Habercilik zor iş. İletişimle akademik bağlamda ilişki kuran birçok insan haber kavramını birebir tecrübe etmedikleri için konu üstüne yazıp çizerken fazlasıyla idealist görünebilecek şeyleri elbette söylüyorlar. Ancak her iki alandan da nasibini almış biri olarak ardı ardına ergen sivilcesi gibi kurulagelen haber sitelerinin Türkiye’nin haber/gazetecilik sorununa ne kadar deva olabileceği üzerine kafa yormaktan yanayım. Buna bağlı olarak da bazı sorular sorarak gideceğim.
İyi bir fikir her zaman ideal bir fikir midir?
Bu sorunun cevabı konusunda iyimser olmak isterdim; ama hayır. Arama motorlarının işleyişi de pazar da ‘iyi fikirlerin’ her zaman tutmayacağını kanıtlıyor. Elbette şunu sorabilirsiniz: İyi bir sonuçtan kastınız nedir? Örneğin 5-10 bin bandında okunan, özel bir okur kitlesine has bir iş yapacaksanız ve ‘asıl’ fikriniz insanların ilgisini çektikleri için oradalarsa iyi bir fikir yakalamış olabilirsiniz, yahut halk ekmek gibi kapışılacak bir fikriniz de olabilir. Yine de her iki örnekte de iyi kavramından sakın nitelikli, iyi tasarlanmış gibi idealist çıkarımlar yapmayın. Burada iyi yalnızca ‘sonuca ulaşan’ anlamında kullanılıyor. Yani sakın hiçbir şeyi idealize etmeyin; zira ortada piyasada dolaşan mevcut iyi fikir örnekleriyle ilgili idealize edilecek bir durum yok. Bu örnekler size özgür bir basının anahtarını vermeyebilir; hatta ana akımdaki okura ulaşan mantığı daha cazip bir şekilde üretmekten öteye gitmeyebilir; ama sonuca ulaşmışlardır. Örnek verip kimseyi kırmanın alemi yok; yıllardır Türkiye’de devletin oluşturduğu genel bağlam üzerinde kurulu olan, bakanlıklarla aynı isimleri taşıyan (bu ayrı bir yazının konusu) kategoriler üzerine inşa edilmiş olan haber sitelerinin tek yumurta ikizi benzerliği taşıması bu konuda hepimize fikir verecektir. Bu nedenle ‘iyi fikir’ ile ‘ideal olan’ aynı şeyler değil dememiz şart. Zira iletişim fakültelerinde üstlerinden binlerce kez geçilen kavramların ‘piyasanın kuralları’ bahane edilerek stajın ilk gününden başlayarak yerle bir edildiğinin birebir şahitleriyiz.
Her fikir her mecraya uyar mı?
Uymaz. Zira, McLuhan’ın haklı olduğu konulardan biri de mecranın mesajın ta kendisi olduğuydu. Özellikle sosyal ağlar çağında (devr-i yeni medya) bir fikrin aynı anda birçok mecrada tek bir stratejiyle öne çıkması mümkün değil. Örneğin, prestijli bir gazetenin çok kötü bir web sitesi; ama buna rağmen çok sağlam bir Twitter kullanımı olabilir. Çünkü üç ayrı mecradan bahsediyoruz ve her mecra kendi karakteriyle var oluyor.
Peki tutmuş bir fikir, mecra değişikliklerinden nasıl etkilenir? Cengiz Çandar’ın T24’te yayınlanan söyleşisinde Radikal’in dijitalleşmesine ilişkin söyledikleri bu konuda büyük önem arz ediyor:
“Ayrıca Radikal’in iki yıl önce dijitale geçmesi de ‘Basının bundan sonraki adresi dijitaldir, kâğıt ortadan kalkacak’ gibi modernist, bir anlamda devrimci bir hamleyle yapılmadı. Bir geri adımdı. Onda da ekonomik sebepler, gerekçe olarak gösterildi.”
