Not: Yazı hiçbir spoiler içermemektedir.
Esnekliğin eğlence sektöründeki en ilginç uygulamalarından Netflix, yaptığı her dizi ile büyülemeye devam ediyor. Son dönemde House of Cards, Marco Polo ve Narcos gibi yapımlarla dizi sektörünü bir adım öteye taşıyan Netflix’in son harikası ise Stranger Things.
Stranger Things Indiana’da hayali bir şehir olan Hawkins’de, 1983 yılında geçiyor. Hawkins, küçük ve hiçbir olayın olmadığı bir kasaba. Cinayet yok, kaçırılma yok. Her şey olabildiğince sıradan. Ancak, bir gün kasabada yer alan Enerji Bakanlığı’na ait tesislerde gizemli bir olay yaşanıyor ve tüm kasabayı karmakarışık bir hale sokuyor. Will isimli ufak bir çocuğun kaybolması ile başlayan süreç, birçok tuhaf olayı da peşi sıra getiriyor.
Stranger Things, Will’in annesi, arkadaşları ve kasabanın şerifini özne olarak kullanarak hikâyesini anlatmaya çalışıyor ve bu konuda çok özel bir dil kullanıyor. Stranger Things ilk bölümünün ilk dakikasından, en son bölümüne kadar özenle hazırlanmış, 80’lere saygı duruşu niteliğinde bir yapım. Diziyi çekici kılan ve bu kadar tutmasını sağlayan ana etken tam da bu. Dizi, daha önce farklı dizilerde veya filmlerde işlenmiş birçok öyküyü, iyi bir çalışma ile kompozisyon haline getirerek dört başı mamur bir hikâye anlatıyor. Bu anlatımın yanına, 80’li yıllar sinemasında öne çıkan objeler ve iyi oyunculuklar da eklenince ortaya seyrine doyulmaz bir iş çıkıyor.
Bahsettiğim gibi, Stranger Things’in öyküsü çok özgün değil. Anlatılan hikâye birçok yapımda karşımıza çıkmış ve ortalama bir seyircinin seyrini tahmin edebileceği bir doğrultuda. Ancak senaryo ekibi bu öyküyü dönem filmlerinden alıntılar ve ince esprilerle anlatarak harika bir çizgiye sokuyor. Dizi, çok dar bir kasabada her birini tanıyıp içine girebileceğimiz karakterleri barındırıyor ve bu karakter örgüsü, hükümet ajanları ve baş kötü karakter Demogorgon dışında izleyiciyi diziden uzaklaştırmıyor. Bu arada parantez açalım, baş kötü Dungeons & Dragons (Zindanlar ve Ejderhalar) oyunundaki Demon Lord karakterlerinden birinden esinlenerek adını alıyor. Dizinin ilk bölümünde, dört ufak karakter D&D oynarken Will’in karşısına Demogorgon çıkıyor ve kaybolma olayının ardından ufaklıklar Will’i Demogorgon’un kaçırdığına inanıyor. Böylece baş kötümüz Demogorgon oluyor. Yeni neslin daha çok The Big Bang Theory’den ve bilgisayar oyunlarından tanıdığı FRP dünyasını, okul kantinlerinden veya çeşitli kitaplardan tanıyan bizim nesil için Demogorgon referansı çok ayrı bir tat veriyor.
Dizinin 80’lerle bağı sadece bunlar değil elbette. Stranger Things müthiş bir soundtrack listesine sahip. En bilindiklerinden bahsetmek gerekirse The Clash’in Should I Stay or Should I Go’sundan, Jefferson Airplane’in White Rabbit’ine her bölümde 4-5 klasik ile dizi daha farklı bir havaya bürünüyor.
80’ler olunca E.T. göndermeleri olmazsa olmaz elbette. Karakterlerden birinin özel güçlerinin olması da Star Wars esprilerinin kapısını aralıyor. Düşünsenize yıl 1983 ve çocukların o anda izleyip etkilenebileceği en önemli yapım Star Wars. Üç filmi de izlemiş küçük çocuğun tüm hayatının Star Wars olması şaşırtmayacak bir olgu. Kaldı ki ben üniversiteye giderken sıkıldığım bir sınavda su şişesini force push ile yerinden oynatmaya çalışırken hocaya yakalanmış biriyim. Bu göndermeler ne kadar hoşuma gider, siz tahmin edin. Stranger Things irili ufaklı tonla göndermeyi içinde barındırıyor. Aslında ortadaki durum şu diyebiliriz: Stranger Things sanki 1983’te çekilmiş bir yapım ve kayıtları kaybolmuş da yeni bulunmuş şimdi de yayınlanmış gibi bir havaya sahip.
Stranger Things’in kadrosuna baktığımızda en dikkat çeken isim Winona Ryder. Ancak belki de dizideki en sönük oyuncu Ryder diyebiliriz. Dizinin müthiş bir çocuk kastı var. Başta Eleven karakterini canlandıran Millie Bobby Brown ve Dustin rolündeki Gaten Matarazzo olmak üzere her biri birbirinden harika çocuklar diziyi alıp götürüyor. Tabii şunu da söylemeden geçmemeli, dizi çocuklar üstüne kurulu değil. Gerilim, bilimkurgu, macera ve komedi dolu yapım aksine 70 ve sonrası doğumluların daha çok ilgisini çekecek. Türe dair yeni bir şey koyuyor mu ortaya? Bunun cevabı şimdilik hayır. Ancak elindeki verilerle harika bir kompozisyon yarattığı kesin.
Dizi ile ilgili ilginç bir ayrıntıyı daha aktarmalı. Stranger Things, Netflix’e gelmeden önce birçok kanal tarafından reddedilmiş ve tutma ihtimali çok düşük görülmüş. Ancak daha yayınlanır yayınlanmaz müthiş bir izlenme oranına erişmesi ve hemen ardından ikinci sezonun hazırlıklarının başlaması keyif verici.
Stranger Things’in birinci sezonu 8 bölümden oluşuyor. Her bir bölüm ise 50-55 dakika civarında.
İyi seyirler.