Dosya

Türkiye’de spor medyası: Meslek aşkı ve zorluklar arasında

Türkiye’de gazetecilik alanları düşünüldüğünde; sorunları eğlencesinden daha az gibi görünen sektörlerden biri de spor medyası. Kendi içinde farklı dertleri olsa da, çalışanların genel olarak gazeteciliğe dair sıkıntıları aynı. Özgürlük herkese ne kadarsa onlara da o kadar; ekonomik şartlarda durum parlak değil, çalışma gün ve saatleri zaman zaman bunaltan düzeyde… Yine de konuştuğumuz herkes yaptığı işten memnun, işini severek yaptığını söylemekten asla geri durmuyor. Sektörün en deneyimlileri ve farklı pozisyonlardaki isimleriyle hikâyelerini, spor medyasında yer almanın zorluklarını, bu alanda uzmanlaşmak isteyenlere önerilerini ve daha birçok şeyi konuştuk.

Yelkovan: Meraklarınızın peşini bırakmayın

Spor medyasını yakından takip edenlerin uzun yıllardır bildiği bir isim Banu Yelkovan. Fransız St. Michel Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okuduktan sonra ‘gazete ilânıyla’ başvurduğu Milliyet gazetesinde işe başlamış. Paris’te yaşadığı ve fotoğraf eğitimi aldığı 7-8 ay dışında basın sektöründe muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine her işi yapmış. Son 10 yılın büyük bölümü ise CNN Türk ve NTV Spor ekranlarında spor yorumcusu olarak çalışmış. Şimdilerde ise Socrates Dergisi’nin Almanya edisyonunda Yazı İşleri Müdürü görevini üstleniyor.

Yelkovan’a, “Ne zamandır bu sektördesiniz?” diye sorduğumuzda, cevabı esprili oluyor: “Söylersem kalp krizi geçirebileceğiniz kadar uzun senelerdir.” Kabaca bir hesapla 25 yıldır medyada olan Yelkovan, neden bu mesleği seçtiğini ise şöyle anlatıyor: “Bu işi seçmedim, iş beni seçti. Ne okuduğum bölüm ne de işe başladığım alan sporla alakalı değildi. Milliyet gazetesinin küçük ilân sayfalarındaki ‘çevirmen aranıyor’ ilânına başvurdum. Eklerde çevirmen olarak işe girdim. Bazen espri yapıyorum, yarın öbür gün iş aramaya kalksam CV’m yok diye. Neden bu işi seçtim sorusuna geri dönersem, sporu hep çok sevdim. Kendimi bildim bileli maçlara gidiyorum. Sabah Dergi Grubu’nda çalışırken de futbol, basketbol maçlarına gidiyordum. O zamanlar Sabah, Amerikanvari ofis düzenine geçen ilk yerdi. Hemen yan ‘cubicle’da Fast Break Dergisi ekibi vardı. Ben başka bir dergideydim, sporla alakasız bir iş yapıyordum ama onların spor çevirilerine talip oldum. Uğur Vardan o zaman grubun ağır topu, Aktüel dergisinin ‘acar’ editörlerindendi. Onunla da iyi tanışıyorduk. Gerçi öyle bir ortam vardı ki, herkes birbirini tanıyordu. Sonra ben işten ayrıldım, Paris’e gittim. Dönüşte artık basında çalışmak istemediğime karar vermiştim. O arada Uğur da Yiğiter Uluğ’la Radikal gazetesine geçmişti. Bir gün bana oraya köşe yazmamı teklif ettiler. Uzun yıllardır basındaydım ama ilk köşe yazılarına Radikal’le başladım. Radikal spor yazıları sonrası ekrana atladım. Kısacası başlangıçta benim için hobi olan spor merakı ve buna eklenen gazetecilik tecrübesi bugünkü mesleğimi bana getirdi. Bu yüzden benden fikir isteyen tüm gençlere hep aynı tavsiyeyi veriyorum: Hobileriniz olsun. Meraklarınız olsun. Onların peşini bırakmayın. Hayatın ne getireceği hiç belli olmaz.”

