Söyleşi

Soli Özel: Türkiye cihatçılarla savaşma taahhüdünde bulundu

Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Soli Özel’le ABD’nin yeni dönem dış politikası üzerinde konuştuk. Soli Özel’e göre Türkiye belli konularda Trump yönetiminden de fazla umutlu olmamalı, ABD ve Rusya arasında yumuşama olması halinde de Türkiye olumsuz etkilenecek.

ABD’de uzun bir süre Rusya’nın seçimlere müdahale ettiği iddiaları tartışıldı. İki lider arasındaki yakınlaşmanın kaynağı nedir? 
Amerikan merkezi istihbarat teşkilatı CIA, kampanya boyunca Rusya’nın WikiLeaks üzerinden ABD’deki seçim sürecine müdahil olduğunu söyledi. Onun düşman kardeşi ve iç istihbarattan sorumlu olan FBI da buna katıldığını belirtti. Buradan seçimde hile yapıldığı sonucuna varamıyoruz. Seçimde ufak tefek birtakım usulsüzlükler dışında hile yapıldığına dair bir emare yok. Sadece Rusların bu müdahaleleriyle, seçimin adil olmayan bir şekilde cereyan ettiğine dair iddialar var. Bu da Amerika’da “E biz de zamanında pek çok ülkenin seçim sürecine maydanoz olmuştuk, dolayısıyla eden bulur” gibi de bir tepkiye yol açtı ama tabii çok da öfkelendirdi kimilerini. Aynı zamanda bütün siyaset felsefesini ya da siyasi hayatını Rusya düşmanlığı üzerine kurgulamış olan politikacılar, ki bunların içinde Cumhuriyetçiler de var, bu sefer bir bayrak açtılar. Bu aynı zamanda Trump’ın Rusya’yla çok yakın olmak istediğine dair görüntüyü de protesto anlamı taşıyordu. Ayrıca herhalde birtakım akçalı işler vardır diye düşünüyorum. Bir de Trump şunu gördü: Amerikan halkı dünya meselelerine bulaşmak istemiyor. Dolayısıyla kendi kitlesi açıdan, “Rusya’yla dost olacağım” ya da “Putin iyidir” dediği zaman aslında duyulan mesaj, “Ülkenin kaynaklarını boş yere saçma sapan işlerde israf etmeyeceğim, harcamayacağım” oldu ve bunda da destek gördü. Fakat tabii bir de Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) diye bir şey var, bunların bu tür bir yönelimi sindirmeleri hakikaten o kadar kolay değildi. Ve nitekim Trump’ın Dışişleri Bakanı olarak önerdiği ExxonMobil şirketinin başkanı ve Putin’den madalyalar, ödüller almış olan Rex Tillerson’ın ABD Senatosu tarafından bakanlığının onaylanmayacağı da söylenebiliyor.

Bir yazınızda ‘Trump-Putin balayı başlasa bile çok uzun sürmez’ demiştiniz, bunu biraz açabilir misiniz?
Her ne kadar kriz ortamlarında özellikle kişilerin olayların akışında büyük bir etkisi olacağını düşünsem de, sonuçta Amerika’nın bir ulusal güvenlik aparatı var. Bu aparat Rusya’nın şu sırada fazlasıyla güçlendiğini düşünüyor. Onlara bir ayar vermek isteyeceklerdir. En azından Rusya’yla bu kadar ‘kanka’ görünmek istemeyeceklerdir. Şunu da söyleyebilirsiniz tabii: Şimdi üç büyük güç var bana göre. Bunlardan Rusya geleceğin değil geçmişin gücü. Buna karşılık Çin geleceğin gücü. Ve genel olarak analiz yapanlar da Çin’le Rusya arasındaki koklaşmanın çok uzun sürmeyeceğini, Rusya’nın eninde sonunda Batı’yı yanına almak isteyeceğini söyler. Göreceğiz. Öyle bir durum olursa o zaman Amerika-Rusya birlikteliği tahmin ettiğimden uzun sürebilir. Ama dediğim gibi Trump’ın önerdiği ölçüde sıcak bir ilişki olacağını sanmıyorum.

Soğuk Savaş yıllarından bu yana ABD ile Rusya arasındaki ilişki bu ülkelerin Türkiye ile olan ilişkilerini de etkiledi ve etkilemeye de devam ediyor. ABD ve Rusya’nın Trump döneminde yumuşama içine girmesi Türkiye’ye nasıl yansır?
Amerika’yla Rusya arasında bir yumuşama halinde, Türkiye’nin kızgın olduğu Batılı müttefiklerine karşı Rusya’yı bir baskı aracı olarak kullanma politikası bugünkü kadar etkili olmaz. Tabii, Türkiye’nin çıkarı her zaman dünyaya egemen olan iki büyük devletin ikisiyle birden kavgalı olmamaktadır.

