Uluslararası örgütler nelerdir; hangisi, ne yapar? Avrupa Konseyi ile AB Konseyi’nin, OPEC ile APEC’in birçok haberde hâlâ karıştırıldığını görünce bu rehberi oluşturduk. Bu listede tanımlarını, faaliyetlerini ve kısa tarihlerini aktardığımız uluslararası örgütler şunlar: AGİT, Avrupa Konseyi, AB Zirvesi, AB Komisyonu, AB Konseyi, NATO, G-8, G-20, Türk Devletleri Teşkilatı, Arap Birliği, Afrika Birliği, ASEAN, Şanghay İşbirliği Örgütü, APEC, NAFTA, USMCA, OPEC, ICRC ve IRC
Dijital medyayla hızlanan küreselleşme, uluslararası siyaset ve toplumla ilgili olgular konusunda bilginin önemini daha da artırdı. Haberleri üretenler de, tüketenler de bu modern gereklilikten etkileniyor. Çin Merkez Bankası’nın bir kararı, ABD Kongresi’nin bir yaptırımı veya Birleşmiş Milletler’deki bir oylama, tüm dünyada haber gündemini değiştirebiliyor. Güncel bir örnek olarak, Rusya’nın Ukrayna işgaline dair haberleri yazarken hata yapmamak için Avrupa’nın uluslararası örgütlerini de, NATO’nun tarihini de, “Minsk Süreci” gibi terimleri de bilmek gerekiyor.
Uluslararası örgütleri kapsayan bir genel kültür bilgisi artık sadece dış haberciler sahip olması gereken bir özellikle değil. Ekonomiden magazine, gazeteciliğin farklı alanlarında doğru ve eksiksiz bir haber üretmek için bu temel bilgiler gerekli. Bu yazıda uluslararası alanda önemli rol oynayan ve sıkça haberlere konu olan bir dizi örgütün tarihlerini ve faaliyetlerini kısaca aktarıp bir rehber oluşturmaya çalıştık.
Uluslararası örgütlerle ilgili ayrıntılara geçmeden önce, haberlerde bu bağlamda sıkça yapılan hatalardan birine değinip önce bu konuyu aradan çıkaralım: Avrupa’daki uluslararası örgütler.
Karıştırmayın: Avrupa’nın 6 kurumu
Avrupa kıtasında faaliyet gösteren, bir kısmı Avrupa Birliği (AB) kurumu olan bir dizi uluslararası örgütün Türkçe haberlerde zaman zaman karıştırıldığını görüyoruz. Bu uluslararası örgütlerden 6’sını önce kısaca anlatalım.
Avrupa Parlamentosu (İngilizce: European Parliament): Doğrudan halk tarafından 5 yılda bir seçilen, 27 devletin nüfus yoğunluğuna göre vekil atadığı ve toplamda 705 temsilcinin bulunduğu Avrupa Parlamentosu (AP), AB Konseyi’nin yönlendiriciliği desteğinde AB’nin yasama gücünü oluşturur. AP’de ülke bazlı değil, siyasi partilere yönelik bir ayrım vardır. AP milletvekilleri Strasburg ve Brüksel’de (alttaki bina) toplanır. İdari ofisleri ise Lüksemburg’dadır. Ayrıntılı bilgiye şu sayfadan ulaşılabilir.
Avrupa Zirvesi (European Council): “AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi” diye de bilinir. AB’ye üye olan ülkelerin devlet ve hükûmet başkanlarının, Avrupa Zirvesi Başkanı’nın (bugün için Charles Michel) ve AB Komisyonu Başkanı’nın (bugün için Ursula Von der Leyen) buluştukları ve politika ürettikleri kurumdur. AB’nin siyasi yönü ve öncelikleri bu konsey tarafından belirlenir. Merkezi Brüksel’dedir.
AB Konseyi (Council of the European Union): AB üyesi devletlerin hükûmetlerinde görev yapan bakanlardan oluşur. Bu yüzden AB Bakanlar Konseyi diye de bilinir. Konsey toplantılarına, konuya ilişkin üye devletleri temsilen ilgili bakanlar katılır. Örnek olarak tartışılacak konu dış politika ise AB üyesi devletlerin dışişleri bakanları toplanır. Eğer konu ekonomi veya para politikası ile ilişkili ise üye devletlerin ekonomi ve maliye bakanları toplantıya katılır. Bu konsey, AB yasalarının oluşturulup politikalarının koordine edilmesi için çalışır. Merkezi Brüksel’dedir, Nisan, haziran ve ekim aylarında Lüksemburg’da toplanır. Ayrıntılı bilgiye linkten ulaşılabilir.
Avrupa Komisyonu (European Commission): AB’nin “hükûmet kabinesi” (bakanlar kurulu) işlevine sahiptir ve “AB Komisyonu” da denir. Üstteki iki kurumun aksine üyeleri doğrudan halk oyuyla seçilmez, dolaylı bir demokratik süreçle belirlenir. Her AB üyesi devlet, AB Komisyonu Başkanı’na danışarak bir komiser adayı belirler. Başkan bu adaylardan bir ekip kurar. Avrupa Parlamentosu bu adayları sorgular ve tüm ekibi oylayarak onaylar. Ekip reddedilirse AB Komisyonu Başkanı ya mevcut adaylardan yeni bir ekip kurup Parlamento’ya sunar veya üye devletlerden yeni adaylar göstermesini ister. 5 yıl için seçilen 27 üyeden oluşan Avrupa Komisyonu; AB’nin yürütme organıdır. Komisyon AB’nin politikalarını uygular, bütçesini yönetir, müktesebat ile uyumu sağlar ve uluslararası anlaşmaları müzakere eder. Bugün itibarıyla Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen’dir. Merkezi Brüksel’dedir. Bazı bölüm ve hizmetleri Lüksemburg’dadır. Ayrıntılı bilgiye şu sayfadan ulaşılabilir.
Avrupa Birliği Adalet Divanı: AB’nin yargı gücünü oluşturur. AB yasalarının farklı ülkelerde aynı şekilde yorumlanıp uygulanmasını sağlar. Üye devletlerin, kurumların, şirketlerin ve bireylerin AB yasalarıyla ilgili ihtilaflarında karar verme yetkisi vardır. Merkezi Lüksemburg’dadır.
Avrupa Konseyi (Council of Europe): Avrupa Konseyi, bir AB kurumu olmadığı için yukarıdakilerden çok farklıdır. Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla 1949’da kurulmuş hükûmetlerarası bir kuruluştur. Türkiye de üyedir. Merkezi Strasburg’dadır. Aynı kentteki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bir yargı organı olarak Avrupa Konseyi’ne bağlıdır.
Avrupa İşbirliği ve Güvenlik Teşkilatı (OSCE: Organization for Security and Co-operation in Europe): Yukarıdaki AB kurumlarıyla bağlı olmayan başka bir uluslararası örgüttür. AB kurumlarıyla direkt bir ilişkisi olmayan AGİT, Avrupalı devletler tarafından ortaya çıkan problemleri diyalog halinde çözmek adına kurulmuş bir teşkilattır. Türkiye de üyedir. Merkezi Viyana’dadır.
Şimdi OPEC’ten Kızılhaç’a başlıca uluslararası örgütlere daha geniş bir perspektifte, tarihçilerini de kısaca hatırlayarak bakalım.
İçindekiler
- AGİT
- AGİK
- Avrupa Konseyi
- Avrupa Birliği Zirvesi
- Avrupa Komisyonu
- NATO
- G-8
- G-20
- Türk Devletleri Teşkilatı
- Arap Birliği
- Bağdat Paktı (CENTO)
- Afrika Birliği
- ASEAN
- Şanghay İşbirliği Örgütü
- APEC
- NAFTA
- USMCA
- OPEC
- ICRC
- IRC
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)
Soğuk Savaş döneminde ülkeler arasındaki çatışmalara engel olmak ve barışın müzakerelerle korunmasını desteklemek için 1975 yılında kurulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT); silahsızlanmadan ekonomiye, politikadan demokrasiye birçok konuda işbirliğini hedefleyen diyalog bazlı uluslararası örgüttür. Helsinki Nihai Senedi ile 35 ülkenin bir araya gelmesiyle oluşturulan bu örgüt, günümüzde etkisini genişleterek 57 ülkenin parçasını oluşturduğu bir güvenlik platformuna dönüşmüştür.
Önemli ve karıştırılmaması gerekilen bir bilgi olarak, AGİT ne ülkeler arasında kurulmuş bir savunma paktı ne de “Avrupa ordusu” oluşturan bir kuruluştur. AGİT günümüzde ülkelerin bir araya gelip yaşadıkları sorunu arabulucular desteğiyle çözmeye yarayan, fakat son yıllarda işlevi sık sık tartışma konusu olan bir müzakere platformudur. Türkiye’nin de kurucu üyelerinden olduğu AGİT’in tarihine göz atalım.
Tarihi arka plan
1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden kısa süre sonra ABD liderliğindeki NATO ve Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı, iki farklı kutup olarak ortaya çıktı. Soğuk Savaş adını alan ve 44 yıl sürecek bu dönemde nükleer silahların iki kutup arasında sıcak savaşı engellediği söylenen caydırıcı bir rol oynadığı düşünülür. Ancak aynı dönemde iki kutup farklı ülkelerde “vekalet savaşlarına” girmiştir.
1962’ye kadar bu vekalet savaşları farklı ülkelerde sürerken ABD’nin İzmir’e yerleştirdiği Jüpiter füzelerine karşılık Sovyetler Birliği de Küba’ya füzeler yerleştirmek isteyince iki ülke arasındaki Soğuk Savaş’ın sıcak savaşa dönme riski önemli bir olasılık olarak belirdi. ABD’nin Küba ablukası ve işgal planları ile Sovyetler’in bölgeye gönderdiği vurucu denizaltılar, nükleer felaket ihtimaliyle dünyayı yeni bir döneme soktu. Sovyet lider Nikita Kruşçev’in “İzmir’deki füzelerinizi çekin, biz de Küba’daki füzelerimizi çekelim” teklifi ve ABD’nin bunu kabul etmesi sayesinde korkulan olmadı.
“Karşılıklı imha” endişesiyle başlayan yumuşama
Ancak dünya, “karşılıklı imha” riski nedeniyle nükleer silaha sahip olanların aslında bunları kullanmayıp birbirini caydırdığı, dolayısıyla bu silahların barış ve istikrar sağladığı inancından bu krizle birlikte uzaklaşmaya başladı. Küba Krizi sonrasında ABD ve Sovyetler arasında görüşmelere ve Yumuşama Dönemi’ne (Détente) start verildi. 1963’te iki devlet masaya oturup nükleer silahsızlanma sürecini başlattı, devlet başkanları karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdi.
Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) işte böyle bir dönemde doğdu. İlk ismi vrupa Güvenlik ve İş Birliği Konferansı (AGİK) idi. Askeri bloklar arasındaki anlaşmazlıkları diyalog yoluyla en aza indirmeyi amaçlayan, bir müzakere forumu ve konferanslar diplomasisi olarak ortaya çıkmıştı.
Her iki bloğun işbirliği ve yumuşama sürecine ilişkin beklentileri farklı olsa da 1975 yılında 35 ülkenin bir araya gelmesiyle, Helsinki Nihai Senedi ile II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da oluşan sınırların ihlal edilmezliği kabul edilmiş ve bu sınırların meşruiyeti tanınmıştır. Siyasi/askeri, insani ve ekonomik/çevresel olmak üzere üç boyutu (sepeti) kapsayan Helsinki Nihai Senedi’nin en önemli yönü, devletlerarası ilişkilere rehberlik etmek üzere kabul edilen ve AGİK’in anayasasını oluşturan şu 10 temel ilkedir:
Birinci aşamada AGİK’in amacı; Doğu-Batı arasında köprü oluşturmak ve işbirliği vasıtasıyla güvenliği kuvvetlendirmekti. Bu döneme damgasını vuran özellikler; konferans kültürü, politik diyalog için yoğunlaşma, güvenliğin politik askeri yönü ile insan güvenliği arasındaki yakın ilişki ile Varşova, NATO ve Bağlantısızlardan oluşan üçlü sistem üzerine yoğunlaşan çoklu diplomasi oldu. AGİK bu dönemde yumuşama sürecinin bir enstrümanı olmuş ve insan hakları savunucularına ilham kaynağı olan insani boyutuna yönelik Doğu Bloku’na yükümlülükler getirmiştir.
1995’te AGİK gitti, AGİT geldi
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması, Batı için nihai bir zafer sayıldı ve askeri savaş tehditi ortadan kalktı. Dağılan Sovyetler’in halefi sayılan Rusya, kapitalist sisteme ayak uydurmaya çalışırken zayıfladı ve Doğu Avrupa’da büyük bir güç boşluğu ortaya çıktı. Bu nedenle Avrupa’da sivil toplumun güçlendirilmesi, etnik unsurlar arasındaki çatışmaların önlenmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi gerekiyordu. Avrupa’daki mevcut teşkilat ve oluşumlar ise bu risk unsurları ile mücadele edebilecek yeteneğe sahip değildi. Bu ihtiyaca cevap olarak AGİK kurumlarını güçlendirme ve politik diyalogun sürekliliği sağlama hedefi koyuldu. AGİK, 1995 yılında AGİT’e dönüştürülerek kurumsallaştırıldı.
2000’li yılların ortalarından itibaren AGİT ülkeler arası bütünleşmeyi güçlendirme safhasına girdi. Bu safhada AGİT, AB’ye yeni üye olan ülkelerde (Litvanya, Estonya, Slovakya, Romanya ve Macaristan) faaliyetlerini azaltmış, Orta Asya ve Kafkaslar bölgesinde ise artırmıştır. Güneydoğu Avrupa’da Birleşmiş Milletler (BM), AB ve NATO ile yakın işbirliği sağlanmış, güvenliğin politik-askeri kısmına daha fazla yönelinmiş; terörizme karşı mücadele çabalarına ortak olunmuş, ekonomi ve çevre, ayırımcılık ve kaçakçılık karşıtlığı ile hoşgörü ve medya özgürlüğü gibi konulara önem verilmiştir. Gürcistan ve Moldova gibi AGİT’in yeteneklerini test eden “donmuş çatışmaların” yumuşatılması ve örgütün çağın gereklerine hazırlanması bu dönemde gerçekleştirilmiştir.
AGİT’in tarihsel sürecini anlamak için detaylı okuma yapmak isteyenler, Dr. Elsin Embel’in “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı” ve Sertif Demir’in “Dünden bugüne Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı” adlı makalesini okuyabilir.
Günümüzde AGİT
Bugüne kadar birçok misyon gerçekleştiren ve 57 ülkeyi kapsayan bir uluslararası örgüt olan AGİT, Türkiye’nin aktif bir şekilde katıldığı bir organizasyondur. Diplomasi kanallarını açık tutma amacı güden AGİT, şu ana kadar Güneydoğu Avrupa’da Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova ve Kuzey Makedonya’da; Doğu Avrupa’da Moldova ve Ukrayna’da; Kafkaslar’da Azerbaycan ve Ermenistan’da; Orta Asya’da Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’da faaliyet göstermiştir.
Genel merkezi Avusturya’nın başkenti Viyana’da bulunan AGİT’in 5 karar alma organı var:
- AGİT Zirvesi
- Bakanlar Konseyi
- Daimi Konsey
- Başkanlık
- Parlamenter Asamble
- Güvenlik İşbirliği Forumu
AGİT’in yürütme organları ve diyalog programları
AGİT’in yürütme konseyinde şu organlar bulunuyor:
- Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu
- Basın Özgürlüğü Temsilcisi
- Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği
- AGİT Saha Operasyonları
AGİT’in etkin olduğu yapıcı diyalog programları ise şunlar:
- Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA): 1990 yılında AGİT aracılığıyla NATO ve Varşova Paktı ülkeleri tarafından imzalanan ve her iki blok için belli silah kategorileri temelinde üst sınırlar (örn. 20.000 tank, 2.000 saldırı helikopteri vb.) getiren anlaşma, AGİT’in bir başarısı olarak görülmüş ve taraflar arasındaki diyaloğu arttırmıştır.
- AGİT Minsk Grubu: Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kızışan Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycan ve Ermenistan arasında bir çatışmaya evrilmişti. 1992 yılında AGİT’e üye olan bu iki devletin sorunlarının giderilmesine yönelik AGİT Minsk Grubu oluşturuldu. Grupta diyaloğu sağlamak adına 11 devlet bulunuyordu. Bu devletler, Azerbaycan, ABD, Almanya, Ermenistan, Belarus, İsveç, İtalya, Fransa, Türkiye, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya idi. 1994 yılında bu ülkelerin yerini ABD, Fransa ve Rusya aldı ve böylece “Minsk Üçlüsü” oluşturuldu. Minks Üçlüsü’nün partner ülkeleri olarak Belarus, Finlandiya, Almanya, İtalya, İsveç ve Türkiye seçilse de Türkiye haricindeki diğer partner ülkeler diyalog sürecinde büyük bir yer tutmadı. Uluslararası hukuka ve BM’ye göre Azerbaycan’ın topraklarını işgal etmiş Ermenistan’a karşı Minsk Grubu’nda herhangi bir ağır yaptırım getirilmedi. 28 yıl boyunca dondurulmuş olan çatışma, 2020 yılında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’a yaptığı askeri operasyon ile 44 gün içinde Azerbaycan lehine çözüldü. Böylece Minsk Grubu ile gerçekleştirilemeyen çözüm yolu, askeri yolla çözülmüş oldu.
- AGİT Minsk Anlaşmaları: 2014 yılında Rusya – Ukrayna çatışmasına yönelik olarak AGİT tarafından oluşturulan Birinci Minsk Anlaşması’nda Rusya, Ukrayna, Almanya, Fransa ve Donbas bölgesindeki ayrılıkçı liderler bir araya geldi. Toplantıda ilk olarak ateşkes ilan edilmesi, bölgedeki paralı askerlerin geri çekilmesi, ateşkesin AGİT tarafından düzenlenmesi, tampon bölgelerin oluşturulması ve yerel seçimlerin yapılması öngörülse de görüşmeler sonrası çatışmalar durmayınca sonuç alınamadı. İkinci Minsk anlaşması ise 2015 yılında Ukrayna’nın Donbas bölgesindeki ayrılıkçılara karşı toprak kaybetmesi sonucu Almanya, Fransa, Belarus, Rusya ve Ukrayna liderlerinin toplanmasıyla başladı. Kiev hükûmeti bölgede anadilde (Rusça) eğitim hakkını sağlayacağını fakat önce Donbas bölgesinin silahsızlandırmasını talep ederken bu bölgedeki ayrılıkçılar da Ukrayna’nın uyguladığı ekonomik yaptırımın kalkmasını ve otonomi değil bağımsızlık istediklerini belirttiler. Şubat 2015’te AGİT aracılığıyla kabul edilen metinde ayrılıkçıların eylül ayındaki Minsk görüşmelerinde üzerinde anlaşmaya varılan sınırlara geri çekilmeyi kabul ettiği, bunun karşılığında Ukrayna birliklerinin cepheden çekileceği ifade edilse de, aynı birinci anlaşma gibi bu anlaşma da ateşkesin bozulmasından sonra uygulamadan kalktı. 2022 yılında başlayan Rusya–Ukrayna savaşı sonrası Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Minsk Anlaşması’nın artık geçerliliği yok” demesi üzerine görüşmeler askıya alındı.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın resmi internet sitesi: https://www.osce.org
Avrupa Konseyi (AK)
1949 yılında 10 ülke tarafından kurulmuş; Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü korumak amacıyla oluşturulan hükûmetler arası bir kuruluş olan Avrupa Konseyi, Türkiye’nin de kurucu üye olduğu bir başka uluslarararası kurum.
Kurumun Avrupa Birliği ile herhangi bir organik bağı bulunmasa da yakın bir iş birliğine var. Bugün Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi bulunuyor. Üyeler arasında insan hakları, medya, hukuki iş birliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler gibi birçok alanda çalışmalar yapılıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de Avrupa Konseyi’ne bağlı. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir parçası ve anayasasında AİHM’nin kararlarının üstünlüğünü kabul etmiş durumda.
Türkiye’nin, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarındaki AİHM kararlarının uygulamaması bu bağlamda günümüzün kayda değer bir sorunu. Bu yüzden AİHM, 2 Şubat 2022’de Türkiye aleyhinde ihlal prosedürü başlattı. Türkiye’den önce, 2013 yılında Azerbaycan’a ihlal prosedürü başlatılmıştı.
Avrupa Konseyi ise 23 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından bu ülkenin üyeliğini askıya aldı. AİHM’in 2020 raporuna göre bu uluslararası mahkemedeki davalarda en çok mahkum olan devlet Rusya, ikinci sırada ise Türkiye var. Bu iki üyeye de Avrupa Konseyi ihlal süreci uyguluyor.
Avrupa Konseyi’nin resmi internet sitesi: https://www.coe.int/web/portal/home.
AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi (Avrupa Birliği Zirvesi)
AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi veya daha çok bilinen adıyla Avrupa Birliği Zirvesi (İngilizce: The European Council, Avrupa Zirvesi), AB’ye üye devlet ve hükûmet başkanlarını, Avrupa Komisyonu Başkanı’nı ve AB Konseyi Başkanı’nı bir araya getirir. Bu toplantılara AB Zirvesi Başkanı başkanlık eder.
