Burano’dan bir vapuretto, baş dakika sonra Torcello.
Küçücük bir ada.
Bir iskelesi, bir lokantası, bir de tarihi kilisesi var.
İskelede inip dere boyu yürüyorsunuz, sol tarafınızda meşhur Locanda Cipriani kalıyor, onu da geçtikten sonra Kilise Meydanı Santa Fosca.
Meydanın solunda Şehir Müzesi.
Bira, şarap, prosecco, su, dondurma, cips, buzlu içecekler satan bir büfe var.
Başka bir şey göremeyince biraz bilgi almaya gittim ve büfenin sahibi Eleonora’yla tanıştım.
“Gezecek başka bir yer var mı burada?”
“Hayır, bütün ada buradan ibaret.”
Şaşkınlığımı saklayamayarak sordum:
“Ama burada hiçbir şey yok.”
“Kilise var, müze var, -kendisini işaret ederek- cafe bile var!”
“Peki ya sokak? Cadde? Ev?”
“Saydıklarının hiçbiri yok burada.”
“E peki nasıl ve nerede yaşıyor insanlar?”
“Torcello’da sadece on bir kişi yaşıyor.”
“Bu adada sadece on bir kişi mi yaşıyor?”
“Evet. On birden bir fazla değil.”
“Sen burada mı yaşıyorsun?”
“Hayır, Burano’da.”
“Kilisenin görevlileri yaşıyor o zaman.”
“Hayır,” dedi, gülmeye başladı, “onlar da Burano’da yaşıyorlar!”
“E iyi de kim yaşıyor o zaman bu adada?” diye sordum.
Kilisenin karşısındaki ilk mağazayı işaret etti.
“Onlar burada yaşıyor.”
Elenora’yı bırakıp soluğu adamın yanında aldım.
“Siz burada yaşıyormuşsunuz” dedim, anlamayan gözlerle bana baktı, “evet” dedi, “ne var bunda?”
“On bir kişinin yaşadığı bir adada yaşamak nasıl bir duygu?”
Şöyle bir gerindi plastik sandalyenin üstünde, sonra “senin yaşadığın şehrin nüfusu kaç?” diye sordu.
“Kabaca yirmi milyon” dedim.
Alfio, “bir şehir ve yirmi milyon insan” dedi, güldü, “sen orayı kendi şehrin mi sanıyorsun?”
Sonra anlattı:
“Ben burada doğdum, Torcello’da. Ve burada ölmek, bu toprağa gömülmek için dua ediyorum. O bahsettiğin on bir kişinin üçü biziz. Karım Sandra ve otuzaltı yaşındaki oğlum Davide. Burası bizim toprağımız. Ben Torcello’da yaşamaktan onur duyuyorum.”
“Siz doğdunuzda” dedim, “kaç kişi yaşıyordu burada?”
“Kırk.”
“Herkes gitmiş neredeyse.”
“Biz kaldık.”
“Neden gittiler?”
“Gitmek istediler çünkü. Ben buralıyım; evim de, işim de burada ve bu adayı terk etmeyi bir tek gün olsun düşünmedim.”
Kartpostallar, küçük hediyelik eşyalar satan bir dükkânı vardı.
“Sen yaşadığın yer için ‘burası benim toprağım’ diyemezsin ama ben derim. İşte bu yüzden ben haklıyım. Her istediğimi Burano’dan alabiliyorum. Sabahları ekmek ve süt almaya gidiyorum. Doktor, eczane, okul… Ne ararsam orada var. Sen işe otobüsle gidiyorsun, ben ihtiyaçlarımı karşılamaya vapurettoyla. Üstelik ben yaşadığım yerin sahibiyim!”