Dosya

Her yeni haberle bir önceki unutuluyor: Sosyal medyada hayvana şiddet

Köpek Filmi'nden bir görsel
Hayvanlara yönelik şiddet sosyal medyada neredeyse her gün yeni bir korkunç görüntüyle tekrar tekrar gündeme geliyor. Gazeteler, televizyonlar sık sık bu görüntüleri haberleştiriyor. Kamuoyu tepkisi hızla büyüyüp aynı hızla sönüyor. Birçok hayvanseverin tepkisi sosyal medyada bela okumaktan ibaret kalınca sistemdeki sorunlar aşılamıyor. Örneğin Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılacağı açıklanan düzenlemeler yıllardır TBMM’de bekliyor. Peki, medya bu işin neresinde?
Bu soruyu alanında uzman isimlere sorduk. Hayvan Hakları İzleme Komitesi Koordinatörü Burak Özgüner’e göre sosyal medyadan yayılan “travmatik” görüntüler şiddet pornografisi yaratmaktan öteye gidemiyor. “Her yeni haberle bir önceki unutuluyor” diyen İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Cem Hakverdi ise hayvan hakları temelli belgeselciliğin kamu yararına hizmet eden etkili bir mecra sunabileceğini düşünüyor. Önemli olan bu alanda da nitelikli, duyarlı içerikler üretebilmek.

“Çevremizde sokak köpeklerini görmeye alışkınız. Yaşam koşulları hakkındaki düşüncelerimiz etrafımızda gördüklerimizle sınırlı. Oysa Türkiye’de yüz binlerce sokak köpeği yerleşim merkezlerinden uzakta yaşam mücadelesi veriyor. Bu köpeklerin çok azı hayatta kalabiliyor. O da hayvanseverlerin olağanüstü çabası sayesinde” diyor ‘Köpek Filmi’nin tanıtım yazısında İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Cem Hakverdi.

“Kara, Maske, Zeytin ve Diğerleri” alt başlığını taşıyan Köpek Filmi, Hakverdi’nin ikinci belgeseli. İstanbul, Ankara, Mardin ve Antalya gibi illerde sokak köpeklerinin yaşamlarını izleyip belgeleyen Hakverdi’nin amacı, sokak hayvanlarına ilişkin suçlara dikkat çekmek. İlk gösterimi 38. İstanbul Film Festivali’nde yapılan belgesel hâlâ birçok ülke ve şehirde gösteriliyor.

Hayvan hakları savunuculuğunda farklı mecraların ve haberciliğin etkisini araştırırken ilk olarak Hakverdi ile konuştuk.

‘Hayvanlara karşı işlenen suçlar yeni değil; biz yeni görüyoruz’

Sizi bu filmi yapmaya iten ne oldu?
Ben sokak köpekleri ve kedileriyle hep iç içe yaşıyorum, yaşadım. Dolayısıyla bir bağım var ama son beş senedir hayvanlara karşı işlenen şiddet ve suçlarla alakalı çok ciddi bir artış söz konusu. Aslında ‘Artış mı var? Hep mi böyleydi? Biz mi görmeye başladık?’ Bundan emin değilim ama bu ülkede 1910 yılında Hayırsız Ada Katliamı yaşandı. Köpeklere o zamanlarda da çok iyi davranmadığımızı biliyorum. Hatta 1910 yılından önce yaşanan bir sürü vahşet haberi var. Yani köpeklerin maruz kaldığı bu kötü uygulama, şiddet vs. aslında çok yeni bir şey değil, biz yeni görmeye başlıyoruz. Buna kayıtsız kalamamak çok önemliydi benim için.

