2000’lerin ortalarına kadar neredeyse her gazetenin bir sinema yazarı, televizyonlarda sinema programları ve birbiriyle rekabet hâlinde çok sayıda popüler sinema dergisi vardı. 2010’dan itibaren bunların bir bir ortadan kalktığına şahit olduk. Öte yandan genç sinemaseverlerin sinema yazarı olma heveslerinde bir değişim olmadı. Hâlen pek çok genç, sinema yazarı olma, hayatını böyle kazanma hayali kuruyor. Peki, Türkiye’de sinema yazarlığı bir meslek olma özelliğini koruyor mu? Yoksa bu artık, “oğlum/kızım yine yap ama hobi olarak yap” türünden bir uğraş mı? İnternetin yaygınlaşması, sinema yazarlarının üretiminin nitelik ve niceliğini nasıl etkiledi? Türkiye’de sinema yazarlığı pratiğinin değişik mecralarında üretimde bulunan, farklı kuşaklardan sinema yazarlarıyla, mesleğin dününü, bugünü ve yarınını konuştuk.
Usta-çırak ilişkisi bozuldu
Mesleğe 1990’da başlayan Murat Özer, bu soruşturmada yer alan en eski sinema yazarı. Özer bu yolculuğa çıkışını; “O zamanlar tanışmadığım şimdi kadim dostum olan Tunca Arslan’la görüştüm. Tunca, 2000’e Doğru dergisinde kendisinin hazırladığı iki sayfalık sinema bölümünün bir sayfasını bana verdi. Daha sonra Atilla Dorsay’ın televizyondaki programına beni de ‘ortak’ etmesiyle işler kızıştı. Az kanalla işlerin döndüğü o yıllar, bir miktar ‘cilalanmamı’ sağladı” sözleriyle tarif ediyor. Özer, o zamandan bu zamana değişen en önemli şeyin mesleğe başladığı yıllardaki usta-çırak ilişkisi olduğunu vurguluyor: “Sinema yazarlığına başladığım dönemde ustalarımız vardı: Rekin Teksoy, Atilla Dorsay, Sungu Çapan, Giovanni Scognamillo, Onat Kutlar, Agâh Özgüç, Burçak Evren, Vecdi Sayar, Sevin Okyay gibi… Bir de ‘ara kuşak’ diyebileceğimiz ağabeylerimiz: İbrahim Altınsay, Ali Ulvi Uyanık, Fatih Özgüven, Serhat Öztürk gibi… Sinema yazarlarının yıllık toplantıları olurdu, ‘sezonun filmleri’ni seçtikleri. Resmî bir toplantı olmamasına rağmen, bizim kuşaktan herhangi biri, ‘davet’ gelmeden katılmadı o toplantılardan birine. Ustalarımız bizi çağırdığında sırayla hepimiz katıldık, fikirlerimizi paylaşmaya başladık.” Hâlen Arka Pencere Mecmua’nın Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlenen Özer, bugünün yazarlarıyla arasındaki farkı ise, “Bugünün handikabı, özellikle sosyal medya aracılığıyla kötü kalemlerle (kalemi oturmamış diyelim!) daha sık muhatap olmamız galiba!” diye tarif ediyor.
Sinema dergiciliğinin yalancı baharı geçti
Mesleğe başladığından bu yana dergilerde çalışan ve hâlen Arka Pencere Mecmua’nın Yazı İşleri Müdürlüğü’nü sürdüren Burçin S. Yalçın ise sinema yazarlığının hâlen meslek özelliğini koruduğunu düşünenlerden. Ama yine de bir uyarısı var: “Ha, hobi olarak da yapılabilir elbette ama kafaya koyarsan, yeteneğin varsa, bu işe tutkuyla bağlıysan, öğrenmeye açsan mesleği icra edebileceğin bir mecra illa bulabilirsin diye düşünüyorum. Ama tabii ki talep çok olursa pek çok kişinin de hobi olarak yapması daha doğru olacaktır! Hatta hobi olarak yapmak hem akıl hem de cep sağlığı açısından daha mantıklı bence!”
Yalçın, 2005-2006 döneminde sinema dergilerinin sayısının bir anda artmasını ‘yalancı bahar’ olarak tanımlıyor ve bugün dergilerin eskiden olduğu gibi çokça ilgi gördüklerini söylemek zor olsa da sinema dergisi çıkarma arzusunun hâlâ geçerli olduğunu vurguluyor: “Okurdan her şeye rağmen belli bir ilgi de var. O ilgi sürer, reklamverenler belli ölçüde bu mecraları besler ve dergiler de ayaklarını yorganlarına göre uzatırlarsa, bu dergiler yaşamaya devam edebilirler…”
‘Medyada kültür sanata ayrılan yer azaldı’
Arka Pencere Mecmua’yı çıkaran Özer ve Yalçın’dan farklı olarak sinema yazarlığına kültür-sanat muhabirliğinden gelen Olkan Özyurt ise gazetelerde kültür-sanata bakıştaki değişimden dem vuruyor. 2000’de Radikal’in kültür-sanat servisinde muhabir olarak çalışmaya başlayan Özyurt, “Bugün biraz garipsenebilir ama Radikal kültür sanat servisinde sinema, edebiyat, plastik sanatlar, müzik muhabirleri çalışıyordu. Gazetenin uzman muhabirlerle çalışma prensibi Radikal’i kültür sanatı alanında sözü olan bir yayın hâline getiriyordu. Bu yayın politikası, Radikal’i 1990 sonrası bağımsız Türk sinemasının sözcüsü yapmıştı. Hatırlanırsa bugün usta dediğimiz birçok yönetmenin film haberleri, söyleşileri, ödül haberleri ilk önce Radikal’de çıkardı. Ayrıca sinemayla ilgili kimi tartışmaları, popülizmin tuzağına düşmeden, indirgemeci olmadan doğru düzgün bir şekilde sayfalarında işlerdi” diye anımsatıyor ‘eski güzel günleri’…
Özyurt, sinema yazarlığının meslek olmaktan çıkmasını, genel olarak kültür sanatla ilgili konulara basında ayrılan alanın daralmasına bağlıyor: “Oysa 5N1K haberciliğinin ötesinde ciddi bir birikim, merak ve ayrıntılara vakıf olmayı gerektiren bir alan kültür sanat gazeteciliği… Ama basında genel olarak gazeteler, TV’ler, son yıllarda alan gazeteciliğini hafife alma eğilimindeler. Bu hafife alma durumu da sinemaya, kültür sanata bakışta magazinel bir yaklaşımın hâkim olmasını sağladı. Bu bakış eser odaklı bir gazeteciliği örseledi. Eser ne olursa olsun, önemli mi değil mi pek bakılmadan eseri üreten sanatçıyla daha fazla ilgileniliyor artık. Sanatçıların popülerliği, görünürlüğü, kişisel hayatları, haber seçimlerinde etkili olmaya başladı. Bu yaklaşım işin özünün kaçmasına neden oluyor.”
SİYAD’ın çabaları yetmedi
Üç yıl SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) başkanlığını üstlenen Murat Özer de, “Memleketin hâkim anlayışı ‘kültürsüzleştirme’, doğal olarak sinema yazarlığını da giderek bir meslek olmaktan çıkarıp ötekileştirdi. Dolayısıyla, tek tük ‘ekmek kazanan’ isimler dışında herkes internetin geniş yelpazesine sığındı, orada iyi ya da kötü bir şeyler yapmaya çalışıyor. Arada rastlantıyla da olsa karnını doyurabilecek bir şeyler kazanırsan ne âlâ!” diyor.
SİYAD’ın bu konuda yeterli çalışmasının olup olmadığını sorduğumuzda ise, “Yönetimdeki arkadaşlarımdan, bugün sinema yazarlığı yapmayan Tuna Erdem, bunun bir meslek olarak kabul görmesi için kafa yormuş, bir taslak çalışma da hazırlamıştı. Yönetimde de epeyce tartışmış, bu metni belli bir aşamaya getirmiştik. Ancak, ‘gönüllülük’ esasıyla yapılan her işte olduğu gibi, yeterli destek alınamayınca burada da ‘sıtık sıyrılması’ problemi yaşandı ve çalışmalarımız sekteye uğradı” yanıtını veriyor.
Hâlihazırda SİYAD’ın başkanlığını ise KHK’yle görevine son verilen bir ‘barış akademisyeni’ olan Tül Akbal sürdüyor. Film kuramı hocası olmasının yanı sıra dergilerde sinema yazıları yazan, sinema kitapları kaleme alan Akbal son dönemdeki değişimi, “Gazetelerin kültür sanat sayfalarından televizyonlardaki kültür sanat programlarına, dergiciliğe kadar uzanan bu geniş kapsamlı alanda çok ciddi bir daralma ve hiçleştirmeyle karşı karşıya kalındı. Ve sinema yazarlığı profesyonel bir meslek olmaktan uzaklaştı. Şimdi gözü kara inatçı birilerinin çok yoğun çabalarıyla ayakta kalmakta” sözleriyle özetliyor.