‘Yeniler geride geleneksel ekol önde’

Spor medyasının dünü ve bugünü arasında çok fark olduğu söylüyor Yelkovan, “Hem iyi hem kötü yönde.” Başladığı döneme dair anılarını ise şöyle aktarıyor: “Ben bu işe başladığımda Avrupa futbolunu takip eden fazla kişi yoktu. Maldini mi Mancini mi noktasındaydık. O zamanlar yurt dışında olup bitenlerle Türkiye’de olup bitenler arasında paralellik kurarak yazıyordum ben de.” Geçmiş ve şimdinin, iyi ve kötü farklarını ise şöyle sıralıyor: “Bugün bir sporsever için dünya üzerinde istediği hemen her sporu canlı takip etme imkânı var. Bu sporları yorumlayan, ilgili ve bilgili genç spikerler, yorumcular, spor yazarları var; bu iyi. Buna karşılık medyada alan ve yer paylaşımında bu yeni ekol geride, geleneksel bakış açısı ve geleneksel ekol ön planda; bu kötü. Ama iflah olmaz bir iyimser olduğum için ilk cümle, yani bugün istediğiniz her sporu canlı izleme imkânınız var cümlesi bana yeter.” Tüm bu farklara rağmen tek bir şeyin aynı kaldığını söylüyor Yelkovan, o da canlı spor yayını.

‘Ya meraklı olacaksın ya öfkeli’

Yelkovan’a, spor medyasında çalışmak için sahip olunması gereken nitelikleri sorduğumuzda, şöyle yanıtlıyor: “Tabii herkes ‘spor medyası’ deyince sadece ekran önünde olan kişileri ya da köşe yazarlarını algılıyor ama onun ötesinde kameramandan editöre pek çok meslek var. Evet, artık çalışılabilecek yerler maalesef bir elin parmaklarını geçmiyor ama burada olmak için her işin kendi gerektirdiği özellikleri bir kenara ayırırsak sonuçta ortak özellik olarak elimizde ‘merak’ kalır. Ben genel olarak gazeteciler için sahip olunması gereken iki temel özellik sayarım: Merak ve öfke. Ya her şeyi merak edecek öğrenmeye çalışacak kadar meraklı olacaksın ya da sana sunulanı kabul etmeyecek, değiştirmek isteyecek kadar öfkeli. O zaman iyi gazeteci oluyorsun sanırım. Ben meraklı ekolüm.”

‘Ekrana çıkmak için mini etek şart değil’

Sektörün sıkıntılarına da değinmeden geçmiyor Yelkovan. Bu sektörde kadınların da spor sevdiğini ve anladığını kabul etseler, kadınlara daha çok alan açılsa ve eşit işe eşit ücret olsa kesinlikle daha iyi hissedeceğini söylüyor. Fakat bu algıya karşılık, kendi başkaldırısını da şöyle paylaşıyor: “Değiştirmek istediğim şeyi değiştirmek için çabalarım. Kadınların ekrana çıkmak için illa güzel olmaları gerektiği, mini etek giymeleri ve çok makyaj yapmaları gerektiği algısından rahatsızdım mesela. O yüzden program yaptığım yıllar boyunca bunun tamamen tersini yaptım. Kot montla ekrana çok çıktım, saçlarım kısa, zaten o kadar güzel filan da değilim. Rahatsız olduğum bir konuyu değiştirmiş sayılır mıyım?”

‘Spor bizim ülkemizde asla sadece spor olmadı’

Gelelim basın özgürlüğü konusuna. Spor medyasında durumun nasıl olduğunu merak ediyoruz. Kendinizi özgür hissediyor musunuz sorusuna, “Kendi adıma evet” cevabını veriyor ve şöyle devam ediyor: “Çünkü Almanya’da çıkan bir dergide çalışıyorum. Genel yayın yönetmeni, çoğu editörü, yazarları, reklamcıları Alman. Ofisimiz İstanbul’da ama Türkiye’de çalışan ekip de çalışma prensipleri, iş yapma biçimi açısından gayet Alman. Dolayısıyla son derece mutlu, huzurlu ve özgürüm. Sektör olaraksa hayır. O klişe deyişin kapsamını genişleterek söyleyecek olursam, spor bizim ülkemizde asla sadece spor olmadı. Ama bence geldiğimiz noktada gazeteci özgürlüğü ya da mutluluğu gibi kavramlar baya lüks kaçıyor, herhangi biriyle çatışmadan çalışmaksa oldukça zor.”