‘Daha çok şiddet içerikli haberler görüyoruz’

Sosyal medyada gündemi takip ediyoruz. Sosyal medya önemli bir araç ve her şeyden haberimiz oluyor. Ama orada gördüğümüz şeyler daha çok şiddet içerikli haberler. Şiddet haberlerinin artması ile birlikte aslında biz bir takım şeyleri kanıksamaya, tepki verememeye başladık. Ta ki şiddetin dozu artıp daha da şiddetli bir şey görünceye kadar. Geçtiğimiz haftalarda bir belediye işçisi yavru bir köpeği süpürdü, götürdü ve bir köprüden aşağıya attı. Türkiye’nin gündemine bu girdi ama her yeni haberle bir önceki unutuluyor. İnsanlar tepkilerini sosyal medya üzerinden vermeye başladılar. Sosyal medya bir avantaj ama bazı şeylere de çok ciddi zararlar veriyor. Ben aslında o görünen tablonun dışında bir bakış açısıyla belgesel yapmanın bir şeylerin iyileşmesi amacına hizmet edeceğini düşündüm.

Belgeseli çekerken neler yaşadınız?
Çalıştığımız köpeklerin hikâyeleri maalesef üzücü. Ama kimisi zaman zaman iyi insanlarla tanışmış ve hayatları değişmiş. Genelinin vaziyeti çok kötü. Duygusal olarak çok zor ve yıpratıcıydı. Çünkü onlarla yatıp kalktım. Bütün hayatım, 2-2,5 yıllığına da olsa bu oldu. Üzücü, yorucu ve yıpratıcıydı ama bu amaç doğrultusunda çalışan yeni insanlarla tanıştıkça umutlandım. Umudum var, onu gördüm.

Cem Hakverdi

Filminizdeki köpekler yardımcınız mıydı, oyuncularınız mı? O ilişkiyi nasıl kurdunuz?
Hayvanlarla çalışmak çok kolay değil. Çok hareketliler ve dikkatleri çok sık dağılıyor ama keyifliydi her şeyden önce. Çok sevdiğiniz bir takım canlılarla sürekli berabersiniz. Onlar belgeselin birer karakteriydi bence; bazısı ana karakter, bazıları yardımcı karakter. Belgesele onların bakışlarıyla, sesleriyle, duruşlarıyla çok fazla anlam katabildim. Anlatmak istediğimi onların aracılığıyla çok daha kuvvetli anlatabildiğimi düşünüyorum. Dolayısıyla onlar birer karakterdi.

‘Kamuoyunun bu tarz işlerle meşgul edilmesi gerekiyor’

Bu tarz filmlerin sürekli yapılması sizce sokak hayvanlarına karşı saldırıları önlemede yeterli olur mu?
Sürekli bir belgeselin yapılması, filmlerin üretilmesi, sürekli fotoğrafların çekilmesi değil mesele. Önemli olan sürekli iyi işler yapılıp doğru mesajların verildiği içerikler üretilerek kamuoyunun meşgul edilmesidir. Diğer bütün hak mücadelelerinde olduğu gibi bunda da çok kıymetli. Kafası kopmuş, tecavüze uğramış, paramparça olmuş hayvanların ölülerini göstererek, olayı yapanlara beddualar ederek yapılan içeriklerden söz etmiyorum. Gerçekten bir felsefesi, sözü olan, bir şeyi değiştirmeyi amaçlayan, nitelikli bir takım işlerle üretilmesi, bunların sayılarının artması ve kamuoyunun bunlarla meşgul olabilmesi, bir şeyler kazanmak adına son derece önemli.

‘Kentlerin en önemli mağdurları hayvanlardır’

Toplumsal muhalefette hayvan hakları geri planda mı tutuluyor?
Genel yapılan bütün tartışmalar maalesef insan odaklı oluyor. Hak mücadelesinde de böyle. Hayvanlar yeni yeni konuşulmaya başlandı. Çoğunlukla akla gelmiyorlar. Kentin sorunlarının konuşulduğu toplantılarda bile aslında kent ve kentte yaşayan insanların sorunları konuşuluyor. Kentlerin en önemli mağdurları aslında sokak hayvanlarıdır. Çok fazla gündeme gelmiyor ama gelecek. Yeni yeni bir şeylerin sonuçlarını görmeye başlıyoruz. Faytonlar mesela artık yasaklanmaya başlandı. Bu bir kişinin ya da iki kişinin göreve gelmesi ile tek başına olan şeyler değil. Bu insanların göreve gelip bunlara dokunması elbette önemli ama bunlar çok uzun süren mücadelelerin kazanımıdır. Sokak hayvanları için benzer kazanımları elde edeceğiz çünkü bunun için mücadele eden çok fazla insan var.

Köpek filmini izleyen insanların tepkilerini nasıl buldunuz? Bir gözleminiz var mı?
Çok samimi söylüyorum, bu sorunun cevabı “umut.” Bir şeylerin değişeceğini, yalnız olmadığımı, olmadıklarını, bu sorunun çözülebilmesi için mücadele eden insanların bulunduğunu görüyorum. Onların umutlandığını da görüyorum her gösterimin sonunda. Bunları birebir cümlelerle de duyuyorum.

‘İnsanlar gerçek etkinliklere katılmalı’

Bir çağrınız olacak mı sokak hayvanlarının korunması adına?
Bütün tartışmalar ve yardım talepleri ‘bir kap su, bir kap mama’ şeklinde yürüyor. Bu çok kıymetli ama bizim çok daha ciddi sorunlarımız var. Su, kap, mama kadar kolay bir mesele değil bu sorunlar. Bizim sistemi dönüştürmemiz gerekiyor. İnsanların bu gözle olaya bakması lazım. Çok sağlam bir yasaya ihtiyacımız var. Yasa çıktıktan sonra da o yasanın çalışmasına çok ihtiyacımız var. STK’ların, derneklerin ve çeşitli örgütlerin yalnız bırakılmaması, bu kurumlara kulak verilmesi, fiilen desteklenmesi, içinde olunması, örgütlü hareket edilmesi gerekiyor. Çünkü insanlar kopuk kopuk hareket ediyorlar ve kopuk hareketler bir yere varmıyor. Harekete geçmek ve eylem lazım. Sosyal medyadan değil, gerçek etkinliklere katılmak gerekiyor.

Medyada sorun kullandığımız dilden başlıyor

Hayvan Hakları İzleme Komitesi Koordinatörü Burak Özgüner de hem sosyal medyada hem de haberlerde sorunun kullanılan dilden başladığını düşünüyor.

Özgüner söyleşimizde, toplumsal duyarlılığı artırmayı amaçlayan içeriklerde hayvanların aciz canlılar gibi gösterilmemesi gerektiğini vurguladı.

Medyada hayvan haklarına dair saptadığınız en önemli sorunlar neler?
Sosyal medyada hayvanların fotoğraflarının, türlerinin ve adlarının; aşağılama, hakaret ve alay amacı ile yoğun olarak kullanıldığını görüyoruz. Öyle zamanlar oluyor ki hayvanlara duyarlı kişilerin bile hayvanların adlarını anarak sözde hakaret ettiklerine tanık oluyoruz. Gündelik hayatta kullandığımız dil çok önemli. Kullandığımız dil, aynı zamanda bizim kim olduğumuzu da gösteriyor bence. Hayvan özgürlüğü aktivistleri olarak sürekli eleştirdiğimiz, yerden yere vurduğumuz türcülük; insanın kendisini, kendi dışındaki hayvanlardan daha üstün görme düşüncesi ve bu düşünce ile meşrulaştırdığı her türlü haksız eylem, dilimize de yapışmış.

Sorunun kaynağında sizce ne var?
Burada, etik üzerinden tartışılması gereken bir haksızlık, adaletsizlik var. Bunu tartışmadığımız ve sonlandırmadığımız sürece, dünyada kölelik de, türlü adaletsizlikler de olmaya devam edecek. Çünkü toplumun büyük bir çoğunluğu, yaşamak istemediği haksızlıkları, adaletsizliği ve köleliği kendisi üretiyor ve bunda hiçbir sakınca görmüyor. Bu nedenle savaş gibi durumlarda, insanların doğal olarak daha yırtıcılaştığını ve hemen insan köleliğinin hortladığını görüyoruz. Çok yakın bir tarihte bunları yaşadık; Libya’da, Suriye’de… Bunların unutulmaması, köleliğin kime yönelik olursa olsun yeryüzünden silinmesi gerekiyor.