Diğer yandan Amerika ile İran arasındaki gelişmeler de Türkiye açısından önemli. Trump döneminde ABD’nin İran’a sert bir tavır takınacağını tahmin ediyoruz. Bu bağlamda Türkiye’nin ABD için rolü ne olacaktır?
Bu sertliğin nasıl tezahür edeceğini de tam olarak bilmiyoruz. Trump işi nükleer anlaşmadan Amerika’yı çekme noktasına kadar mı götürür? Yoksa nükleer anlaşma kalır fakat Amerika’nın ikili ambargoları devam eder, İran’a yatırım yapılmasını engelleyen bankacılık kuralları vs. devam eder ve bir şekilde İran’a zarar verecek birtakım hamleler mi yapar? Anlaşmadan çekildiği takdirde Amerika kendini çok yalnız bulur ve açıkçası, kimseyi de yeniden o ambargo dönemine döndüremez diye düşünüyorum. Kendi iki taraflı ambargolarını sürdürebilir. İran’ın Irak ve Suriye’deki etkisini de kırmaya çalışabilir. Onu yaptığı takdirde de Türkiye’ye yaslanmak isteyecektir. Yani bu durum Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde elini güçlendiren bir unsur olur.

Obama döneminde Türkiye-ABD ilişkilerini kötü etkileyen iki önemli durum vardı. Bunlardan bir tanesi Suriye politikalarındaki görüş ayrılıkları ve ABD’nin PYD’yi IŞİD’e karşı mücadelede desteklemesiydi. Trump’ın özellikle de PYD konusunda Suriye politikasında bir değişikliğe gideceğini düşünüyor musunuz?
Valla ben Amerika’nın meydanı fena hâlde boşaltmış olduğunu düşünüyorum. Bundan çok rahatsız olan Amerikan güvenlik örgütlenmesi içinde kişiler ve kurumlar olduğunu da sanıyorum. Fakat Amerika’nın Trump döneminde de, Suriye’yi, Suriye olarak değil sadece IŞİD’in yok edilmesi gereken bir yer olarak göreceği kanaatindeyim. O devam edecek. Türkiye ile Amerika arasındaki anlaşmazlığın sadece IŞİD hakkında aldıkları tavırlarla belirlendiğini de sanmıyorum. 2009 yılında Barack Obama buraya geldiği zaman Türkiye’ye bir teklif sunmuştu: Amerika’yla birlikte hareket etmek ama belli ilkeler ve değerler çerçevesinde. Şimdi, o yılın başında üstelik Türkiye, Gazze savaşının ardından, bizde çok önemsenen bu “One minute” krizini de İsrail’le yaşamıştı fakat İsrail’le ilişkileri devam ediyordu. Onun ardından, 2010 yılının Mayıs’ında, Türkiye ve Brezilya, İran’la bir nükleer konuda anlaşma imzaladı. O ayın sonunda Mavi Marmara Olayı yaşandı. Onun ardından da en vahimi Obama’nın “Çekimser kalmanızı rica ediyorum” diye telefon açmasına rağmen, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik yaptırımlara ret oyu vermesiydi. O tabii Türkiye’nin ne kadar güvenilir olup olmadığı meselesini gündeme taşıdı. Sonunda Türkiye, o güne kadar direndiği pek çok konuda da taviz vermek zorunda kaldı. Yani nükleer şemsiye meselesine evet demek zorunda kaldı, Kürecik’te radar kuruldu, sonra bunu “İsrail’le hiçbir alakası olmayacak” diye içeriye satmaya çalıştı. Bunlar biraz da bana çocukça gelen şeyler… NATO’nun İran’ı bir tehdit olarak isim vermese de göstermesine rıza göstermek zorunda kaldı. Arap Baharı döneminde Türkiye Amerika’yla yeniden farklı bir ilişki kurma fırsatını da yakaladı. Fakat o konuda her iki tarafın söylemleri farklı. Türkiye Amerika’dan, Amerika da Türkiye’den umduğunu bulamadı. 2014’ten sonra da zaten biz kendimizi IŞİD sorunuyla karşı karşıya bulduk ve o zaman da iki tarafın IŞİD’e bakışı farklı olduğu için ciddi bir sorun yaşandı. Gerçi Türkiye, İran ve Rusya’ya “terörizmle savaş” diye Nusra’nın da dahil edildiği bütün cihatçılarla savaşma taahhüdünde bulundu. Dolayısıyla Amerika’yla bu konuda artık bir sorunu çıkmayacağını varsayıyorum. Trump’ın PYD’ye verilen desteği, PYD IŞİD’le mücadelede önemli bir kaynak olduğu sürece değiştirmeyeceği kanaatindeyim.

