Analiz

Prof. Dr. Nalçaoğlu yazdı: Kapit-20’nin aşısı var mı?

“Yeni normal” ile de olsa “normalleşmeyi” bekliyoruz artık… Covid-19 salgını sonrasında hayatın nasıl dönüşeceğini konu alan “Virüsten Sonra” dizimizin ilk bölümünde, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu; özellikle eğitim, ekonomi ve siyasette dijitalin belirleyici olacağı iyi-kötü değişimleri Journo için yazdı.

Covid-19 kâbusu, dünyayı yangın yerine çevirmiş durumda. Yüz yirmi nanometre çapındaki bir varlık, formunun cazibesiyle mütenasip olmayan bir yıkıcılıkla can almaya devam ediyor. İçinde bulunduğumuz büyük kaygı ve telaş aslında Covid-19’un öldürme değil, yayılma hızından kaynaklanıyor. Biliyoruz ki 2019 doğumlu koronavirüs, akrabalarından daha öldürücü değil. Daha hızlı. Hız, çoğumuz için bir problem değil(di). Hıza alışık bir hayatımız var. Sosyal medya pratiğimiz sayesinde “viral” kavramına bu salgından çok önce alışmamış mıydık? Ama şimdi “viral” metafor olmaktan çıktı, gerçek oldu. “Viral,” virüsün metaforu değil kendisi olunca işler değişiyor. Hızlı hayat şu veya bu biçimde devam edecek. Pandemi ise (umarım) bitecek. Sonra? Pandemi bittiğinde iyi ve kötü şeyler yaşayacağız. İyi olanlardan başlayayım.

İyi şeyler

Bir: Pandemi bitmiş olacak. Bir otorite, “tamam millet, bitti” dediği zaman pandeminin bittiğini anlayacağız. Aslında hiç bir zaman emin olamayacağımız bir son olacak bu. Çünkü benim anladığım, koronavirüsü ölmüyor. Bunun da basit bir nedeni var. Yaşamayan bir şey ölemez. Bir salgın olarak koronavirüs, son bir asırdır insan ve doğanın girdiği yeni ilişkinin ürünü. Pandemi süreci bize yalnızca parçası olduğumuz doğanın parçası değilmişiz gibi davranmamızın sonuçlarını göstermedi. Farkında olmadan verili kabul ettiğimiz pek çok karşıtlığın aslında karşıtlık değil, tek bir büyük bütünün yalnızca dilde ayrışan hâlleri olduğunu ortaya koydu. Yaşam ve ölüm, uzak ve yakın, ekonomi ve toplum sağlığı, özel alan ve kamusal alan, arzu ve kısıt… Bu farkındalık da ikinci iyi şey olarak kayda geçsin. Fark edene tabii…

Pandemi sonrasında dijital-küreselleşme bizlere sunduğu olanakları çeşitleyecek. Eğitim bunların başında geliyor. Şimdiye kadar yalnızca yüz yüze eğitimin gerçek eğitim olduğuna inanan inatçı hocalar, envanterlerine dijital ve etkileşimli araçları da katmış olacaklar. Uzaktan eğitim normalleşecek. Bunu da üçüncü iyi şey olarak not edelim.

Uzaktan eğitim gibi uzaktan alışveriş bir başka güç kazanan alan olacak. Karantina sürecinde geliştirilen alışkanlıkların sonucu olarak “online ticaret” genişleyecek. Bilirsiniz, pazarlama alışkanlık yaratmaktır. Bu da iyi şeyler listemizin (tartışmalı) son unsuru olsun.

Kötü şeyler

Pandemi bittiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemini sık sık duyar olduk. Bana kalırsa özel çaba ile yaşatılması gereken bireysel kazanımlar dışında değişen çok az şey olacak. Hatta her şey eskisinden daha kötü olacak.

Evet, kötü şeyler listesi maalesef daha uzun. Ben gene de bir denge yaratmaya çalışacağım. Slavoj Žižek’in bir tür dayanışma ruhu olarak tarif ettiği küresel komünizm falan gelmeyecek. Ateist materyalist olarak (!) yükselmesini arzu ettiği tinsellik de bence ham hayal. Bunun yerine Henry Kissinger’ın (evet, hâlâ yaşıyor) öngörüsü gerçek olacak. Pandemi sonrası zaten bozulmuş olan meşruiyet-otorite dengesi iyice bozulacak.

