Nâzım Hikmet’in filmlere konu olabilecek Bursa Cezaevi yılları; Aziz Nesin’in 12 Eylül askeri rejimine kafa tutması; krizlerin, savaşların, çatışmaların arasında gündemi belirleyen Barış İçin Akademisyenler… Siyasi tabulara dokunan bu hikâyelerin ortak noktasında imza kampanyaları vardı. İmza kampanyaları ne zaman yaygınlaştı? 2016’da Türkiye’de en çok hangi konularda kampanyalar açıldı, nelere tepki gösterildi?
Yıl 1950. Türkçenin büyük şairi Nâzım Hikmet, askeri isyana teşvikten girdiği cezaevinde 12 yılı geride bırakmıştır. Büyük bölümü Bursa Cezaevi’nde geçen, filmlere konu olabilecek fırtınalı bir dönem: İkinci Dünya Savaşı yılları, ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ eserini yazma çabası, inişli çıkışlı aşkları, sağlık sorunları, hapsedilmesinin yurt içinde ve dünyada yarattığı yankı… 1940’ların sonlarına doğru gazetelerde en çok haberi çıkan, en çok konuşulan olaylar arasındadır Nâzım Hikmet’in hapisliği. Komünistliği, kızıllığı, vatanseverliği, vatan hainliği… Aldığı cezaya göre önünde 16 yatılacak yıl daha vardır. Kendisi suçlu olmadığını, serbest kalması gerektiğini her fırsatta ısrarla söylemiştir. Atatürk’e, hastalığı ağırlaştığı için ona ulaşmayan mektup yazmıştır. Serbest kalması için Birleşmiş Milletler seviyesine ulaşan girişimlerde bulunulmuştur. Çıkacağı söylenti biçiminde dolaşan genel aflara umut bağlamıştır. Fakat sonuçta halen cezaevindedir.
1950’nin 30 Mart’ında açlık grevine başlamaya karar verir ve bu kararı hemen güçlü bir etki yaratır. Orhan Veli iki arkadaşıyla açlık grevine katılır. Vatan gazetesinin yayıncısı Ahmet Emin Yalman öncülüğünde yazarlar, gazeteciler, şairler, sanatçılar bir imza kampanyası başlatırlar. Şairin annesi ressam Celile Hanım eline bir pankart alıp Galata Köprüsü’nde imza toplar. Pankarta içini dökmüştür: “Haksız yere mahkûm edilen oğlum Nâzım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum, gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar.”
Yalman’ın girişimiyle 6 Nisan’da Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı’na sunulan kısa dilekçenin altına atılan imzalar arasında Nadir Nadi, Ahmet Hamdi Tanpınar, İbrahim Çallı, Halide Edip Adıvar, Orhan Veli, Sabahattin Eyüboğlu, Neyzen Tevfik, Mehmet Ali Aybar, Bedri Koraman, Melih Cevdet Anday, Cahit Sıtkı Tarancı, Oktay Rifat, Cüneyt Gökçer, Nurullah Ataç, Behçet Kemal Çağlar gibi dönemin etkili isimleri göze çarpar. İmzası istenenlerden kampanyaya katılmayan tek kişi Yahya Kemal Beyatlı’dır. Nâzım Hikmet’in açlık grevine imza kampanyasının da eklenmesi kamuoyundaki etkiyi fazlasıyla büyütür. Bu arada 14 Mayıs’taki genel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Adalet Partisi (AP) karşısında önemli bir yenilgiye uğrar. Çalkantılı yılların ardından 15 Temmuz’da yürürlüğe giren af yasasıyla Nâzım Hikmet özgürlüğüne kavuşur.
1980’lerden itibaren yaygınlaşan bir tarz
Türkiye’de arşivlerde izine rastlayabildiğimiz ilk imza kampanyasının hikâyesi böyle. Dünyada, 1848’de İngiltere’de sınıf mücadelesinin zirveye çıktığı bir anda yüz binlerce işçinin taleplerini içeren bir dilekçeyi imzalayıp Avam Kamarası’na sunması gibi örnekler daha eskiye uzanıyor.
Milliyet gazetesinin, 3 Mayıs 1950 ile 31 Aralık 2007 arasındaki haberlerini önünüze getiren herkese açık dijital arşivinde ‘imza kampanyası’nı aratınca karşınıza 1053 haber çıkıyor. Bu haberlerden 3 tanesi 1960-70 arasına, 41’i 1970-80 arasına ait. Geriye kalan 1009’u ise 1980-2007 arası yayınlanmış. Bu basit istatistiği imza kampanyalarının 1980’den itibaren yaygınlaştığının bir kanıtı olarak görmek yanlış olmaz sanırım.
