Yakın dönem Türkiye sineması gişe canavarları ve vizyonda iki hafta kalabilen hayalet filmler arasında sıkışmış durumda. Recep İvedik gibi hor görülen yapımlar sayesinde diğer filmlerin devletten destek aldığı bir düzen var. Dr. Vitrinel gidişattan kaygılı: ‘Bütün komedi filmleri birbirinin aynı. Yeşilçam da böyle çöktü. Biz de oraya doğru gidiyoruz’
Türkiye sineması 2017’de gişe rekoru kırdı. Geçen yıl satılan bilet sayısı 70 milyonu aştı. Bunun 40 milyonu yerli filmlere ait. Diğer yandan 1 milyon sınırını aşan film sayısı artarken, yüzlerce film ise 100 binin altında kalıyor. Tablonun karanlık tarafı bununla da sınırlı değil: Şehirler AVM’ler tarafından kuşatılırken, bağımsız sinema salonları kapanıyor. Altın Portakal’da ‘Belgesel’in ardından, ‘Ulusal Yarışma da festivalden çıkartılıyor. Birçok yönetmen Kültür Bakanlığı’nın verdiği desteklerden yararlanamıyor. Çok sayıda film salon ve dağıtımdaki tekelleşme nedeniyle seyirciye ulaşamıyor.
O haâlde sormak lazım: Rakamlar bize gerçeği ne kadar yansıtıyor? 1989’dan bu yana en çok izlenen ilk 20 filmin yerli olması bize ne anlatıyor? Türkiye’de gerçek bir sinema izleyicisinden bahsedebilir miyiz? Tekelleşme sinema izleyicilerinin seçimlerini nasıl etkiliyor? Galatasaray Üniversitesi’nden Dr. Ece Vitrinel verilerle anlattı.
Yerli filmler salonla barıştırdı
1990’larda dibe vuran Türk sineması 2000’li yıllarda yeniden ayağa kalktı. 2005’te 25 milyon gişeden bahsederken, bugünse söz konusu sayı 70 milyonun üzerinde. Bu değişiminin sebebi nedir diye sorduğumuzda, Ece Vitrinel “2005 yılında sinema salonları canlanmaya başladı. Sebebi ise yerli üretim ile yerli filme giden izleyici sayısının artmasıdır” diyor. Vitrinel özellikle komedinin daha fazla tercih edilmesini “Televizyon ile haşır neşir olmuş kişilerin, televizyondaki öykü yapısını ve orada tanıdığı oyuncuları beyazperdede görme isteği var” diye yorumluyor.
Gişelerin artmasıyla birlikte bu kişilerin bir sinema seyircisi olup olmadığı ise bilinmiyor. Vitrinel, sadece bilet sayımı yapıldığı için bu durum hakkında yorum yapmanın zor olduğunu ifade ediyor:
“Kişisel görüşüm bu seyircilerin televizyonda gördüğü belli başlı oyuncuların filmlerine gittiği yönünde. Devamlı sinema seyircisi olduklarını düşünmüyorum. Senede iki ya da üç filme gidiyor olabilirler. Yine de elimizde yeterli veri olmadığı için bilet satın alan herkesi nesnel anlamda sinema seyircisi olarak kabul etmek zorundayız.”
‘İlk 10 film toplam yerli film izleyicisi kadar’
1989’dan bu yana en çok izlenen ilk 20 filmde yabancı film bulunmazken. İlk 100 filmde ise 80 yerli film var.
2008 yılından bugüne yıl içerisinde en çok izlenen ilk 10 filmin en az 7 tanesi yerli yapım. Fakat Vitrinel, izleyici dağılımları üzerinden sinema sektörünün sağlıklı ve sürdürülebilir olmadığının altını çiziyor:
“Bu çok sıra dışı ve sağlıksız bir durum. 2005’ten beri izlenen ilk 10 filmden en az 7’si yerli. Fakat 2013’te ilk 5 filme giden izleyici sayısı, toplamın yarısı. İlk 10 film neredeyse toplam yerli film izleyicisini oluşturuyor. Avrupa’da bu oran yüzde 20’yi geçmez. Burada çok sağlıksız bir durum var. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir sektör yok.”
