Film

İsmiyle müsemma: Wonder Woman

*Bu yazı sürpriz kaçıran içermektedir.

Journo’ya kaçıncı kez film eleştirisi yazısı yazdığımı sayamadım. Ancak yazılarımı yazarken aklımda her zaman “Acaba bir gün DC (Detective Comics) filmi öveceğim günleri görecek miyim?” sorusu vardı. Ve işte o gün geldi çattı. Çok da pohpohlamadan, sizlere biraz Wonder Woman’dan bahsedeceğim.

Geriye dönüp baktığımızda, iyi ya da kötü onlarca çizgi roman uyarlamasına şahit olduk. Özellikle DC evreninden seri olarak çıkan kötü filmlerden dolayı yaşanan hayal kırıklıklarından sonra da, açıkçası insanların pek bir beklentisi yoktu. Aynı beklentisizlik Gal Gadot ile ilgili şahsi olarak da geçerliydi. Gerek fiziki zayıflığı, gerek tecrübe yetersizliğinden dolayı bu rolün hakkını ne kadar verebileceği ile ilgili soru işaretleri vardı. Zira Wonder Woman’ın ilk kez göründüğü Batman v Superman’daki varlığı, çok büyük bir oyunculuk yeteneği gerektirecek bir rol değildi. Bu yüzden kendi solo filmindeki performansı oldukça merak ediliyordu. Ancak görüyoruz ki, yakın geçmişte Batman v Superman ve Suicide Squads’ın DC evreninde yarattığı haklı tahribattan sonra, DC topyekün bir şekilde atağa geçmişe benziyor. Özellikle de Marvel dizilerinin sektöre hakim olduğu, son olarak da Logan ve Guardians Of The Galaxy’nin elde ettiği başarılardan sonra, Justice League’den önce Wonder Woman ile beraber güzel bir tarihe doğru yola çıkıyoruz.

‘Dark Knight’tan iyi değil ama güzel’

Herkesin ağzında olan “Dark Knight’tan iyi değil ama güzel” yorumuna karşı ise, belki de Nolan’ın üçlemesine olan büyük sevgimden dolayı, o seriyi hiçbir filmle karşılaştırmaya tenezzül bile etmeyeceğim. Ayrıca şahsen filmin iki buçuk saat olduğunu öğrendiğimde “Bu kadar saat nelerle doldurulabilir acaba?” diye düşünmedim değil. Buna rağmen filmin herhangi bir yerinde, konudan koptuğumu söyleyemem.

Ancak şunu da ayrıca belirtmek gerekiyor. DC Sinematik Evreni’ni kurtaracak ya da kurtarmış olan film Wonder Woman değil. Çünkü sinematik evrenin hali hazırdaki durumu tek bir filmle kurtarılamayacak kadar vahim bir durumda. Bu filmdeki performans Justice League’de devam ettirilirse, belki o zaman bir toparlanma sürecinin başlangıcını görebilmemiz mümkün olabilir diye düşünüyorum.

Bildiğiniz gibi Wonder Woman, 1975-1979 yılları arasında 3 sezonluk bir dizi olarak oynadı. O günden beri karakterle ilgili sadece bir tane film çekildi ve devamı gelmedi. Karakterin yaratıcısı ise William Moulton Marston. Kendisi Harvard mezunu bir psikolog. Yıllar önce verdiği bir röportajında Wonder Woman’ı hem Superman’ın tüm tanrısal güçlerine, hem de bir kadının zerafeti ve alımına sahip olan bir karakter olarak lanse etmiş. Aslına bakarsanız böyle bir kadının varlığı sadece sinema evreni için değil, dünya için de genel olarak bir sorun teşkil etmekteydi. Çünkü dönemin erkek egemen toplumunda, kadınların herhangi bir nedenden dolayı öne çıkmasına müsade edilmiyordu. Duruma bu yönünden bakınca, neden uzun yıllardır Wonder Woman yapımının gelmediğini daha iyi anlayabiliyoruz.

Ayrıca yaşanan kadın süper kahraman kaygısı, bu filmin PR aşamasında da oldukça belirgindi. Çünkü Wonder Woman’ın pazarlama stratejisi diğer filmlerden farklıydı. Şöyle ki, istisnasız olarak denk geldiğimiz her posterde yalnızca Wonder Woman yer alıyordu. Eleştirmenler ise bunun sebebinin DC’nin özgüven eksikliğinden kaynaklandığı hakkında yorumlar yaptılar. Çünkü uzun yıllar sonra bir kadın kahraman ekrandaydı ve bir kadın kahramana yüklenen misyonun tam olarak kaldırılacağından emin değildiler. Bu yüzden pazarlama sürecinde ellerinden geldiğince Gal Gadot’un güzelliğini kullanarak, gelenekselin dışında bir film pazarlama stratejisi güttüler. Bu strateji ise faydasını gişe rakamlarıyla fazlasıyla verdi. Ben de şahsen Gal Gadot’un bu kadar güzel olduğunun farkına tam olarak bu filmle beraber vardım çünkü resmen parlıyordu.