2010’lardan itibaren ise sosyal medyanın öne çıkması ve change.org, avaaz.org, imza.la gibi platformların Türkiye’de faaliyete başlamasıyla imza kampanyalarında büyük artış yaşandığını bizzat görüyoruz. Cezaevlerindeki gazetecilerin serbest bırakılmasını isteyenler, barış talebinde bulunanlar, patronundan zam isteyenler, ayrıldığı sevgilisine kavuşmayı dileyenler… En yakıcı politik taleplerden tuhaf isteklere kadar akla gelebilecek pek çok konuda imza kampanyası düzenleniyor. Açılan sayısız kampanyayla ilgili sosyal medyada konuşulanlara bakıldığındaysa “imza kampanyaları bir işe yarıyor mu, bir etkisi var mı, imza toplansa ne olacak ki?” şeklindeki sorulara, imza kampanyalarının etkilerini küçümseyen yorumlara sıklıkla rastlanıyor. Bu bakışın elbette bir nedeni var; sayısı fazlasıyla artan kampanyaların arasında hedefi, amacı, muhatabı belli olmayanların da çoğalması, aynı konuda fazlaca kampanya açılması gibi…
Fakat siyasi literatürde ‘sivil itaatsizlik’ kapsamına da giren imza kampanyalarının etkisiz, anlamsız eylemler olduğu söylenemez.
Barış için Akademisyenler: ‘Bir milat gibi…’
Biliyorsunuz, 2016’nın gündemini belirleyen ve halen etkisi süren sıcak olaylardan biri, bir imza kampanyasıydı. Türkiye’nin içinden geçtiği çatışmalı döneme; operasyonlara, bombalı saldırılara, sokağa çıkma yasaklarına tepki duyan bir grup akademisyen 11 Ocak 2016’da, çatışmaların durdurulmasını talep eden ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bir bildiri yayınladı. 1128 akademisyenin imzasının yer aldığı metin büyük yankı uyandırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hükümetin, hükümet destekçisi medyanın sert tepkisi gecikmedi. Sedat Peker’in imzacı akademisyenler için kişisel İnternet sitesinden yaptığı “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” biçimindeki tehdidi dönemin atmosferi hakkında fikir veriyor.
Gazeteciler, sinemacılar, beyaz yakalı çalışanlar, tiyatrocular gibi çeşitli gruplar imzacı akademisyenlere yönelik tepkinin ifade özgürlüğünü baskıladığını vurgulayan, onlara destek veren yeni imza kampanyaları başlattı. İmzacı akademisyenler hakkında soruşturmalar açıldı, kanun hükmünde kararnamelerle üniversitelerden ihraç edildiler. Yaşadıkları zorluklarla ilgili haberler sürekli gündemde kaldı. Bir imzacı akademisyenin verdiği söyleşideki sözü durumu yeterince iyi anlatıyor; “Birçoklarımızın hayatları için bir milat gibi o tarih: 11 Ocak’tan önce, 11 Ocak’tan sonra…” Önceki günlerde, imzacı olduğu için Çukurova Üniversitesi tarafından sözleşmesi yenilenmeyen ve bunalıma giren akademisyen M.Traş’ın intiharı da bu sözü kanıtlar nitelikte.
12 Eylül rejimine tokat: Aydınlar Dilekçesi
Konu açılmışken bahsetmeden geçilemeyecek biri var. 12 Eylül rejimine karşı yapılmış en etkili çıkışlardan biri yine bir imza kampanyasıydı: Aydınlar Dilekçesi. Aziz Nesin öncülüğünde 1984’te yaşanan bu olayı Emre Kongar ‘Yaşamın Anlamı’ adlı kitabında anlatmış, geçen yıl ‘Barış akademisyenleri’ olayının yaşandığı günlerde Twitter’daki @AzizNesinArşivi adlı hesap flood biçiminde paylaştığında ilgi görmüştü. Bugünlerde olan biteni gözlemleyen, yaşayan herkese tanıdık gelecek bir olay:
Nesin Nişantaşı’ndaki evinde dönemin önemli akademisyenlerini, sanatçılarını davet ettiği sohbet toplantıları düzenlemektedir. Niyeti, askeri darbenin baskıcı uygulamalarına karşı bu kişilerin imzalarıyla destek verdiği bir dilekçe hazırlayarak kamuoyu yaratmaktır. Bir dizi toplantının ardından ortaya Kenan Evren’e verilmek üzere hazırlanmış ‘Türkiye’de demokratik düzene ilişkin gözlem ve istekler’ başlıklı bir metin çıkar. Metni imzalayan akademisyen, sanatçı, yazar sayısı 1.383 kişiyi bulur. Türkan Şoray, İbrahim Tatlıses gibi isimlere uzanan hayli geniş liste hedefini tutturmuş, kamuoyunda ses getirmiştir. Hatta o sıralarda bazı imzacılara yönelik “Bu kişiler aydın mı değil mi?” tartışması bile çıkmıştır.