Trump kabinesinde oldukça tartışmalı isimler yer alıyor. İslamofobik isimler de var. ABD yönetimi bu dönem radikal İslamcılığa karşı yeni bir mücadeleye girer mi?
Trump’ın dış politikasıyla ilgili öngörülebilir bir tek şey var, o da cihatçılarla mücadele edeceği. Meseleyi sadece İslamcılık olarak değil, İslam dininin bizatihi kendisi olarak gören sertlik yanlısı birtakım insanlar kabinede önemli görevler aldı. Şimdi üç tane daha konu var: Rusya, İran ve Çin. ABD, Çin ile biraz sertleşecek gibi duruyor. Rusya’yla kendi niyetiyle yapabilecekleri arasında fark olacağını düşündüğümü size söyledim. Bir de İran, burada hangi tercihi yapacak? İran’a çok sert davranmaya karar verdiği takdirde bu bir savaşa kadar gidebilir ve o zaman da Türkiye’nin etrafındaki ateş çemberi yeniden harlayacaktır. Şu an Türkiye, Amerika’yla yakınlaşmaya çalışan bir ülke görünümünde de değil. Gülen’in oradaki varlığı, kamuoyunun bir türlü Amerika’nın darbe teşebbüsüyle ilişkisi olmadığına inanmaması, hatta Rus elçinin öldürülmesinde bile Amerikan parmağının aranması gibi nedenlerle devletlerarası ilişki nispeten makul sayılsa bile aşağısı kaynıyor. Bu tabii aynı dilde ve aynı üslupta değilse bile Amerika’da da bir yankısını buluyor. Amerikan kamuoyunda da Türkiye’ye bakış son derece olumsuza doğru gitti. Gerçi ABD’nin eski NATO büyükelçisi Nick Burns, Türkiye’ye karşı çok ihtiyatlı bir dil kullanıyordu. Karşılıklı doğru dil bulunduğu takdirde durum idare edilebilir ama Türkiye’nin özellikle Kürtlere ne yapılacağı konusunda kısa vadede Trump’tan çok fazla medet umması gerektiği kanaatindeyim.

Türkiye’nin ideolojik olarak kabuk değiştirdiğini varsayarsak, ABD’nin ılımlı, laik ve demokratik olduğu için özel ve önemli gördüğü Türkiye’ye bakışı ve politikaları nasıl değişecektir? Rus büyükelçisinin öldürülmesi, ABD elçiliğinin önünde ateş açılması… Bunları ideolojik kayışın toplumsal yansıması olarak değerlendirmek mümkün mü?
Bence mümkün. Emniyetin içinde radikal İslamcı düşüncelerin olduğunu geçen yıl Güneydoğu’daki savaş sırasında da gördük. Türkiye’de cumhuriyetin temel ilkelerini sorgulayan güçlü bir siyasi akımın olduğunu zaten biliyoruz. Bunun en hafifinden, tolere edildiğini, uçta da destek gördüğünü ve polisin özellikle ideolojik formasyonunun bu şekilde yapılmakta olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla gerçekten de Türkiye’nin stratejik ilişkilerinde Batılı kalmasıyla, kendi iç düzeninde Batılı değerleri benimsemesi arasındaki gerilim her gün artıyor. Üstelik de Türkiye’nin Batı’nın stratejik kimliğini devam ettirmek istediğinden de artık emin değiliz. Ben bütün bunların sorun yaratacağını düşünüyorum. Her ne kadar çoğunluğu teşkil etmiyor olsalar da aslında Türkiye’yi en azından ekonomik olarak, birikim olarak sırtında taşıyan bir yüzde 35’lik kitle var. Onlara rağmen bunların yapılmasının Türkiye’yi istikrarsızlaştırdığı kanaatindeyim. Bir ülkenin başkentinde akşam saatlerinde Rus büyükelçisi öldürülüyor, sabaha karşı Amerikan elçiliği önünde ateş açılıyorsa burada sadece istihbarat zaafı da değil, güvenlik zaafları da olan bir devletten bahsediyoruz. Bu da Türkiye’nin dünyadaki imajını da hiç de olumlu bir yere getirecek durum değil.