‘Duyar kasmak’ diye bir kavram çıktı

Özellikle sosyal medyada hayvan hakları savunucularına karşı bir dil de gelişmedi mi?
Soykırıma, köleliğe, adaletsizliğe ve haksızlıklara karşı çıkanlar “bir grup marjinal azınlık” olarak tanımlanıyor ve bu insanların verdiği mücadele şöyle özetleniyor: “Duyar kasmak!” Sosyal medya, cinnet toplumuna dönüşen Türkiye toplumundaki bireylerin, en radikal söylem ve eylemlerini dışavurduğu, oldukça “özgür” bir ortam. İnsanların birbirleri için bile idam, linç, toplu tecavüz talep ettikleri sanal bir ortamda, hayvanlar ne amaçlarla kullanılmıyor ki?
Avladığı, dövüştürdüğü hayvanın görüntülerini paylaşandan tutun da faili olduğu cinsel şiddet eyleminin ayrıntılarını yayımlayana kadar, birçok insan tipini görmek mümkün. Yaralı, parçalanmış, cinsel saldırıya maruz bırakılmış, işkence görmüş hayvanların fotoğrafları pervasızca paylaşılıyor. Bu görüntüler ile travma üzerine travma yaşıyoruz ve toplum da zamanla tüm bunları normalleştiriyor.

Çoğu ‘hayvansever’ kınamakla yetiniyor

‘Hayvansever’lerin büyük bir çoğunluğu ise sosyal medyada gördükleri hayvan hakları ihlâllerine karşı beddua etmekten öteye gitmiyor, harekete geçmemek için âdeta direniyorlar. Hayvan olmak, sanki kötü bir şeymiş gibi bir hava var, o yüzden özellikle sokak hayvanları için şöyle tanımlamalarla karşılaşıyoruz: Canlarımız, sevimli dostlarımız, çocuklar… Bu tür tanımlamalara hiç gerek yok.

Uzuvları koparılmış hayvanların fotoğraflarının ya da cinsel saldırıya uğrayan hayvanların videolarının yayınlanıp sosyal medyada açılan ‘hashtag’lerin toplumsal duyarlılık yaratmak açısından size göre bir işlevi var mıdır?
Gün yüzüne çıkan bir hayvan katliamından hemen sonra, iktidarından muhalefetine, siyasetçilerin bile hemen hashtag’li paylaşımlar yaptığını görüyoruz. ‘Gösteri toplumu’nun tepkileri de çok çabuk sönüyor; yaşanılanlar ve yaşatılanlar hemencecik unutuluyor. Sosyal medya tepkisi de öyle, oldukça uçucu! Hashtag eylemleri, hak ihlâllerinin kamuoyu ve medyada daha görünür olmasına yarıyor. Bizim de kullandığımız bir yöntem… Ama bir günlüğüne hayvan hakları savunucusu kesilen insanların çoğu, ertesi gün hiçbir şeye tanık olmamış gibi davranmaya devam ediyor. Soruşturma başlatılmış mı, failler tespit edilmiş mi, ne gibi yaptırımlar uygulanmış, aniden yükselen kamuoyu tepkisini azaltmak için tutuklandığı duyurulan fail ertesi gün salınmış mı; bu soruların cevapları üzerine hiç düşünülmüyor.