1974 yılından beri toplanan liderler AB ve çevre ülkelerdeki önemli konuları tartışıp AB’nin orta-uzun vadeli politikalarını belirlerler. 1992 yılında resmi statü kazanan AB Zirvesi, Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte AB’nin 7 resmi kurumundan biri olmuştur. Bu zirve, yılda en az 4 kere yapılmaktadır. Olağanüstü durumlarda da toplanabilen Konsey, AB’nin öne çıkan ve yasama yetkisi bulunmamasına rağmen onu siyasi olarak yönlendiren kurumudur.
27 AB ülkesinin seçilmiş her başkanı, o dönem gerçekleştirecek AB Zirvesi’ne katılır. Ülke liderlerine ek olarak, AB Zirvesi’nin başkanı olan kişi, üyeler tarafından 2,5 yıllığına seçilir. Başkan, Zirve’yi yönlendirmenin yanında AB’yi uluslararası alanda da temsil etme görevi taşır. Zirveye katılan bir diğer önemli aktör ise Avrupa Komisyonu Başkanı’dır.
Bugün için başkanlığını eski Belçika başbakanı Charles Michel’ın yaptığı AB Zirvesi’ndeki mevcut liderler, bu kurumun internet sitesinde incelenebilir. Türkiye’nin AB Bakanlığı tarafından oluşturulmuş “AB’ye Genel Bakış” başlıklı makale de bu konuda bir başka kaynak.
Avrupa Komisyonu
AB Zirve’sinden farklı olarak Avrupa Komisyonu, AB’nin “bakanlar kurulu” gibi faaliyet gösterir. Komisyon yasama sürecini başlatma, yürütme organı görevini üstlenme ve AB bütçesini oluşturmakla görevlidir. Avrupa Komisyonu Başkanı ise AB Zirvesi tarafından belirlenir ve Avrupa Parlamentosu tarafından atanır.
Bugün Avrupa Komisyonu’na başında eski Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen bulunuyor. Bu mercinin yetkileri ve temsiliyeti uluslararası politikada ve AB politikasında eşittir. Özellikle herhangi bir AB dışı ülke ziyaret edildiğinde, Komisyon Başkanı ve AB Zirvesi Başkanı “eşbaşkan” muamelesi görür.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)
İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımdan en büyük payı alan Avrupa devletleri gerek askeri gerek ekonomik anlamda büyük bir kayıp yaşamıştı. Bunun sonucu olarak savaştan göreceli olarak kârlı ayrılan iki devlet vardı: ABD ve Sovyetler Birliği. Bu iki ülke, savaş sırasında Nazi Almanyası’na karşı işbirliği yapsa da savaş sonrası yürütülen farklı politikalar sonrası iki farklı kutbu oluşturdular.
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Soğuk Savaş sırasında ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki kutuplaşmanın ilk ciddi örneği “Berlin Ablukası” olmuştu. Bu iki devletin küresel güç mücadelesi sürerken savaşta ağır yıkıma uğrayan Avrupa’nın göbeğinde, Alman başkenti ikiye bölünmüştü. Bu ortamda ABD önderliğinde kurulan “North Atlantic Treaty Organization” (NATO: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), özellikle Avrupa’yı Sovyet tehdidinden koruma amacı taşıyan bir savunma paktı olarak 1949’da ortaya çıktı.
Büyük bir savunma paktının ilk örneği olan NATO, 1952 yılında Yunanistan ve Türkiye’nin de katılımıyla genişledi. NATO üyeleri, ilk harekâtını BM aracılığıyla Kore Savaşı’na müdahale amacıyla yaptı. 1955 yılında NATO’ya cevap vermek adına Sovyetler Birliği tarafından Varşova Paktı kuruldu ve bu iki kuruluş Sovyetler’in dağılışı olan 1991 yılına kadar rekabetini devam ettirdi.
1991’de Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan büyük güç boşluğu, 1999 yılında NATO tarafından doldurulmaya başlandı. SSCB sonrası ekonomik ve siyasi zorluklarla uğraşan Rusya 40 yıldır karşısında durduğu NATO’ya karşı gücünü neredeyse tamamen kaybetmiş, bu da ortaya birçok yeni bağımsız devletin çıkmasını sağlamıştı.
Dağılış sonrası zayıf duruma düşen ve Batı’ya açılan Rusya, 1994 yılında NATO ile “Barış İçin Ortaklık” programına davet edildi. 1997’de NATO ile Rusya arasında ‘İkili İlişkiler, İşbirliği ve Güvenlik Kurucu Senedi’ne imza atıldı. Bu anlaşmada, eski rekabet döneminin geride bırakılması, Avrupa-Atlantik bölgesinde işbirliği ve istişareye dayalı yeni bir ilişki kurulması hedefi ilan edildi, 2002’de kurulacak NATO-Rusya Konseyi’nin temelleri atıldı.
Son dönem NATO genişlemeleri: 1999, 2004-2009, 2017-2020
Bunun yanında eski Varşova Paktı’nın üyeleri olan Polonya, Macaristan ve Çekya 1999 yılında NATO’ya katılarak büyük bir adım attı. 2004 yılında ise NATO 7 eski Sovyet ülkesini NATO’ya kabul ederek genişleme dalgasını hayata geçirdi. Bu dalgada Bulgaristan ve Romanya ile Baltık ülkeleri Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya ve Slovenya’nın NATO’ya dahil olması Rusya’da büyük rahatsızlık yarattı. 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan, 2017’de Karadağ NATO’ya üye olurken en son 2020’de Kuzey Makedonya 30’uncu üye olarak İttifak’a kabul edildi.
Rusya’yı tehdit olarak gören Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO koruması altına girmek istemesi, doğalgaz ve petrol gelirleri sayesinde son 20 yılda güç kazanan Moskova’nın bu ülkelere yönelik askeri harekatlarına gerekçe olarak sunuldu. Devlet Başkanı Vladimir Putin döneminde Rus ordusu Suriye, Dağlık Karabaş ve Moldova gibi ülkelere de asker yolladı. 17 Aralık 2021 tarihinde Rusya, “NATO 1997 sınırlarına dönmelidir” açıklamasını yaptı.
Bugün NATO, 30 üyesi ile dünyanın en büyük askeri ittifakı. 2020 yılında NATO üyelerinin toplam askeri harcamaları, dünyadaki askeri bütçenin %57’sinden fazlasını oluşturdu. Silahlanmada ABD’nin başını çektiği NATO’da, üyelerin gayrisafi yurt içi hasılalarının (GSYİH) en az %2’sini savunmaya harcaması beklenerek kolektif bir savunma gücü oluşturulması amaçlanıyor. Bu gibi kuralların yanında NATO üyelerinin birbirleriyle teknoloji paylaşımı, askeri üst paylaşımı, silahların standardizasyonu ve ortak hareket etme gibi vizyonlara uyması bekleniyor.
NATO üyesi olmasına karşın Türkiye ile bu ittifak arasında zaman zaman gerginlikler yaşıyor. Örneğin ittifak üyelerinden birine yönelik bir dış saldırının hepsine yönelik bir saldırı olarak karşılık bulacağını vurgulayan 5. madde, Suriye savaşı sırasında Ankara tarafından gündeme getirilmişti. Tartışmaların ardından NATO üyeleri Patriot hava savunma sistemlerini Türkiye’ye göndermişti. Son dönemde ise Türkiye’nin özellikle ABD ile diplomatik kriz yaşadığı bir dönemde Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması NATO ile gerginlik yaratmıştı.
NATO’nun Resmi İnternet Sitesi: https://www.nato.int.
Sekizler Grubu ve Yirmiler Grubu (G-8, G-20)
Ekonomik açıdan dünyanın en zengin 8 ülkesinin (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya) bir araya geldiği hükûmetler arası grup olan Sekizler (Group of Eight), tarihsel bir süreçten geçerek değişime uğramış bir yapı. 2014 yılında Rusya’nın gruptan çıkarılmasıyla G-7 adını alan forum ilk oluşturulduğunda G-6 ismine sahipti. Yaşananları daha iyi anlamak adına grubun geçirdiği bu tarihsel sürece kısaca göz atalım.
1973 yılında Arap – İsrail savaşları sırasında Arap dünyası petrol ihracatını İsrail’i destekleyen Batı’ya karşı bir baskı aracı olarak kullanmayı tercih etti. Savaşın getirdiği sebeplerden dolayı üretimin düşmesi de söz konusuyken böyle bir hamlenin yapılması sonucu 1973 yılında varili 2.59 dolar olan petrol fiyatı, bir sene içinde yaklaşık 5 katına çıkarak varili 11.65 dolara satılmaya başladı.
Fiyattaki yükseliş üretim konusunda dünyanın başını çeken Batılı ülkeleri (özellikle Avrupa’yı) maddi açıdan zor duruma düşürdü ve 1974 yılı “Dünya Petrol Krizi” ile tarihe geçti. Petrol fiyatlarının üretimi etkilemesi üzerine Arap dünyasına silah ambargosunu kaldıran Batı, ertesi sene dünya ekonomisine katkısı olan en büyük 6 ülkeyi (ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya ve Japonya) bir araya getirdi.
Küresel diplomatik ilişkilerin ve ekonomik durumun kolektif bir şekilde ele alındığı bu platform, kuruluşundan beri her yıl toplanıyor. 1976 yılında Kanada’nın da gruba davet edilmesiyle G-7 ismini alan grup, birçok konuda işbirliğini yapan önemli bir forum haline geldi. Farklı ülkelerin ev sahipliği yaptığı forumda, dünya meseleleri tartışıldı ve ekonomik-siyasi anlamda anlaşmazlıklar müzakere edildi. Böylece giderek küreselleşen dünyada ticaret ve dostluk anlaşmaları için yeni zeminler oluşturuldu.
Rusya, G-7’ye katılıyor
1991 yılının temmuz ayında 17’inci toplantısını yapan G-7, zamanın Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov’u da davet etti. Her ne kadar Sovyetler bu toplantıdan 4 ay sonra yıkılsa da onun selefi olan Rusya 1994’te G-7’ye çağrıldı. Yer altı kaynakları zengin bu ülke, 1998 yılında gruba kabul edildi ve böylece G-6 olarak başlayan platform, 1998 yılında G-8’e evrildi.
Daha geniş bir katılımla dünyanın önemli aktörlerinin işbirliğini düzenli hâle getirmek isteyen G-8, ekonomik ve siyasi olarak en güçlü görülen 20 devletin Eylül 1999’da Washington’da toplanmasıyla G-20’yi ilan etti. Bugün G-20’de, dünya ekonomisinin %85’ini, nüfusunun 3’te 2’sini oluşturan şu ülkeler var: Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore, Türkiye, İngiltere, ABD ve AB.