Sıkıldıkça mutasyona uğrayan virüs gibi, neo-liberal kapitalizmin yeni-muhafazakâr versiyonu mutasyona uğrayarak adına Rus-tipi kapitalizm diyebileceğimiz yeni bir tür doğacak (Kapit-20). Kapit-20’yi önceki salgınlardan biliyoruz—Putin, Trump, Xi falan. Yeni versiyonun eskisinden farkı, siyasal aparatın kendi ülke sınırları içinde yaşamasına izin verdiği nüfusun üzerine titrerken, “dışarıda kalanların canı cehenneme” yaklaşımına iyice sarılması olacak.

“Yaşamasına izin verdiği” diyorum. Çünkü, dünya devletleri arasında varolan “vize almak zorunda olanlar” ve “vize vermek istemeyenler” ayrımı iyice derinleşecek. Bu, küreselleşme masalının bize öğrettiği “hadi biraz da Londra’da yaşayalım” tarzının sonu anlamına geliyor. Toplumsal katmanlaşmanın en dibindekiler ve prekaryum mensubu kişiler için bu tarzın sona ermesi, daha fazla “düzensiz mültecilik” ve maalesef daha fazla umursanmayan toplu ölümler anlamında geliyor.

İçine gireceğimiz bir başka büyük kötülük, Ulrich Beck’in risk toplumuna akraba yeni bir toplum tipi olacak: Belirsizlik Toplumu. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu yarın ne olacağını bilemez şekilde yaşamını sürdürecek. Bu teknik olarak işsizlik, ekonomik kriz, siyasî dalgalanma, küresel etkili yerel savaşlar gibi olguların gerçekleşme sıklığının artması demek. İstikrarı tek bir alanda göreceğiz: Küresel ısınma. Bu da ziyadesiyle kötü tabii.

Bir başka problem, iç siyaset alanında tanımlanabilir. Ülkelerin pandemi öncesinde biriktirdikleri yaralar iyileşmek şöyle dursun, daha da derinleşecek. Örneğin siyasal kutuplaşma, bilginin masif manipülasyonu sonucu gerçek ve gerçek-olmayanın birbirine karışması, dijital gözetim ve mahremiyet ihlâlleri… Say sayabildiğin kadar.

Kapit-20 dönemi sosyo-politik düzen, siyasal aparatın ekonomik elitle özdeşleştiği, siyasal sözün ekonomik karar anlamına geldiği, sesini yükselten herkesin bir şekilde susturulduğu bir düzen olacak. Elbette Kuzey Avrupa ve İzlanda gibi ülkeler eskiden bildiğimiz ultra-demokratik yapılarını güçlendirecekler. Ama dışarıda kalanlar ciğerci dükkânı önüne sıralanmış mahalle kedileri gibi bunu sadece seyredebilecek.

Abartıyor muyum?

Abartıyorum tabii. Rus-tipi kapitalizm (kısa adıyla Kapit-20) pandemi sonrası dünyanın yeni politik-ekonomisinin tarifi olabilir. Kapit-20’nin aşısının üretilmesi çok zor ve uzun zaman alıyor. Üstelik aşısını bulduğunuz anda yeni bir mutasyon emekleri boşa çıkartabilir. Öte yandan pandemi öncesi düzende yaşamak zorunda kalan bizler için bir umut var. Sürü bağışıklığı. Elbette biz bütün bunları yaşadık, bu olup bitenlere karşı kendi savunma sistemimizi geliştirdik. Fakat bağışıklık sadece hayatta tutar. Değiştirmek için çalışmak lazım. Belki Covid-19 deneyimi sayesinde “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemini olumlu yönde gerçek kılmak için bazı kararlar alırız. Gerçek kılmak için gerçek bir şeyler yapmak gerekiyor. Yani bir şeyler yapmalı. Moğollar’ın dediği gibi, “kıyamet değilse bile bir şey kopmalı.”

Sağlıkla kalın.

Halil Nalçaoğlu

Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin dekanı ve öğretim üyesidir. Teknoloji ve toplum, iletişim felsefesi ve kültürel teori, başlıca çalışma alanları arasında yer almaktadır.

Journo E-Bülten