Görüş

TRT’nin Türkiye’deki yayınlarına gerçekten ihtiyaç var mı?

TRT 70'lerde ve 80'lerde televizyon izleyenler için de devlet için de çok şey ifade ediyordu. Peki ya şimdi? TRT'nin Türkiye'deki geniş yayın operasyonuna gerçekten ihtiyaç var mı?

Kamu yayıncılığı birçok ülkede önemli tartışma konularından biri. Özellikle 21. yüzyılla birlikte devletlerin kamu yayıncılığı için ayırdığı paylar ve kamu yayıncılığı için yapılan harcamalar daha da göze batar oldu. Söz konusu, televizyon ve radyo gibi artık özel sektör tarafından dahi tüketilmiş eski medya araçları olduğunda, bu yatırımların anlamını uzun uzun sorgulayabiliyoruz.

Aslında dünyada kamu yayıncılığı konusunda yalnız değiliz. İtalya, İngiltere, Finlandiya, İsveç derken dünyanın ileri gelen birçok ülkesinde kamu yayıncılığı var. Özellikle 1960’lar ve 1970’lerden bu yana bu tür gelenekleri olan birçok ülke de var. Yani bahsettiğimiz model, ölmüş ya da yok olmuş bir model değil. Peki bu model dünyada ve Türkiye’de ne kadar işlevli? İşlev meselesini sorgulamak için kimi kategorilerden yararlanmak gerekecek. Ben kültürel, ekonomik ve politik olmak üzere üç kategoriyle bunu yapabileceğimizi düşünüyorum.

Dünyada ve Türkiye’de kültürel işlev

Kamu yayıncılığının kültürel işlevleri neler diye baktığımızda, örneğin Kanada’da bunun resmi çift-dillilik durumuna sadakat üzerine gerçekleştiğini görüyoruz, Birleşik Krallık’ta ise BBC çokkültürlülük ve farklılıkların temsili konusunda bir iddiaya sahip. Birleşik Krallık adından da belli olacağı üzere ‘birleşik’ olduğundan farklı bölgelere ve değerlere özgü yayıncılık da yapılıyor; her ne kadar zaman zaman konuyla ilgili ciddi eleştiriler yapılsa da BBC bir şekilde Birleşik Krallık’tan çıkan en değerli marka olmaya devam ediyor. Ancak, örneğin, Open Democracy’de OurBeeb adı verilen bölümdeki BBC tartışmasına bakmakta ve oradaki eleştirileri dikkate almakta büyük fayda görüyorum. BBC’nin asli kültürel işlevlerinden birinin de 31 uluslararası dilde yaptıkları yayınlar olduğunu söylemek de yerinde olacaktır. Hem İngiliz bakış açısıyla ve kendi habercilik kodlarıyla dünyayı görür/gösterirken bir çeşit kültürel karşılıklı anlayış zemini oluşturuyorlar hem de kültürel kodlarını dünyaya anlatma fırsatı buluyorlar.

Türkiye’ye dönüldüğünde ise, bir çokkültürlülük işlevi görmek zor. Farklı dillerin konuşulması farklı kültürlerin varlığı zeminini oluşturmuyor; dahası çokkültürlülük adına TRT’de herhangi bir özel kanalın yapamadığı/yapamayacağı herhangi bir şey de yapılmıyor. Politik durum da zaten bir çokkültürlülük durumunun oluşması için pek de anlamlı bir zemin arz etmiyor. Farklı dillerde ya da lehçelerde yapılan yayıncılık başarıları konjonktürel seviyede kalıyor; devletin politikaları ve farklı kültürlere verdiği dönemsel öncelikler TRT’nin de önceliği hâline geliyor. Bu da işleri daha da karıştırarak, TRT’deki çokkültürlülüğü Herbert Marcuse’un deyimiyle bir tür baskıcı tolerans aracına dönüştürerek, kültürlerin terbiye edildiği bir yayıncılık anlayışının parçası yapıyor.