Çoğunlukla ekonomik bir platform olarak görülen G-20’ye ülkelerin ekonomi/maliye bakanları ve merkez bankası başkanları da katılım sağlıyor. G-20 ülkeleri aynı zamanda Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ/WTO) ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla görüşerek küresel dünyada ekonomik işbirliği sorunlarını müzakere ediyor.
G-20 kurulurken G-8 de varlığını sürdürdü. Ancak 2014’te Rusya’nın üyeliği diğer üyeler tarafından askıya alınınca G-8 tekrar G-7 oldu. Bu kararın nedeni, Rusya’nın, iç siyasi kriz yaşadığı bir dönemde Batı ile yakınlaşan Ukrayna’da uluslararası hukuku tüm kınamalara rağmen çiğneyen müdahaleleriydi. Bu süreçte Rusya Kırım’ı ilhak etmiş, Ukrayna topraklarında “Donetsk – Lugansk Cumhuriyetleri” adıyla uluslararası toplumun tanımadığı ayrılıkçı oluşumları tanımıştı. Bu sorunlar bugün de devam ediyor.
G-20 Roma Zirvesi
G-20 liderleri en son 30-31 Ekim 2021’de iklim değişikliği için Roma’da toplandı. Küresel sorunların ele alındığı toplantıda COVID-19 salgını, sürdürülebilir dünya ve kapsayıcı büyüme gibi sorunlar konuşuldu. Tüm ülkeler salgına karşı aşılama ve iklim krizine karşı karbon emisyonunu düşürme sözü verdi. Türkiye için en önemli adım ise TBMM’nin anlaşmayı onaylaması ve 2053 tarihine kadar net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda karbon emisyonunu azaltma taahüdü oldu.
G-7 Resmi İnternet Sitesi: https://www.g7uk.org
G-20 Resmi İnternet Sitesi: https://g20.org
Türk Devletleri Teşkilatı (Organization of Turkic States)
1991 yılında Sovyetler’in yıkılmasının ardından proaktif bir rol almak isteyen Türkiye, ortaya çıkan 15 devletin 15’ini de aynı anda tanıyarak yeni cumhuriyetlerin hepsiyle yakın ilişki kurmaya çalıştı. Bu 15 devlet arasında Türkiye’nin geçmişten kültürel bağının olduğu Türkî cumhuriyetlere (Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan) özel bir ilgi gösterildi. Bağımsızlıktan bir yıl sonra Ankara’da gerçekleşen ‘Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi’ ve ardından Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı’nın (TÜRKSOY) kuruluşu, bunun en açık örneğiydi. Bu dönemde yoğun diplomasi trafiği sonucunda bölge ülkeleriyle 140’a yakın ikili anlaşma imzalandı, yaklaşık 1.200 Türk delegasyonu Türkî devletleri ziyaret etti.
Türkiye’nin o dönemdeki bu çabaları, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Asya’daki etkisini yitirmek istemeyen Rusya’nın agresif karşı politikalarıyla yanıt aldı. Rekabete giren Türkiye ve Rusya, Orta Asya’da nüfuz mücadelesine girdi. Bu denklem içinde Türkî ülkeler, birçok açıdan Rusya’ya bağımlı oldukları için, Türkiye’nin ortak pazar, ortak dil ve hatta ortak ordu gibi tekliflerini Moskova’nın tepkisinden çekinerek tam olarak değerlendiremedi. 1990’ların başında Türkiye’nin ekonomik ve askeri gücü, Rusya ile rekabet edebilecek boyutta olmadığından, bu devletlerin birçoğu Ankara’dan ziyade Moskova ve Pekin’e yöneldi.
1987’de Avrupa Birliği tam üyeliği için adaylık başvurusu yapan Türkiye, 2004’te aday statüsünü kazandı. Bu süreçte Ankara’nın Orta Asya’ya ilgisi azalsa da temaslar sürdü, yatırımlar arttı. Türkî devlet başkanları Türksoy mekanizması ile birçok kez bir araya geldi.
Ardından daha kurumsal ve hükûmetlerarası bir kuruluş olan Türk Keneşi’nin (eski adı Türk Konseyi) kurulmasına ilişkin ilk adım, 2009 yılında Nahçıvan’da yapılan Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 9. Zirvesi’nde atılmıştır. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın 3 Ekim 2009’da imzaladığı “Nahçıvan Anlaşması” ile süreç kurumsallaşmış ve 2010 yılında düzenlenen 10. Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi’nde ise Türk Keneşi resmen hayata geçirilmiştir. 2019 yılında Özbekistan’ın da Türk Keneşi’ne katılmasıyla üye sayısı 5’e yükselmiştir. Aynı yıl içinde Macaristan da Türk Keneşi’ne gözlemci statüsünde kabul edilmiştir. Bunun yanında Türkiye ve Türk dünyası ile yakın ilişkilere sahip olan Ukrayna’nın da birliğe gözlemci olarak dâhil olması tartışılmıştır.
12 Kasım 2021’de İstanbul’da yapılan 8. Türk Keneşi Zirvesi’nde ismini “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştiren kuruluş, Türkmenistan’ın da gözlemci statüsünde katılımıyla birlikte yaklaşık 170 milyonluk bir nüfusu temsil ediyor. Türk Devletleri Teşkilatı’nın amaç ve hedefleri olarak ise Türk dünyasında karşılıklı güven ortamının pekiştirilmesi, siyasi dayanışmanın güçlendirilmesi, ekonomik ve teknik işbirliği imkânlarına ivme kazandırılması; bunun yanında Türk dünyasının tarihi ve kültürel birikimlerinin arttırılması var.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın Resmi İnternet Sitesi: https://www.turkkon.org/tr.
Arap Birliği (AL: Arab League)
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın ardından özgürlüğünü kazanmaya başlayan Arap devletlerinin bir araya gelmesiyle kurulan Arap Birliği (İngilizce: Arab League), Arap coğrafyasındaki 7 ülkenin bir araya gelmesiyle 1945 yılında meydana gelmiş hükûmetlerarası bir örgüt.
Günümüzde 400 milyonu aşkın nüfusu temsil eden ve 21 ülkenin katılımcısı olduğu (Suriye’nin üyeliği 2011’de askıya alındı) bir yapı olan Arap Birliği’nin başlıca hedefleri Arap ülkeleri arasında siyasi, ekonomik, güvenlik, sosyal ve kültürel alanlarda ileri bir işbirliği seviyesini yakalamak. İlk kuruluşunda Pan-Arabizm amacıyla siyaset güden kurum, bölgedeki tüm Araplar’ı bir çatı altında toplama ve haklarını koruma, uluslararası dünyada tek seslilik oluşturma hedeflerinin sonucu olarak Kahire’de; Mısır, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan ve Yemen kurucu üyeleri tarafından kurulmuştur.
Tarihi arka plan
Birlik konusunda ilk adım 1936 yılında yapılan Suudi Arabistan – Irak anlaşmasıyla atılmıştır. Anlaşmada Irak – Suudi Arabistan arasında bir ittifak oluşturulmuş, saldırmazlık paktı ve dışardan gelecek saldırılara karşı bir savunma yapısı kurulmuştur.
1943 yılında Birlik’in genişletilmesi adına Mısır Başbakanı El Nahhas’ın Arap devletlerinin temsilcilerini davet etmesiyle müzakereler başlamış, fakat Pan-Arabizm fikri tartışmadan çıkarılmıştır. Bu kararda Arap dünyasında Mısır – Suudi Arabistan rekabeti rol oynamış, Mısır ve Suriye Arapları’nın tek çatı altında toplanması vurgulanırken Suudi Arabistan böyle bir yapıyı çıkarları için uygun görmemiştir. Bu nedenle uzlaşılan fikir hükûmetler arası bir organizasyon kurmak olmuş, 1945’de İskenderiye Prosedürü ile 7 devlet Arap Birliği’ni ilan edilmiştir.
Uzun yıllar Arap Birliği’nin en büyük amacı Filistin – İsrail konusunda çözüm bulmak olmuştur. Öyle ki Arap Birliği’ni ayakta tutan nihâi amacın bu olduğu söylenebilir.
İsrail’in kurulmasıyla sonuçlanan 1948 yılındaki savaşı Araplar’ın sayısal üstünlüğüne rağmen kaybetmesi Arap Birliği’nin ilk başarısız sınavı olarak görülmüştü. Askeri koordinasyonsuzluğun yanı sıra Arap Birliği üyesi ülkelerin birbirine duyduğu şüphe ve güvensizlik de dikkat çekiyordu. O dönemde Ürdün’ün, ABD ve İngiltere’nin desteğini alarak Filistin topraklarının bir kısmını ilhak etmesiyle Arap Birliği içinde güven iyice azaldı.
Bağdat Paktı-CENTO
Bu savaş sonrasında eksiklikleri gören Arap ülkeleri 1950 yılında askeri ve ekonomik alana odaklanan Ortak Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması’nı imzaladı. Bir yandan da ABD ve İngiltere, Türkiye, İran, Pakistan ve Arap Birliği ülkelerini içine alan “Bağdat Paktı” ile SSCB’nin Ortadoğu’da bir etki alanı oluşturmasını engellemek istiyordu. Ancak nüfusunun çoğu Müslüman olan bu ülkelerin uluslararası siyasetinde derin ayrılıklar vardı. Mısır ve Suudi Arabistan’ın liderlik yarışmasına Türkiye ve İran da katılmıştı.
Daha küçük ülkeler, bu rekabet içinde farklı konumlardaydı. Örneğin Suriye Mısır ile, Irak Türkiye ile yakınlaşıyordu. İsrail’i tanıyan ve NATO üyesi olan Türkiye’yi Batı’nın Ortadoğu’daki uzantısı olarak gören Arap ülkeleri vardı. Sonuçta “Merkezi Antlaşma Örgütü” (CENTO: Central Treaty Organization) adıyla 1955-79 döneminde yaşayan “Bağdat Paktı” Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında etkisiz bir savunma anlaşması olarak olarak kaldı.
Sonraki yıllarda Süveyş Krizi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşu, Altı Gün Savaşı, Ürdün – Filistin Çatışması, Mısır – İsrail Uzlaşması, Irak – İran Savaşı, Sovyetler’in dağılması, Körfez Savaşı, ABD’nin Irak’a müdahalesi ve son olarak Arap Baharı ile Suriye Savaşı gibi olaylar Arap Birliği’ne yeni sınamalar yarattı. İç istikrarsızlıklar, dış müdahaleler, çatışan çıkarlar arasında Arap Birliği pek etkili olamadı.
Ancak Birlik, 1953 yılında Libya ile başlayan genişlemesini sürdürdü: Sudan (1956), Fez ve Tunus (1958), Kuveyt (1961), Cezayir (1962), Bahrein, Oman, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (1971), Moritanya (1973), Somali (1974), Filistin Kurtuluş Örgütü (1976), Cibuti (1977) ve Komorlar (1993).