‘Popüler orta sınıf filmlere ihtiyacımız var’
Dr. Vitrinel tablolara bakarak orta sınıf film olmadığını ve sinema endüstrisinin belki de bir balon olduğunu söylüyor:
“Geçmişe göre 1 milyondan fazla bilet satılan film sayısı artarken, diğer yandan 100 binden az bilet satılan film de artıyor. Recep İvedik tarzından ya da çok niş kitleye hitap eden filmlerden de bahsetmiyorum. Eleştirmenlerin nefret etmeyeceği, para da kazandıracak popüler orta sınıf filmlere ihtiyacımız var.”
‘Yıldızların yapımcı olması uzmanlaşmaya engel’
En fazla gişe yapan ilk 10 film genellikle komedi tarzında. Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz gibi kişiler bu filmlerde artık sadece rol almıyor, filmlerin yapımcılığını da üstleniyor. Vitrinel’e göre bu durum uzmanlaşmaya engel:
“Televizyon yıldızları sadece oyuncu değil, aynı zamanda hem yönetmenler hem de yapımcılar. Şahan Gökbakar ve Cem Yılmaz ilk filmlerinden sonra yapım şirketlerini kurdular. Tek kişilik stüdyo oldular. BKM ve TAFF haricindekiler tek kişi üzerinden iş yapıyor. Tüm fonksiyonların yoğunlaştığı bir yapım ağı var. Bu uzmanlaşmaya ve profesyonel iş bölümüne engel.”
‘Çoğu film bir hafta bile vizyonda kalamıyor’
İlk 10 film dışında, aşağıdaki filmlerde de durum aynı. Dağıtımcı bulamayan yönetmenler varını yoğunu ortaya koyarak filmlerinin hem yönetmeni hem de yapımcısı olmak durumunda:
“Yüksek gişe rakamlarına ulaşması zor filmleri yazanlar aynı zamanda hem yönetmen hem de yapımcı. Kültür Bakanlığı’ndan destek alamıyorlarsa varlarını yoklarını ortaya koyuyorlar. Finansal risklerden de bu kişiler sorumlu. Dağıtım ve gösterim aşamasında büyük sıkıntı var. Yazıp yönetenler bir de dağıtım şirketi kuruyor. Dağıtım desteklenmiyor. Çoğu film de bir hafta bile vizyonda kalamıyor. 400 kişi izliyor. İlk film sayısı çok fazla ama devamı gelmiyor. Yönetmenler başka iş yapmak zorunda kalıyor. Devamlılığı olmayan bir sektör. Eğer Türkiye’de ilk 20’ye girmeyen bir film yapıyorsanız, bu ancak hobiniz olabilir. Hayatınızı kazanmanız mümkün değil.”
Cinemaximum – Mars tekeli
Dağıtım ve gösterim pastasının en büyük iki dilimini Cinemaximum ve Mars Group temsil ediyor. Ece Vitrinel bu tekelleşmeyi ve bunun seçimlerimizi nasıl etkilediğini “Klasik ekonominin tersine, kültürel pratikler uzun vadeli olduğu için arz talebi belirler. Zevkler dönüşür” diyerek anlatıyor.
Vizyonun sıkışık hâli filmlerin gişelerini de etkiliyor. Bu etkilenmeyi Vitrinel örnekle açıklıyor: “Film sayısının artmasıyla vizyon süresi kısaldı. Bu kadar film izlenmesi mümkün değil. Filmi duymanızla vizyondan kalkması bir. Yeni Türkiye sineması gişe canavarları ve hayalet filmler arasında. Reklam ve filmler üzerinde ısrar önemli. Beyoğlu sineması zamanında Haneke’nin Aşk filminde ısrar etti ve o film için iyi bir izleyici oluştu.“
‘Biletler Avrupa’ya göre ucuz, Türkiye için pahalı’
Gişelerin artmasına rağmen, izleyici sayısı Avrupa’ya oranla Türkiye’de bir hayli düşük. Sinema salonu sayısı 2005 yılında 987 iken, AVM’lerin artmasıyla 2016’da 2483 oldu. Buna rağmen Türkiye kişi başına 0,8 bilet ortalamasıyla Avrupa’da 29’uncu. Vitrinel, durumun Türkiye ekonomisi ile paralel olduğunu ifade ediyor:
“Biletler Avrupa’ya göre çok ucuz olsa da, Türkiye için çok pahalı. Bu durumda kültürel pratikler gerçekten de lüks. Daha fazla izleyici, sinema salonunun artması veya film üretimini arttırmakla olmaz. Gelirin artması lazım. Bu da Türkiye ekonomisi ile bağlantılı bir sorun.”