Wonder Woman: Son on yılın ilk kadın süper kahraman filmi

Wonder Woman, son on yıldır bir kadın tarafından çekilen ilk süper kahraman filmi. Bunun önemini Gal Gadot “Bu film bir kızın kadın oluşunun hikayesi. Bence, bu hikayeyi yalnızca zamanında kız olmuş bir kadın doğru anlatabilir.” diyerek anlatmıştı. Yönetmen Jenkins’in ise en büyük hayali zaten buymuş. 2003’te Charlize Theron’a Oscar kazandıran Monster’ı çektikten sonra kendisine sorulan “Bundan sonra ne yapmak istersiniz?” şeklindeki soruya Wonder Women’ı çekmek istediğinin cevabını vermiş. Ancak filmin, kadın yönetmeni ve kadın kahramanlarıyla masaya sert bir yumruk indirdiğini söyleyemeceğim. Çünkü filmi yazanlar malesef ki iki erkek. Ve bu erkeklerin varlığı, filmin içerisindeki esprilerden de kolaylıkla hissedilebiliyor. O yüzden filmin güçlü bir feminist teması olduğu yönündeki detaylara çok katıldığımı söyleyemeyeceğim. Ancak yine de, erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü çizgi roman evreninde uzun zaman sonra baskınlık kuran ilk kadın hiç şüphesiz ki Wonder Woman oldu.

Ayrıca film içerisinde de cinsiyetçi kalıpları yıkıp geçen oldukça güzel sahneler var. Özellikle deniz yolculuklarında kadın-erkek ilişkilerine dair yaptıkları paylaşımlar çok güzel. Steve’in gelenekselliğini ve belli toplumsal yargılar üzerinden hareket ettiğini, Wonder Woman’ın ise tamamen patriyarkal düzenin dışında bir hayat sürdüğünü çok net olarak söyleyebiliriz. Ancak şöyle de bir çelişki ile karşılaşmak mümkün. Yine o gemi yolculuğu sahnesinde Wonder Woman Trevor’a erkeklerin sadece üreme için lazım olduğunu, bedensel zevkler için ise gerek olmadığını söylüyor ancak Trevor’a, yani ilk gördüğü adama aşık oluyor. Burada bir çelişki söz konusu.

Şimdi Batman v Superman’ın son sahnesine, o ünlü fotoğrafa gidelim. Çünkü Wonder Woman ile bağlantılı bir başlangıcı olduğunu göreceğiz. Superman’in cenazesinde, Wonder Woman’ın Bruce Wayne gibi umutsuz bir şekilde uzun yıllar boyunca insanlardan uzak olduğunu öğreniyorduk. Bunun sebebini ise filmde daha iyi anladık. Steve Trevor’ün ölümünden sonra Wonder Woman artık insanlara karşı oldukça umutsuzdur. Başlarken, Wayne Enterprises’ten gelen özel bir hediye görüyoruz. Bu hediye yıllar önce çekilen o siyah beyaz fotoğraftır. Böylelikle Wonder Woman’ın yaratılışı, karakterin mitolojik kökeni gibi ayrıntıları flashback olarak öğrenme şansı buluyoruz.

Filmde göze batan bazı sorunlar vardı tabi ki. Gal Gadot’un bu rol için adeta biçilmiş bir kaftan olduğu gerçek. Film vizyona girmeden önce sızdırılan görüntülerde ya da verilen röportajlarda Gal Gadot’un bu roldeki dövüş sahneleri için aylarca hazırlandığı bilgileri vardı ancak filmdeki çoğu savaş sahnesinin –ki topu topu 3 savaş sahnesi var- CGI teknoloji ve slow motion yapılmış olması benim biraz canımı sıktı. Hatta film slow motion’dan dolayı en az yarım saat uzamış. Peki bu eleştiri sahnelerin vasatlığından mı? Değil tabi ki. Gayet iyi ve tekrar tekrar izlenilesi sahnelerdi. Ancak hem filmde bir savaşçı rolü üstlenen bir karakter, hem de gerçek hayatta rolüne aylarca hazırlanmış bir oyuncu olarak, kendisini daha doğal savaş sahnelerinde görmek isterdik. Bu yüzden sahneler biraz göze batıyor. Teknoloji bizlere sonsuz güzellikler ve görsellikler vadetse de, doğal olmayan şeyleri görmek insanı bir nebze de olsa soğutabiliyor.