1979’da Arap Birliği’nin lider ülkelerinden sayılan Mısır’ın İsrail ile barış antlaşması imzalaması sonrasında bu ülkenin Arap Birliği üyeliği askıya alındı ve merkez Tunus’a taşındı. Mısır 1989’da Arap Birliği’ne dönebildi ve kurumun merkezi tekrar bugünkü Kahire olarak seçildi.
Ayrıntılar için Cansel Poyraz Akyol’un “Arap Devletleri Ligi, Orta Doğu ve Bölge Dengeleri Üzerindeki Etkisi” makalesi okunabilir. Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’nun “Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları” adlı kitabı da bir başka kaynak.
Günümüzde Arap Birliği
Bugün Arap Birliği; Genel Kurul, Daimi Komisyonlar, Genel Sekreterlik ve yan kuruluşlardan oluşuyor. Birlik’in en yüksek organı Genel Kurul. Karar alan ve alınan kararların uygulanmasını sağlayan, üye ülkelerin de temsilcilerinin temsil edildiği organ burası. En az iki üye olağanüstü toplantı için çağrı yaparsa tüm ülkeler Kahire’de toplanıyor. Birlik’in kendi içinde birçok alt kuruluşu da var: Arap Birliği Eğitim Kültür ve Bilim Teşkilatı (ALESCO), Arap Endüstrisini Geliştirme Teşkilatı, Posta Birliği, Radyo ve Televizyon Birliği…
Arap Birliği siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel sahalarda ve savunma alanında faaliyet gösteriyor. İmzalanan ortak savunma antlaşmasına göre herhangi bir üye ülkeye veya bu ülkenin silahlı kuvvetlerine yapılan silahlı saldırı, diğer ülkeler tarafından kendilerine yapılmış kabul ediliyor. Siyasî alanda Libya, Fas, Cezayir, Tunus ve diğer bazı Arap ülkelerinin bağımsızlığa kavuşmasına katkıda bulunan Birlik,Filistin meselesine çözüm bulmak için de gayret göstermeyi sürdürüyor.
2004 yılında Türkiye ile Arap Birliği ülkelerinin ilişkilerinin geliştirilmesi adına mutabakat imzalanmış, bu gelişimle birlikte siyasi ilişkilerde yaşanan hareketliliğe paralel olarak Arap coğrafyasıyla ekonomik ve ticari faaliyetlerde önemli düzeyde artış kaydedilmişti. Arap ülkeleri ile Türkiye arasında imzalanan serbest ticaret ve vize muafiyeti anlaşmaları ekonomik ilişkilere büyük bir ivme kazandırmış olsa da 2010’lu yıllarda Arap Baharı sonrası (örneğin Suriye ve Mısır ile) bozulan ilişkiler hâlâ düzelmiş değil.
Arap Birliği Resmi İnternet Sitesi: http://www.leagueofarabstates.net/ar/Pages/default.aspx.
Afrika Birliği (AfB)
1940’ta başlayan ve 2000’lere kadar süren sömürgesizleşme (decolonization) süreci boyunca bağımsızlıklarını Batılı ülkelerden alan Afrika ülkelerinin ortaya çıkardığı Afrika Birliği Örgütü, 1963 yılında Afrika’da sömürgeciliğe son verilmesi amacıyla Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da bir araya gelen 32 bağımsız Afrika ülkesinin imzaladığı antlaşma ile kuruldu.
Soğuk Savaş döneminde dünyanın üçüncü kutbu olarak anılan “Bağımsızlar Hareketi” içinde yer alan ve Doğu ve Batı blokları arasındaki mücadeleden uzak kalmaya çalışan Afrika Birliği, ilk amacını kıtadaki devletlerin tam bağımsızlıklarını ve egemenliklerini kazanması olarak belirlemişti.
1990’lı yıllarda değişen dünya koşullarına uyum sağlamak adına reform yapmak ve Birliği güçlendirmek isteyen Afrikalı liderler, Cezayir’de düzenlenen 35’inci zirvede ortaya farklı fikirler attılar. Bunun sonucunda iki fikir ortaya çıktı: İlk olarak Afrika devletleri “hepimiz birimiz için” deyip kıtasal bir ekonomik entegrasyon fikrini benimsemeliydi.
İkinci fikir ise dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi tarafından atılan ‘Tüm Afrika devletlerinin ABD gibi bir Afrika Birleşik Devletleri kurma” düşüncesiydi. Bunun yanında Kaddafi her ülkenin ulusal ordularının yerine tek bir Afrika ordusu oluşturulmasını da önerdi. Libya’nın bu önerisine, Mısır, Nijerya ve Güney Afrika gibi Afrika’nın büyük bölgesel güçleri karşı çıktı. Afrika Birliği’nin örgütsel olarak geliştirilmesi çabalarına ise bu ülkeler de olumlu karşılık verdi.
Bunun bir sonucu olarak 1999 yılında Sirte Deklarasyonu kabul edildi ve böylece günümüzdeki Afrika Birliği kuruldu. Söz konusu deklarasyon kıtadaki entegrasyon sürecini hızlandırabilecek bir organ yaratılmasıyla, Afrika ülkelerini küresel ekonomide destekleyip güçlendirerek, çok yönlü sosyal, ekonomik ve politik sorunlarla mücadele etmeyi hedefliyordu.
Bugünkü Afrika Birliği bu iyi niyetli çabaya girişse de bir yandan kıta üstünde Batılı güçlerin ekonomik ve siyasal etkilerinin hâlâ sürmesi, bir yandan da Afrika devletleri arasındaki bölünmüşlük ve parçalanmışlık bu hedef yolunda engel olmayı sürdürüyor. Afrika’da iç savaşlar bitmek bilmiyor ve son 20 yılda özellikle devlet dışı silahlı örgütler yüzünden kıtada istikrarsızlık azalmak bir yana daha da arttı.
Türkiye’nin Afrika’ya olan ilgisi ise son yıllarda arttı. 1998 yılında belirlenen “Afrika’ya Açılım Eylem Planı” ile bu isteğini belli eden Türkiye’de 2005 “Afrika Yılı” ilan edildi. Aynı yıl Türkiye, Afrika Birliği’ne gözlemci, 2008’de ise stratejik ortak olarak katıldı. O zamandan beri bir yandan Türk şirketlerinin Afrika’daki ticaret hacmi, bir yandan da Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kıtadaki diplomatik ve askeri varlığı arttı.
Türkiye’nin günümüzde Afrika’da 43 ülkede büyükelçiliği, 22 ülkede TİKA ofisi, 26 ülkede 175 Maarif Vakfı’na bağlı eğitim kuruluşları, 10 ülkede Yunus Emre Enstitüsü Merkezi, 40 ülkedeki 61 noktaya THY uçuşu söz konusu. Türk Silahlı Kuvvetleri ise Mali ile Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Barışı Koruma ve Sürdürme Operasyonu’na katılımcı durumda, ayrıca Libya ile Somali’de askeri eğitim veriyor.
Afrika Birliği Resmi İnternet Sitesi: https://au.int
Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN)
Güneydoğu Asya ülkelerini içeren bir birlik olan ASEAN, Tayland’ın başkenti olan Bangkok’ta 1967 yılında kurulmuştu. Fakat kurum ancak 1973 yılında aktif olabildi. O dönem Endonezya, Filipinler, Malezya, Singapur ve Tayland’ın bir araya gelmesiyle oluşan Birlik, daha çok bölge içindeki çatışmaları durdurmak ve barışçıl bir Güneydoğu Asya yaratmak için kuruldu. Bugün merkezi Endonezya’nın başkenti Cakarta’ta bulunan ASEAN, kimi gözlemcilerce Güneydoğu Asya’da “Avrupa Birliği potansiyeline sahip bir yapı” olarak görülüyor.
Tarihi arka plan: SEATO ve ASA
Tarih boyunca farklı güçlerin yönetiminde olduğu ve birçok çeşitliliği barındıran, kalabalık nüfusu ve üretim kapasitesiyle Güneydoğu Asya ülkeleri her zaman önemli olmuştur. Bu sebeplerden dolayı bölgede özellikle Soğuk Savaş döneminde birçok büyük çatışma yaşanmış, dönemin süper güçleri Sovyetler Birliği ve ABD Güneydoğu Asya’da farklı ülkeleri ve rejimleri desteklemiştir.
Bölgede barışın korunması adına ASEAN’dan önce farklı girişimlerde bulunulmuştur. Bunlardan birkaçı olan Güneydoğu Asya Anlaşması Teşkilatı (SEATO), Güneydoğu Asya Birliği’nin (ASA) yanında Büyük Malaya Konfederasyonu (Malezya, Filipinler ve Endonezya ülkelerinin oluşturduğu konfederasyon) Güneydoğu Asya ülkelerini bir araya getirmeye ve işbirliğini geliştirmeye çalışmıştır. ASEAN ise selefi olduğu bu örgütlerin en geniş kapsamını içermektedir.
ASEAN’dan önce kurulan birliklerin en büyük eksikliği işbirliğinin dar açıdan ele alınmasıydı. Bu birlikler bölgedeki belirli ülkeleri hedef alıyor görünmeleri nedeniyle kalıcı bir oluşuma imza atamadı. Özellikle Büyük Malaya Konfederasyonu, bölgedeki üç büyük ülke arasındaki ideolojik, dini ve sınırsal sorunlara odaklı bir çözüm geliştirmeye yönelikti. Diğer bir örgüt olan ASA, sadece ekonomik ve kültürel odaklı bir kuruluştu ve bölged büyük bir güç olan Endonezya’yı dışlamıştı.
Bu iki kuruluş üzerine kurulan ASEAN, ABD’nin Vietnam’a müdahale ettiği yıllarda oluştu. Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerin desteğini alan Vietnam’da komünist bir rejim vardı. O günlerde Avrupalı devletlerin, özellikle de Fransa’nın bölgedeki politikaları da Hindiçin’i (Hindistan ve Çin arasındaki devletlere o dönemde verilen genel ad) istikrarsızlaştırıyordu. Vietnam’ın Kamboçya’ya müdahalesi de bölgede yaşanmış diğer bir sorun olarak yer alıyordu.
1991-1993 tarihleri arasında Kamboçya ihtilafının çözülmesi ile birlikte ASEAN süreci bu devletler için yeniden başlamıştır. 1999 yılına gelindiğinde ise ASEAN bütün Güneydoğu Asya ülkelerini şemsiyesi altında birleştirebildi. 2002’nin ortalarında bölgede yeni bir ulus olarak ortaya çıkan Doğu Timor da birliğe katılma arzusunu dile getirdi. ASEAN, bölgedeki 10 devleti kapsayacak şekilde genişledi ve küresel forumlarda daha büyük bir rol oynamaya başladı.