Trump daha göreve başlamadan Çin’le gerilim başladı. Çin ve ABD arasında yeni dönemde gerilimlerin artmasının, dünyaya etkileri nasıl olacaktır?
Henry Kissinger Çin’e gitti. Çin’deki liderlikle görüştü ve gelip Trump’a bir “brief” verecek. Trump’ın da Henry Kissinger’ı önemsediğini sanıyorum. Tabii Henry Kissinger’ın Çin’le ilişkiler konusunda vereceği tavsiye, sertleşme yanlısı bir tavsiye olmayacaktır. Ne kadar dinler ya da dinlemez, bilmiyorum. Çin’le özellikle bu ticaret alanında haksız rekabet nedeniyle sertleşmek istediğini sanıyorum. Biraz hayatın gerçeklerini öğrenmesi gerekecek Trump’ın. Transpasifik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’ndan (TPP) tutup “Bir Çin oyunudur” demesi kadar absürt birşey olamaz. Çünkü Çin’in dahil olmadığı, tam tersine Çin’i çevrelemek üzere bir anlaşma bu. Ekonomik olarak bütün dünyada bir milliyetçileşme olacak. 2015 yılında 2000 yılından beri ilk kez, dünya ticaret hacminde düşüş olmuş. 2016 yılında da galiba, bu devam etmiş. 2017 yılında da devam edebilir. Ekonomik olarak dünya küresel bir küreselleşmeden, bölgesel grupların kurulacağı bir küreselleşme içine girecek. Küresel ölçekteki bir küreselleşmeden belki, bölgesel ticaret anlaşmalarıyla sürdürülen bir küreselleşme anlayışına doğru gideceğiz. O anlamda da bir sertleşme olacak. Çin’in ne tavır koyacağı, o bakımdan büyük bir önem taşıyor. Dediğim gibi, ben genelde yapısalcı bir adamım fakat kriz anlarında şahsiyetler önem taşır. Bu Trump’ın cehaleti ve psikopatolojisi çok itinayla sürdürülmesi gereken bu ilişkilerin hepsinde ciddi kaza ihtimallerini de önümüze çıkarıyor. O bakımdan da bir kaygı duyuyorum.

Amerika ve Çin’in büyük güçler olarak başını çekeceği yeni şekillenmeye başlayacak sistemde NATO’nun yeri olacak mı? Yeni dönemde Batı bloğu içerisinde kopuşlar ve ayrılıklar görülür mü?
Soğuk Savaş bittikten sonra NATO uzun zaman kendine misyon bulamadı. Trump da NATO’yu miadını doldurmuş bir örgüt olarak gördüğünü söyledi. Obama döneminde Amerika-Avrupa ilişkilerinin gevşediğini biliyoruz. Trump’ın bunu devam ettirmemesi için bir neden yok. Bu durumda NATO’nun bir geleceği var mı? NATO’nun geleceği ancak ve ancak Amerikalılar her şeye rağmen Avrupa’yla işbirliği yapmanın kendi güçlerine katkıda bulunacağına ikna olurlarsa söz konusu olur. “Batı kavramı” zaten bugünkü anladığımız şekliyle bir Soğuk Savaş dönemi yapılanması. Bunu sürdürebilmek bugünkü koşullarda ve geçmişin alışkanlıklarıyla kolay olmayacak. Yeni bir formül bulmak gerekiyor. O formülün bulunup bulunmayacağını da hep birlikte göreceğiz. Avrupa’nın kendisinin ne olduğuna karar vermesi lazım.

Obama’nın dış politikası pasif ve tutarsız olduğu gerekçesiyle fazlaca eleştirildi. Trump döneminde ABD dış politikada daha aktif ve müdahaleci mi olacak yoksa benzer bir politika mı göreceğiz?
Ben Obama’nın politikasının tutarsız olduğunu düşünmüyorum. Suriye politikasının mantığını anlasam bile, sonuçları itibariyle sindirmekte güçlük çekiyorum. Fakat Obama’nın bana göre çok haklı nedenlerle, birinciden onuncuya kadar olan öncelikleri, içerdeki ekonomiyi toparlamaktı. Amerika’nın gücünü zayıflatan yayılmasını bir an önce geri çekmek ve Amerika’yı yeniden güçlendirmek üzerine kuruluydu mantığı. Ve bu mantık içinde Avrupa’ya çok büyük yatırım yapmanın bir alemi yoktu. Ortadoğu da eskisi kadar önem taşımıyordu. Asıl, Asya’ya açılacaktı. Fakat bunları uygulamada iyi götürmediğini sanırım söyleyebiliriz. Ancak Obama ‘çiçek çocuk’ gibi de davranmadı. Normalde insan göndererek yapılacak operasyonları insansız hava araçlarıyla yaptı. Dünya kadar da insan öldürdüler. IŞİD’in topraklardan sökülmesi anlamında başarı da yaşadılar. Ama tabii, siyaset sürekli olarak bazı konularda taviz vermeyi gerektirdiği için Suudların Yemen’deki katliamına da ortak etti ülkesini. Trump’ın vaadi ise Amerika’yı daha kendine dönük bir ülke hâline getirmek. Ama yanına aldığı insanlar da Amerika’nın gücünü dünyaya göstermeye çok meraklı… Bu iki uçtan hangisi ağır basacak, göreceğiz.

Dilek Ulutaş

Journo E-Bülten