Filmin önemli bir kısmı da, mitoloji ile kurduğu bağlantı. Yunan mitolojisini bizlere süper kahraman filmlerinde ilk gösteren yapımlardan biri hiç kuşkusuz ki Thor serisiydi. Ancak Wonder Woman da hikayesinin altından oldukça başarıyla kalkmış. Gerek kendilerine öğretilmiş mitin tasfirindeki klas minyatürvari canlandırmalar, gerekse verilen hissiyat çok başarılıydı.

Filmin hikâyesi…

Filme Wonder Woman yani nam-ı diğer Diana’nın çocukluğuyla giriyoruz. Amazon kraliçesi Hippolyta’nın Zeus’tan olan kızı Diana, çok yüksek standartlarda bir korumaya sahip olan Cennet Adası’nda büyümeye devam ediyor. Kendisi ayrıca DC’nin The New 52 evreninde Zeus’ın yarıtanrı kızı olarak tanınır. Büyükleri gibi dövüşmeye heveslidir ve annesinden gizli gizli eğitimler almaktadır. Çünkü anne Hippolyta’nın tüm motivasyonu Diana’yı güvende tutmak üzerine kuruludur. Bu yüzden onun herhangi bir savaşa karışmasına müsaade etmez. Ancak sonra prensesin yasaklarına rağmen eğitime devam etmeye diretince, Antiope tarafından savaş tanrısı Ares’le savaşabilmek için güçlü bir savaşçı olmak üzere eğitilir. Diana aynı zamanda büyüdükçe hem kendi kimliğini, hem de diğer insanların kimliğini keşfetme sürecine girer.

Büyüklerin anlattığı yaratılış teorisine göre Ares, insanları yaratan Zeus’a karşı gelerek insanları yoldan çıkarmaya söz vermiştir. Sonrasında adaya bir savaş uçağı düşer ve Diana uçağın pilotunun hayatını kurtarır. Steve adadaki kadınlara 1. Dünya Savaşı’nın varlığından bahseder ve Diana masumların katledilmesine dayanamayarak Steve ile birlikte cepheye doğru yola çıkar. Diana bu savaştan Ares’i sorumlu tutmaktadır. Ayrıca savaşı körükleyen Alman komutanı da Ares’in ete kemiğe bürünmüş bir hali olarak tahayyül eder. Böylelikle Wonder Woman komutanı, yani Ares’i öldürünce savaş bitmiş olacak, dünyaya sonsuz bir barış hali hüküm sürecektir.

Film, savaşların insanlığa dair yarattığı yıkımı gösterirken de oldukça başarılı bir performans sergiliyor. Cinsiyetçilik ve ırkçılığa dair eleştirileri de bünyesinde ince ince barındırıyor. Mesela Wonder Woman erkeklerin olduğu bir masada savaş tartışmalarına katılamıyor, ancak masadakilerin gözünün önünde birini dövdükten sonra dikkat çekiyor. Bu dikkat de “Bu kadının gücünden tahrik oldum” minvalinde. Ya da yüzlerce dil bilmesine rağmen, bu yeteneği komutanlar tarafından dahi pek benimsenmiyor. Ancak Wonder Woman’ın bu yeteneğine ihtiyaçları olduklarını anlayınca da burun kıvırırarak yardım talep ediyorlar. Bireyler üzerindeki savaş psikolojisi ise Trevor üzerinden betimlenmiş. Sürekli bahsettiği savaş anıları ve gösterdiği dengesiz hareketler, savaşın kişiler üzerindeki etkisine dair güzel bir ayrıntı olmuş.

Bu arada tekrar Ares’e dönelim. Filmde de göreceğiniz gibi Wonder Woman gayet saf düşüncelerdedir ve bu iyi niyeti onu yanıltır. Komutanı öldürdüğünde savaş sona ermez. Buradan bir eleştiri daha getirmek istiyorum. Wonder Woman’ın dünyayı ilk defa keşfetmesi, reel dünyaya alışmaya çalışması ve ilk zamanlardaki saflığı üzerinden çok gereksiz komedi yapılmaya çalışılmış. Mesela alışveriş sahnesinden sonra cepheye gitmesi çok saçma bir olguydu.