Kurulduğunda öncekiler gibi ASEAN’ın da kısa süreli bir yapılanma olacağını öne süren peşin hükümlere rağmen örgüt, siyasi varlığını günümüze kadar devam ettirmekle kalmamış, zamanın değişen şartlarına da kendisini uyarlayabilmiştir. 2000’li yıllarda üye ülkeler, ASEAN şemsiyeti altında Çin, Hindistan, Japonya, Yeni Zelanda, Avusturalya ve Güney Kore ile serbest ticaret anlaşmaları yapmıştır. Her ne kadar bu değişimin ve dönüşümün gerektiği şekilde yapılamadığı yönünde eleştiriler olsa da, ASEAN’ın bölgesel ekonomik işbirliğinin artmasına ve gelişmesine yönelik olumlu yönde etkileri olduğunu vurgulayanlar da vardır.
Günümüzde ASEAN
Diyalog ortağı ülkelerle de yakın işbirliği amacı güden ASEAN, kendi içinde bir serbest ticaret bölgesi oluşturmasının yanında Asya’nın ekonomik devleriyle de ticari bağlar kurduğu için bölgedeki ülkeler devamlı olarak ticaret hacmini genişletiyor. Ayrıca 2001’den beri ASEAN üye ülkeleri liderleri düzenli olarak bir araya gelerek ASEAN zirvesi gerçekleştiriyor.
ASEAN, ekonomik bir birlik olarak başlayıp politik, askeri ve sosyal alanlara yönelmesi itibarıyla da AB’ye benzetiliyor. Doğu Asya ülkeleri arasında ortak bir kimlik yaratılmasını da hedefleyen ASEAN ülkeleri, ortak bir pasaportla vatandaşlarına bölgede serbest dolaşım ve çalışma imkânı sunuyor. Ticaretin getirdiği dinamiklerin bölgede özgürlükleri ve demokratikleşmeyi daha da artıracağı umudu var.
ASEAN’ın bugünkü işbirliği önceliklerinden biri de iklim krizi. ASEAN üyeleri arasında Vietnam kronik kuraklıktan, Filipinler aşırı yağış ve sellerden muzdarip. Bu nedenle ASEAN, gelişmekte olan ülkelerin birçoğu kömürü yaygın olarak kullansa da doğaya ve iklime zarar veren fosil yakıtları terk etmeyi öncelikleri arasına koydu.
Tutarsızlıklar ve iç çekişmeler
Bununla birlikte ASEAN üyelerine bu öncelikleri hayata geçirmedikleri için eleştiriler de var. Güneydoğu Asya’da ormanlık alanların yakılması ve ağaçların kesilmesi doğaya büyük zarar vermeye devam ediyor. ASEAN’ın 2014 yılında imzaladığı Sınır Ötesi Pus Kirliliği anlaşmasına rağmen birçok üyenin çevre konusunda öngörülen önlemleri henüz aldığı da vurgulanıyor.
ASEAN içinde bazı üyeler arasında geçmişten kaynaklanan hasmane politikalar da söz konusu olabiliyor.Açık bir şekilde olmasa da Filipinler, Malezya’daki bazı topraklarda hak iddia ederken Malezya ise Tayland’daki ayrılıkçılara destek veriyor. Tayland ise Malezya’yı terk etmek zorunda kalan sürgünlere sığınak oluyor. Çin özellikle Singapur üstünde büyük bir etki alanına sahip. Myanmar’da Müslümanlara yönelik katliamlar ve 2021’de yapılan darbe ise ASEAN üyelerinin “iç işlerine karışmama” politikasını zora soktu. Myanmar son ASEAN zirvelerine davet edilmeyerek Birlik’ten yalıtıldı.
Güneydoğu Asya’da etnik ve dini yapının çeşitliliği de ASEAN için farklı sınamalar yaratıyor. ASEAN üyesi ülkelerde 622 milyon insan yaşıyor. Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi Endonezya, Budist nüfusa sahip Myanmar ve Tayland gibi ülkeler bunlar arasında. Bölgede büyük bir Hristiyan nüfus da var. Etnik çeşitlilik ise ASEAN üyesi kimi ülkelerde zenginlik olarak görülürken kimilerinde çatışmaların temelini oluşturuyor. Siyasette de ileri kapitalist Singapur’dan, komünist Vietnam’a dek ASEAN içinde farklılıklar söz konusu.
ASEAN Resmi İnternet Sitesi: https://asean.org.
Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO)
Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan temsilcileri 1996 yılında Çin’in Şanghay kentinde bir araya gelerek ‘Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşması’nı imzaladı. Bu yüzden eskiden “Şanghay Beşlisi” olarak bilinen örgüt, 20 yıldır genişliyor.
2001 yılında Özbekistan’ın katılmasıyla üye sayısını 6’ya çıkaran kuruluş, bu nedenle ismini Şanghay İşbirliği Örgütü olarak değiştirdi. 2017 yılında Pakistan ve Hindistan da örgüte tam üye oldu. 17 Eylül 2021 tarihinde İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılması ile 9 üyeye ulaşan örgüt, Doğu dünyasının en büyük işbirliği olarak öne çıkıyor. Bunun yanında, 2012 yılında Türkiye de Örgüt’e ‘Diyalog Partner’i olarak katılmıştı.
Çoğunlukla Çin’in bir girişimi olarak görülen Şanghay İşbirliği Örgütü gerek kapsadığı coğrafya, gerekse nüfus açısından birçok potansiyele sahip. Fakat bu kadar büyük güçlerin bir arada yoğun işbirliğine girmesi çok mümkün olmadığı için, Örgüt’ün ne kadar etkin bir şekilde görev yapabildiği kurulduğu dönemden beri tartışılıyor. Çünkü Şanghay İşbirliği Örgütü’nün üyelerinin kendi aralarında dahi birçok sorun bulunuyor.
Örnek olarak Pakistan ve Hindistan’ın Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını elde etmesinden itibaren Keşmir sorunu dâhil birçok kez tansiyonun yükselmesi, Çin ile Hindistan arasında yaşanan rekabet ve sınır sorunları, Orta Asya ülkeleriyle Çin arasında aşırılık yanlısı dini hareketler nedeniyle süren sorunlar, Afganistan krizinin bölgeye etkisine ek olarak İran meselesi… Üyeleri arasındaki bu derin ihtilaflar nedeniyle Şanghay İşbirliği Örgütü, bugün için NATO veya AB gibi bir “birlik” olabileceği sinyalini vermiyor.
Bunun yanında, Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerin zaten tam olarak NATO veya AB gibi bir kuruma dönüşme gibi bir amaçları da yok. Bir entegrasyon politikası gütmeyen örgütün temel amaçları ise şunlar:
- Üye devletler arasındaki ilişkileri güçlendirmek
- Siyasi, ekonomik, bilimsel ve kültürel işbirliğini artırmak. Ticaret, enerji, nakliyat, turizm ve çevre koruma gibi alanlarda güç birliği sağlamak
- Bölgesel barışı, güvenliği ve istikrarı korumak
- Uluslararası siyasi ve ekonomik düzende demokratik ve eşitlikçi bir ortam sağlamak.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kâğıt üstündeki amaçları bunlar olsa da pratikteki işbirliği belirli yönelimlere sahip. Örneğin “terörizm, ayrılıkçılık ve aşırılıkçılıkla” mücadele ile askeri işbirliği ve istihbarat paylaşımı, güvenlik ve savunma alanında öne çıkıyor. Uluslararası alanda dayanışma ise kendisini, üye devletlerin insan hakları ihlallerinin eleştirildiği platformlarda güç birliği olarak gösteriyor. Örneğin Çin’in ve İran’ın insan hakları ihlalleri Birleşmiş Milletler gibi platformlarda gündeme geldiğinde Şanghay İşbirliği Örgütü üyeleri genelde birbirini korur biçimde oy vererek ortak hareket ediyor.
Türkiye’nin genel anlamda Batı kurumlarıyla yaşadığı sorunların ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2016 yılında “Şanghay Beşlisi içerisinde Türkiye niye olmasın” diye sorması üzerine, Ankara’nın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılıp katılamayacağı uzun süre konuşuldu. Fakat NATO üyesi olan bir ülkenin böyle bir adım atması oldukça zor görülüyor. Dışişleri Bakanlığı’nın da “Yeniden Asya” politikası buna göz kırpar görünse de Ankara bugüne kadar böyle bir girişimde bulunmadı.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Resmi İnternet Sitesi: http://eng.sectsco.org.
Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC)
Dünya nüfusunun %40’ını, gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) %56’sına ve dünya ticaret hacminin %48’ine tekabül eden bir işbirliğini kapsayan Asya – Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC), Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik gelişmeyi ve refah düzeyini daha ileriye taşımak ve taraf ülkeler arasındaki bağları güçlendirmek amacıyla 1989 yılında kurulmuştur. Üye ekonomiler olarak adlandırılan Birliğin 21 üyesi bulunmaktadır. Bu ülkeler: Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Çin Halk Cumhuriyeti, Hong Kong (Çin), Tayvan, Endonezya, Japonya, Kore, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Papua Yeni Gine, Peru, Filipinler, Rusya Federasyonu, Singapur, Tayland, Amerika Birleşik Devletleri ve Vietnam’dır. Organizasyonun en büyük amacı üye ülkeler arasındaki gümrük vergilerini azaltmak ve serbest ticareti olabildiğince arttırmaktır.
APEC bağlayıcılığı olmayan taahhütler temelinde ve açık diyalog esasına göre faaliyetlerini yürütmektedir. APEC, üyelerine antlaşmalara dayanan hukuki yükümlülükler getirmemekte, kararlar oybirliğiyle alınmakta, yükümlülükler ise gönüllü olarak üstlenilmektedir.
APEC bünyesinde ticaret ve yatırımları izleme, yatırım ve teknoloji transferi, insan kaynaklarını geliştirme, enerji, telekomünikasyon, deniz kaynaklarının korunması, balıkçılık, ulaştırma ve turizm gibi konularda çalışma grupları bulunmakta, yüksek düzeyli memurlar ve bakanlar düzeyinde toplantılar düzenlenmekte ve ülke liderlerinin katıldığı zirvelerde APEC çerçevesindeki gelişmelere yön verilmektedir.
APEC çerçevesindeki işbirliğinin temel hedefleri üyeler arasında gümrük tarifelerinin düşürülmesi ve diğer ticaret engellerinin azaltılması, yerel bazda verimli ekonomilerin oluşmasına katkı sağlanması, bu sayede ithalatın önemli bir biçimde artırılmasıdır. APEC’in koyduğu bu hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından APEC’e üye ülke liderlerinin 1994’te Endonezya’nın Bogor şehrinde kabul ettikleri “Bogor Hedefleri” anahtar bir yer tutmaktaydı. Sanayileşmiş ülkeler açısından 2010, gelişmekte olan ülkeler tarafından ise 2020 yılında hayata geçirilmesi öngörülen bu hedefler, özetle Asya- Pasifik bölgesinin serbest ticaret ve yatırım alanı haline getirilmesini hedeflemekteydi.