Son olarak işinin en zor yanını sorduğumuzda ise ilham verici bir cevapla karşılaşıyoruz: “Bence işimin zor bir yanı yok. Çünkü iş gibi gelmiyor. Sevdiğin işi yaparsan hayatta bir gün bile çalışmazsın mottosunun içinde yaşıyorum.”

Dizdar: İşi ben seçmedim, iş beni seçmiş oldu

Gazeteci Cem Dizdar da, spor medyasının deneyimli ve tanınmış isimlerinden biri. Dizdar şu an Fanatik gazetesinde köşe yazarlığı yapmanın yanı sıra hafta içi her gün TRT Spor’da Serkan Yetkin’in moderatörlüğünü üstlendiği Spor Manşet programına yorumcu olarak katılıyor. Ayrıca NTV Radyo’da Gürcan Bilgiç’le Çift Forvet isimli bir program hazırlıyor.

Dizdar’ın bu mesleği değil, mesleğin Dizdar’ı tercih etme hikâyesi ise şöyle: “Gazeteciliğe ‘sanırım’, 1988 yılında Sabah gazetesinin gece yazı işlerinde başladım. Üniversitede okurken işe ihtiyacım vardı. Önüme bu iş çıktı, gittim. Marangoz olamazdım, beceriksizim. Berberde ya da bir otelde çalışabilirdim. Öğretmen de olabilirdim belki ama hayat bunu getirdi. Yani ben işi seçmedim, iş beni seçmiş oldu. Milliyet gazetesinden emekli olana kadar çeşitli gazete ve dergilerin yazı işlerinde çeşitli görevlerde bulundum ve yine ‘sanıyorum’ 2011’in sonlarına doğru da emekli oldum.”

‘Mutlu gazeteci var mı emin değilim…’

O günlere dönüp bir baktığında, yaptığı karşılaştırma spor medyasından öte daha geniş bir yelpaze sunuyor bize. “1988’den bu yana insan yaşamı ve etkinliklerinde neler değiştiyse gazetecilik de aynı değişimden payına düşeni aldı. İş, daha az insanla yapılır oldu. Daha ‘az titiz insan’ çalışır oldu, daha az okuyan insan bu işe soyunur hâle geldi, daha yetersiz genç gazeteci adayı gazeteciliğe heveslendi. En önemlisi gazetecilerin ücretleri ciddi anlamda azaldı. ‘Mutlu gazeteci’ var mı, emin değilim. Gerçi var mıydı, ondan da emin değilim ya… Olumlu şeyler de olmadı değil. Çalışanlar arasında yabancı dil bilmeden ‘biliyormuş’ gibi yapanlar çoğaldı. Doğruluğu ne kadar denetlenebiliyor ve ne işe yaradığını bilemiyorum ama okur açısından habere ulaşmak kolaylaştı” diyerek de yeni çağın getirdiklerini bir parça eleştiriyor, Dizdar.

İşinin en zor yanının ‘zaman’ olduğunu söyleyen Dizdar, gazeteciliğin insana ‘kendine ait zaman’ bırakmadığından şikâyet ediyor. “Bitmeyen bir iş olur mu?” diye soruyor ve devam ediyor: “Hele ki, teknoloji sonrası… Nefes aldığı her anı ‘iş yapan biri’ gibi yaşar oldu gazeteci. Fotoğraf da çeken telefonlar, tabletler, Twitter, Instagram vs. Yani sıkıcı bir hayat. Beri yandan, hangi iş kolay ki? Madencilik, gemicilik, gece yarılarında çöp toplayarak temizlik işçiliği yapmak mı? Doktorluk ya da öğretmenlik? Her iş zor. Çünkü hayat zor ve ne yazık ki bu dünya hâlâ ‘insanın yüzüne gülecek bir yer’ olmaya yaklaşamıyor.”

