Dosya

Suriyeli sığınmacılar: 270’ten fazla grup var, hangisiyle savaşalım?

Mudanya’da Suriyelilerin sahili "uygunsuz" kullandıkları gerekçesiyle zabıta ekipleri harekete geçmişti.
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar bir kez daha gündemde. Gazetelerde genellikle adli konulu haberlerde anılan, sosyal medyada ise giderek artan bir nefret söyleminin hedefi haline gelen Suriyelilere, bugünlerde neler hissettiklerini sorduk. “Niye ülkenize gidip savaşmıyorsunuz” şeklindeki tepkilere bir sığınmacı, “Suriye’deki iç savaşta 270’ten fazla grup kendi aralarında ve rejime karşı savaşıyor. Buraya göç edenler kime karşı savaşacak” yanıtını verdi. Bir diğeri ise şunları söyledi: “Ne Suriyeliyiz, ne de buralıyız. Ortada bir yerlerde kaldık ama savaş bittiğinde döneceğiz. Hiçbir misafir kimsenin evinde sonsuza kadar bu kadar nefretle, öfkeyle yaşamaz, yaşayamaz.”

Suriyeli sığınmacılar son bir haftadır yeniden Türkiye’nin gündemde. Antalya’nın Gazipaşa ilçesindeki plajlara Suriyelilerin alınmamasına ilişkin belediye meclisi kararını belediye başkanı veto ederken, Bursa’nın Mudanya ilçesinde belediyenin “sığınmacılara sahili yasakladığı” yönünde haberler yayımlandı. Suriyeliler dâhil sonradan Türk vatandaşı olanların askere alınmasının yolunu açan yeni askerlik kanun teklifi de tartışılıyor.

Hürriyet yazarı Gülse Birsel’in çok paylaşılan “Karışık hisler” başlıklı yazısını Ekşi Sözlük’te “Suriyeliler için referandum talebi” diye yorumlayanlar oldu. Suriyelilerin “istediği üniversitede okuyabildiği, öğrencilerin 1200 lira burs aldığı, beş yıl içerisinde birçoğunun Türk vatandaşı olacağı, seçimlerde oy kullandığı, hastanede sıra beklemediği, kira ile elektrik ve su faturası ödemedikleri ve devletten maaş aldıkları” gibi yanlış bilgilerin sosyal medyada tekrar tekrar dolaşıma girmesiyle nefret söylemi giderek artırıyor. Bazı siyasetçiler bu yönde sık sık sosyal medya paylaşımlarında bulunuyor. Dini bayramlarda Suriyelilerin ülkelerine gidip geri dönme izinleri “tatile gidiyorlarmış” gibi algılanıyor.

Mülteci Derneği’nin verilerine göre, Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana Türkiye’ye yaklaşık 3 milyon 618 bin 624 Suriyeli göç etti. Uluslararası mülteci sözleşmelerini imzalayan Ankara’nın koyduğu “coğrafi çekince” nedeniyle Türkiye’de sadece Avrupa’dan gelenler “mülteci” statüsünü alabiliyor. Avrupa dışından gelenler ve özellikle sonra yıllarda Suriye ile Irak’tan göç edenlere ise “sığınmacı” ya da “misafir” deniliyor. Suriyeli sığınmacıların en fazla yaşadığı kentler arasında İstanbul ve Şanlıurfa ilk sıralarda yer alıyor.

Bu iki kentte yaşayan Suriyelilere, sosyal medyada ve bazı medya kuruluşlarının haberlerinde karşılaştıkları nefret söylemi konusunda ne hissettiklerini sorduk.

‘Füzelere karşı nasıl savaşalım?’

Ailesiyle Şam’da yaşarken savaşın başladığı ilk yıllarda önce Şanlıurfa’ya ardından İstanbul’a göç eden Hasan*; Arapça, İngilizce, Kürtçe ve Türkçe biliyor. Yakından takip ettiği sosyal medyadaki nefret söylemlerine ilişkin şu değerlendirmede bulunuyor:

“Sosyal medyanın dışında bazı köşe yazarları da nefret dolu ifadeler kullanıyor. Bu yaptıkları ırkçılık ama ırkçılığı vatanseverlik gibi göstermeye çalışıyorlar. Irkçılıkla karşılaşmak bizi en çok üzen durumlardan biri. En çok duyduğumuz söz; ‘Neden kaçtınız, biz olsaydık kaçmazdık. Vatanımızı savunurduk’ oluyor. Oysa unuttukları bir şey var. Suriye’deki iç savaşta 270’ten fazla grup kendi aralarında ve rejime karşı savaşıyor. Buraya göç edenler kime karşı savaşacak. Binaları, mahalleleri, şehirleri yıkan, yok eden füzelere karşı insanlar nasıl savaşabilirdi? Biz Suriye’de yaşarken Türkiye’deki sağ-sol çatışmasından dolayı kaçmak zorunda kalan insanlar tanıyorduk. Hiçbir zaman onlara ‘hain’ demedik. Tam aksine ‘iyi ki komşunu, akrabanı öldürmemişsin’ dedik. Savaşmayı tercih etmemek, hayatta kalmak istemek insanın en doğal hakkıdır. ‘Bunlar neden savaşmıyor’ diyen insanların gözü önünde şu an milyonlarca insan savaşıyor. Daha ne kadar insanın ölmesi gerekiyor?”

