TEKNOLOJİ Televizyon

Televizyonun dönüşümü bildiğiniz gibi değil: Doğru bilinen yanlışlar

Televizyon yayıncılığında geçmişte donanımlar ön plandayken, bugün yazılımlar daha önemli. Örneğin rejilerde bulunan resim seçici gibi büyük boyutlu cihazlar, artık bir bilgisayar ve daha mobil aygıtlara dönüşmüş durumda.
Son 10-15 yılda televizyon yayıncılığı dijital dönüşümle neredeyse baştan yaratıldı. Peki, eski teknolojilere alışık televizyon habercileri bu süreçte başka sektörlere mi geçiyorlar, yoksa yeni beceriler kazanıp dijitalleşmeye uyum mu sağlıyorlar? Televizyon haberciliğinin kıdemli isimlerinden Ferhat Boratav, yeni kuşağın başarılı habercilerinden Nevşin Mengü ve alanın bir diğer deneyimli ismi olan Nazım Alpman ile televizyonun dijital dönüşümünü konuştuk. Bu mecrada yayıncılığın çok ucuzladığı, artık çok daha az çalışanla yapılabildiği gibi yaygın ön kabullerin yanlış olduğunu öğrendik.
Boratav’a göre diğer mecralara kıyasla televizyonda daha fazla gencin çalışması, gelenekle bağ kurma açısından sorun yaratsa da, teknolojiye uyum konusunda “ciddi bir avantaj” sağlıyor. Buna karşın yayın formatlarının ve “ritminin” değişmesi herkesi zorluyor. Mengü, “Eskiden ‘televizyona haber yapacağım’ diyordum, şimdi ise ‘bir video haber hazırlıyorum’ diyorum” diye açıklıyor bu durumu. Alpman’a göre ise medyada teknolojik değişime direnenler hep vardı ve yine “uyum sağlayamayanlar elenecekler.” Kafasında sınırlar olmadan sansürsüz düşünebilenler ise televizyonun dijital geleceğinde başrolü oynayacak.

Medyanın dijital dönüşümü yalnızca teknikle ve içerikle sınırlı kalmıyor. Her alanda yayıncılık gelenekleri alt üst oluyor, köklü bir güncelleme yaşanıyor. Örneğin televizyon yayıncılığında eskiden rejileri tek tek dolduran KJ gibi cihazların işini artık tek bir bilgisayar yapabiliyor. Bir yandan Netflix gibi video akış hizmetleri, bir yandan kamera taşıyan akıllı drone’lar, bir yandan yapay zekâ ile çalışan resim seçici programlar geliyor. Bu ortamda televizyonun geleceğine nasıl baktıklarını televizyonculara sorduk.

Ferhat Boratav: Biraz sinir bozucu bir durumdayız

Yıllarca CNN TÜRK Haber genel Yayın Yönetmenliğini yapan Ferhat Boratav’a göre dijitalleşme televizyonculuktaki bazı maliyetleri ortadan kaldırırken, yeni maliyetler de yarattı:

Ekipman konusunda TV’ler nereden nereye geldi?
Bu soruya cevap verebilmek için “televizyon yayıncılığı” deyince, ne kastettiğimizi iyi tanımlamak lazım. Eğer mesele, görüntü ve sesi, herhangi bir evde, odanın bir köşesinde duran bir ekrana yansıtmaksa, gerekli ekipmanlar değişmekle birlikte maliyetlerde ciddi bir düşüş olduğunu düşünmüyorum. Şöyle bakın: Rejideki bazı cihazlar gereksiz hale gelmiş olabilir, ama onların yerini alan, IT temelli çözümler de başka ve büyük maliyetler getiriyor. Çok büyük ölçekli dijital datayı güvenli olarak depolamak ve bir yerden diğerine aktarmak sanılandan daha pahalı bir yatırım. Örneğin, eskiden analog rejilerde ve yayın odalarında ısı normal klimalarla halledilebilen bir sorundu, şimdi server’ler için ciddi soğutma sistemleri kurmak gerekiyor. Ayrıca, rejinizdeki ve stüdyonuzdaki ekipmanın maliyeti ne olursa olsun, televizyon lisansı veya uydu kirası maliyetleri değişmiyor.

