcı Rauf Kösemen / Myra

Kösemen: Sendikaların imajı sadece iletişimle yenilenemez

– Dünyadaki en zor şeylerden biri, oluşmuş bir imajın (siz onu algı diye okuyun) değiştirilmesidir. Zordur, ama imkânsız değildir. Yaygın kanının aksine imaj ve buna bağlı olarak itibar, sadece iletişimle yeniden yapılandırılamaz. Öncelikle ayağı sahanın hakiki zeminine basan, sahici bir örgütsel başarı gösterilmesi gerekir. Ancak şeffaf ve hesap veren yapılar, katılıma açık ve sabırla örülmüş süreçlerle oluşturdukları, küçük de olsa hakiki kazanımların iletişimini yaparak mevcut sendika imajını yenileyebilir ve sendikal zemini yeni bir itibar basamağına yükseltebilir.

Necla Akgökçe / Petrol-İş Kadın dergisi eski editörü

Akgökçe: Sendikalarda kadınlar güçlendirilmeli

– Sendikalarda veya siyasi partilerde kadın temsiliyetinin artırılmasının yolu kadın kotasından geçer. Sendikalarda kadınların güçlendirilmesine yönelik her türlü çalışma kadınlara ait bir bütçe ayrılması ile mümkün.

– Türkiye’de işçi sendikalarında kadın temsiliyetinin artırılmasının önündeki, en büyük engellerden biri sendika yöneticilerinin cinsiyetçi zihniyet yapısı. Erkeklerin bir egemen olarak kendi avantajlarını sorgulamaya yönelik eğitimlerin, Türkiye’deki işçi sendikalarında uygulanabilirliği tartışmalı. Bu, işçi sendikalarının yönetimlerinde, ‘meslekleri’ sendikacılık olan erkeklere ‘devrimciyseniz, demokratsanız iktidarın maddi, manevi olanaklarını paylaşalım’ demek anlamına gelir ki, devrimcilik de demokratlık da patriyark olmanın önünde bir engel teşkil etmez.


Medya sektöründe durum ne?

(Kaynak: ÇSGB)
Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş

Durmuş: Sendika, yeniden…

– 65 yıllık mücadele tarihimize bakınca gazetecilerin haklarının korunması için de halkın haber hakkı için de Sendika’nın nasıl hayati olduğunu görüyoruz. Bugünlerde bir çok meslektaşımız 90’larda TGS’den istifa etmenin büyük bir hata olduğunu itiraf ediyor. Fakat yapmamız gereken ‘günah çıkartmak’ değil geçmişteki gibi güvenli bir meslek alanı yaratmak olmalı. Bunun için öz birliğimiz, gücümüz olan sendikalarımıza üye olup ekonomik ve sosyal haklarımızın yeniden hayat bulmasını sağlamalıyız.


Bu içerik Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği‘nin desteğiyle yayımlandı.

Etiketler

Mustafa Kuleli

1985, İzmir doğumlu. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Duvar, Diken, NTV, IMC TV, TV8, Hayat TV ve Evrensel'de muhabirlik, editörlük, yazarlık, sunuculuk ve televizyon programcılığı yaptı. 2013’teki Gezi eylemleri sonrasında Gazeteciler Sendikası’na (TGS) Genel Sekreter seçildi ve 28 yaşında ülkenin en genç sendika yöneticisi oldu. Şubat 2014’te fiziksel saldırıya uğradı ancak olay aydınlatılamadı. Sendikal faaliyeti nedeniyle IMC TV'den atıldıktan sonra tüm zamanını TGS’ye vermeye başladı. Sendika’nın yeni imaj, dil ve söylemini geliştirdi. Gazetecilik sitesi Journo’yu ve gazetecilere yeni medya becerileri kazandıran TGS Akademi’yi kurdu. 2019'da en yüksek oyla Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) yönetimine girdi ve şu anda EFJ'nin Başkanvekili.

Journo E-Bülten