‘Sınırlı ücretle bireysel gelişim zor’

Dizdar da, spor medyasında çalışmak için sahip olunması gereken özellikler konusunda Yelkovan ile aynı fikirde: “Her işte olduğu gibi ‘bilgi’ ve onun ikiz kardeşi ‘merak’ geliyor. Merak etmeyen insan titizlenemiyor, bu nedenle de gelişemiyor. Elbette, metodoloji de bir o kadar önemli. Bunlar da tek başına çalışanların sorunu değil. İnsanlar sınırlı ücretlere çalıştırılınca bireysel gelişimleri o denli kolay olmuyor.”

Spor gazetecisi olarak kendini özgür hissedip hissetmediğine dair Dizdar, özgürlüğün kişisel bir kavram olmadığını söyleyerek nedenlerini şöyle anlatıyor: “Çünkü insan ‘yalnız’ değildir. Kendi adıma konuştuklarım ya da yazdıklarımla ilgili ciddi sıkıntılar yaşamadım. Ancak bu kendimi ‘özgür hissettiğim’ anlamına gelmiyor. Özgürlük ‘düşünmek’ten öte ‘değiştirme olanakları’ ile ilgili bir durum.”

Sektördeki sıkıntıların ise kısa zamanda geçeceğini düşünmüyor Dizdar. “Genel olarak medya özel olarak da spor gazeteciliği itibar açısından ciddi sıkıntılar yaşıyor ve bu da kısa zamanda düzelecek bir sorun değil. Her alanda olduğu gibi bu alanda da köklü bir programlamaya ihtiyaç var” diyor.

Çil: Okuduğun gazetede çalışmak iyi talih

Fanatik gazetesindeki stajına 17 yaşında başlayan Aslıhan Çil, şu an 33 yaşında ve hâlâ aynı gazetede çalışmaya devam ediyor. Çil, şu an yaptığı işi şöyle anlatıyor: “Asıl işim Türk futbol tarihi. Eski sezonlar, futbolcular, maçlar, sarı kartlar, asistler gibi birçok veriyi girdiğimiz ve bunlarla ilgili haber yaptığımız ya da haberlere bilgi eklediğimiz bir yazılımımız var. Bunun yanında lig devam ederken haftalık ‘Panorama’ sayfalarının editörlüğünü yapıyorum.”

Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nde okurken zorunlu staj sayesinde başladığı bu yolculuğun, çok da tercih edebileceği bir durum olmadığını söylüyor. Fakat sevdiği işi de yaptığını söylemeden geçmiyor: “İlk çalışacağım iş yerinin Fanatik gazetesi olması beni epey şaşırtmış ve çok da sevindirmişti. Çünkü hep futbolun içinde yaşayan bir taraftar oldum ve maçlardan sonra gidip bakkaldan aldığım gazetenin önüme çıkan ilk fırsat oluşu sanırım en kısa tabirle ‘çok şanslısın be Aslı’ dedirtmişti. Maalesef ülkemizde gittiğin okul ve yaptığın iş pek birbirini tutmaz ve farklı yerlerde bambaşka şartlarda buluruz kendimizi. Ben hem sektörün içinde kaldım hem de taraftar olarak okuduğum gazetede yazma şansı buldum. Bunun adı olsa olsa ‘iyi talih’ olur.”