Buna karşılık, sokakta yürürken cep telefonunuza kaydettiğiniz görüntü ve sesi, bir başka cep telefonu ekranına internet ya da 4G üzerinden ulaştırmayı kastediyorsanız, bunun maliyetleri, bırakın 15 yıl öncesini, beş yıl önce bile hayal edilemeyecek kadar düştü ve düşmeye de devam ediyor. Bu yeni kullanıcılar, yeni kullanım alanları demek. Şimdi bu kullanım alanlarına uygun yan teknolojilerin ve aksesuarların hızla geliştiğini görüyoruz. Örneğin drone’larla kameraların birleşmesi gibi. Ya da şu resimde olduğu gibi:

Peki, insan kaynakları konusunda bu teknolojik dönüşümle beraber neler değişti? Eski cihazlar atılırken eski cihazları kullanan eski tüfek televizyon yayıncıları ne oldu? Başka sektörlere mi geçtiler yoksa yeni beceriler kazanıp dijitalleşmeye uyum mu sağladılar?

Ne kadar ‘eski’den bahsediyoruz? Televizyon sektöründe o kadar çok “eski tüfek” yoktu. Görebildiğim kadarıyla olanların bir kısmı, işlerini bildikleri gibi yapmayı sürdürüyorlar. Hatta görüyoruz, bazı “eski tüfekler” yeni teknolojilerle eski usul işler yapmayı da başarıyorlar. Şu anda medya sektörünün o kadar büyük, o kadar temelli sorunları var ki, kimse “eski tüfekler teknolojiye adapte oluyor mu” diye düşünecek halde değil. Televizyon, çalışan yaş ortalamasının oldukça genç olduğu bir sektör. Hiç kuşkusuz, bunun yayıncılık anlayışı, geleneği açısından yarattığı sorunlar var, ama yeni teknolojilere uyum açısından ciddi bir avantaj.  Ben “teknolojiye uyum” konusunda büyük bir sorun yaşandığını, ya da yaşanacağını sanmıyorum.

Ama asıl sorun başka bir yerde yaşanıyor: Yeni teknolojiler, farklı yayın formatları ya da farklı bir yayın ritmi gerektiriyor. Örneğin, bugün haberlerdeki bir gelişmeyi, bırakın akşam ana haber bültenine, bir sonraki saat başına kadar saklamanın anlamı kalmadı. Hatta böyle davranmak son derece yanlış. Ama haber merkezlerinde hala bu durum tam anlaşılamadı. Aynı şekilde, dizi seyretmek mobil ve tabletlere kaydıkça, sürelerin kısalması, kısa/çok bölümlü üretim zorunlu hale geliyor. Bence asıl mesele alet-edevata adapte olmak değil, “öncelik dijitalde (dijital first)” denen o zihniyete göre düşünmeyi öğrenmek.

Bu ortamda televizyoncular geleceğe nasıl bakıyor?
Hayatımız dikey entegre olmuş büyük kurumlar içinde geçti. Şunu kastediyorum: Bir ürünü, hayal etmenin, tasarlamanın, üretmenin ve tüketiciye kadar ulaştırmanın ve sonra da bu üründen para kazanmanın tek çatı altında yapıldığı bir sistemdi alıştığımız televizyon dünyası.  Bu kurumların bazıları, ayrıca, yatay olarak da entegreydi, yani bugün “enformasyon ve hoş vakit geçirme sanayisi” denilen bütün bir sektörün yaptığı hemen her işi yapma iddiasındaydılar.

Şimdi bu dünya giderek küçülen parçalara bölünüyor. Artık sadece “hayal edici,” sadece “haberci” ya da sadece “yayıncı” olabilirsiniz. Bu aslında çok özgürleştirici bir durum. Buna karşılık, yaptığınız işin ürettiği değerden en büyük payı başkalarının (örneğin Facebook ya da Spotify) alacağını ve size küçük bir pay vereceğini de hesaba katmanız gerekiyor. Bu da işin problemli kısmı. Kısacası biraz sinir bozucu bir durumdayız. Geleceğe bakışımızı da bu ruh hali etkiliyor ister istemez.