‘Sorunların nedeni bizmişiz gibi davranılıyor’

Sosyal medyada ve bazı haberlerde Türkiye’deki Suriyelilerin “rahat yaşadığı” yönündeki haberleri de eleştiren Hasan şunları ekliyor:

“Sürekli Suriyelilerin devletten maaş aldıkları, kira ödemedikleri gibi yalanlar yazılıyor. En son bir belediye başkanı Suriyelilere yardımları keseceğini söylemişti. Oysa Suriyeliler devletin yardımını almıyor. Sadece Avrupa Birliği tarafından finanse edilen projelerle aldıkları aylık 120 TL’lik maddi destek var. Üstelik herkes de alamıyor bunu. Evet, mülteciler yardıma muhtaç ama devletin ve ülkenin mali kaynaklarını tüketmiyorlar. İktidar partisine muhalefet yapma adı altında bizleri malzeme olarak kullanıyorlar. Biz kimsenin iç siyasetine malzeme olmak için gelmedik buraya. Türkiye’nin bizim dışımızda da onlarca sorunu var ama sanki tüm bu sorunların sebebi bizmişiz gibi davranıyor. Türkiye’nin yaşadığı iç sorunun nedeni bizler değiliz.”

‘Sokakta ve iş yerinde de kötü sözlerle karşılaşıyoruz’

Fatıma ise Halep’ten göç etmiş. O da önce Şanlıurfa’ya gelmiş. Ardından Gaziantep’e geçmiş. Son iki yıldır da ailesiyle birlikte İstanbul’da yaşıyor. Türkçeyi sonradan öğrenmiş, çok iyi olmasa da Türkçe yazılanları okuyabildiğini söylüyor. Önce Şanlıurfa’da bir süre çadır kentte kaldıklarını söyleyen Fatıma daha sonra kendi imkanlarıyla bir ev tuttuklarını söylüyor. Şanlurfa’da iş bulamadıkları için şanslarını Gaziantep’te denemek istemişler. Burada da istedikleri gibi olmayınca İstanbul’a yerleşmişler. İki ağabeyi ile birlikte çalıştıklarını söyleyen Fatıma şu ifadeleri kullanıyor:

“Halep’te yaşarken üniversite okuyordum, güzel bir hayatımız vardı. Savaş başlayınca her şey darmadağın oldu. Buraya geldik. Ama sanki kendi isteğimizle gelmişiz gibi davranıyorlar bize. Sadece sosyal medyada ya da haberlerde değil sokakta, işte de birçok kötü sözle karşılaştığımız oluyor. İlk girdiğim iş yerinde düşük bir ücretle çalışıyordum. Bir gün çalıştığım yerin sahibi daha fazla maaş almayı hak ettiğimi ancak bunun karşılığında benden bir şeyler istediğini söylemişti. Ben ‘hayır’ deyince de adam bana ‘Niye? Suriyeli kadınlar burada başka neye yarıyor ki?’ dedi. Bunun üzerine o iş yerinden hemen ayrıldım. Ama hiçbir hakkım olmadığı için şikayetçi olamadım. Kimseye anlatamadım bile.”

‘Bizi savaşın ortasına gönderecekler korkusu yaşıyoruz’

Ahmet ise 37 yaşında. 2013’te göç etmiş Şanlıurfa’ya. Arapça, Türkçe, Kürtçe ve İngilizce biliyor. Suriye’deyken avukatlık yapan Ahmet, Şanlıurfa’da bir süre mültecilerle ilgili bir dernekte hukuk danışmanı olarak çalışmış. Şu anda ise işsiz. Günlük yaşamda da birebir birçok kötü sözle karşılaştığını söylüyor. Şanlıurfa’da geçtiğimiz yıl Suriyeli bir aile ile Şanlıurfalı bir aile arasında yaşanan silahlı kavgayı hatırlatarak, “Kavga iki gün sürmüştü ancak mültecilerdeki korku günlerce sürdü. Evlerinden çıkamayanlar oldu. Savaştan kaçıp gelmiş yeniden savaşa sürüklenmenin korkusunu yaşıyorlar. Suriyelilerin en fazla istediği şey güven duyabilmek” diyor.

Günlük hayatta ve sosyal medyada en çok “Süslenip geziyorlar, gidip ülkeleri için savaşmıyorlar” sözlerini duyduklarını söyleyen Ahmet şunları ekliyor: “Bunu bazen siyasetçiler de söylüyor. ‘Bu Suriyelileri gönderelim’ diyorlar. Oysa herkes savaşamaz. Savaşta iki seçeneğin var, ya öleceksin ya da kaçacaksın. Buraya gelenler çocuklarını, eşlerini, yaşlılarını, ailelerini düşünüp onları korumak için geldi. Bizi göndermek istedikleri ülkede halen savaş var. Savaş bittiğinde zaten hepimiz döneceğiz. Mecburiyetten buradayız.”