Spor ve benzeri alanlarda ise tıpkı birçok devlet teşebbüsü gibi marka değeri olmayan şeylere sponsor olarak ya da yayıncılık haklarını alarak ‘kamu işlevini’ yerine getirdiği iddiasında bulunan TRT, aslında klasik anaakım medya yayıncılığından hiçbir şekilde ayrışmayan, alternatif seslere veya sporun tüm dallarına gerekli önemi vermeyen bir yapı sergiliyor. Uluslararası müsabaka yayınlarında hâlâ senkronizasyon problemi yaşayabilen ilginç bir teknik altyapı ise cabası.

Peki ya politik işlev?

Politik işlevlerle kültürel işlevler iç içe aslında. 1970’lerden 1990’ların başına dek bir ulusun kendisine dair gerçekleri öğrenmesi, eğitilmesi, enformasyonun yayılması gibi bir hayli ciddi meselelerde önemli bir rol üstlenen TRT’nin ulusal politik programla bağdaşan bir özelliği var mı? Vasat bir yayıncılık anlayışı, başka kanalda yayınlanması imkânsız olmayan ve belki de daha iyi rating alacak, bir-iki prodüksiyonu hariç rating listelerinde kendine kolay kolay yer bulamayan bir televizyonculuk anlayışından bahsediyoruz. Habercilik konusunda iktidardan (bkz. TRT altyazılarında Erdoğan’a hakaret mi ediliyor) muhalefete (bkz. Kılıçdaroğlu’nun TRT’ye eleştirisi) kimseyi memnun edemedikleri ortada, sürekli eleştiri okları kendilerine dönüyor; açıkçası bunu aşabilecek kalitede bir yayıncılık yapamadıkları da ortada. Taraflardan birine yaranmak için diğerini terörize etmekten çekinmeyen politik anlayışları dahi tek başına yaptıkları işin kamu yayıncılığının temel ilkeleriyle uyum sağlamadığının göstergesi.

Dahası sadece içinde bulunduğumuz döneme değil, TRT tarihine baktığımızda Türkiye’de TRT’nin gerçek anlamıyla özerk bir yapıya kavuşmasının ne derece imkânsızlaştırıldığını, TRT’nin hızlı bir şekilde iktidarlarca pravdalaştırılmaya ve uydulaştırılmaya hazır bir kuruluş olduğunu görmemek mümkün değil. Bu yalnızca mevcut değil, mevcut iktidar döneminde ortaya konan güvencesizleştirme, taşeronlaştırma ve kimliksizleştirme hamleleriyle artık dönüşü olmayan bir yola girilmesinden sonraki iktidarlar için de benzer sonuçlar doğuracağa benzer bir durum.

Politik anlamda TRT’nin çok sesli ve farklı Türkiye fotoğrafı sunması ulusal yayınlarda mümkün değil. Seçim ve propaganda dönemlerinde partilere ve görüşlere ayrılan sürelerin adaletsiz dağılımı da dahil olmak üzere TRT’nin hor kullanılmış bir güç olduğu ile ilgili elimizde birçok örnek var. En son TRT Haber kanalında adalet yürüyüşü ile ilgili tartışmada atılan başlık da dahil olmak üzere TRT’nin kamu yayıncılığı vasfını yitirdiğine dair yüzlerce örnek verilebilir.

TRT’nin politik bir işlevi olmalı mıdır diye sormak da gerekebilir elbette. Aslında kültür ve eğitim tamamıyla politik alanlardır. Bir toplumun eğitilmesi ve kendi temsilini medyada görmesi kadar politikaya dair konular olamaz. Bu nedenle kamu yayıncılığı sınırları içerisinde en azından ulusal bazda TRT’nin politik bir fonksiyonu 70’ler ve 80’lerde vardı; bugün ise bu fonksiyonun verimli şekilde sürdürülmesi imkânsız. Bunun, TRT’nin öncü bir medya kuruluşu olma kimliğini kaybetmiş olması, yapımlarının Türkiye’deki özel sektör yapımlarının dahi gerisinde olması, çalışma koşulları ve güvencenin geçmişin gerisinde olması gereği özgür bir yayın politikası izlenememesi gibi onlarca sebebi olabilir.

