Hep zor sınır kontrollerinde, ağır eşiklerde durdu. Harlı uçların güç birlikteliklerinde. Kesif yangınların orta yerinde, kendi kristalleriyle yürüdü, geldi. Kara ormanlarla, bela renk tonlarından sabıkalı. Sırtında asırların cam kırıkları.
Kolay mı bunca kökle, tedirgin tutulmalarla, yarıda kalmış rüyayla baloya gelmek! İnsan, dünya, toprak vahşi. Sığ su kenarlarında yürümeyi seçmedi hiç. Erkekten daha erkek, kadından daha kadın. En sert göçleri, en soğuk aynaları, en fena disiplinleri sürükledi, getirdi kendisiyle birlikte.
Kırmızı, onun kırmızısı, siyah Bülent Ersoy siyahı. Zor nüansların, geri dönmez şafakların sabahları ile devam etti on yıllardır. Kendi limit dengelerini kendi bildi. Savrulan savruldu, geride kalanlar Bülent Ersoy’un yolu idi.
Kudretli cam önleri, hayal fabrikaları derken kendi elleriyle, en zoruna, en uçurumlu, en yükseğine yazdı ismini. Rengârenk neon ışıkları, tortulu gece karanlıklarını aydınlatmaya çabalarken, bir kez bile tökezlemedi. Yaşanabileceklerin en fazlasını, en ilerisini yaşadı, yaşıyor. Gözyaşıysa gözyaşı; mestse mest.
Nehirler tersine hareket ederse
Sırrı aynasını, sureti aslını; imgesi kendisini geçti, çok oluyor. Bülent Ersoy şarkı söylediğinde, gözlerinden asırların kudreti ve aynı anda kristalleri geçiyor. Sesinden ve icrasından da elbet. Kudret ve naiflik ancak bu ayarda bir araya gelebilir.
Kendi limitlediği yıldızlarıyla eşi olmayan bir gezegen gibi ufuklarımızda geziniyor. Herkes maskelerini taşımaktan bitap, var olmaya çabalarken Bülent Ersoy, gerçek yüzünü hiç sakınmıyor. Gazino sahnelerinden, fuar günlerinden getirdiklerini Samanyolu’na saçıyor.
Uyduları, imgeleri habire esas, gerçek Bülent Ersoy’u yeniden üretiyor. Her tekrar, her yeni, Ersoy’u en baştan kan dolaşımımıza katıyor. Ancak Bülent Ersoy şarkı söylediğinde nehirler tersine hareket edecek gibi oluyor. Sıfata, nitelemeye ihtiyacı yok. Hayatının tüm yaralarını kendi sesine ekleyip, kaldığı yerden devam ediyor. Biz kendi üzerimize kapandıkça Bülent Ersoy her devir için yeni akacak sular buluyor.