Nesin bir grup arkadaşıyla birlikte dilekçeyi Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e vermek için Çankaya’ya gider. Evren kabul etmez, imzalı sayfalar kapının önüne bırakılır ve geri dönülür. Üç gün sonra ‘dilekçe’ hakkındaki haberlere yayın yasağı getirilir, beş gün sonra sıkıyönetim mahkemesi imzacılar hakkında soruşturma başlatır.
Evren, Manisa’da yaptığı bir konuşmada “Kefil olduğum anayasanın orasından burasından delik açtırmam. Biz çok aydınlar gördük. Vatan hainliği yaptılar. Bazı şairler vardı (Nâzım Hikmet’i kastediyor) yurtdışına kaçtılar, o aydın değil miydi? Ne yapayım ben böyle aydını?” Epey aşina olduğumuz bir yanıt… Başbakan Turgut Özal’ın Reuters muhabirinin konuyla ilgili sorusuna yanıtı da tanıdıktır: “Bu dilekçe verilebildiğine ve Başbakan da bundan bahsedebildiğine göre herhalde Türkiye’de demokrasi yoktur sözü geçerli değildir.”
İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda imzacıların ifadeleri alınır. Suçlamalar karşısında imzasını sahiplenen, savunan da çıkar baskıya dayanamayıp geri adım atan da… Tatlıses dilekçeyi kooperatif üyeliği belgesi sandığı için imzaladığını söyler, Fikret Hakan kendini pişpirik oynarken imzaladığını söyleyerek savunur, Orhan Pamuk dilekçedeki fikirleri tümüyle savunduğunu, Müjdat Gezen “katılmadığı bazı hususların çıkabileceğini” söyler, Öztürk Serengil sağcı olduğunu, Sami Hazinses okumadan imzaladığını söyleyerek kendilerini savunur. Yıldız Kenter “topluma bir yarar, olumlu bir sonuç doğuracağına inanmadığından” dilekçeyi imzalamamıştır. Aziz Nesin’in savunmasına yayın yasağı konulur. YÖK, dilekçeyi imzalayan birçok akademisyeni üniversiteden atar ve soruşturma başlatır. 1986’da haklarında dava açılan 59 kişi beraat eder. Olay artık tarihe geçmiştir.
Gücün kaynağı: Siyasi tabulara dokunmak
‘Nâzım Hikmet’, ‘Aydınlar Dilekçesi’, ‘Barış İçin Akademisyenler’ örneklerindeki imza kampanyalarının gücü, dönemlerindeki siyasi tabulara dokunabilmelerinden kaynaklanıyordu. Her birinde cesaret faktörü önemli rol oynuyordu.
Peki imza kampanyaları siyasi tabulara dokunmadığında da etkili olabilir mi? Kamuoyu yaratabilir mi? Sorunun yanıtı kuşkusuz ‘evet’. Örnekleri bol. Küresel imza platformları avaaz.org’un ya da change.org’un web sayfasına girdiğinizde bu konudaki başarıları görebilirsiniz.
Etkili kampanyanın sırrı
Etkili bir imza kampanyası için dikkat edilebilecek bazı püf noktalarından söz edilebilir. Bu konularda tecrübeli olduğunu belirten, ‘simtoalev’ adlı bir blogger ve sosyal medya kullanıcısı blogundaki yazısında önerilerde bulunmuş. Dikkatimizi çeken üçünü aktaralım.
- Tekrar eden kampanya açmadan önce düşünün! Blogger ‘nükleer’ örneğini vermiş ve bir arama yaptığında bu başlıklı 193 kampanyaya rastladığını söylemiş.
