Spor basını medya etiğinin en fazla ihlal edildiği alanlardan biri olarak tanımlanıyor. Türkiye’de Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti, cumhuriyetin ilk yıllarından beri gazete sütunları üzerinde de sürüyor. Sosyal medya durumu iyice kötüleştirdi. Uzmanlaşması için “kulüp muhabiri” yapılan gazeteciler, kısa sürede o takımın amigosuna dönmekle eleştiriliyor. Bazı muhabirler tarafsızlığın haberciliğe özgü bir koşul olduğunu, yorumculukta bunun gerçekleştirilemeyeceğini savunuyor. Oysa dünyada birçok ülkede bu tartışma on yıllar önce sona erdi. Örneğin 1970’lerde bugünün Türkiye’sine benzer bir manzara sunan Almanya spor medyası, gazeteciliğin her alanında tarafsızlığın taşıdığı değerin farkına çoktan vardı. Peki, Türkiye’de tarafsız spor gazeteciliği neden mümkün olmasın?
Türkiye’de milyonlarca insanın bir numaralı hobisi spor. Spor derken, daha çok futbol, biraz da basketbol. Bu iki popüler spor dalı medyada gündemin hemen her zaman en üst sıralarında. Özellikle derbi maçları öncesinde trafik felç oluyor, milyonların gözü kulağı bu karşılaşmalara çevriliyor, hayat duruyor.
Transfer sezonunda yoğunlaşan asılsız haber ve dedikoduların yanı sıra, Türkiye’de spor medyasının yıllardır en çok şikayet edilen sorunlarından biri de muhabirler ve yorumcular başta olmak üzere gazetecilerin tarafsızlığı konusudur. İnternetin yaygınlaşmasıyla beraber gazete tirajları düşse de, sosyal medyada bu iki sorun da derinleşerek sürüyor.
Balıkesir Üniversitesi’nde yapılan “Futbol ve Medya” isimli araştırmada 554 sporseverin görüşleri internet üzerinden toplanmış, “taraflı yayıncılığın” spor medyasındaki altı ana sorundan biri olduğu sonucuna varılmıştı. Düşüncelerini ifade eden katılımcıların büyük çoğunluğu, araştırma sonuçlarının medya kuruluşlarına da iletilmesini isterken, gazetelerin yayın politikalarında herhangi bir değişiklik beklemediklerine yönelik ümitsizliklerini de dile getirmişti. Durum böyleyken “Tarafsız yorumculuk mümkün mü?” sorusunu araştırdık.
Okur güveni spor haberleri için de önemli
Prof.Dr. Ruhdan Uzun’un ‘Türkiye’de Spor Basınının Etik Anlayışı” isimli makalesinde şu satırlar yer alıyor:
“Medyada etik kodlarının en fazla ihlal edildiği çalışma alanlarından biri de spor basınıdır. Türkiye’de spor basını, neredeyse etik kodların dışında bir gazetecilik alanı olarak görülmekte, meslek ilkelerine aykırı davranışlar etik bir bakış açısıyla tartışılmamaktadır. Oysa, etik ilkelere bağlılık, güvenilir bir basının temelini oluşturur. Basının işlevini yerine getirebilmesi ise ancak okuyucunun güven duymasıyla sağlanabilir. Gazetelerin spor sayfaları da bu olgudan bağımsız değildir.”
Gerçekte, kulüp yazarlığı, gazetecilikteki uzmanlaşma sürecinin spor basınına yansımasıdır. Alanlarında uzmanlaşan, birikim sahibi olan gazeteciler, haber kaynaklarıyla daha sıkı ilişkiler kurarak daha ayrıntılı ve günlük rutinin ötesine geçerek daha verimli habercilik yapabilirler. Ancak, belli bir konuda uzman olmakla taraf olmak elbette aynı şey değildir.
Eski sporcular medyanın ‘denge’sini bozuyor
Türkiye’de spor medyasını tarafsızlıktan uzaklaştıran iki temel etken olduğu söylenebilir. Birincisi, spor büyük ölçüde futbola indirgendiği gibi, futbol haberciliği de büyük ölçüde Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve kısmen Trabzonspor ile sınırlı kalıyor. Daha büyük kitlelere erişmeyi amaçlayan ticari kaygılarla yapılıyor bu. İkincisi, özellikle eski futbolcular, mesleklerini bıraktıktan sonra gazetelerde ya da televizyonlarda yorumcu olarak rahatça iş bulabiliyorlar. Bu da tarafsızlık ilkesine daha baştan zarar veriyor. Öyle ki bazıları avukat edasıyla bir takımı savunabiliyor.