APEC son yıllarda Türkiye’nin haber gündemine de girdi
Bunun yanında, söz konusu bölgede sanayileşmiş ekonomilerin gelişmekte olan ekonomilerin kalkınmasına katkıda bulunması, çok taraflı uluslararası ticaret sisteminin güçlendirilmesi, Asya-Pasifik bölgesinde ticaret ve yatırım serbestisinin artırılması, Asya-Pasifik kalkınma işbirliğinin yoğunlaştırılması gibi hedeflere yer verilmiş ve APEC’in içine dönük bir ticari blok haline gelmesine karşı olunduğu vurgulanarak, çok taraflı ticaret müzakerelerinin başarıyla sonuçlanmasına yönelik desteğin altı çizilmiştir.
Özellikle Doğu ve Güney Asya ekonomilerinin 1980’lerde büyük bir atılım sağlaması, uluslararası ticarete entegre olmalarını ve diğer kıta ülkeleriyle ticaret potansiyellerin artmasını sağladı. Bu ticaret potansiyeli 2000’lerde daha da fazla artmış ve ucuz işgücüyle birçok malın tedariğini yapan ülkeler özellikle ABD ve Batı ülkeleriyle ticareti arttırdı. Bu ekonomik artışın büyük sebeplerinden bir nedeni de ülkelerin birbirini tamamlayıcı ekonomilere sahip olmasıydı.
Türkiye’nin AB ile değişen siyasi koşulları, Türkiye’yi Asya pazarına açılmaya ittiği için son yıllarda APEC ismini nadir de olsa duyar olduk. AB ile APEC karşılaştırılması yapılamayacak bir derecede olsa da Türkiye – APEC ülkeleri arasındaki ticaret potansiyeli, Türkiye’nin yaşadığı mali kriz dolayısıyla bir unsur sayılabilir. Aşağıdaki tabloda gösterildiği üzere, Türkiye ve APEC ülkeleri arasındaki ticaret 2000 yılından sonra artış göstermiştir:
Türkiye’nin 2012 yılında ihracat verilerinde büyük bir atılım yapması, dış ticarete verilen önemi büyük ölçüde arttırmıştır. Özellikle 2009 yılındaki ekonomik kriz sonrası Türkiye’de hem ithalat hem de ihracatta artış görülmüş, ticaret hacmi artmıştır. Türkiye Asya-Pasifik pazarına dahil olmaya başladıkça, Türkiye’nin toplam ihracatı içinde AB’nin payı %46’dan %38’e kadar inmiştir. 2021 yılında ise Türkiye’nin Uluslararası ticaretinde AB payı %31’e kadar düşmüştür. Bu da Türkiye’nin küresel dünyada farklı pazarlara yanaşmaya çalıştığını göstermektedir.
Türkiye APEC ülkelerinden ithalatı yüksek katma değerli ürünler aldığı için bu ticaret hacminde APEC ülkeleri bir üstünlüğe sahiptir. Türkiye daha çok doğalgaz, elektrik-elektronik ürünleri, ağır sanayi makineleri gibi ürünler ithal ederken, ihracatı ise tarımsal ürünler, konserveler ve yapı malzemeleri gibi düşük katma değeri olan ürünler olarak kalmıştır. Bu da ticarette büyüme sağlasa da dış ticaret açığını yükseltmektedir.
Bunun yanında özellikle Doğu Asya’daki APEC ülkeleri, Türkiye’ye yatırım yapmaktadır. İnşaat sektöründe önemli bir yatırımcı olan Çin, yatırım hacmi olarak Türkiye ile uzun zamandır ticaret yapan Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi ülkeleri aşmıştır.
Konu hakkında detaylı bilgi edinmek ve ihracat-ithalat detaylarını incelemek isteyenler, Engin Öztürk ve Merve Büşra’nın “Türkiye’nin Uluslararası Pazar Arayışında Bir Alternatif Olarak APEC” makalesini okuyabilir.
APEC Resmi İnternet Sitesi: https://www.apec.org.
Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA ve USMCA)
1991 yılında Kuzey Amerika’nın 3 büyük ülkesi olan Meksika, Kanada ve ABD arasında başlayan serbest ticaret anlaşması görüşmeleri, 1994 yılında Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) ile yürürlülüğe girdi. Kuzey Amerika ülkelerindeki ticaret şartlarını entregre etmeyi ve kolaylaştırmayı amaçlayan anlaşma, istisnalar dışında gümrük vergilerinin sıfırlanmasını ve yatırımcıların üye ülkeler arasında yasal haklara sahip olmasını sağlıyordu.
Liberal politikalarla ticaretin artmasıyla beraber bu üç ülke arasındaki bağlar da kuvvetlenecek, böylece Kuzey Amerika’da ekonomik ve toplumsal istikrar da artacaktı. Özellikle Meksika’daki işsizlik sorununa karşı yatırımların artmasıyla sosyo-ekonomik sorunu çözeceği öngörülen anlaşma, işsizliğin azalmasıyla sınır sorunları ve diplomatik ilişkilerinde artmasını amaçlıyordu. Bu bakış açısıyla sadece ekonomik değil siyasi bir anlaşma olarak da görülebilecek NAFTA, Kanada ve ABD’ye göre “ucuz işçi cenneti” olan Meksika’nın istikrara kavuşması yanında kâr maksimizasyonu açısından önemli bir hedefti.
Oldukça sert geçen müzakereler, ABD ve Meksika’da farklı kesimler tarafından tepkiyle karşılandı. Özellikle Meksika’nın güneydoğusunda yer alan ve diğer bölgelere göre yoksul bir eyalet olan Chiapas eyaletindekindeki Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu, NAFTA’nın getireceği neo-liberal, serbest ticaret politikalarına karşı bir savaş başlattı. ABD’de işçi sendikaları, yapılacak yatırımların ülke içinde kalmasını talep ediyordu. Kanada’da ise yapılan ticaret anlaşmasıyla bazı yerel şirketlerin anlaşmadan ekonomik zarar görmesi ve anlaşmayla gelen ekonomik reformların hükûmete mali yük getirmesi söz konusuydu. Bu sorunlara rağmen NAFTA imzalandı ve varlığını 2020 yılına kadar devam ettirdi.
Meksika’yı liberalleştiren serbest ticaret
NAFTA’nın kuruluşu serbest ticaret anlamında üye ülkelere büyük bir rahatlık kazandırmıştır. ABD’nin komşu ülkesi Meksika, 1985 yılına kadar ekonomisini ABD’li yatırımcılardan korumak için ticaret engelleri oluşturmuş, gümrük tarifeleri yüzde 100’e ulaşan oranlara çıkarılmış ve ülkeye döviz girmesi engellenmiştir. Anlaşmanın yürürlülüğe girmesiyle birlikte ABD – Meksika arasındaki ticaret patlama yapmış, bir yandan da Meksika’nın liberal ekonomi koşullarına adapte olması ve ekonomik reformlar yapması zorunluluğunu getirmiştir.
NAFTA sayesinde üye ülkeler arasındaki ticaret hızlı bir şekilde artmıştır. 10 yıl içinde üç ülke arasındaki ticaret hacmi, 306 milyar dolardan yaklaşık 621 milyar dolara ulaşmış, üç ülkedeki NAFTA üyelerinin doğrudan yatırımlarının toplamı 1993 yılında 136.9 milyar dolarken, 2000 yılında bu rakam 299.2 milyar dolara yükselmiştir. Ayrıntılı verilere Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı “Onuncu Yılında Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması” adlı makaleden ulaşılabilir.
Bunun yanında NAFTA’nın karşıtları da çoktur. Ülkeler arasındaki ticaret hacmi genişlese dahi, rekabetin artması nedeniyle özellikle Meksika’daki üretim sektöründe reel ücretler yüzde 13 kadar düşmüştür. Bunun yanında anlaşma nedeniyle işçi hakları konusunda büyük sorunlar ortaya çıkmış, yine Meksika’da temel sektörlerde çalışan birçok kişi işsiz kalmıştır. İşçi sendikaları da zayıflamış, tarım ve temel ürünlerin üretiminde çalışan birçok kişinin borcu daha fazla artmıştır. ABD ve Kanada’da ise işverenler rekabet piyasasında bulunmaları sebebiyle ülkedeki sosyal yardımları kesmeye başlamış, böylece birçok yardım fonunun sonu getirilmiştir. Üye ülkelerin ticareti 2008 yılına kadar üç kat artmış olsa da NAFTA’nın özellikle Meksika’ya yararı tartışmalıdır.
USMCA veya NAFTA 2.0
2017 yılında döneminde ABD Başkanı Donald Trump tarafından NAFTA’nın reforme edilmesi gerektiği vurgulandı. Böylece anlaşmanın yenilenmesi için başlayan görüşmeler, 2019 yılına kadar sürdü. Trump’ın “İnsanlık tarihindeki en kötü anlaşmalardan biri” olarak bahsettiği NAFTA, 2020 yılında üç ülkenin katılımıyla G-20 zirvesinde USMCA’ya dönüştürüldü. “NAFTA 2.0” olarak da anılan USMCA ile birlikte ekonomik şartlarda birçok reform gerçekleştirildi.
Yeni anlaşma USMCA, NAFTA’dan otomobil sektörünü, süt ürünlerini, fikri mülkiyet haklarını ve geçerlilik süresini ilgilendiren 4 temel farka sahip. Bu farklar arasında serbest ticaret için en büyük ve olumsuz etkiyi, otomobil sektörüne getirilen daha yüksek vergi standartlarının yaratacağı belirtiliyor. USMCA çerçevesindeki yeni kurallara göre, otomobil ticaretinin üye ülkeler arasında “sıfır gümrük vergisi” ile yapılabilmesi için parçalarının en az yüzde 75’inin Kuzey Amerika kıtasında üretilmesi gerekecek. Bu şartın özellikle farklı ülkelerle ucuz ticaret yapan Meksika’nın otomobil fiyatlarını yükseltmesi bekleniyor.
Anlaşmanın ABD siyasetinde önemli bir zamanda yapıldığını da belirtmek gerekiyor. Trump’un başkanlıktan azledilmesinin gündemde olduğu bir dönemde imzalanan anlaşma, ABD’de hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların onayını alarak büyük çoğunlukla kabul edilmişti. ABD’li işçilerin emeklerini savunduğunu belirten Trump’un anlaşmayı yenilemesi iç siyasette bir zafer olarak görülmüş, azil sürecini de etkilemişti.
