Sanat

21 Mart Dünya Şiir Günü: Medyanın dijitalleşmesi bir tehdit mi, fırsat mı?

Şiir, gazete köşelerinden sosyal medyaya taşındı. Peki dijital mecralar, şairler için bir tehdit mi, yoksa fırsat mı? Z Kuşağı’nın şiire yaklaşımı nasıl? Bu soruları ve daha fazlasını, 21 Mart Dünya Şiir Günü vesilesiyle 3 şaire sorduk.

Dünyanın farklı ülkelerinde şiir günleri uzun yıllar boyunca ekim ayının farklı tarihlerinde kutlanmıştı. 20. yüzyıl sonlarında, Antik Romalı şair Publius Vergilius Maro’nun (Virgil) doğum gününe ithafen 15 Ekim tarihi öne çıktı.

Birleşmiş Milletler nezdinde uluslararası bir tarih belirlenmesi için 1990’larda çalışmalar başladı. PEN Türkiye adına Tarık Günersel ve Gülseli İnal, 1997’de Edinburgh’da düzenlenen UNESCO Kongresi’nde yaptıkları sunumda 21 Mart’ı önerdi. UNESCO 1999’da 21 Mart’ı “Dünya Şiir Günü” olarak takvimine aldı ve her yıl bu gün dünya çapında yapılan kutlamalar başladı.

UNESCO, Dünya Şiir Günü’nün amaçları arasında, “şiirsel ifade yoluyla dil çeşitliliğini desteklemeyi ve tehdit altındaki dillerin duyulması için fırsatları artırmayı” sayıyor. 2022 Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni ise PEN Şiir Ödülü sahibi Türkân İldeniz yazdı.

Türkân İldeniz'in 2022 Dünya Şiir Günü Bildirisi

İsteme benden canımı Tanrım

Ne cennet ne cehennem

ömrümü şiire adadım

Kimseye vermem.

Vardır bir şiir. sarnıç suyu gibi durgun

Vardır bir şiir: batık kent gölü gibi mahzun

Vardır bir şiir: çığ gibi iner çavlan yaratır

Vardır bir şiir: dalgaları hem kendisiyle, hem kıyıyla çarpışır

Vardır bir şiir: zamanla yarışır.

Şiirler ses resmidir, sesle çizilir. Hayatın özünde karılmıştır mayası. Renkleri asla solmaz.

Yansıtır çağının gölgesini, güneşini. Yansıtır devranın ölçeğini. Ülkenin gerçeğini. Şairi itilip kakılsa, hapse atılsa, derisi soyulsa, asılsa, kurşunlansa, yakılsa da; şiiri yaşar sonsuza kadar ve dipdiri çıkar sayfalardan, bin yılları aşarak.

Hallac’ı Mansur, Pir Sultan, Nesimî, Nefî, Nâzım Hikmet, Lorca, Rodnoti.

O şiirler zamana kement atar, kemende basar parmak. Evet hayatın özünde karılmıştır mayası, renkleri ondan solmaz.

Bin afetten bir mısra damıtır sırasında, sırasında bir beyit doğar bin kıyametten sonra.

Ve şairler, ve onlar; önce İNSAN dediler, sonra İNSAN. Yanına ekmek, çiçek, gerçek çizdiler. Aysın aydınlansın ortalık, saklanmasın karanlığa kirli işler. Bilinsin çakma denizde kutsanan, yalan dolan, yağma, talan bilinsin diye kelle koltukta gezdiler. Ama hiçbir zaman kalemlerinden eksik etmediler/ UMUDU. Onlar. Buz Altında Yanardağ.

O yüzden, biz yorulmak bilmeyiz. Bilmeyiz yorulmak biz.

Yine İNSAN’a, yeni İNSAN’a gideriz. Gün olur bir şiir açar,

gökyüzü büyür tat gelir acıya. Duraklamışsa, dinleniyorsa

bekleyin biraz lütfen, bir volkandır az sonra patlayacak. Silahları hile pusu ve tuzak diye,

işte biraz ondan; tam yılgınlığın belirdiği yerde bir şiirle yeniden tutunuruz kendimize.

Ey nice cendereden süzülen direnç! Hangi acı denenmedi ki bizde. Kitap yakılan yıldan

insan yakılan yıla vardık. Katliam katladık, çağ atladık.

Gel de

içlenme. Nereye çıkar bu çarşı ki… hem kalabalık hem karanlık. Oysa; insanı ve nice dahaları, nice dehaları sevdik. Sevdik aşkla, kutsadık tapmadan

da öte. Ama sevmedik sevmedik asla savaşları silahları.

Selam gençlik, cömert doğa,

kâinat tarihin kanlı sayfalarına inat

defolsun yeryüzünden öfke ve kin, işte zeytin dalı, işte güvercin

haydi barış çocukları

hep birlikte YENİ’ye

YAŞASIN HAYAT.

Medyanın teknolojik dönüşümü, tarih boyunca vazgeçilmez bir kültürel ifade biçimi olan şiiri de kuşkusuz etkiliyor. Üç şairle, basılı yayınlardan dijitale taşan şiirin dönüşümünü konuştuk.

Şair Dizdar Karaduman, çeşitli illerde ve okullarda Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak 28 yıl görev yaptı. Kitapları ve ödülleriyle kendini şiire adayan Karaduman, dijital ortamların çoğalması ile şiirin karşılaştığı zorluklardan bahsedecek.

Neval Savak; şiirleri, romanları ve aldığı ödüler ile edebiyat dünyasında boy gösteriyor. Savak, Dünya Şiir Günü’nün evrenselliği hakkında bilgi verecek.

Şair Nina Kopilova Şahin ise Gürcistanlı bir şair ve çevirmen. Onunla sanatın bu dalının sınırları aşan gücünü ve Rusya’nın Ukrayna işgalinin şiire etkisini konuşacağız.

Neval Savak: Şiir bir çağlayandır, ışık saçar

Türkiye, 21 Mart Dünya Şiir Günü’nü nasıl kutluyor?
Neval Savak: Dünyanın bilinen ilk şairi Enheduanna’dan bu çağa değin şiir, her döneminde farkındalık yaratmayı başarmıştır. Dünyada şiir, her zaman farklı bir yer bulmuş ve karşılığında da halkından değer görmüştür.

Gözlemlerime dayanarak öznel fikirlerimi belirtmek isterim ki; bizim ülkemizde halkla şair arasında, şiire karşı bir uçurum açılmıştır. Şiire özel, çok fazla etkinlik yapılması, bu günün amacına ulaştığı anlamına gelmiyor. Şairler arasındaki gruplaşma ve kopuşla beraber bütünlük taşımama durumunu, başta şairler olmak üzere okurlar ve etkinliğe gelenler de fark ediyor.

Bir iş, yapılmak için yapılmamalıdır. Yapılan işin içine halkı aydınlatma çabası, duygu ve ruh katılmazsa, onun akıllarda kalıcılık yaratmadan uçup gittiğini görürsünüz.

Ülkemizde pek çok ilde çeşitli gruplar arasında farklı mekânlarda Dünya Şiir Günü kutlanıyor. Bu farklılık getiriyor elbette. Tüm bunlara rağmen eksik olan bir şey var ki her şair bunu kendisine sormalı: “Neden çok az insan şiir ve şiir kitabı okuyor?”

Neval Savak

Dünya Şiir Günü etkinlikleri şiire bir prestij mi getirdi, yoksa şiiri hatırlamayı bir güne mi sıkıştırdı?
Neval Savak: Bana göre Şiir Günü için yapılan etkinlikler ne prestij ne de hatırlamayı beraberinde getirdi.

Şiirin okuyucu kitlesi o kadar az ki… Kaldı ki bu kitle sadece gerçek okuyucu. Sizi tanımasa bile bir şekilde size ve kitabınıza ulaşıyor.

Şiir bir çağlayandır bana göre. Her zaman kendini yenileyen, etrafında aydınlanmayı bekleyenlere ışık saçar şiir.

Ne güne sığar, ne de asırlara. Dünyanın neresinde olursa olsun bir şairin şiirini merak edip kitabını açarak bir şiirini okuduğu anda okuyucu, o gün şiire hem prestij hem de yaşama gücü katar.

Ayrıca şöyle bir durum var, özellikle sosyal medya aracılıyla şair ve okuyucu buluşabiliyor. İletişimin hızlı gerçekleşmesinden dolayı şiire atfedilen özel günden daha hatırlanır olabiliyor. Bir nevi de Dünya Şiir Günü’nü bir nevi anlamsız kılıyor.

Şiir lobicileri, dijital yüzünden işsiz kaldı

Hızla yaygınlaşan dijital medya şiiri nasıl etkiledi?
Neval Savak: Sanayi Devrimi’nden sonra hızla gelişen ve değişen dünyaya dijital medya yeni bir boyut sağlamıştır. Marshall McLuhan, “Küresel Köy” kavramıyla birlikte, kitle iletişim araçlarının gelişmesinden söz eder. Her şeyin ve herkesin aynı ortamda bulunarak, gündemi birbirleriyle paylaşıp, tartışıp, değerlendirerek yayılmasını sağlayan bir düzendir, küresel köy.

Bu durum, zaman ve mekân kavramlarını ortadan kaldırmıştır. Eşzamanlı ya da eşzamansız her türlü bilgiye erişip, geribildirim yapılabilir. Bu ortam elbette yaşam biçimidir.

Popülerlik 90’lı yıllara özgü bence. Artık yaşam alanımızın büyük bir bölümü sanal. Sanalın hızla yaygınlaşması şiire ulaşmada, paylaşmada, bilgi alışverişinin artmasında büyük rol üstlenmiştir. Şiir lobicilerini işsiz bırakmıştır.

Dijital medya, her kesimden insana okuma, yazma ve iletişimde kaynak olma durumunu kazandırmıştır. Statüyü altüst ederek, şiire çokseslilik, ulaşılabilirlik katmıştır.  Bunun yanında birçok bilinçsiz kesimde dejenere edildiklerini gözlemlemek mümkün. 

Asırlar önce kaleme alınan mısraları bugün sosyal medya platformlarında “viral” birer mesaj olarak görebiliyoruz. Örneğin 13. yüzyıldan Yunus Emre dizelerinin sosyal medyada yayılması sizce şiire bakışı nasıl değiştiriyor?
Neval Savak:  Sosyal medya platformlarında Yunus Emre’nin şiirlerinin olması, daha fazla okura ulaşılmasını sağladı. Onu tanımayanlar, sosyal medya platformları sayesinde büyük değerimiz Yunus Emre’yi tanıdılar. Kişisel paylaşımlarla hem Yunus Emre’ye hem de onu şiirlerine ilgi artmış oldu.

Yunus Emre’nin şiirlerinde sevgiyle teslimiyet var. İnsanlar; içinde bulundukları acının, zorlukların, sevincin, aşkın ve sevginin tarifini yapmak için şiire başvururlar. Onca şeyin karşılığının bir iki dize olduğunu gördüklerinde daha fazla şiir üzerine araştırma yaparlar. Yunus Emre de bunları en özlü şekilde; bir hastalığa çare olan ilaç gibi dizeleriyle insanların içindeki duyguların tercümanı olup şiirle hiç alakası olmayan insanları bile şiire doğru sürükler.

‘Z Kuşağı’nın şiiri ele alışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neval Savak:  Z Kuşağı’nın şiiri ele alışını,  gelenekselden kopuş olarak değerlendiriyorum. Altyapısı gelenekselden gelen birikimin yanında onlarda çok farklı bir biçim ve özgürlükçü, kural tanımaz bir yapının da olduğunu düşünüyorum. Genel gözlemim; kendinden önceki kuşakların şairlerini araştırıp okuyan, bilen bilinçli bir nesil. Aynı zamanda kendi yönünü geleneksele bağlı kalmaksızın çizen bir bilinçleri var.

Z Kuşağı, çok renkli ve çok sesli bir koro gibi

Her şey değişimler bütünüdür. “İkinci Yeni” de aynı şeyi yapmıştır bana göre. İkinci Yeni de gelenekseli özümseyip yıkarak üstüne yenisini yapabilen şairlerden oluşan bir nesildi. Şimdi bunu Z Kuşağı yaparak kendine yer edinmeye çalışıyor. Değişmediğimiz yerde anlayamayız ve gelişemeyiz.

Çok renkli ve çok sesli bir koroyo benzetiyorum bu kuşağı. Sınırları ortadan kaldıran ve şiire özgürlüğü getiren bir kuşak. Sanat da özgürlükten doğar. Size, Z Kuşağı’ndan yetişen birkaç örnek vermek isterim:  Neda Olsoy, Naile Dire, Çağın Özbilgi, İhsan Özalp.

Bana gelince ben hiçbir kuşağa ait değilim. Kuşak olgusuna inanmıyorum. Bir Attila İlhan, Ahmed Arif nasıl kuşağının şairi ise ve nasıl orada kalmamış ve nasıl hâlâ günümüzün şairlerinden sayılıp daha fazla okur oranına sahipse, ben de kendimi öyle hissediyorum.  Şairin kuşağı yoktur.  Ben de kuşaksız şairim.

21. yüzyıl sadece teknolojik ve demografik dönüşümleri değil, birçok felâketi de beraberinde getirdi. Depremler, seller, yangınlar, salgınlar yaşadık. Şiir ve şairler bu yüzyılın acılarından nasıl etkilendi?
Neval Savak:  Yaşamımızın en kötü çağına denk geldik. Düşünceme göre şair, duygu tüccarıdır. İnsandan aldığı duyguyu insana satan duygu tüccarı… Şiir genelde acıdan beslenir; en azından benim şiirlerimin büyük bir bölümü gerçekte yaşanmış olaylardan çıkmıştır. Şair ve şiiri yıkım yaşadı. Kim mutluluğun şiirini yazmak istemez ki? Ama bizim payımıza hep acı düştü. Bunları görmeye bizim yaşımız yetmez diye düşünürken neler yaşadık, şu üç beş senenin içinde.

Ne rahatça serileceğimiz toprak, ne sırtımızı güvenle dayayacağımız, ciğerlerimize mis gibi çekeceğimiz yaşam damarı ağaçlarımız kaldı. Her yer hızla kirlendi. Özdemir Asaf’ın dizeleri geldi aklıma: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler.”

COVID-19 ile yeni bir hayat düzeni geldi

İnsanlığın hızla birbirinden uzaklaşıp sosyal medyaya sığınmaları, herkese gizli bir yalnızlık biçti. Kestirmek mümkün değil. Şiire sarılan da uzaklaşan da aynı ölçüde oldu bana göre. Çünkü COVID-19’un da etkisiyle insanlar yaşamdan ciddi anlamda maddi ve manevi bir yıkımla kopuş yaşadılar ve yeni bir düzen geldi aslında yaşamlara. Evden çıkmadan eve gelen kitaplar, internet üzerinden yapılan etkinlikler, bir siparişle eve gelen ihtiyaçlar vs.

Yaşamla iç içedir şiir. Bu yaşam alanı sınırlandı ve her şey dejenere oldu. Şair ve şiir, kötü bir pay aldı bu durumdan.

Bir yandan ülkeler arasındaki dinamikler de süratle değişiyor. Dünya küreselleştikçe kültürel yakınlaşmalar yaşanıyor. Önümüzdeki yüzyılda şiiri sizce neler bekliyor?
Neval Savak:  Hem olumlu bir değişim hem de olumsuz bir değişim… Sosyal statü farklılıklarını ortadan kaldıran; her yere katılma, fikrini yazma, fikrini söyleme özgürlüğü; istediğin her bilgiyi, her şeyi “bir tıkla” önüne seren özgürlük gibi görünse de arkasında kocaman kapitalist bir elin insanı ortak yaşamdan, değerlerden uzaklaştırdığını ve dijital askerler ürettiğini düşünüyorum.

Prof. Dr. Nalçaoğlu yazdı: Kapit-20’nin aşısı var mı?

Bir ülkeye gitmeden sosyal medya üzerinden o ülke insanıyla arkadaş olabiliyorsunuz. Ülkeleri, şehirlerini çok boyutlu gezebiliyorsunuz. Edebiyatını öğrenebiliyorsunuz. Şiir de çeşitli ülke şairleri tarafından bu platformlara taşınıyor.

Önümüzdeki yüzyılda şiiri pek bir şey beklemiyor. Yazan yazmış  zamanında her şeyin şiirini..  Karamsar olmak istemiyorum ama insanı bozmak üzerine kurulmuş gibi bizim çağımız. Çok büyük yıkım gerekiyor yenisini kurabilmek için.

Ben unutmak için okurum çünkü okuduğumun yansıması eserlerime yansıyacak diye ödüm kopar. O anda sanatçılığın anlamı kalmaz. Hayal dünyasında yeni şeyler yaratabildiğin sürece değişim başlayacaktır. “Yık ve olmayanı yap” mantığı ile farklı bir düşünce tarzında oluşturulursa şiir, yeni bir boyut açacaktır kendine.

Dizdar Karaduman: Şairler mantar gibi çoğaldı ve bir “çöplük” ortaya çıktı

Birkaç yıl öncesine kadar gazetelerde şiirleri köşeleri vardı. Okurların, amatör şairlerin dizeleri buralarda yayımlanırdı.  Basılı edebiyat dergileri şairlerin odak noktasıydı. Oysa artık geleneksel mecralarda şiire eskisi kadar yer verilmiyor. Sizce neden?
Dizdar Karaduman: 2000’li yıllarda şiir okuru giderek azalırken şiir yazan ve şair olarak kendini tanıtanların sayısı mantar gibi çoğaldı. Bu durum kendi içinde bazı sorunları da beraberinde getirdi. Hiçbir şiir bilgisi ve görgüsü olmayan, Türk şiir tarihini ve onun önemli şairlerini yeterince okumayan, bilmeyen, herhangi bir şiir ve edebiyat dergisini bile takip etmeyen  şiir meraklıları, “şair” adıyla özellikle dijital ortamda, internet sitelerinde, Facebook  sayfalarında yazdıkları ve paylaştıkları şiir niteliği olmayan metinlerle maalesef bir şiir çöplüğü yaratıyor.

Bu kirlilik ortamından şiir de gerçek şairler de olumsuz etkileniyor. Günümüzde yaşayan önemli şairlerin bile yayımladıkları şiir kitapları 500’den fazla satamıyor. Kısacası şiir okunmuyor, çünkü iyi şiir yazılmıyor ve şiir bilgisi ve birikimine sahip bilinçli bir şiir okuru da yok.

Ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yoksulluk ve COVID-19 salgınının getirdiği bütün olumsuzluklar şiir dergilerinin bir bir kapanmasına ya da internet ortamına çekilmesine yol açtı. Gazeteleri zaten takip eden insan sayısı yüzde biri bile geçmiyor. Bunlar da belli medya tekellerinin elinde. Kültür ve sanat sayfalarına gereken önem ve yer verilmiyor. Magazin haberleri, şiddet, cinayet ve medyatik popüler kişiler boy gösteriyor bu tür tekelleşmiş görsel ve yazılı medyada. Böyle giderse şiir kitapları da matbaalarda artık basılamayacak, dijital ortamda e-kitap olarak okuyacağız. Kapımızda tehlike var.

Ulusal medyada kültür erozyonu var, yerel medya daha duyarlı

Bizler de şiir için hareket geçtik. 2019 yılının ekim ayından itibaren şiir ve edebiyatla ilgilenen İzmir Bornovalı arkadaşlarla bir araya gelerek ilçemizde eksikliği yıllardır hissedilen şiir ve edebiyatla uğraşan, üreten, kitap yayımlayan arkadaşları bir araya getirmek amacıyla Bornova Şiir ve Edebiyat Dostları adı altında gönüllü bir topluluk oluşturduk. Topluluğumuzun amacı, Bornova’da uzun yıllardır sekteye uğramış şiir ve edebiyat ortamını canlandırmak, bu doğrultuda düzenli bir çalışma ve ortamının oluşmasına, yapılacak çalışmalarla ve edebiyat ve şiir ortamının kalıcı bir hâle dönüştürülmesine gerekli zemini hazırlamaktı. 21 Mart Dünya Şiir Günü etkinliği ile şiirlere ses vereceğiz.  İlk yazılı şiir örneklerinden günümüze kadar süren şiirin geçirdiği tarihsel serüveni, dönemleri, şiir akımlarını ve şiire adını yazdırmış olan Türk ve dünya şairlerini tanımaya ve tanıtmaya çalışıyoruz.

Hayatın tüm alanında şiir var. Şiirin daha görünür kılınması için medyanın üstüne düşen sorumluluklar nelerdir?
Dizdar Karaduman: Maalesef ulusal düzeyde yayın yapan yazılı ve görsel medyada şiire ve şiirle ilgili yapılan etkinliklere gerektiği kadar yer verilmiyor. Bu konuda daha çok yerel medya, duyarlı davranıyor. Yerel yönetimlerin her yıl gerçekleştirdiği kitap günleri ve çeşitli festivaller sayesinde şiir ve şair okurlarıyla buluşma olanağı bulabiliyor.

Bu anlamda ulusal medyada bir kültür erozyonu yaşanıyor. Bu olumsuz durum, popüler ve magazin ağırlıklı kültürün yaygınlaşmasına, basın ve yayın organlarından sanat ve kültürün dolayısıyla da şiirin çekilmesine yol açıyor. Bu tabii ki ülkede uygulanan kültür ve sanat politikalarının da bir sonucu. Atatürk’ün “ Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözünün ne kadar değerli ve önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor hepimize. Yöneticilerin kültür ve sanat politikalarını gözden geçirip sanata ve sanatçılara hak ettikleri değeri vermeleri,  onlara daha özgür bir sanat ortamı koşullarını yaratmaları gerekiyor.

Dizdar Karaduman

2022 Dünya Şiir Günü vesilesiyle tarihimizden önemli bir şiir hareketini ve unutulmaz bir şairi anarak tamamlayalım söyleşimizi… Yaklaşık 80 yıl önce Türkçe şiirde özgün bir akım başlatan Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın öncülük ettiği ‘Garip Hareketi’ni ve tek başına evrensel bir ekol olan Nazım Hikmet’i bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dizdar Karaduman: Türk şiirinin başlangıcından günümüze uzun bir etkileşim, gelişim ve değişim süreci var. Şiirimizin geçirdiği tarihsel dönemler ve değişimler kendi tarihselliği içinde döneminin siyasal, ekonomik, sosyal, ve kültürel zihniyetini yansıtır bir anlamda. Ancak şiir, verili olan her türlü iktidara muhaliftir, bir itirazdır. Bu onun kendi öz yapısında vardır. Garip şiiri de kendinden önceki verili şiir anlayışına bir itiraz olarak ortaya çıkmıştır.

Melih Cevdet Anday, “Garip bir temizlik hareketidir. Şiirde yapmacıklardan kurtulma olanağı bütün şairleri kendine bağladı. Türk şiirini maskaralıktan, şairanelikten, laf ebeliğinden temizledik” demiştir. Ancak 1950’den sonra Orhan Veli, Anday ve Oktay Rıfat, Garip çizgisinden ayrılarak kendi yollarına yeni bir şiirin peşinden gitmişlerdir.

İkinci Yeni şiirinin kurucu şairlerinden Cemal Süreya ise “Orhan Veli’nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi. Sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da şiir verimleridir biraz” demiştir. Bu sözlerle, her şiir akımının ya da anlayışının geleneğe bir itiraz olduğunu, ancak yine de ondan beslenip ve onu dönüştürdüğü gerçeğini vurgular bir anlamda.

Nazım Hikmet ise toplumu ve insanı gözeten duruşuyla ve yazdığı şiirlerle büyük bir dünya şairidir. O, bir şair olarak inandığı dava uğruna hiçbir baskıya boyun eğmeden, şiirleriyle ve düzyazılarıyla daima ezilenden, emekten yana eylemli ve onurlu bir insanı duruşu gösteren ve çağının vicdanı olabilen ender şairlerinden biridir.

Nazım Hikmet, bunun bedelini de hapishanelerde yatarak, sevdiklerinden ve memleketinden ayrı kalarak ödeyen toplumcu gerçekçi şiirin Türk şiirindeki öncüsü, kendisinden sonra gelen kuşakları etkileyebilmiş ve onlara doğru bir örnek olmuş büyük bir sanatçıdır. “Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse, ben de Türk dilini öyle seviyorum” diyen bir şair o.

Türkçe’yi şiirin tezgahında ilmek ilme işeyerek parlatan ve bütün dünya dillerine tanıtan Nazım Hikmet’i Bornova Şiir Topluluğu olarak bu yıl bir kez daha andık, anlamaya ve anlatmaya çalıştık. İyi ki Türk ve dünya şiirinde Nazım Hikmet gibi büyük bir şairimiz var. O, şiirleriyle, eserleriyle unutulmayacak, daima anılacaktır…

Nina Kopilova Şahin: Şiir acıdan beslenir, sessiz haykırışımızdır

21 Mart özellikle şairler ve şiir sevdalıları için tüm dünyada özel bir gün. Siz de hem memleketiniz Gürcistan’da hem de Türkiye’de şiirlerle yaşayan birisiniz. Gürcistan halkı şiire nasıl bakıyor?
Nina Kopilova Şahin:  Gürcüce’nin yazı dili olarak ortaya çıkışı, 4. yüzyılın ortalarında Gürcistan’ın Hristiyanlaşmasının sonucu olarak başlıyor. Önceden edebi bir dil olan Aramice’nin yerini Gürcüce aldı. Gürcü dili çok özgün özellikleri olan bir dildir ve dilbilgisel yapısı da zengindir. Sadece dilbilimcilerin değil, edebi şiir yapısı olarak da her zaman ilgi çeker.

Gürcistan halkının şiire çok titiz yaklaştığını açıkça söyleyebilirim. Bunun nedeni ise Gürcü edebiyatının zenginlikleriyle birlikte, kendisini koruyabilmesidir. Gürcü edebiyatının ilerleyebilmesi için de topyekûn mücadele veriyoruz.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasının ardından yaşananlardan özellikle benim kuşağım çok etkilendi. Çok küçük yaşlarda hayatın zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kaldık. Bu nedenle eğitim hiçbir zaman ilk sırada olamadı. Her şeye rağmen biraz şanslı olduğumu söyleyebilirim. Kendimi bildiğim bileli şiire ve edebiyata sevdalıyımdır.

Bana göre şiir acıdan beslenir. Hayat şartları, çektiğin acılar, yakında gördüğün acılar… Ne kadar çok acı varsa o kadar da çok şiir vardır. Ufak yaşlarımdan itibaren karşılaştığım zorluklar, yaşadığım kayıplar beni erkenden olgunlaştırdı. Hayatla yüzleştim.

Tüm Gürcüler aynı hamurla yoğruldu. Hüzünler ile yaşamlarını devam ettirdiler. Yaşamın bu soğuk yüzü biz Gürcü halkının şiire sıcak bakmasını sağladı. Şiir hepimiz için yüreğimizin çırpınışıdır. Şiir sessiz haykırışımızdır.

Tüm sanatlar gibi şiirlerin de evrenselliği var. Bu noktada şiir, Gürcistan için ne anlama geliyor? Türkiye için ne demek?
Nina  Kopilova Şahin: Duyguları, düşünceleri, düşleri, ritim ve ölçü gibi belirli özel kurallara uyulması ile karakterize edilen okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünü olarak şiir tanımlanır. Fakat şiiri tanımlarken şair Veysel Çolak’tan da bahsetmek istiyorum. Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır” kitabında şair Veysel Çolak, “Şiirin tek tanımı olmaz. Çünkü her şiir, yenilikler getirmek durumundadır. Her yeni ‘şey’ de yeni bir tanımı gereksinir” der. Kısacası ne kadar şiir varsa, bir o kadar da şiirin tanımı vardır.

Edebiyat ve şiir Gürcü halkının manevi kültürün parçasıdır. Şiirin dili tüm dünyada olduğu gibi Gürcistan’da da, Türkiye’de de aynı. 

Türk edebiyatında birçok şairin eserleri dünya dillerine çevrildi. Gürcistan’da en popüler Türk şairi kim?
Nina  Kopilova Şahin: Gürcistan’da en popüler şair, Nazım Hikmet’tir.  Türk şiirinin en önemli isimlerinden birisi olan Nazım Hikmet, uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilir.

Nazım Hikmet, Gürcistan’a, Batum’a ilk kez 1921’yılın 2 Eylül’de gelmiştir. Gürcistan çok erken bir tarihte Nazım Hikmet’in şiirsel yeteneğini fark etmiştir. Nazım Hikmet’in eserleri Gürcistan’da çok beğenildi ve Gürcü tiyatroları oyunlarını sahneledi. 1950’li yıllarda (1956) Batum’da Nazım Hikmet’in  şiirlerinden oluşan Gürcüce bir çeviri  kitap yayımlandı.

Nina Kopilova Şahin

Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiiri ile seslenmek istiyorum size: “Kapıları çalan benim/kapıları birer birer./Gözünüze görünemem/ göze görünmez ölüler./Hiroşima’da öleli/oluyor bir on yıl kadar./Yedi yaşında bir kızım/büyümez ölü çocuklar./ Saçlarım tutuştu önce/gözlerim yandı kavruldu./Bir avuç kül oluverdim/külüm havaya savruldu./Benim sizden kendim için/hiçbir şey istediğim yok./Şeker bile yiyemez ki/kağıt gibi yanan çocuk./Çalıyorum kapınızı/teyze, amca, bir imza ver./Çocuklar öldürülmesin/şeker de yiyebilsinler.”