Hashtag kampanyalarından daha fazlası gerekiyor

Halbuki sosyal medyaya ya da basına yansıyan hayvanlara yönelik şiddet, işkence, cinayet vakalarının benzerleri, hatta daha şiddetlileri her gün onlarca kez yaşanıyor ve bunlar, hashtagler ile Twitter’da TT’ye taşınamıyor bile… Akla hayale gelmeyecek şiddette, korkunç ihbarlar alıyoruz ve faillere yönelik hiçbir caydırıcı yaptırım mevzuatta yer almıyor. Yaptırımlar konusunda yetersiz olan mevzuatın değişmesi, hem hayvanlara yönelik şiddetin hem de toplumsal şiddetin önlenmesi için hashtag eylemlerinden daha fazlası gerekiyor maalesef. Bu yönde bir toplumsal talebin sürekli olarak resmî otoritelere iletilmesi, hayvanlara reva görülen zulümlerin takipçisi olunması gerekiyor.

Failler bu şiddet pornografisinden ‘ilham’ alıyor olabilir

Sorunuzda belirttiğiniz fotoğraf ve videoların da şiddet pornografisi yarattığını düşünüyorum. Bir taraftan da sosyal medya kullanıcılarının, paylaşılan gönderi eğer yeterince kanlı, travma yaratacak cinsten değilse bunları paylaşmadığını üzülerek görüyorum. Şiddetin bu kadar gözümüze sokulmasını doğru bulmuyorum. Benzer düşüncelere sahip olan faillerin de bu şiddet pornografisinden “ilham” aldığını düşünmeye başladım. Örneğin bir hafta patileri kesilmiş bir hayvan gündemdeyse, aynı türden işkence vakalarının sayısı da artıyor. Medyaya ve akademisyenlere, uzmanlara büyük görev düşüyor. Yükselen şiddetin, nefretin, linç kültürünün nedenlerinin, sonuçlarının ve etkilerinin insan-hayvan ayrımı yapılmadan daha çok konuşulması, tartışılması gerekiyor ki toplumsal dönüşüm sürecine başlayabilelim; cinnet toplumu koşullarından uzaklaşabilelim. Bunların toplumun tüm katmanlarında, devletin her düzeyinde yer bulması, tartışılması oldukça önemli.

Yapılan film, belgesel gibi içeriklerin hayvan hakları konusunda bir duyarlılık sağlayabileceğini düşünüyor musunuz?
Belli bir oranda duyarlılık yaratacağını düşünüyorum ama bu tür filmlerde bir sorun var: Ya çoğu zaman ajite görüntüler kullanılıyor ya da hayvanlar merhamet duyulması gereken, aciz canlılar gibi gösteriliyor. Hayvanların oldukça kötü şeyler yaşadığı, insan eliyle hayatlarının karartıldığı doğru ama sürekli yaratılan “acizlik” algısı, hayvanlardan daha da yabancılaşmamıza neden oluyor bence.

Peki, medya ne yapmalı?
Daha çok, hak temelli çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyorum. Hayvanların da bizler gibi stresi, mutluluğu hissedebildikleri, aile yaşantılarının ve sosyalliklerinin olduğunu; farklı ama eşit olmamız gerektiğini insanlara anlatabileceğimiz içerikler üretilmeli. Hayvanların “toplum zararlısı” olarak tanıtılmasına son verilmesi lâzım. Yine aynı şekilde hayvanların, yenilip tüketilebilecek birer varlık olmadığının gösterilmesi gerekiyor. Ortada soykırım boyutlarında seyreden büyük bir adaletsizlik var ve bizlere ezberletilmiş yalanların sorgulanmasını sağlayacak çalışmalara ihtiyacımız var. Ama sorunuzu düşünerek şunu da söylemeliyim: Hayvan hakları için ve hayvanları koruma niyetiyle yapılan her çalışmayı değerli buluyorum. Keşke düzenli olarak, hayvanların haklarına dair, mevzuat ve yaptırımlar ile ilgili kamu spotları radyo ve televizyonlarda yer bulabilse…

Rojda Oğuz

Gazete Şûjin'de çalıştı. Gazetecilik faaliyetleri gerekçe gösterilerek 2016'da tutuklandı. Şu anda serbest gazetecilik yapıyor ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri bölümünde okuyor.

Journo E-Bülten