Nevşin Mengü: Teknolojik devrimin içine düştük

Bu mesleği yapanlar olarak bir teknolojik devrimin/dönüşümün içine düştük açıkçası. Bir kere işin adı artık televizyonculuk ya da televizyon haberciliği değil. Eskiden bir haber yapmak için kaynaklarımı ararken, “televizyona haber yapacağım” diyordum, şimdi ise “bir video haber hazırlıyorum” diyorum mesela. Zira hazırladığım haber hem YouTube’da hem Twitter’da hem de Instagram’da servis ediliyor.

Artık ürettiğimiz iş, daha akışkan. Yani daha hızlı yayılıyor. Üretilen iş TV’ye üretilir gibi değil. Bir kere yayımlanıp havaya uçmuyor, hep orada kalıyor. Dolayısıyla son dakika verilecek kısa bir bilgi ya da gelişme bir tweet olarak atılabilirken, video haber hazırlarken televizyon haberine göre daha titiz davranmak gerekiyor. Zira ürettiğiniz materyal belki bir kısım kitlenin önüne bir hafta sonra düşecek. Bunu hesap etmek gerekiyor.

Peki bunun için daha mı az insan çalışmalı? İnternet haberciliğinin henüz emeklediği yıllarda bunun böyle olacağı sanıldı ama gelin görün ki iş öyle değil. Daha çok iş üretildikçe, rekabet, kalite ve yaratıcılık arayışı artıyor. Aynı şekilde iyi bir video içerik için, yaratıcı bir prodüktöre, çok iyi bir kurgucuya, iyi bir kameramana ihtiyaç var. Telefonun kamerasını açıp bir şeyler anlatmak bir tarz olabilir. Bu anlatıcının kabiliyetine, üretkenliğine ve yaratıcılığına bakar ama kesinlikle tek tarz değildir.

Türkiye’de televizyonlar büyük ölçüde kadük hale geldiği için ne diyeyim bilemiyorum. Mesela BluTV’de izlediğim “Pavyon” serisi gibi bir şeyin bir televizyonda üretilmesi bugün mümkün değil. Bir, sansür, otosansür… İki, o vizyona sahip televizyon yöneticisi yok. Ya da 140journos’un yaptığı “Esenler Otogarı” işi kadar ses getiren başka video oldu mu kısa zamanda? Uzun süredir görmedik.

Yeni video habercilikte çok yönlü bakabilmek ve kafada sınırlar olmadan sansürsüz düşünebilmek, olmazsa olmaz.

Nazım Alpman: Önümüzü tam olarak göremiyoruz

İletişim alanında son yıllarda teknoloji olağanüstü gelişti, hatta korkutucu boyutlarda gelişti. Eskiden koca koca naklen yayın araçlarıyla bir yerlere gidilip yayın saati kiralayarak, hat kiralayarak yayınlar yapılıyordu ve bunlar büyük bir başarı olarak takdim ediliyordu. “Kriz bölgesinden canlı yayın” “Savaş alanından canlı yayın” gibi flaşlar televizyonun olağanüstülüğüne atfediliyordu. Şimdi öyle bir dönem geldi ki artık bütün bunların tümü tamamıyla ortadan kalkmış bulunmakta. Artık omuzunda bir tane kamera ile 3G bağlantı yaparak yayın yapılabilir hale geldi. Aradaki aktarıcılar ve bütün teferruatların hepsi ortadan kalktı. Yani brütler temizlendi, ‘net’e dönüştü. Hatta ve hatta cep telefonları ile bile canlı yayın yapan büyük yayın kuruluşları var. Televizyonlarda, sosyal medyada cep telefonları ile çekilmiş fotoğraflar, videolar haberin ana unsuru haline geldi ve herkesi gazeteci yaptı bir anda. Bu işin içerik bölümü.