Bu süreçte birçok izleyici ve okur “Zaten o Galatasaraylı/Fenerbahçeli/Beşiktaşlı… Elbette o takımı tutacak” diye düşünebiliyor. Uzun yıllar Hürriyet gazetesinde çalışmış Ahmet Ercanlar da bu durumun normal olduğunu düşünenlerden. Ercanlar aynı gazetecinin haberci iken tarafsız, yorumcu iken taraflı davranabileceğini savunurken şöyle diyor:
‘Siyaset gibi sporda da yorum yaparken tarafsızlık mümkün değil’
“Dünyanın geldiği şu noktada insanlar sosyal medya üzerinden özellikle duymak istediklerini duymak istiyorlar. Sosyal medya insanların üzerine büyük bir baskı bindiriyor. Objektif gazetecilik ile tarafsız gazetecilik karıştırılıyor. Haber yaparken kişisel görüşünüz olmamalı. Yorum yaparken ise kendi fikirleriniz olmalı. Bu ikisini birbirine karıştırmamak lazım. İnsanlar neye inanıyorsa onu söylüyorlar. Kimi çok seviliyor kimi çok eleştiriliyor. Haberde tarafsızlık ön plana çıkar ancak tarafsız yorumculuk olmaz. Yorum yaparken tarafsızlık mümkün değildir. Siyasette olduğu gibi sporda da aynı şey geçerli.”
Spor medyasında herkes Ercanlar ile aynı fikirde değil. Özellikle eski kuşak spor yazarları tarafsızlığın önemine vurgu yapıyor. Milliyet gazetesinde yazılarına devam eden tecrübeli futbol yazarı ve yorumcusu Osman Şenher bu konuda şu ifadeleri kullanıyor: “Eskiden futbol yorumcularının yüzde 98’i tarafsızdı. Yeni nesil yorumcular ise bir kulübün taraftarı gibi, o kulübe yaranmak için yorum yapıyor. Kulüplerin basın mensuplarına çok büyük baskısı var. Kimse eleştiriye açık değil. Bu yüzden bazı yorumcular da maçlara rahat rahat girebilmek için kulüplerin istediği şekilde yorum yapmak durumunda kalıyorlar. Basın çok değişti ve bununla beraber yorumculuk da değişti. Artık çok az gazeteci tarafsız yorum yapabiliyor. Çünkü tarafsız yorum yaparsanız kulüpleri kızdırırsınız ve onlar da sizi maçlara almaz. Siz de maçları takip etmek için tarafsızlığınızdan vazgeçersiniz. Yeni nesil gazetecilikte olan bu maalesef.”
‘Kulüp yazarlığı ile kulüp sözcülüğü birbirine karıştı’
Tayfun Bayındır kendisiyle yapılan bir röportajda, “Ne yazık ki, şu anda Türkiye’de en güvenilmez grup, spor yazarlığı. Gerçek olmayan, kişisel çıkarlar, kulüp taraftarlığı üzerine kurulu yazılar var” demişti. Ali Sami Alkış “Türk basınında kulüp yazarlığı temel ilke, hatta görev halini aldı. Gazete, ‘kulüp yazarlığı’ uygulaması ile gazetecilerin ‘uzman’ olmasını istiyordu. Ama onlar, uzman olacağı yerde ‘amigo’ oldu” ifadesini kullanıyor. Zeki Çol da “Ülkedeki kavram kargaşası yüzünden maalesef bizim de meslektaş sayıldığımız çoğu kişi, kulüp yazarlığıyla kulüp sözcülüğünü artık iyice birbirine karıştırıyor” diyor.
Cumhuriyet Gazetesi spor müdürü Arif Kızılyalın ise tarafsız yorumculuk konusunda şunları söylüyor: “Kalemi eline alınca yapmamız gereken tarafsız bir yazı yazmak. Ancak yorumcuların pek çoğunun kalbi tuttuğu takım tarafına kayıyor. Gönül ister ki daha çok tarafsız yazı olsun ama yorumcular bunu pek yapamıyor. Hatta birçok yorumcu bunu uluorta söylüyor ve ‘Taraf olmayan bertaraf olur’ fikrini ortaya atıyorlar. Günümüz spor basınında çok sayıda yorumcu var, ancak hangisinin kalemine güvenip hangisinin gerçekten tarafsız yorum yaptığını bilmek mümkün değil. Çünkü Türkiye’de tarafsız yorum yapmak çok olası değil. Yazarlar tuttukları takımların birer taraftarı gibi davranmayı seviyorlar. Bu elbette gazetecilik kurallarına aykırı. Ancak bunu yapıyorlar.”