Çandar’ın kastettiği ‘devrimci hamle’ kendisinin vurguladığı üzere, Radikal’in yaptığı gibi Buzzfeed taklidi olmayı denerken ucubeleşmek değildi elbette. Kağıt ortadan kalkacak, biz internet sitesinden yürüyeceğiz demek iddialı bir cümle olarak insanları cezbediyor olabilir; ama Radikal fikrini sağına soluna azıcık renk katarak sağlam bir ekonomik modele ve gazetecilik tipine çevirmek zaten mümkün değildi. Pratik de bunu gösterdi. Dahası tam tersine Radikal’i Radikal yapan özellikleri ve muhabirleri bir kenara bırakanlar, Internet’i onedio’laşmak olarak tanımladı ve olmadı. Çünkü bir marka olarak Radikal’in onca yıla yayılan kimliğine dair beklenti ile Eyüp Can Radikal’i arasında büyük bir uyuşmazlık vardı, bu uyuşmazlık kağıtsız Radikal’de yerini gözle görülür bir krize bıraktı. Marka mecrayı olmasa da mecra etrafında üretilen içeriği kusuyordu. Bunu bazı yazarlara dair bir itibar krizi de izledi. Bir de buna Türkiye’deki mevcut ifade özgürlüğü krizi eklenince Radikal olmadı. Başka bir siyasal atmosferde belki Radikal adının hakkını verebilir, kaliteli fikir ‘iyi sonuç’ getirebilirdi.
Siteyi kurduk, ama kimin için?
Haber okuyan kitleyi birbirine benzeyen ve benzer şeyleri sorgulamaksızın tüketen insanlar olarak konumlamak büyük bir problem. Toplumları anlamak için akademinin yüzyıllara yayılan bir birikime yaslandığı düşünüldüğünde bir akşam rakı sofrasında oluşacak bir fikrin, doğru bir hedef kitle belirlemek için yeterli olduğunu düşünenleriniz varsa yanılıyor. ‘Yaptık, oldu’ diyenler varsa -ki vardır- ‘iyi fikir her zaman ideal bir fikir midir’ sorusuna geri dönebilirler.
Bir yeni medya projesi oluşturmak istiyorsanız öncelikle bu ihtiyacı karşılamaya yönelik kurulmuş başka bir proje olup olmadığını arama motorları ve ‘işi bilenler’ aracılığıyla soruşturarak başlayabilirsiniz. Zira ‘ne yapmalı’ ve ‘ne yapmamalı’ sorularına en doğru yanıtları buralarda bulabiliriz. Tabii burada ikinci yapılması gereken, varsa uluslararası örnekleri ve gerçekleştikleri ülkeleri araştırmak. Dünyanın en özgün örneğini bulduysanız, projenizin bütçesine göre hareket etmeniz şart. Yeni medya söz konusu olduğunda patent dahil her şey düşünülmeli; ama söz konusu gazetecilik olduğunda, doğru bir danışmanlık kadrosu yahut yuvarlak masa toplantıları, odak grup toplantıları gibi düzenlemelerle sonuç oluşturmak mümkün olabilir. Yani 5N1K’nin K’si burada çok önemli. Zira Türkiye’de yeni medyaya ilişkin her yıl yüzlerce araştırma yayınlanıyor ama çoğu zaman okurların yeni medyada haberi nasıl tüketmek istedikleri ile ilgili sağlıklı bir veri ortaya konulamıyor. Buna hem mecraların akışkanlığı hem de teknolojinin hızlı gelişimi sebep oluyor.
Konumlandırma meselesine ancak doğru kitleyi seçtikten sonra geçebilirsiniz ama bulduğunuz ve iyi olduğunu düşündüğünüz fikir ancak doğru bir ‘konumlandırma’ ile gerçekleşebilir ki bu da sizin elinizde. Konumlandırma (ing. positioning) elbette pazarlamacıların kullandığı bir terim olarak biliniyor ve gazetecilik camiasında ilk aşamada küçümsenebilir; ancak ihtiyaçlar, talepler ve beğeniler etrafında eğer elinizde bir veri varsa hem mecra, hem de kimlik bağlamında ideal bir konumlandırma oluşturmak mümkün olabilir.
Bu bahsedilen sorular etrafında söylenenler afaki şeyler değil, zaman tünelinizdeki “yahu bu site nasıl beş yıldır yayın yapıyor, üstüne de okunuyor acaba” diyerek okuduğunuz, takip ettiğiniz birçok proje bu üç soruya doğru yanıtlar veren insanlar tarafından kuruldu, bazıları ise gerçekten kötü projeleri büyük bütçelerle, tesadüfle ya da başka yöntemlerle iyi bir noktaya taşıdılar.
Ancak habercilerin, Arsene Wenger’in bir önceki Express’te Japonya’daki kulüp başkanından neden övgüyle bahsettiğini anımsaması gerekiyor. Zira ‘kısa vadenin projeleri’, uzun vadeli izler bırakmaktan oldukça uzaklar. 5 yıl sonrasını teknolojik olarak olmasa da içeriksel olarak öngöremeyen bir projeye yapılacak yatırım aslında boşa salvodur. Tabii ki amacınız gazeteciliği değil, günü kurtarmaksa o başka.