‘Sorumluluklar oraya ait olma duygusunu getiriyor’

İşi mutfağında öğrenen Çil, stajyerlik günlerinden bugüne hikâyesini şöyle paylaşıyor: “Çay, kahve, ufak tefek kutu haberler. Basılmadan önce yazım ya da mantık hatası olmaması için okunan sayfalar ve bu da size verilen ilk güven duygusunu getiriyor. Yani bana öyle olmuştu. O zaman yazarlar maçtan sonra telefonla yazılarını geçerlerdi. Ufak tefek bu tarz sorumluluklar size oraya ait olma duygusunu da getiriyor. Sonra bir şeyler üretmeye, fikir işçisi olmaya yavaş yavaş başlıyorsunuz. Ve elbette bazı kırılma anları da sizin yolunuzu çiziyor. Bunlardan ilki staj bittikten sonra gazetede kalabileceğimi söyledikleri gündü. İkincisi de bugün yaptığım bu işi ustasından öğrenmek. Spor camiasında uzun yıllar yöneticilik ve yazarlık yapan Tamer Bağlan, çocukluğundan beri en büyük hobisi olan futbolla ilgili tüm birikimlerini ve arşivlerini kendi yazdığı bir programa aktarıyordu. Bir gün ‘Aslı artık benimle çalışacak’ dedi ve işi en başından öğretti. Emeğini ve sabrını bayağı zorlamışımdır. İyi bir öğrenciyim ama işleri tam zamanında değil, zamanından önce hiç değil, zamanından epey sonra bitiririm ama bitiririm.”

‘Arkadaşlarım maçların gün ve saatlerine göre program yapıyor’

İşinin en zor yanının maçlardan dolayı işten çıkış saatlerinin geç olması ve her şeyin hafta sonu yaşanıp bitmesinden dolayı da sosyal hayatla ilgili kısıtlanmak olduğunu söylüyor, Çil. Fakat en nihayetinde yıllar içinde buna alışmış ve şu an hâlinden memnun: “Belki bana kızarlar okuyunca ancak bana bu hiç zor gelmiyor. Çünkü bu duruma en başta kendimi alıştırdım, sonra ailem alıştı ve artık arkadaşlarım da maçların gün ve saatlerine göre program yaptıkları için sosyal yaşantımda da işler ‘tıkır tıkır’ ilerliyor.”

Şenkal: Bu işin en zor yanı güvenmek ve karar vermek

Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nde okurken Savaş Ay’la A Takımı programında yaptığı stajla mesleğe adım adan Ceyhun Şenkal, şu an freelance canlı yayın yönetmeni olarak çalışıyor. Uzun yıllarını yönetmen olarak sürdüren Şenkal, hikâyesini şöyle anlatıyor: “Savaş Ay’la A Takımı mesleğin tozunu ilk yuttuğum yerdi ama o periyot kısa sürdü. İşin mutfağının, tekniğinin, ışığının asıl büyüsüne kapıldığım yer Yıldız Caddesi Digitürk binasıdır. Skytürk televizyonu spor servisinde stajyer olarak neredeyse kesintisiz süregelen meslek hayatıma başladım diyebilirim.”

‘Yola çıktığınız ekibin hakkını teslim etmek gerek’

En son NTV Spor’da canlı yayın yönetmenliği yapan Şenkal; tüm bülten ve programların yanı sıra Outside Broadcasting diye tabir edilen dış mekan spor dallarının müsabakalarını da çekiyormuş. NTV Spor’un yayın hayatına son vermesinin ardından işten çıkarılan birçok meslektaşı gibi onun da yolları kanalla ayrılmış. Şenkal, şimdiye kadar edindiği deneyimlerin ardından bu mesleğin en zor yanının ne olduğunu sorduğumuzda şu cevabı veriyor: “Bu işin en zor yanı güvenmek ve karar vermek. Her yayında koordine olduğumuz en az 10, yayına göre 25 ve üzerinde sayıya ulaşan ekiplerle beraber çalışıyoruz. Ve her yayın günü, başından itibaren yönetmene aittir. Geri dönüş yani feedback diye adlandırdığımız o kısım sevabıyla da günahıyla da yönetmenin omuzlarındadır. Bu işin mutfağında ‘görünmeyen kahramanlar’ çok fazladır ve işe direkt etkileri su götürmez bir gerçektir. Ama işin doğası gereği övgü de eleştiri de yönetmende toplanır. Günün sonunda yola çıktığınız ekiplerin gerek hakkını teslim etmek, gerekse yaşanan sorunları tartışıp çözmekse bizim misyonumuzdur. Siz ekibi ne kadar yükseltirseniz ekip de yönetmeni yükseltir, bu yüzden ‘güven’ olmazsa olmazımızdır. Ve o kadar ekran arasından o anı yaşatan, hikâyesini anlatan resmi bulup yayına seçmek çok önemlidir.”