‘Sinema sektörü yayınları desteklemiyor’
Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise sinema filmlerinin gişe rakamlarının giderek arttığını görüyoruz. Her yıl gişe istatistiklerini tutan Box Office Türkiye’nin rakamlarına göre, 2005’te yaklaşık 27 milyon 800 bin seviyesindeki biletli izleyici sayısı 2017’ye varıldığında 71 milyon 200 bine çıkmış. Seyirci sayısı artarken sinema yayınlarına ilginin düşmesi ise izâha muhtaç bir durum yaratıyor. Halen Sabah gazetesi haftasonu eklerinde editör ve sinema yazarı olarak çalışan Olkan Özyurt, TV ya da gazetelerdeki yöneticiler okuruna/izleyicisine kaliteli, özgün, güncel içerik sunma konusunda özenli davranmıyor saptamasında bulunuyor ve ekliyor; “Ulusal kanalları geçtim, birkaç büyük TV platformunda onlarca sinema kanalı var. Ama bu platformlarda bir tane sinema programı yok. Kanallar sinema kültürüne katkı sunmak yerine sadece film göstermeyi tercih ediyor. Genel olarak sinemaseverliğin filmseverliğe evrildiğine dair yanlış bir kanı var. Sadece filmi izlemenin galiba seyirci için yeterli olduğu düşüncesi var. Ama öyle mi, değil tabii. Hatırlanırsa Atilla Dorsay ve Alin Taşçıyan’ın TRT 2’deki sinema programı belki popüler değildi yayınlandığı dönem ama kaç yönetmen, kaç sinema yazarının üzerinde etkisi oldu. Kültür sanat, sinema uzun vadede sonuç alacağınız alanlar. Açıkçası yöneticilerin uzun vadede kültüre, sanata, sinemala yatırım yapmaya niyeti yok.”
Özyurt, sektörün yayınları desteklemediği gerçeğini de gündeme getiriyor: “İkinci neden ise Türkiye’deki sinema sektörünün uzun zamandır sinema içerikli yayınları destekleme konusunda cimri davranması. Mesela dergilerin kapanma nedenlerinden biri istenilen düzeyde ilân alamamaları. Seyirci sayısı artıyor, çekilen film sayısı artıyor, sektör büyüyor ama iş yayınları destekleme konusuna gelince yan çiziliyor. Mesela kitap yayın sektörü bu konuda oldukça iyi. Birçok gazete kitap eki veriyorsa bunun sebebi sektörün bu yayınları desteklemesi… Sinemada böyle bir durum maalesef yok.”
‘Gişe rakamları yanıltıcı’
En uzun süredir aralıksız yayımlanan aylık sinema dergisi unvanını elinde bulunduran Altyazı dergisinin editörü Senem Aytaç ise gişe rakamlarının yanıltıcı olduğunun altını çiziyor. Aytaç’a göre filmlerin tüketimleri ile kültürel ortam arasında doğrudan bir bağ yok: “O gişe rakamlarını sağlayan asıl etmen çok popüler komediler vb. Hepi topu beş filmle o sayıya ulaşılıyor. Oysa ‘bağımsız’ filmlerin gişelerine baktığınızda bir artış yok, bilakis bir düşüş, görünmez bir bariyer var.”
Aytaç, kendi dergilerinin ayakta kalabilmesinin nedeni olarak ise Boğaziçi Üniversitesi’nden alınan desteği işaret ediyor. Ne var ki, son iki senede genel bütçe kısıtlamaları nedeniyle bu destek de çekilmiş. “Dergiyi ayakta tutmakta çok zorlanıyoruz. Döviz kurlarındaki artış kâğıt maaliyetine doğrudan yansıyor. Ayrıca, süreç içerisinde alkol reklamlarının yasaklanması gibi faktörler de dergiyi ekonomik olarak zora sokan etmenlerden” diyen Aytaç, sinema sektöründen reklam almanın zor olduğunu teyit ediyor.
Bu birikmiş sorunlar, alternatif sinema yayıncılığının en önemli mecrası olan Altyazı’yı da bir dönüm noktasına getirmiş. Aytaç “Bir karar verme ve yeniden yapılanma süreci içerisindeyiz; henüz ne olacağını açıkçası biz de bilmiyoruz. Sembolik dahi olsa yazarlarımıza bir telif vermeyi her zaman önemsedik, fakat geldiğimiz bu son süreçte telifleri ödemekte de zorluklar yaşıyoruz” diye açıklıyor, bu durumu.
‘İnternet ve sosyal medya nitelikli üretimi vurdu’
Konuştuğum sinema yazarlarının hemen hepsi basılı ortamlarda sinema yazarlığının nitelik ve nicelik kaybının nedenleri arasında internet mecrasının ortaya çıkışını da sayıyor. Burçin S. Yalçın, “Günümüzde insanların artık kısa kısa metinler (yazı demiyorum) okumayı tercih ettikleri bir sır değil! Sosyal medyayla birlikte, insanlar başkalarının fikirlerini dinlemekten ziyade, kendi fikirlerini dinletecek bir ortama kavuşmuş oldular. Sinema ‘herkesin bildiği’ bir sanat dalı olduğu için de herkes o konudaki tek bilirkişi kendisiymiş gibi rahatça ahkam kesebiliyor. Bu ne yazık ki, derinlemesine okuma, analiz etme, öğrenme ihtiyacını baltaladı. Herkes en yüzeysel bilgiyle her şeye vakıf olduğunu düşünüyor. Bu en çok da sinema için geçerli…” diyor.