- Bir başka maddede kampanyanın muhatabının doğru seçilmesinin önemini vurgularken, Kastamonu’ya 37 bin kişilik stad yapılmasını isteyen ama bunu kimden istediği belli olmayan kampanyayı örnek göstermiş.
- Ve üçüncüsü; olmayacak duaya amin demeyin. Yani talebinizi iyi tasarlayın. Blogger korkunç bir cinayete kurban giden Özgecan Aslan hakkındaki kampanyalardan örnek vermiş. ‘Özgecan’ın Katilleri En Ağır Cezayı Alsın’ kampanyasındaki başlığın, yani talebin iyi bir seçim olmadığını, katile verilecek cezayı hukukun belirleyeceğini söylemiş.
Söz konusu kampanya daha sonra isim değiştirip ‘Özgecan Milat Olsun, Yasalar Kadınları Korusun’ başlıklı, kadına yönelik şiddet suçlarıyla ilgili cezaların yeniden düzenlenmesini talep eden bir kampanyaya dönüşmüş. 1 milyonu aşkın imza toplayarak ciddi düzeyde karşılık bulmuş, 2015’in en fazla destek gören kampanyası ortaya çıkmış.
2016’da imza kampanyalarının gösterdiği Türkiye tablosu
Yukarıda bahsi geçmişti; 2010’lu yıllara kadar özellikle siyasi alanlarda görmeye alıştığımız imza kampanyaları o zamanlardan itibaren, internet üzerinden insanlara ulaşan platformlar sayesinde epey çeşitlilik göstermeye başladı. Change.org’un geride bıraktığımız 2016’yı incelediği raporu bu alandaki eğilimleri yansıtması bakımından ilgi çekici.
-2015’te platformdaki kampanyalara 5 milyon 746 bin kişi imza atarken 2016’da bu sayı yüzde 30’luk bir artışla 7 milyon 503 bin kişiye çıkmış.
-2016’da açılan kampanya sayısı önceki yıla oranla yüzde 30 artmış. En çok imza kampanyası açılan alan eğitim olmuş; 1143 kampanya.
En başarılı kampanyalar eğitim ve çevrede
-Yarattığı kamuoyu ve alınan sonuçlar bakımından change.org’un değerlendirmesine göre başarılı kampanyaların sayısı 168’i bulurken (bu kampanyalara 2 milyon 50 bin imza atılmış), başarılı kampanyalar en çok yüzde 17’lik oranla ‘eğitim’ ve ‘çevre’ alanlarından çıkmış. Bu alanları yüzde 16’yla ‘insan hakları’ takip etmiş.
En çok imza çocuk tecavüzcüleriyle ilgili kampanyaya
-Açılan tüm kampanyalar arasında en çok desteği bulan ‘Cinsel İstismara Uğrayan Mağdur Tecavüzcüsüyle Evlendirilsin Önergesi İptal Edilsin’ başlıklı kampanya olmuş. Bu kampanyaya 823 bin 481 imza atılmış. (Hatırlarsınız; Kasım 2016’da AK Parti tarafından TBMM’ye sunulan bir önerge, tecavüze uğramış çocuğun tecavüzcüsüyle evlendirilmesi hâlinde tecavüzcünün cezasının ertelenmesini gündeme getirmişti. Büyük tepki toplayan önerge yoğun tartışmaların ardından rafa kaldırılmıştı.)
Politik kampanyalara ne oldu?
-Change.org’un 2016 raporundaki dikkat çekici bir değerlendirme politik kampanyalardaki azalmayla ilgili. Hem açılan kampanyaların hem de atılan imzaların sayısında azalma yaşanmış. Bir örnek: ‘Bağzı üniversiteliler’in başlattığı ‘Barış İçin Akademisyenlerin Yanındayız’ kampanyası açıldığı Ocak ayında, o ayın en popüler kampanyalar listesinde İETT zammı, ek puan uygulaması, okulların tatil olması, otizmli çocukların eğitim hakkı gibi konularda açılan kampanyaların gerisinde kalırken, 10 maddelik listenin son sırasında kendine yer bulabilmiş. Politik kampanyaların azalması change.org’un değerlendirmesinde “Kampanya açanlar etkili ve duyarlı bir muhatap bulamıyor olabilirler” gibi bir nedene bağlanmış. Fakat elbette 2016’nın ağır siyasi atmosferi, baskılar, siyasi metinlere imza atmanın gerektirdiği cesaret, göze alınması gereken olası bedeller hakkında konuşulmadan bu konuda yapılan değerlendirmeler eksik kalır.