‘Yüzeyseller ve kendini geliştirenler…’

Spor medyasında yer alan insanları da ikiye ayırıyor Şenkal: “Mesleğini yüzeysel olarak devam ettirmeyi seçenler ve daha fazlasını katabilmek için kendini geliştirenler.” Sporun konu olarak hafif bir başlık olarak görülebileceğini belirten Şenkal, bu sektörde çalışan insanların sahip olması gereken nitelikleri şöyle anlatıyor: “İnsanları birçok farklılığı, zıtlığı, düşmanlığı hiç sayarak tek çatıda toplayabilen bir mecradır. Bu çok olumlu bir yönüdür. Aynı şekilde başka ayrılıklara, farklılıklara, düşmanlıklara yol açan fanatizm de koparmayı başaramadığımız bir eklemidir. Bu yüzden spor medyasında çalışan insanlar sporu ve aslolan ruhun iyi bilmelidir ki, bunu topluma yansıtırken bir infiale sebep olmak yerine bir sevdaya, birlik ve beraberliğe dönüştürebilsinler. Bu son söylediğim maalesef bir ütopyadır ama sporu aklı başında seven herkesin gönlünden geçen de budur.”

Şaşko: Spor hep hayatımın bir parçası oldu

beIN Sports’da spiker ve muhabir olan Seyhan Şaşko, spor medyasının en genç isimlerinden biri. 2009’dan bu yana bu sektörde olan Şaşko, neden bu mesleği seçtiğini şöyle anlatıyor: “Hayatta iş konusunda şanslı olan insanlardanım. Hem okuduğu hem de sevdiği şeyi aynı anda yapabilen ve yaptığı şeyle mutlu olan insan sayısı az. Spor hep hayatımın bir parçası oldu. Şu an bir bankacı da olsam akşam eve gidip maç izleyecek bir insandım. Şimdi ise bunu işim olarak yapıyorum. Bundan daha çok keyif verecek ne olabilir ki?”

Televizyonculuğa konservatuvarda okuduğu dönemde TRT Müzik’te başlayan Şaşko, spora ilgisini bilen bir arkadaşı sayesinde Eurosport’a girmiş. İşinin zor yanları olup olmadığını sorduğumuzda ise, şöyle yanıtlıyor: “Çok zor bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Sürekli bilgilerinizi tazeliyor olmanız ve sürekli takipte kalmanız gerekiyor.”

‘Ülkemizde spor herkesin ahkâm kesebileceği bir alan’

Kendini spor gazetecisi olarak özgür hisseden ve bunu da şans olarak addeden Şaşko, ara sıra çatışmalar olduğunu da ekliyor. “Tabii ufak tefek çatışmalar oluyor, olmazsa olmaz. Ama iletişim sektöründeyiz ve şimdiye kadar hep gerçek iletişimcilerle çalışma şansım olduğu için her seferinde ortak paydada buluşabilecek iletişimi kurabiliyorum.”

Şaşko’ya göre spor medyasında çalışmak için sahip olunması gereken özelliklerin başında sporu takip etmek geliyor. Fakat ‘herkesin’ bu konuda konuştuğunu da şu sözlerle anlatıyor: “İşin TV ise televizyonculuk noktasında, habercilik ise o noktada her aşamasını bilmek. Doğrunun peşinde olmak, yorgunluğu ya da çalışma saatlerinin absürtlüğünü önemsememek… Ama maalesef bunlara sahip olmak gerekse de çok kriter değil. Ülkemizde spor haberciliği herkesin en iyi bildiği ve rahatlıkla ahkam kesebileceği bir platform.”