‘Recep İvedik gibi hor görülen filmler sayesinde diğer filmler yapılıyor’
Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü filmleri destekliyor. Bilet fiyatının yüzde 25’i olan eğlence vergisinin yüzde 75’i bu kuruma aktarılıyor. Son zamanlarda birçok yönetmen ise bu destekten yararlanamıyor:
“Recep İvedik gibi hor görülen filmler sayesinde diğer filmler yapılıyor. Fakat her yerde olan kutuplaşmanın politik düzlemdeki yansımalarıyla belli kesimlere bu destekler kapandı. Tolga Karaçelik, Emin Alper destek alamadı. Destekler konusunda özerk bir yapı olmalı. Mevcut düşünceye göre bu destekler dağıtılmamalı ve politik aktörler bunu etkilememeli.”
‘Ulusal yarışma konuşma yapılmasın diye kaldırıldı’
Siyasetin sinema üzerindeki etkisi son yıllarda oldukça arttı. Altın Portakal’da ‘Belgesel’ ve ‘Ulusal Yarışma’ bölümü kalktı. İstanbul Film Festivali’ne bazı siyasi filmler alınmadı. Bu tavrın nedenini Vitrinel şöyle açıklıyor:
“Muhalif sesler ‘Belgesel’lerden geldiği için orası kapandı. Sonra baktılar ki; ‘Ulusal Yarışma’da ödül kazananlar ödül almaya çıktığı zaman eleştirel konuşuyorlar. Onu da kaldırdılar. Bunu ihanet olarak görüyorlar. Biz ‘Kültür Bakanlığıyız, siz bizim paramızla film yapıyorsunuz, sonra da çıkıp böyle konuşuyorsunuz’ diyorlar. Bu destekler sanki vergi değil de, ceplerinden çıkan paralar.”
Peki, ortada bu kadar sorun varken, Türkiye’de sinema sektörü nereye gidiyor? Nasıl bir yapılanma kurulmalı? Dr. Vitrinel sinemayı özerk bir kurumun yönetmesi gerektiğini vurguluyor: “Sinema politikaya bağlı olmamalı. Sinema yasası çıkarılmalı. Fransa’da televizyon kanalları kârlarının büyük bir yüzdesini sinemaya yatırmak zorunda. Bir arkadaşım Fransız sineması için zombi ifadesini kullanmıştı. Hiç kimse o filmlere gitmese bile desteklenmeye devam edilecek. Türkiye’de bırakın özel kanalları TRT bile çok az ön alım yapıyor. Kamu yararına yayın yapan devlet televizyonu yerel görsel-işitsel mecrayı desteklemek zorunda. Ama maalesef yeteri kadar desteklemiyor.”
Salonlar AVM’lere sıkıştı. Emek sineması ‘kentsel ve kültürel dönüşüm’ adı altında yok edildi. Ece Vitrinel ile konuşmamıza ‘Emek’ üzerinden sinema salonları hakkındaki yorumuyla son veriyoruz: “Emek benim için büyük yara. Anneannem, annem ve ben orada film izledik. Çocuğum izleyemeyecek. Bu sinema ile ilgili değil, bellekle ilgili. Tabii ki salonlar iş yapmak zorunda. Ama her şey de kâr değil. Emek’e yer bulunabilirdi. İnsanlar kendi şehirlerine yabancılaşıyor ve sinema salonlarından uzaklaştılar. 25 dakikalık reklamlar bezdiriyor. Bindikleri dalı kesiyorlar. Şu an bu var, bitince başka sektöre geçeriz diyorlar. Komedi de bitince başka bir şey yaparız. Hiç kimse uzun vadeli düşünmüyor.”
‘Bütün filmler aynı, Türkiye sineması çöküşe gidiyor’
Drama sinemadaki yerini komediye bırakmış gözüküyor. Yapımcılar komedi filmlerini daha çok tercih ediyor. Ancak Vitrinel gidişatı tehlikeli buluyor: “Konu sayısı belli. Şu anki komedi filmlerinin tarzı, yapısı, afişleri birbirine benziyor. Sektör kendi bindiği dalı kesiyor. Yeşilçam da böyle çöktü. Bütün filmler aynı. Bir dönem Yeşilçam’dan seyirci bıkmıştı. Biz de oraya doğru gidiyoruz.”