Mehmet Y. Yılmaz’ın öz eleştirisi
Uzun’un “Türkiye’de Spor Basınının Etik Anlayışı” isimli makalesinin bir başka bölümünde şu ifade var: “Spor yazarlarının kulüp taraftarlıklarını yazılarına yansıtmaları, bunun da ötesinde bazı yazarların üç büyük kulüpte kongre üyesi olarak ve yönetimde yer alarak, tarafsızlığını güçleştirecek ilişkilere girmesi, spor basınında etiğe ilişkin sonuçlar doğurmaktadır. Gerçekte, spor yazarları arasındaki kulüp taraftarlığı yeni bir olgu değildir.”
Gerçekten de bugünkü sorunlu durumun uzun bir tarihi bulunuyor. Tek parti döneminde Ali Naci Karacan Fenerbahçe genel sekreteri olarak Akşam gazetesinin sütunlarında kulübün savunmasını yaparken, Cumhuriyet’te de Abidin Daver, kurucularından ve ilk futbolcularından olduğu Galatasaray’ı savunuyordu. Böylece stadyumlardaki FB-GS rekabeti, cumhuriyetin ilk yıllarında gazete sayfalarına sıçramıştı. Türkiye’de medyanın önemli yapısal değişimler geçirdiği 1980 sonrası dönemde, spor gazeteciliğinde taraflılık daha da belirgin hale geldi.
‘Spor sayfalarında tek doğru şey günün tarihi’
1994 yılında Mehmet Y. Yılmaz’ın yönetiminde Hürriyet bünyesinde yayımlanan günlük spor gazetesi Spor, her takım için ayrı sayfalar hazırlamaya başladı. Sayfaların üzerinde takımların adı yazılıyor ve o sayfaların editöründen, muhabirine ve yazarına kadar tüm çalışanlarının o takımın taraftarı olmasına dikkat ediliyordu. Gazetenin ulaştığı tiraj, diğer spor gazetelerinin de Spor’u izlemelerine neden oldu. Buna karşın Yılmaz, artık “takım tutan spor yazarı” kavramının değişmesi gerektiğini belirtiyor ve “Futbol sevgisinin ve rekabetinin giderek bir düşmanlığa dönüşmesinde üzülerek söylüyorum ki benim de biraz rolüm olmuş olmalı” sözleriyle öz eleştiri yapıyor.
Bununla birlikte spor gazeteciliği her ülkede Türkiye’de gördüğümüz sorunlu manzaraya sahip değil. Hatta bu alanda belki de en kötü durumlardan birini Türkiye’de yaşıyoruz. Öyle ki, Fenerbahçe ve Galatasaray’da forma giyen İsrailli eski futbolcu Haim Revivo “Türkiye’de spor sayfalarında tek doğru olan şey o günün tarihidir” demişti.
Almanya’da spor medyasının itibarı tarafsızlıkla yükseldi
Yrd. Doç. Dr. Necati Cerrahoğlu yurt dışından şöyle bir örnek veriyor: “Almanya’da izleyici kitlede spor gazetecilerinin objektifliği konusunda herhangi bir spekülasyon yoktur, çünkü açıkça bir taraf lehine tavır almaları söz konusu değildir. Spor gazetecisi her şeyden önce gazetecidir ve gazeteciliğin en temel kuralı objektifliğe bağlıdır. Türkiye’de polemik konusu olan taraflı davranmak şeklinde özetlenebilecek tarz, 1970’li yıllarda Almanya’da söz konusu idi. Spor gazetecileri redaksiyonda beşinci teker olarak karakterize edilmekte, kendilerine en fazla tek başına çalışan bir amatör statüsü tanınmaktaydı. Bunlara, diğer iş kollarında çalışan arkadaşlarına göre yayına çok az etkisi olan bir ‘saki’ görevi atfedilmekteydi.”
Spor medyasında tarafsızlık sorununun gazetecilerin tercihlerini aşıp toplumun geneline uzanan bir meseleye işaret ettiği bir gerçek. Örneğin basketbol gibi, rekabetin futboldaki kadar kızgın olmadığı bir alanda akla gelen ilk yorumculardan biri olan Kaan Kural, bu yılın finalinde 6. maçta Anadolu Efeslilerin, 7. maçta ise Fenerbahçelilerin tepkisi çekmişti. Ekşi Sözlük’te bir kullanıcı bu konuda şu yorumu yapmıştı: “Ortak nokta, [Kural’ın tepki çeken yorumları sırasında] iki takımın da skor olarak geride olması. Adam eğleniyor sadece.”
Belki de medyamızdaki bu sorun, Türkiye’de toplumun önemli bir bölümünün sporu eğlence olarak görmemesinden kaynaklanıyordur. Siz ne dersiniz?