Türkiye’de spor gazetecileri özel haber yapmadıkları, yanlışların üstüne gitmedikleri, eleştirinin dozunu adamına göre ayarladıkları, insanları doğru ve olması gerektiği biçimde bilgilendiremedikleri için sık sık eleştiriliyor. Peki, bu eleştiriler haklı mı? Büyük ölçüde haklı, diyebiliriz. Çünkü birçok sıkıntı birleşerek eleştirileri haklı çıkaracak bu tabloyu yarattı. Haberci ile haber kaynağı arasındaki ilişki, meselenin düğüm noktalarından biri…
Öncelikle iş güvencesi büyük sorun… Bir yazıyla, bir haberle kulüp başkanı deviren spor gazetecilerinden, başkanlar tarafından devrilen gazeteciler dönemine geçeli çok oldu… Hatta bırakın başkanı, sıradan bir kulüp yöneticisi bile hoşuna gitmeyen bir haber yapan muhabiri işinden edebiliyor. Çalıştığı kurumun muhabirine sahip çıkmadığı çok örnek var. İş güvencesi olmayan gazeteci, “ayağını denk almak” zorunda.
Son yıllarda ses getiren kaç spor haberi hatırlıyorsunuz?
Spor gazeteciliğinin temelini oluşturan muhabirler özgür mü?
Değil… Kurumunun içinden ve dışından sınırlanmış gazeteci, sıradan antrenman notları, maç yazıları ve kulüp yönetimini rahatsız etmeyecek tarzda haberlerle durumu idare ediyor. Son yıllarda şöyle ortalığı ayağa kaldırmış kaç spor haberi hatırlıyorsunuz?
Meslek anlayışında bir sorun yok mu?
Meslek anlayışı erozyona uğradı. Bazı gazetecilere bu mesleğin ilkelerinden çok, başka düşünce veya duygular egemendir. “Gazeteci objektiftir. Her türlü kişisel çıkarı reddedip, kamuya karşı sorumluluğunu yerine getirir” gibi prensipler onlara göre boş laflardır, en azından geçerliliğini yitirmiştir, dolayısıyla umurlarında değildir. En basiti, tuttukları takımı fanatikçe desteklerler. Aleyhine haber yapmaktan kaçınırlar. Daha ağır durumlar da var ama somut biçimde delillendirmek gerek!
Açlık sınırında maaş alan spor muhabirleri var
Ekonomik sıkıntıları, gazetecinin haberciliğini olumsuz etkiliyor mu?
Ekonomik sorunlar her alandaki gibi gazetecilikte de belirleyici. “Vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmak” deyimi gazetecileri için de geçerli. Birçok kurumun, çalışanına açlık sınırında maaş verdiği ortamda özgür habercilik de budanmıştır. Üstelik önlerinde kötü örnekler var oldukça, birilerinin meslek ideallerine sadık kalmaya devam etmesi giderek zorlaşıyor. “Gemisini yürüten kaptan” anlayışı kötü bir kılavuz olarak insanların önünde duruyor.
Medya, eski medya mı? Haberciliği direkt etkileyen nasıl bir değişim var? Bazı muhabirlerin çalıştıkları gazeteler dışındaki kurumlara da haber verdikleri konuşuluyor…
Dönüşen medya anlayışı, işi çirkin bir noktaya taşıdı. Yazılı basından gazetecilerin, kurumlarının da onayıyla televizyonlara yorumculuk yapmaya başlaması, yıllar içinde giderek evrilerek hoş olmayan bir noktaya vardı. Sözünü ettiğimiz ekonomik gerekçelerle bugün birçok muhabirin kendi kurumu dışındaki mecralara haber veriyor olması acı. Sanılmasın ki, bunu yapanlar durumdan memnun. Hangisine sorsan, “Çarem mi var” gerekçesiyle karşınıza çıkar.
Spor muhabirleri objektif olabiliyor mu, yoksa tuttukları takımı “koruma kollama” görevi mi üstleniyor?
Tuhaf bir kimlik karmaşası hüküm sürmekte… Bugün spor gazeteciliğinin içinde hep konuşulan bir tespit şudur: Bazı muhabirler, görevle gittiği kulüpte, mensubu olduğu kurumu temsil etmiyor; tersine, maaş aldığı kurumda taraftarı olduğu takımı temsil ediyor! Yani bir bölüm muhabir, bordrolu olduğu gazetesinde, TV’sinde adeta bir kulübün temsilcisiymiş gibi davranabiliyor. İster fanatiklikten, ister çıkardan olsun, görünen bu.
Bir nevi ‘zapturapt komiseri’
‘Spor haberciliğine artık gazeteciler değil de kulüpler egemen oluyor’ gibi bir yargı oluşması haksızlık mı?
Büyük kulüplerde muhabirin kendi iradesiyle haber arayıp bulması, bir sorunu yazması, yanlışı ortaya çıkarması giderek hayal haline geliyor. Birçok kulüp, “dizayn edilmiş” haber ve röportajları, muhabirlerin cep telefonlarına attıkları resmi bültenleriyle veya internet siteleri aracılığıyla servis ediyor. İşin ironik yanı, kulüplerde bu işlerin başında genelde medya kökenli şahıslar bulunuyor. Sıfatları, “iletişim sorumlusu”, görevleri “haber disiplinini” sağlamak. Bir nevi “zapturapt” komiseri… Kulübün istemediği haberi yapabilmek giderek cesaret işi hâline geliyor.
Tüm bu olumsuzluklara karşı bir meslek dayanışması veya kurumun sahiplenmesi söz konusu olamıyor mu?
Tersine, spor muhabirliğinde bir sahipsizlik duygusu ve dayanışma eksikliği söz konusu. Sık sık, “kulüplerden ceza alan muhabir” vakaları yaşanır örneğin…. Olacak şey değil aslında ama gerçek böyledir. Kulüp yönetimi, işine gelmeyen bir haber yapan muhabiri kendince cezalandırıp, antrenman tesislerine, hatta bazen maçlara bile sokmayabiliyor. Bu duruma düşen muhabir, kendi kurumundan ve meslektaşlarından, en basitinden “o kulübü boykot” gibi tavır da görmeyince, bir daha dışlanmamak için “hizaya gelmek” psikolojisine giriyor.
Tablo hiç iç açıcı değil. Çözüm nedir peki?
Çözüm, şimdilerde tamamen göz ardı edilen mesleğin özüne dönüşte… Daha birçok sorun sıralamak mümkün… Çözümleri de zor ama imkânsız değil. Yapılacak temel şey yine gazeteciliğin temel ilkelerini uygulamak…
Yalnız, gazeteciliğe kıyısından köşesinden bulaşmış herkesin, hepimizin, bu sıkıntıların ortaya çıkmasındaki sorumluluklarımızı kabul etmemiz gerekiyor. “Dışarıdan ahkâm kesiyorsun, içerideyken ne yaptın” sorusu karşısında çok mahcup olanımız çıkacaktır.
Acil olarak iş güvencesinin sağlanması, ekonomik kaygıların ortadan kaldırılması, özgür gazetecilik için ortam yaratılması gerekiyor. En önemlisi de, mesleğe uygun yapı, karakter ve zihniyette insanlarla gazetecilik ayağa kalkabilir. Önce kendi insan kaynağımızı düzeltelim, sonra çevreyi…