‘Ekrandan göremiyoruz, kâğıt şart’ demişlerdi

Teknik olarak ise, baş döndürücü bir gelişme söz konusu. Ve burada buna uyum sağlayamayanlar elenecekler. Kurumlar ve isimler olarak. Hâlâ eski tarzı kullananlar var çünkü yeni kolay kabul edilmiyor. Mesela hatırlıyorum, 1991 yılıydı ve Milliyet gazetesinde daktilo ile haber yazmaktan bilgisayarlı ortama geçileceği söylendi. Ve haber merkezinde bulunanlar şöyle dediler: “Bu teknoloji gazeteciliğe uygun değil. Biz Anadolu Ajansı’ndan gelen haberlere arka arkaya uzunca bakıyoruz ve ona göre değerlendiriyoruz. Halbuki burada bir ekran var. Ekrandan bir şey göremiyoruz.”

Ekranın hareketliliğini düşünemeyip, hesaplayamayıp “bu teknoloji gazeteciliğe uygun değil, gazetecilik bu yolda yürümez” dediler. Tabii ki bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Sonuçta bilgisayarlar ile çok daha hızlı gazetecilik yapılabilir hale geldi. Kâğıtlar ortadan kalktı ve dijital ortamlara geçildi. Artık gazeteler ele değmeden direkt baskıya gider hale geldi. En fazla arada bir “proof” alınıyor ve onun üzerinden bir kontrol ediliyordu ki bu hâlâ da yapılmaya devam ediyor.

Artık gazetecilik daha fazla teknoloji isteyen bir konumda. Fakat burada da şöyle sorunlar var: Hem yatırımlar hızla eskiyor ve yeniye geçme gereksinimi doğuyor, hem de medyada böyle bir kârlılık bulunmuyor. O yüzden de böyle bir paradoksal durum söz konusu. Bir yanda gelişme var, ama öte yanda içerik daralıyor. Otosansür gelişiyor bizim gibi ülkelerde. İleri teknoloji ile yeni haberciliğin yan yana uzun süre yürümesi mümkün değil. Bu yüzden de bizim geleceğe olan bakışımız, kendi ülkemiz açısından bakarsa,k bu teknolojik gelişim ile bu sansürcülük yan yana pek parlak gözükmüyor.

‘Teknoloji sayesinde geleceğin iyi olacağını düşünüyorum’

Yani açıkçası önümüzü tam olarak göremiyoruz. Nasıl bir yere gidilecek? Habercilik nasıl şekillenecek? Televizyon yayıncılığı nasıl bir evreye geçecek? Bunları önümüzdeki günlerde yaşayarak öğreneceğiz. Biz eski tarz gazeteciler için, yani telefon ile haber yazdırmak üzere santrale “beklemesiz basın ödemeli arıyor” diye not yazdıran bizler için bu ortam gerçekten çok zor. Mesela birçok arkadaşım -gazeteci ya da yayıncı- hâlâ ‘ben internet kullanmıyorum’ diye kendileri ile iftihar ediyorlar. Ama internet kullanmazsan artık otobüse bile binemiyorsun.

Sonuç olarak teknolojinin gelişiyor olması tabii ki iyidir. Ve yeni şeylere karşı direnç göstermek kötüdür. Onun için gelişen teknolojiye uyum sağlamak için bütün gazeteciler ve yayıncılar kendilerini yeni döneme uydurmak zorunda. Birçoğu uydu ve biliyorsunuz gençlerde zaten bu konuda bir sorun yok. Ben teknoloji sayesinde geleceğin iyi olacağını düşünüyorum.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – CPM DEVRİMİ: TELEVİZYONLAR REYTİNG SİSTEMİNİ TERK EDİYOR

Dilan Karacan

İZ TV’de belgesel yapım asistanlığı, Cumhuriyet’te stajyer muhabirlik, Artı Bir TV’de editörlük, Star TV’de muhabirlik ve Kanal D’de prodüksiyon asistanlığı yaptı. Journo için freelance olarak röportaj, araştırma ve söyleşi gibi içerikler üretiyor.

Journo E-Bülten