Tarım ürünleri, pazara giriş, işçi hakları, çevre, dijital ticaret, finansal hizmetler ve daha birçok konuda çeşitli değişiklikleri kapsayan USMCA’nın detaylı metni Ticaret Bakanlığı’nın internet sitesinde “ABD-Meksika-Kanada Anlaşması ile öngörülen değişiklikler” adlı makalede bulunabilir.
USMCA Resmi İnternet Sitesi: https://usmca.com
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)
Dünyanın bulunmuş petrol rezervlerinin yüzde 81’ini elinde tutan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), 16 Eylül 1960 tarihinde başlıca 5 petrol üreticisi olan İran, Kuveyt, Suudi Arabistan, Venezuela ve Irak tarafından kurulmuştur. OPEC’in kuruluş yıllarındaki süreç içerisinde petrol fiyatları başlıca petrol şirketlerinin belirlediği bir afişe fiyat üzerinden belirlenmekte idi. “Yedi Kız Kardeşler” olarak da adlandırılan bu şirketler (Exxon, Shell, BP, Mobil, Texaco, Gulf ve Chevron) petrolünü çıkarttıkları ülkelere varil başına belirli bir ödeme yapmaktaydılar. Petrol şirketleri tarafından ülkelere ödenen bu ücret, şirketler tarafından tek taraflı olarak belirlenmekteydi. Yapılan bu ödeme, başka gelirleri olmayan ülkeler için hayati bir önem taşımaktaydı.
Yedi Kız Kardeşler grubu, 1959 yılında petrol üretimi yapan ülkelere ödediği afiş fiyatını yüzde 10 kadar düşürdü. 1960’da afiş fiyatlarında yüzde 7’lik bir indirime daha gittiler. Bu yüzden petrol üreten ülkeler sıkıntıya girdi. Böyle bir ortamda 5 ülke yeni bir fiyat indirimine karşı birleşti ve petrol fiyatlarını kontrol etmek, koordinasyonlu çalışmak ve fiyat istikrarını sağlamak için OPEC kuruldu.
Bir yandan da teknolojinin verdiği imkânlarla devletler topraklarında daha fazla petrol bulmaya başladı ve böylelikle üretim seviyesinde artış görüldü. 5 ülke ile başlayan OPEC zaman geçtikte petrolün arzının artmasıyla piyasada güçlü bir ticari kuruluş olarak öne çıkmaya başladı. Devamında Katar (1961), Endonezya (1962), Libya (1962), Birleşik Arap Emirlikleri (1967), Cezayir (1969), Nijerya (1971), Ekvador (1973), Gabon (1975), Angola (2007), Ekvator Ginesi (2017) ve son olarak Kongo (2018) OPEC’e üye oldu. (Ekvador ve Gabon daha sonra üyelikten ayrıldı). Örgütün günümüzde 13 üyesi var.
Kuruluşunun ilk 10 yılında OPEC’in etkinliği hâlâ büyük petrol şirketlerin endüstriyi etkileyebilme gücünün çok gerisinde olmasına rağmen örgüt, hem üretici ülkelerin hem de büyük petrol şirketlerinin çıkarlarına büyük oranda hizmet etmiştir.
Bağdat’ta kurulan örgütün piyasalarındaki ilk etkisi, Ekim 1973 tarihinde uygulanan ambargo kararıyla gerçekleşmiştir. 1973 yıllarında dünya petrol üretiminin yaklaşık yüzde 50’sini gerçekleştiren OPEC ülkeleri, ABD ve diğer sanayileşmiş ülkelere Yom Kippur Savaşı’nda İsrail’e verdikleri destek nedeniyle petrol ihracatını azaltarak ambargo koymuştur. Bunun etkisiyle petrolün varil fiyatı 3 dolardan 12 dolar seviyesine yükselmiştir. Yaşanan bu durum, petrol ithal eden ülke ekonomilerinde ağır tahribata yol açmıştır.
Zamanla ellerindeki ekonomik gücü gören Arap devletleri bu gücü Batılı ülkelere karşı bir silah olarak kullanmak istemiş, OPEC petrol fiyatlarında ikinci büyük zammı 1979 yılında yapmıştır. Uygulanan bu zam sonucunda petrolün fiyatı 1980 yılı başlarında 34 dolara yükselmiştir. Diğer taraftan petrol ihracatçısı ülkelerin yüksek dolar rezervlerine sahip oldukları izlenmektedir fakat OPEC ülkeleri elde ettikleri bu fonları, büyük ölçüde Batılı sermaye piyasalarında gerçekleştirdikleri yatırımlarda ve Batı’dan ithal ettikleri ürünlerin finansmanında kullanmaktadırlar. Bu nedenle ambargo ve fiyat yükseltme politikası işe yarar gibi gözükse de Arap ülkelerinin petrol dışındaki mal üretimlerinin düşük olması nedeniyle bu politika devamlı olmamıştır.
Venezuela, Suudi Arabistan, İran ve Irak
OPEC’in politikaları özellikle 1973 yılından sonra etkinliğini kaybetmeye başlamıştır. Bunun en büyük nedenlerinden biri örgüt içindeki birliğin sağlanamaması olmuştur. Batı ile sıkı bir işbirliği içinde bulunan Suudi Arabistan’ın piyasada söz sahibi olmak istemesi gibi nedenler örgüt içindeki birliği zedelemiştir. Suudi Arabistan, Batı’nın en önemli partneri olma isteği doğrultusunda OPEC’in üretimi kısma kararlarını yok sayıp üretimi artırmış, arzın artmasıyla petrol fiyatları düşmüştür.
OPEC’in birliğinin bozulmasının tek nedeni Suudi Arabistan’ın tek taraflı politikaları değildir. Petrolün fiyatlarının yüksek seviyelere ulaşmasıyla şirketler alternatif arayışlara girmektedir. Petrolün ikâmesi olan alternatif kaynakların daha ucuz ve daha kârlı olduğunun görülmesi üzerine petrole olan bağlılık azaltılmaya çalışılmaktadır.
Kriz öncesinde düşük maliyetle elde edilen petrol sayesinde yeni kaynaklara ihtiyaç duyulmamaktaydı. Yüksek fiyatlar nedeniyle ihtiyaç duyulan ve aranmaya başlayan diğer petrol yatakları ve alternatif enerji kaynakları ilerleyen süreçte Hazar Denizi, Kafkaslar ve Alaska gibi yeni kaynakların bulunmasına imkân sağladı. Bu süreçte ABD, “hidrolik kırma” gibi yeni yöntemlerle eriştiği rezervleri kullanıp enerji ithal eden bir ülke hâline geldi. Özellikle Avrupa ülkeleri ise yenilenebilir enerjiye yönelerek petrol bağımlılığını azalttı.
2019 OPEC verilerine göre petrol rezervlerinin %24,9’unu elinde bulunduran Venezuela birinci sırada, %21,9’luk bir oran ile Suudi Arabistan listede ikinci sıradadır. İran %12,8 oranıyla 3. sırada yer alırken Irak %12,1 oran ile 4. sırada yer almaktadır. Toplamda ise OPEC ülkelerinin kanıtlanmış petrol rezervleri şu anda 1,214,21 milyar varil seviyesinde bulunmaktadır. Konu hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler, Makbule Elmas’ın yazdığı “Petrol Endüstrileri ve Petrol İhraç Eden Ülkeler” adlı makaleyi inceleyebilir.
OPEC Resmi İnternet Sitesi: https://www.opec.org/opec_web/en/.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC)
Buraya kadar hep hükûmetler arası kuruluşlardan bahsettik. 151 yıl önce kurulan ve dünyanın en köklü yardım kuruluşlarından biri olan Uluslararası Kızılhaç Komitesi (International Committe of the Red Cross) ise teknik olarak bu kategoride değil. Ancak hükûmetler tarafından tanındığı için, uluslararası ve iç silahlı çatışmalarda ICRC’nin mağdurları koruma yetkisi var. 20 binden fazla çalışanı bulunan bu örgüt dünya çapında hizmet veriyor ve merkezi Cenevre’de bulunuyor.
19. yüzyılda Avrupalı devletlerin kendi içindeki savaşları sırasında verilen ağır kayıplar sonrası savaş alanında, sağlık görevlileri ve sahra hastanelerinde yaralananların tarafsızlığını ve korunmasını garanti altına alacak uluslararası anlaşmaların geliştirilmesi çağrısında bulunan Henry Dunant tarafından kurulan ICRC, gönüllüler aracılığıyla savaş sırasında insanlara sağlık desteği veriyor. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dâhil uzun yıllardır savaş ve çatışma bölgelerine koşan ICRC üç kez (1917, 1944, 1963) Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Örgütün bugün faal olduğu çatışma bölgeleri arasında Ukrayna, Afganistan, Suriye, Etiyopya, Yemen, Afrika’nın Sahil (Sahel) bölgesi öne çıkıyor.
International Rescue Committee (IRC)
İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’ndan kaçmaya çalışanlar için Albert Einstein tarafından 1933 yılında kurulan ve bu alanda dünyadaki en köklü kuruluşlardan biri olan Uluslararası Kurtarma Komitesi (IRC) mültecilere acil ve uzun vadeli yardım sağlamak üzere faaliyette bulunuyor. ICRC gibi bu da hükûmetler arası bir kuruluş olmasa da özel bir uluslararası statüye sahip.
IRC ilk olarak 1940’ta Almanya ve Sovyetler Birliği’nin çarpıştığı cephelerde insanlara yardım ulaştırmış; 1945 yılında savaş bitince acil yardım programını devreye sokarak hastaneler, çocuk bakım ve mülteci merkezleri kurmuştur. Savaş sonrası etkinliğini genişleterek Doğu Avrupa başta olmak üzere Küba, Haiti, Angola ve Hong Kong, Latin Amerika ve Asya ülkelerinde faaliyetlerini sürdürmüştür. 1943 yılında farklı bir yardım kuruluşuyla birleşip IRC ismini almış, İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar yaklaşık 40 ülkede 26 milyondan fazla kişiye yardım sağlamıştır. Merkezi ABD’de bulunan kuruluş, 2000’li yıllardan beri özellikle Afganistan, Demokratik Kongo ve Irak’ta insani yardımları yönetiyor.
Kurum genel anlamda acil müdahale, sağlık hizmetleri, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadele programları, çatışma sonrası kalkınma projeleri, çocukları ve gençleri koruma ve eğitim programları gibi birçok farklı proje yürütüyor. Toplam faaliyet gelirleriyle 2020 yılında 825.572 milyon doları bulan bütçesi, IRC’yi en büyük insanı yardım kuruluşlarından biri yapıyor.
International Rescue Committee Resmi İnternet Sitesi: https://www.rescue.org
Not: Birleşmiş Milletler’i ve ona bağlı kuruluşları ayrı bir içerikte ele alacağız.