‘Her ülkenin iyi insanı da, kötü insanı da var’

Suriyelilerin genellikle adli olaylarla ilgili haberlerde yer bulduğunu vurgulayan Ahmet sözlerini şöyle sürdürüyor: “Her ülkenin iyi insanı, kötü insanı var. Çoğunlukla olumsuz haberlerle gündeme geliyoruz. Bizden bahsettiklerinde sanki hepimiz kötü insanlarız gibi davranıyor. Hep kötü sıfatlarla anılıyoruz, sanki hepimiz hırsız, katil ve tecavüzcüymüşüz gibi davranıyorlar. Oysa bizim de iyimiz, kötümüz, eğitimlimiz, okumamışımız var. Tıpkı her ülkede olduğu gibi…”

Zeynep ise 48 yaşında. Arapça, Kürtçe ve Türkçe biliyor. 2012’de göç etmiş Şanlıurfa’ya. Ailesi Kobanili. Ama kendisi Haseki’de doğmuş. Dört çocuk annesi. Büyük kızı İstanbul’da üniversite okuyor. Suriye’deyken kuaförlük yapmış. Şimdi Şanlıurfa’da bir dernekte çalışıyor. Eşi ise orada müteahhitlik yapmış, 50 yaşında ama Urfa’da bir markette yevmiye ile çalışıyor. “Mülteci denildiğinde hep yedi yıl önce göç ettiğim günü hatırlıyorum” ifadeleriyle konuşmaya başlayan Zeynep sözlerini şöyle sürdürüyor:

‘İnsan misafirinden kötü bahseder mi?’

“Uçaklar köyümüzü bombalıyordu, komşumun evi yıkılmıştı. Bombardıman devam ederken çıktım evimden, kapısını bile kapatamadım. En kısa sürede dönerim diyerek çıktım evimden, yedi yıldır burada yaşıyorum. Evim ne durumda bilmiyorum bile. Az çok Türkçe okuyorum, anlıyorum. Haberlere, Twitter’a baktığında sanki buraya isteyerek gelmişiz gibi bir algı var. Türkiye’de benimle yaşıt bir insan çok güzel bir maaşla çalışırken ben yevmiyeli işlerle çocuklarımın karnını doyurmaya çalıştım yıllarca. Böyle bir yaşamı kim ister?”

Zeynep, en çok Suriyeli kadınlarla ilgili konuşmalardan rahatsız olduğunu belirtiyor: “Suriyeli kadınlar şöyle kötü, Suriyeli kadınlar buraya kuma olmak için geliyor, Suriyeli kadınlar kocalarımızı elimizden alıyor gibi sözleri çok duydum ve okudum. Ben de bir kadınım, kızım ise İstanbul’da yaşıyor. Düşünsene kızım her an böyle sözler duyabilir, bana söylemiyor ama belki duyuyor da. Hangi kadın sürekli böyle sözler duyulmasından hoşlanır ki! Mülteci değiliz biz, hiçbir statümüz yok. Misafir diyorlar bize. Ama insan misafirlerinden kötü bahseder mi? Bizden bu kadar kötü bahsetmeleri çok zoruma gidiyor.”

‘Denizin ortasındaki sandal gibiyiz, hiçbir yere ait değiliz’

Suriyelilerin dini bayramlarda ülkelerine gidip gelmelerine ilişkin yorumları da sosyal medyadan okuduğunu söyleyen Zeynep sözlerini şöyle tamamlıyor: “Sanki tatile gidiyormuş gibi davranıyorlar. Oysa insanlar evleri, geride bıraktıkları ne durumda onlara bakmaya gidiyor. Kimse savaşın ortasına gezmek için gitmez. Ben de gideceğim kapısını bile kapatamadığım evimin ne durumda olduğunu görmek için… Evimiz, hayatımız orada kaldı. Yarın bize ‘gidin’ deseler ne yapacağız bilmiyoruz. Çünkü bıraktığım evim beni, bizi bekliyor mu bilmiyoruz. Şu an denizin ortasında sallanan sandal gibiyiz. Ne Suriyeliyiz, ne de buralıyız. Ortada bir yerlerde kaldık ama savaş bittiğinde döneceğiz, hiçbir misafir kimsenin evinde sonsuza kadar bu kadar nefretle, öfkeyle yaşamaz, yaşayamaz. Biz de döneceğiz.”

Not: Görüş aldığımız sığınmacıların gerçek isimleri, güvenlik kaygıları gereği ve kendi istekleri üzerine gizlenmiştir.

Etiketler

Rabia Çetin

Lisans eğitimini Atatürk Üniversitesi Gazetecilik bölümünde tamamladı. 2012’den bu yana İHA, DİHA, T24, BasNews, K24 gibi kurumlarda muhabir ve editör olarak çalıştı. Şanlıurfa Gazeteciler Birliği’nin 2013 yılı Gazetecilik Ödülleri’de görüntülü haber dalında ödül aldı. Sinem Babul’la birlikte Tahir Elçi’nin hayatını ‘Kırık Saat’ ismiyle belgeselleştirdi.

Journo E-Bülten