Olkan Özyurt işin ekonomik boyutuna da değinerek, “Yeni medyada iyi iş çıkaran arkadaşlar belli bir noktadan sonra profesyonel olmanın yollarını arıyorlar. Başaranlar var. Ama hak ettikleri ücretleri alıyorlar mı derseniz, emin değilim. Fakat tüm bu döngü esaslı bir yayın politikası sürdürmeye, okurun ihtiyaçlarını tam olarak karşılamaya yetmiyor. Büyük fotoğrafta mesleki birikim hak ettiği ölçüde kullanılamıyor” saptamasında bulunuyor.
‘İnternet diyaloga dayalı bir üretime olanak sağlıyor’
Öte yandan dijital mecraların sinema yazarlığına yeni alanlar açtığı da bir gerçek. Mesleğe kurduğu bir blogla başlayan, blogunu profesyonel bir siteye dönüştürmeyi başararak, hobisini meslek yapabilen FilmLoverss Genel Yayın Yönetmeni Utku Ögetürk, bu başarının sırrı olarak çok çalışmayı gösteriyor: “Kalabalık bir ekiple, ilk günden bu yana, başlangıçta bu işten herhangi bir gelirimiz olmamasına rağmen, profesyonel bir kurum nasıl yayıncılık yapıyorsa aynı şekilde yapmaya çalıştık; örnek aldığımız sinema dergilerinde olduğu gibi Genel Yayın Yönetmeni, Yazı İşleri Müdürü, Editör gibi görevleri kendi içimizde bölüşerek profesyonel bir yayıncılık anlayışına sahip olduk. Yayın Kurulu oluşturarak çok sesli bir anlayışla hareket ettik ve bugün bunu daha da profesyonel bir biçimde ettiriyoruz. Ancak, bu işi uzun yıllardır hiç ara vermeden profesyonel bir biçimde devam ettirebilmemizi sağlayan tabii ki bir noktadan sonra gelir kaynakları yaratabilmemiz ve bu doğrultuda kendi ofisimizi kurarak bir arada çalışmaya başlamamız oldu.”
Dergicilikten gelen Senem Aytaç da dijital mecralar konusunda daha umutlu olduğunu belirterek, “Sinema üzerine düşünsel/eleştirel üretim, yani bir filmin tüketilip hemen bir kenara konması yerine bir diyalog, bir düşünce zinciri başlatması, böylelikle kültürel iklimin bir parçası olması ise kastettiğimiz, sinema yazarlığının geçmişi, bugünü ve yarını arasında çok da bir fark olmayabilir. Bugün dijital ortam, -tüm tartışmalı ve olumsuz taraflarına da rağmen- bu türden bir diyalog ortamı canlı tutmaya her zamankinden daha fazla imkân veren bir yapıya sahip” diyor.
Ana faktör kültürsüzleştirme
Ne var ki, konuştuğum tüm sinema yazarları, bu alandaki daralmanın Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı kültürsüzleştirmeden kaynaklandığı konusunda hemfikir. Özer, “Memleketin hâkim anlayışı ‘kültürsüzleştirme’, doğal olarak sinema yazarlığını da giderek bir meslek olmaktan çıkarıp ötekileştirdi” diyor. Tül Akbal bu durumu, “Sözünü ettiğimiz dönem kendi adıma söylersem düşüncenin, bilimsel bilginin, eleştirinin, sanat eleştirisinin entellektüelliğin bir yandan ağır bir saldırı altında olduğu bir yandan da hiçleştirildiği, vasatın pohpohlandığı lümpenleştirme atmosferinin hâkim olduğu bir dönemdir. Bu bağımsız bilgi ve eleştirinin maddi koşullarını yok etmekle birlikte elele gitmiştir” sözleriyle tarif ediyor.
Zor günleri geride bıraktık, sırada daha zor günler var
Bütün bu tabloya baktığımızda gençler arasında heveslisi çok olsa da sinema yazarlığının geleceğinin parlak olduğunu söylemek pek de mümkün değil. Senem Aytaç’ın dediği gibi; “Kültür ürünlerine ve üretimine verilen değerin giderek azaldığı, eleştirel düşüncenin baskılandığı bir ortamda, ekonomik ve politik olarak giderek zorlaşan koşullarda, diğer herkes için olduğu gibi, sinema yazarlarını da çok iyi günlerin beklediğini söylemek kolay değil.”