Öztürk: Kişisel zamandan fedakarlık gerek

Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine de devam eden İsmail Öztürk, Fotomaç gazetesinde Gece Yazı İşleri Sorumlusu olarak çalışıyor. 16 senedir medya sektöründe olan Öztürk, hikâyesini şöyle anlatıyor: “2001 yılının Eylül ayında lise son sınıfa gideceğimiz dönemde okul zaten bize staj yeri ayarlayacaktı. Ben de buna istinaden Kanal D spor servisine staj başvurusunda bulunmuştum. Ancak yaz döneminde çalışma ve bir an önce medya sektörüne girme isteğim vardı. Temmuz ayında spor medyasının önemli gazetelerinden biri olan Fanatik gazetesinin künyesinde yazan telefon numarasını aradım ve Genel Yayın Yönetmeni Necil Ülgen ile görüştüm. Gazetede staj yapmak istediğimi söyledim. Hemen ertesi gün beni gazeteye davet etti. Böylece medya dünyasının kapısı bana aralanmış oldu.”

Öztürk, bu alanın en zor yanının hafta sonu ve bayram tatillerinin olmaması olduğunu söylüyor. “Dışarıdan bakıldığında insanlar, ‘Aa ne güzel insanların zevk alarak izlediği maçları izleyip yazarak para kazanıyorlar’ diyebilirler. Ama durum hiç de öyle değil. Çünkü dışarıdaki insanlar kendi tuttukları takımın maçlarını izleyip bunun keyfini yaşarken sen neredeyse insanların merak ettiği tüm maçları izliyorsun, öncesinde ve sonrasında yaşanan detayları takip ediyorsun ve bunları sayfalarına taşımaya çalışıyorsun” diyen Öztürk, spor medyasında çalışmak isteyenlerin kişisel zamandan fedakarlık etmeleri gerektiğinin altını çiziyor.

‘Meslek örgütleri gazeteciler için artı değer yaratmıyor’

Sektörün en büyük eksikliğinin mesleki örgütlenme olduğunu söylüyor, Öztürk. “Medyanın her alanında olduğu gibi spor medyasında da ciddi bir yarış var” diyen İsmail Öztürk, daha iyi olsa dediği şeyleri şöyle sıralıyor: “İnsanlar bir üst basamağa çıkabilmek için belki de diğer sektörlere nazaran daha hırslı ve acımasız olabiliyor. O yüzden sürekli güçlü durmak durumundasınız. Bir de yazılı medyada artık ücretler ciddi manada düşmüş durumda. Bunda ucuz iş gücü etkeni olduğunu da söyleyebilirim. Yerel basını bile olmayan şehirlerde İletişim Fakülteleri’nin kurulduğunu görüyorum. Bunun yanı sıra medyada da bir tekelleşme var. Artık eskisi kadar kaliteye ve içeriğe önem vermeyen ‘kopyala-yapıştır gazeteciliği’ yapmaya başlayan bazı medya kuruluşları, ucuz iş gücü tercihinde bulunuyor. İletişim fakültesinden mezun olduktan sonra çok düşük rakamlara çalışan onlarca insan tanıyorum. Bunun yanında mesleki örgütlenme de olmayınca bu yapısal bir sorun hâline geliyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin ve Sendika’nın gazeteciler için artı değer yaratan kurumlar olduğunu düşünmüyorum.”

Nihan Bora Sapmaz

Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi ilk mezunlarından. Lisans ve yüksek lisans eğitimini gazetecilik üzerine tamamladı. 2001’de Milliyet gazetesindeki stajının ardından birçok gazete ve dergide çalıştı, yazdı. 2011’de NTV’deki yeni medya editörlüğü deneyimi sonrası internet sitelerinde kıdemli editör, yazı işleri müdürü, haber müdürü; reklam ajanslarında içerik direktörü olarak çalıştı. Şu an serbest olarak haber ve röportaj; yayınevlerine editörlük, redaksiyon yapmaya ve içerik projeleri üretmeye devam ediyor. Bir yandan içerik üretimi, yeni medya, medya okuryazarlığı ve haber yazımı üzerine eğitim veriyor.

Journo E-Bülten