Her geçen gün yeni kanallarla ulusal yayıncılık konusunda hantallaşan, teknolojik olarak her daim geriden takip eden bir kamu yayıncılığının çağımızda ne kadar işlevsel olduğu önemli bir konu olmaya daima devam edecek. TRT’nin politik işlevi ise her yıl yenisi çıkan ve ulusal kamuoyunu hedefleyen kanallar bu mantıkta yayın yapmaya devam ettikçe daha eleştirel olarak ele alınmaktan kurtulamayacak.

Politik işlev bağlamında, belki kültürel bağlamda da ele alınabilecek, uluslararası temsil işlevi ise aslında TRT World ya da TRT El Arabia gibi, bölgeleri ya da dünyayı hedef alan hâliyle çok daha ilgi çekici. Normal şartlarda ulusal pazarda kesinlikle küçülmesi gereken TRT operasyonları illa ki sürdürülecekse, Türkiye’nin yaşadığı uluslararası imaj problemini düzeltmek bağlamında bu alanlarda sürdürülmeli. Dünyada Türkiye’deki gazetecilik pratiğine ve siyasete ilişkin bu kadar çok soru işareti varken, hem kamu diplomasisi adına hem de gazeteciliğin küresel endüstrisinde yer alma adına bu yatırımlar oldukça değerli.

Katar krizinde en çok konuşulan konunun 21. yüzyılın ‘şeytan icadı’ muamelesi gören Al Jazeera olması şaşırtıcı değil. Başka ülkelerde yayın yapan bir kuruluşa sahip olmanın yaratacağı avantajlar uluslar için oldukça fazla. Elbette TRT’nin ciddi bir etik koda ve hükümete değil genel bir anlayışa dayanan bir küresel yayın politikası olmadıkça bu yatırımların da işlevleri daima birer ‘çok dilli pravda’ seviyesinin ötesine geçmeyecektir.

TRT ve ekonomik işlevlilik

TRT’nin ekonomik işlevlilik düzeyi biz yurttaşlar için oldukça sorunlu bir konu. Türkiye 90’lardan bu yana sürekli özelleştiren bir ülkeyken, bir kamu yayıncılığı kuruluşunun geniş bütçesiyle özel sektördekilerle bu kadar benzeşen ürünler üretmesi TRT’yi var olanın alternatifi yapmıyor. TRT’nin yayınları gelecek adına da bir şey söylemiyor. TRT’nin öncü bir tarzı benimsediği söylenemezken; teknolojik bağlamda da özel sektörden daha ilerde olmadıklarını görmemiz, kamu yayıncılığında TRT’nin 70’lerdeki işlevini çoktan kaybettiğini gösteriyor. Özellikle de bilgilendirme işlevi bakımından haber aldığı havuzun aynılaşması gereği özel kanallardan ayrışamayan, politik nedenlerle de dil konusunda farklılık yaratamayan TRT’nin bir süpermarket rafında ünlü bir markanın yanında duran devletçe yapılmış taklit bir üründen farkı kalmıyor.

Bu bağlamda TRT ile ilgili yapılabilecek iki şey var. Ya hızla, yeni evrensel bir etik kod etrafında yayıncılık anlayışı değişecek, hantallaşan ve gerçek dışı büyüyen yapı küçülerek, sürümden kazanma yerine kaliteli, ulusal çapta eskisi gibi niş işler de yapılan ve öncü bir pozisyona dönülecek (ki bunun bence tek formülü tam özerklik, bütçe garantisi ve yeni bir vizyon sahibi yönetim) ya da TRT Türkiye’yi dünyaya anlatma ve dünyayı anlama işlevine sahip olan bir küresel yayın aracına dönüşecek.w

Bu hâliyle her şeyi bir arada yapmaya çalışan ama politik ve kültürel vizyon kısıtı gereği ikisinde de başarısız olan TRT’nin ulus açısından yük olmak dışında anlamlı bir işlevi yok. Önerilebilecek çözüm elbette TRT’nin kapatılması ya da hepten özelleştirilmesi değil. Bunun yerine ulusal operasyonunu daha dar ama daha kaliteli ve yenilikçi, küresel operasyonunu da daha geniş ama daha evrensel gazetecilik ilkelerine dayalı ve belirli bir rekabetçi anlayışa sahip hâle getirmeyen TRT’nin eleştirilerden kurtulma şansı yok. Bu ise şimdilik bir rüya gibi görünüyor.

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten