İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı İmamoğlu’nun esnaf ziyaretinde yaşadığı tartışma sosyal medyada çok paylaşıldı. İmamoğlu’nun televizyonda sarf ettiği ifadelerin kesilerek yayımlanmasıyla başlayan dezenformasyon kampanyası, esnaf ziyareti sonrasında da “İmamoğlu vatandaşa tokat attı” iddiasıyla devam etti. Dijital çağda asılsız iddialara karşı hakikati ortaya koyan paylaşımlar da sosyal medyada yayılıyor. Ancak geriye, iletişim uzmanlarının kullandığı yeni bir kavram kalıyor: “Yalancının kâr payı.”
“Ben dinledim başkanım, baştan sonuna kadar izledim, babamdan da izledim, dedemden de izledim. Sizin zihniyetinizi de biliyoruz, dinlemek istemiyorum zaten…”
Millet İttifakı’nın ve CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun Arnavutköy’deki esnaf ziyareti sırasında, kendisine tepki gösteren Eyüp Akgün böyle diyordu.
Videoda İmamoğlu’nun esnafa, “Dinlemeden bilgi sahibi olamazsın. Üzülüyorum, sen genç bir adamsın, zihnini kirletiyorsun” diye cevap verdiği duyuluyordu.
Birileri bizi bölmeye, kutuplaştırmaya çalışsa da biz birlik olmaya, el ele gönül gönüle olmaya devam edeceğiz. Yeter ki; birbirimizi dinleyelim, anlayalım. Kötülüğün kimseye seçim kazandırmadığını 23 Haziran’da bir kez daha göreceğiz. pic.twitter.com/gZ57GZTH7U
— Ekrem İmamoğlu (@ekrem_imamoglu) 28 Mayıs 2019
Esnafın önce “baştan sonuna kadar izlediğini” söyleyip sonra “dinlemek istemiyorum” dediği kayıt, İmamoğlu’nun Habertürk TV canlı yayını sırasında “Gelin Türkiye’yi birlikte yönetelim” dediği bölümdü.
“PKK’ya, FETÖ’ye ve özellikle yabancı basının Türkiye ve İstanbul seçimleri üzerinden tartıştığı meselelere ilişkin bir mesajınız olur mu” sorusuna İmamoğlu bu cevabı verip “Sayın Cumhurbaşkanı, sayın 24 Haziran’da yetki alan AKP’li yetkililer” diye eklemiş ve muhatabını açıkça belli etmişti.
İktidara yakın bazı medya kuruluşları ifadenin son bölümünü kesip “İmamoğlu terör örgütlerine ‘birlikte yönetelim’ dedi” manşetlerini attı. Ardından İmamoğlu’nun, bu ifadenin tamamını izlemek istemeyen gence “tokat attığını” öne sürdüler. Bunun üzerine, her iki olayın videosunu da kesintisiz olarak yayımlayıp gerçeği duyurmaya çalışanlar oldu. Akgün de tokatlandığı iddiasını yalanladı.
‘Yalancının kâr payı’ nedir?
Asılsız haberler gibi, bunları düzelten bilgiler de sosyal medyada hızla yayılabiliyor. Fakat bu süreçte, kamu yararına aykırı bazı zararlar söz konusu. Karşıt görüşlerin ancak birbiri gibi düşünen insanlar arasında yayıldığını belirten “yankı odaları” tezi bunlardan biri. Ancak dahası var.
Bu ay başında ABD’nin Columbia Üniversitesi’den düzenlenen “Enformasyon Savaşları” başlıklı bir oturumda konuşan Google’ın dijital tehditlere odaklanan alt kuruluşu Jigsaw’un araştırma direktörü Yasmin Green, “yalancının kâr payı” diye nitelenen bu zararlardan birine dikkat çekti.
Buna göre, sahte veya üzerinde oynanmış video, ses ve belgelerle ilgili gerçekleri açıklamak bile, bu asılsız iddialara inananların sayısını artırabiliyor.
Oksijen Teorisi’nden farklı
Oksijen Teorisi diye bilinen tez de aslında buna benzer bir şey söylüyordu: Bir sahtekârlığı ortaya koyup işin doğrusunu açıkladığımızda, bir yandan da o sahtekârlığın raf ömrünü uzatmış oluyoruz. Videonun devamını izlemek istemeyen genç esnaf gibi insanlardan daha fazlasına bu eksik veya çarpıtılmış bilgi ulaşmış oluyor.
Yalancının kâr payı denilen kavramın farkı ise şu: Sahtekârlığı ortaya koyma çabaları sadece ateşe benzin dökmekle kalmıyor. Aynı zamanda olayın gerçekliğinin tartışmaya açılmasını da meşrulaştırıyor.
Üstelik bu süreçte birçok insan, bu konuda herkese karşı güvenini kaybetmiş oluyor. Bu güvensizlik ortamı da “yalancıların yanına kâr” kalıyor.
Sigara endüstrisi örneği
Poynter’da bu ay yayımlanan bir yazıda, yalancının kâr payı konusunda tarihten iki örnek verildi. En bilinen örnek, 1980’lerde sigara üreticilerinin uyguladığı strateji.
Sigaranın kanser yaptığı bilimsel olarak netleşince tütün endüstrisi halkın zihnine şüphe tohumları ekmek ve bilim konusunda kafaları karıştırmak için geniş çaplı bir medya kampanyası başlatmıştı. Bugün benzer bir durum iklim krizi için söz konusu.
Obama’nın doğum yeri
Sosyal medya çağında gerçeğin işi çok daha zor. 2010 yılında dönemin başkanı Barack Obama’nın aslında ABD’de doğmadığı yönündeki iddialar karşısında birçok medya kuruluşu, bunun doğru olmadığını anlatan haberler yapmıştı.
Buna rağmen halkın yüzde 25’i, Obama’nın ABD dışında doğduğuna inanmayı sürdürdü. Bu haberler sadece yüzde 42’lik kesimi ikna edebildiği gibi, iddiaların daha da yayılmasına ve kamuoyunun önemli bir bölümünün bu konuda medyaya güvenini kaybetmesine yol açtı.
Sorunu çözmek için üç yöntem
Uzmanlar, kasten çarpıtılıp dolaşıma sokulan bilgi miktarının önümüzdeki yıllarda daha da artmasını bekliyor. Bu dönemde gazetecilere “yalancının kâr payı” konusunda da ek sorumluluklar düşecek. Bu sorunu çözmek için şu yollar öneriliyor:
Daha fazla işbirliği: Kaotik siyasi yarışlar sırasında dahi haber kuruluşları birbirleriyle işbirliği yapmalı. Çünkü kamuoyu, manipülasyon karşısında hakikatlerin tek bir yayıncı tarafından değil, geniş bir kitlece savunulmasını daha ikna edici buluyor. Elbette tartışmalı bir video veya ses kaydı ortadayken, özellikle de medya sektörü kutuplaşmış ülkelerde rakip yayınların işbirliği yapması zor, ama imkânsız değil.
Daha fazla şeffaflık: İyi gazetecilik şüphecilikle başlar. Yalan haberin doğrusunu ortaya koymada sergilenen gazetecilik sürecini anlatmak da kamuoyunu ikna eder. Çünkü vatandaşların çoğu gazeteciliğin mutfağını bilmez. Washington Post, 2017 yılında bir Senatör adayı aleyhindeki asılsız iddiaları yayımlasın diye muhabirlerini kandırmaya çalışanların ipliğini pazara çıkarırken bunu yapmıştı.
Daha fazla gazetecilik bilinci: Birçok medya kuruluşu, iş modellerinin esiri olabiliyor. Yalan ve asılsız bilgi karşısında gerçekleri ortaya koyma sürecinde de bu yaşanabilir. Kamu yararına hizmet etmek yerine daha fazla tıklanma derdine düşenler çok. Mesela birkaç cümlelik giriş yazıp sonrasında asılsız habere gelen tepki tweet’lerini sıralamak tık getirebilir, ama gazeteciliğe hizmet etmez. Bu süreç yalancının kâr payını artırır. Oysa New York Times’ın eski başkan yardımcısı Michael Golden’a göre, marka kimliği ile çatışan bir iş modeline sahip gazetelerin uzun vadede başarılı olma şansı yok.