“Uzun vadede en hakiki müttefik eleştiridir” diyordu Fatma Barbarosoğlu. Eleştirinin gazetecinin en büyük silahı olduğunu yineleyip duran ve eleştirel gazetecilikten asla taviz verilmemesi gerektiğini savunan bir meslek erbabı olduğum için dikkatimi çekti onun “Eleştiriyi bekletmek caiz midir?” başlıklı yazısı.
Özellikle de “müttefik” sözcüğüne takıldım, çok yerinde bir saptamaydı. Eleştiren ile eleştirilenin aynı saflarda olduğunu vurgulamış oluyordu. Eleştirinin “düşmanlık” olarak kabul edildiği bir coğrafyada yaşadığımız için eleştirinin ortak paydada buluşanlar arasında pozitif ve dostane duygularla yapılan bir faaliyet olduğunu hatırlatmak değerli.
Bence de asıl düşmanlık eleştirmemek, gerçekleri ifade etmekten kaçınmaktır. Eleştirmeyen o an için “müttefik” gibi görünebilir ama zamanla ortaya çıkacaktır ne büyük kötülük yaptığı. Yanlışların sürüp gitmesine engel olmak için eleştiri geciktirilmemelidir. Barbarosoğlu da “Eleştiri mevcut olanı değerlendirmektir” diyerek zamanlamaya dikkat çekiyordu:
- “Eleştiri ile negatif duygu aktarımını birbirine karıştıranların her daim yürürlükte tuttuğu bir itiraz cümlesi vardır: ‘Şimdi bunları konuşmanın sırası mı?’ Bu itiraz esasında, ‘Bunları HİÇ konuşmayalım’ demenin üstü kapalı şeklidir.”
Ama Barbarosoğlu, bu satırları siyasi iktidarın kayıtsız şartsız destekçisi Yeni Şafak’ta yazdı.
Seçim döneminde AKP’ye yönelik tek bir eleştiri yöneltilmeyen bu gazetede iktidarla ilgili hiçbir olumsuzluktan söz edilmiyordu!
Kuşkusuz bu “müttefiklik” anlayışı Yeni Şafak ile de sınırlı değildi. Bütün iktidar medyası aynı tutum içindeydi. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul mitinginde montajlanmış klip göstermesini gizlemekle kalmadılar, yıllar önce hizmete giren Ankara ve İzmir’deki havalimanlarının kendi dönemlerinde yapıldığını söylemesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun henüz yapmadığı Aydın mitingine katılanların sayısını vermesi gibi gerçek dışı sözlere de gözlerini kapattılar. Elbette bu tutum şaşırtmadı, yıllardır böyle sürüp gidiyor bu kesimde.
Muhalif medya da bu konuda iktidar medyasından geri kalmadı; bu tarafta da Kılıçdaroğlu’na eleştiri yöneltilmediği gibi hataları da yok sayıldı. Türkiye’nin dünyada kişi başına milli gelirin düştüğü tek ülke olduğunu öne sürmesi, asgari ücretten vergi alındığını söylemesi, şehit ailelerinden taşıt alırken ÖTV ödediğini iddiası etmesi gibi yanlışlarının üzerinde durulmadı.
Öyle bir saflaşmaydı ki, Erdoğan’ı destekleme kararı veren Sinan Oğan’ın daha önceki sözleri muhalif medyada ortalığa döküldü ama Ümit Özdağ, Kılıçdaroğlu’na desteği seçince onun geçmişteki açıklamalarına hiç değinilmedi. Zaten “Karanlığa teslim olmayacağız,” “Kötülük rejimi cevabını alacak,” “Bu karanlık bitsin” gibi sloganvari manşetlerden geçilmiyordu.
Oğuzhan Uğur’un BaBaLa TV’si işte tam da buradaki boşluğu doldurdu. Sadece YouTube’da 27 milyon kez izlenen Kılıçdaroğlu programının başarısının en büyük sırrı, “yandaş” soruya asla izin verilmemesiydi, soruların tümü eleştireldi.
Oradaki itiraz eden, sorgulayan bakış televizyonlarda yoktu. Kılıçdaroğlu ve ‘Millet İttifakı’na destek veren medyada da eleştirel gazetecilik yapılmadı seçimler öncesinde. Bu yüzden artık bu medya kuruluşlarını “bağımsız” ya da “eleştirel” yerine “muhalif medya” olarak tanımlamak daha doğru.
Hatta “muhalif medya” yerine “taraftar gazetecilik” ya da “partizan gazetecilik” de denebilir. Çünkü taraftarlık işin içine karışınca gerçek “müttefik” gibi davranılamıyor. Oysa gazetecinin savunduğu tarafa en büyük iyiliği eleştirmesidir, gazeteci kalmasıdır. Muhatapları bugün zarar verdiğini düşünüp rahatsız olsa da zaman eleştirel haberciliğin haklılığını kanıtlayacaktır.
- 29 Mayıs 2023’te BirGün’de yayımlanan bu yazının devamını şu sayfada okuyabilirsiniz.