Gürcü şair ve yazar Pridon Halvaşi, Nazım Hikmet ile 1952 yılında tanışır. Ardından 1955 ile 1957 yılları arasında da karşılaşırlar. Halvaşi, Nazım Hikmet’in Batum hakkında yazdıklarını Gürcüce’ye çevirip yayımlatır. Hikmet şunları dile getirir, “Benim gözümde, Batum en devrimci kent; Acara, Sovyet cumhuriyetlerinin birincisidir. Batum yeniyetmeliğin, taze yeşilin, körpeliğin şehridir. Bu kitapta Batum’a dair şiirim yok, kınamayın bunu, İstanbul için de yazdığım özel bir şiirim yok. Bu iki kenti öylesine seviyorum ki, sevgimi anlatmaya aklımdan geçen tüm dizeler yetersiz kalıyor…”

Gurur duyarak ve sevinç içinde şunu söyleyebilirim: İyi ki Nazım Hikmet var.

Ukrayna savaşının şiire etkisi: Nefes alamıyorum, soluğum kesiliyor

Bütün dünya Rusya’nın Ukrayna işgalini konuşuyor. Eski SSCB ülkelerinden bir diğeri olan Gürcistan’a bu savaş nasıl yansıyor? Şiir dünyası, savaştan nasıl etkileniyor?
Nina Kopilova Şahin:  Rusya-Ukrayna savaşı bizleri insan olarak çok etkiledi. Büyük bir acı duyuyorum. Gürcistanlı olarak, Ukrayna halkını çok iyi anladığımızı ve bütün yüreğimizle dua edip onları desteklediğimizi söylemek isterim. Çünkü bizler de Ukrayna’nın yaşadıklarının aynısını 2008’de yaşadık.  O yılın ağustos ayında Güney Osetya, Rusya, Gürcistan ve son olarak Abhazya’nın katılımı ile gerilim ve çatışma başladı. Ardından bu çatışma savaşa dönüştü. Rusya ve Ukrayna’nın çatışması da beni o günlere götürdü…

Savaşı masa başından izlemek: Dış haberciler için 7 püf noktası

Savaşın hiçbir zaman kazananı olmaz. Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi, “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.”

Masum insanlar, kadınlar, çocuklar olmak üzere tüm halk savaştan zarar görecek. Rusya’nın Ukrayna’ya operasyonunu duyduğum andan beri odalara sığmıyorum. Dışarı çıkıyorum, nefes alamıyorum, soluğum kesiliyor. Tüm dünyanın yıllardır uğraştığı bela salgın varken, bir de çatışma ve savaşın çıkması çok derinden etkiledi beni. Günlerdir uyku uyuyamıyorum. Her an olayları, yaşananları takip ediyorum.

80 yaşındaki birinin elinde çanta ile orduya kayıt olması, yürüme engelli birinin eline silah alıp toprağını korumaya çalışması ve sivillerin verdikleri mücadele hem şiire hem de öykülere yansıyacaktır.

Rus ordusunun önce hava saldırısı ve ardından tanklarla Ukrayna topraklarına girmesi, atılan bombalar, yıkılan evler, hayatta kalmaya çalışan halk…  Silahın namlusunun etkisi o kadar büyük olacak ki belki önümüzdeki yüzyıllarda bile şiirlere konu olacak.

Ben de yaşananlardan etkilenerek şunları kaleme aldım:

Geçecek

her şeyin çaresi bulunur da

yüreğim susmaya devam edecek.

Ömür geçer, geride tek sevdiklerim kalır

mesela kitaplar, geceler ve sen.

Kahvem soğur, içecek kimsesi olmaz garibanın.

Yol uzun, uzun ve acımasız,

imkânsız, yüreksiz, insansız

durur masamda beyaz boş kâğıtlar ve sahte fotoğraflarım.

Kahvem soğur, içecek kimsesi olmaz garibanın.

Tuğçe Yerdelen

6 Mart 1985’te Yalova’da doğdu. Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Radyo-TV Yayıncılığı Bölümü’nden 2005’te, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden 2011’te, Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 2020’de mezun oldu. Aydınlık gazetesi İzmir muhabirliği görevini 2014’e kadar yaklaşık 3 yıl yaptı. Ardından Kastamonu Doğrusöz ve Açıksöz gazetesinde 5 yılı aşkın bir süre çalıştı. 2019-2020 yılları arasında Kastamonu Gazeteciler Cemiyeti (KGC) Başkan Yardımcılığı ve Kadın Komitesi Başkanlığı görevini üstlendi.

Journo E-Bülten