Performanslar…

Bildiğiniz gibi süper kahraman filmlerindeki kötü karakterler her zaman açıktır ve bellidir. Ancak DC bu filmde kötü karakteri sona saklayarak izleyicileri çok iyi bir şekilde şaşırtıyor. Filmin handikaplarından biri ise kötü karakterlere yeteri kadar odaklanılmaması ve içlerine girilmemesi. 141 dakikalık uzun bir filmde, kötü karakter sayısı birden fazla olmasına rağmen karakterlerin hayatlarına biraz daha girilebilirdi diye düşünüyorum. Burada şahsen Prof. Remus Lupin karakteriyle aklımda yer eden David Thewlis’i bu filmde görmek oldukça güzeldi. Oynadığı Sir Patrick karakteriyle filmografisinde güzel bir yer açtığına eminim. Elena Anaya’nın İçimde Yaşadığım Deri filminde büründüğü karakteri biliyorsunuz. Buradaki rolü de bana oradaki karakterini anımsattı. Belki de esinlenilmiştir bilemiyoruz. Wonder Woman’ın yetiştiricisi sevgili Robin Wright’ın da özellikle savaş sahnelerindeki performansı alkışı hakediyor. Ancak sanıyorum ki House Of Cards hayranlığımdan dolayı, kendimi bir türlü onun savaşçı kadın rolünü oynadığına alıştıramadım ve yabancıladım. Sanki her an bir atın üzerinde Frank Underwood gelecekmiş de, adaya dair kirli planlar yapacaklarmış gibi geldi. Savaş temalı filmlerde, oyuncuların o an içinde bulunan duyguyu izleyicilere aktarması zordur. Ancak Chris Pine savaşın psikolojisini izleyiciye çok güzel hissettiriyor. Gal Gadot’un, Wonder Woman olacağını duyduktan sonraki maruz kaldığı eleştirilere güzel bir cevap verdiğini düşünüyorum. Başta da yazdığım gibi, hem çok fazla oyunculuk tecrübesi yok, hem de fiziki olarak zayıflığı öne sürülüyordu. Ancak Gal Gadot gitmiş kilosunu da almış, aylarca film için özel çalışmalar da yapmış, gelmiş rolünü güzel güzel oynamış. Özellikle Ares ile girdiği ikili diyaloglarda iki  karakterin de duyguları başarılı bir şekilde yansıtılmış.

Filmin tema müziği tabi ki Hans Zimmer’a ait ve oldukça etkileyici. Wonder Woman’ın temasını ilk kez Batman v Superman’de görmüştük ve ilk duyduğum andan beri de Wonder Women ile özdeşleştirmiştim. Beste bence süper kahramanlar için hazırlanan en güzel soundtracklerden biri. Gerçi diğer favori soundtracklerimi yazsam onların da %80’i Hans Zimmer’a aittir. Yalnız Wonder Woman’ın bilinen ana teması film içerisinde tam olarak sürekli kullanılmadı. Ara ara kilit sahnelerde duyduk ancak filmin diğer soundtracklerinde de Hans Zimmer’dan esinlenildiği bir gerçek.

Wonder Woman’ın seri planlaması üç film olması üzerine. Hatta şimdiden ikinci film hakkındaki bilgiler de ufak ufak gelmeye başladı. Senaryosu henüz yazılmamış olsa da, Yönetmen Patty Jenkins ikinci filmde Wonder Woman’ı ilk canlandıran kadın olan Lynda Carter’ın da ufak bir rolde olmasını söylemiş. Filmlerde neler olacak önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ayrıca Wonder Woman’ın sadece kendi solo film serisinde değil, Batman ve Justice Legue’de de bol bol görüneceğini hatırlatmakta fayda var.

Sonuca gelecek olursak, son zamanlarda eğlenerek izlediğim ilk DC filmi Wonder Woman değil. Suicide Squad da eğlenceli bir filmdi. Ancak bir filmin başarılı olarak nitelendirilmesi için sadece insanları eğlendirmesi yetmiyor. Bir felsefesi ve sağlam bir alt metninin olması gerekir. Squad bu yönden eksik olduğu için film eleştirmenleri tarafından vasat bir film olarak nitelendiriliyor. Wonder Woman bu yüzden benden her yönüyle geçer bir not aldı. Reel dünyaya karşı yazılan eleştirel metinler, filmle başarılı bir beraberlik sağlamış. Wonder Woman’a özellikle atfedilen “iyilik meleği” rolü bayağı kalmamış ve kendisinin de repliklerinde bunu görmek mümkün. Filmden önce DC’nin üzerine yapışan ruhsuzluk damgası bir nebze de olsa temizlenmiş gibi görünüyor. Tabi DC’nin geleceği hakkında yorumda bulunmak için henüz erken. Önümüzde göreceğimiz fazlasıyla DC filmi var. Bu yüzden kalemim elimde, DC’nin yükselişinin devam edeceğini görmeyi umarak bekliyorum.

Etiketler

İlkan Akgül

Uzun yıllardır içerisinde bulunduğu reklam sektöründe birçok parti ve STK ile çalıştı, çeşitli platformlarda editörlük görevi üstlendi. Türkiye'nin ilk podcast reklam girişimi olan Podfresh'in kurucusu. Hala birçok platform ve mecraya içerik üretmeye devam ederken Raktan Hikaye isimli podcast programını yapıyor.

Journo E-Bülten