Dünyanın önde gelen medya kuruluşlarının okur gelirine dayalı iş modellerinde iki temel yaklaşım var: Birincisi, ABD merkezli New York Times’ın (NYT) başını çektiği dijital abonelik modeli. Bu modelin en azından NYT özelinde başarılı bir örnek olduğuna pek şüphe yok. Bu başarı NYT’nin geçtiğimiz haftalarda yayınlanan 2018 bilânçosunda da görülüyor:
- NYT’nin toplam geliri yüzde 6.2, dijital reklam geliri yüzde 11.3 arttı.
- NYT içeriklerine düzenli olarak para ödeyen 4.3 milyon abonenin 3.4 milyonu dijital abone. (yüzde 79)
- Kâğıt gazetenin reklam geliri sadece yüzde 5.3 düştü. (“Sadece” diyoruz çünkü ABD’deki sektör ortalaması geçen yıl bunun üç katı bir düşüşe işaret ediyor.)
- Bu güçlü mali görünüm, yıl başından beri NYT hisselerinin yükselmesini sağladı. 1 Ocak’ta 21 dolar olan hisse fiyatı geçen hafta 32 dolar seviyesinde seyretti.
- Bu sayede NYT bugün 1,550 gazeteci istihdam ediyor. Dijital aboneliğe yüklenen en büyük rakibi Washington Post da (NYT’nin yarısı büyüklüğünde bir haber merkezine sahip olmakla birlikte) benzer bir büyüme trendinde.
Bağış modelinin farkı
İkinci model ise İngiltere merkezli The Guardian’ın başını çektiği bağış öncelikli yaklaşım. Aslında bu model de abonelikten apayrı bir noktada değil. Sonuçta ikisi de okurdan gelen paraya dayanıyor. The Guardian’ın bağış modelini bir ölçüde farklılaştıran, aboneliğin aksine hiçbir içeriğini bir ödeme duvarı (paywall) arkasına hapsetmemesi.
Elbette birçok farklı abonelik modeli var ama hemen her birinde belirli içerikler bir ödeme duvarının arkasında satışa sunuluyor. Bu işlem farklı içeriklerde türlü metrikler ve boyutlar belirlenerek, kimi zaman farklı kullanıcı segmentleri yeniden hedeflenerek yapılabiliyor.
Bağış modeli ise tüm içeriği her zaman, herkese açık tuttuğu için aboneliğe kıyasla daha yüksek bir erişime ulaşıyor. Ayrıca okurlara periyodik bir ücret dayatmak yerine, tek seferlik bağışlara da fırsat sağlıyor.
Dijital gelirleri geçen yıl ilk kez kâğıttaki gelirlerini geçen The Guardian okurlara abonelik imkanı da sunuyor ama önceliği bu bağışlar…
Gönüllü bağış, The Guardian’ın köklerinin dayandığı vakfın (the Scott Trust) kamu yararı, yurttaşlık sorumluluğu ve editöryel bağımsızlık gibi ilkeleriyle de örtüşüyor.
‘Sürdürülebilirliğin kanıtı’
Londra merkezli gazete, kendi içinden haberleri aktardığı “Inside the Guardian” köşesinde 20 Şubat’ta yayınlanan makalede neden destek istediklerini bir kez daha anlattı.
Cambridge Analytica skandalından Panama Belgelerine dek son dönemdeki araştırmacı gazetecilik başarılarını hatırlatan gazete, “Dönüştürücü yaklaşımımızın aynı zamanda sürdürülebilir olduğunu kanıtlıyoruz” ifadesiyle bağış modelini övdü.
Genel Yayın Yönetmeni Katharine Viner’a göre bugün 180’den fazla ülkedeki 1 milyonu aşkın okur The Guardian’a maddi destek sağlıyor.
Bu sayede gazete, Nisan 2019 itibariyle ilk kez kâra geçmeyi öngörüyor.
Gazeteciliği açık tutarak kazanmak
Henüz birkaç yıl önce yılda 100 milyon pound’dan fazla zarar eden ve arkasındaki vakıf desteği olmasa çoktan batacak olan bir medya kuruluşunun dijital gelir stratejisiyle düzlüğe çıkması kuşkusuz büyük bir başarı.
New York Times’ın aksine tüm içeriklerini, sürekli, herkese açık tutmanın The Guardian için bedeli ise her haberin sonunda yer alan “Bir liranız var mı?” tonundaki mesaj…
O hâlde bu mesajın son dönemde en çok yayınlanan versiyonuyla bitirelim:
“Birçok haber kuruluşunun aksine biz bir ödeme duvarı kurmadık. Gazeteciliğimizi olabildiğince açık tutmak istiyoruz. The Guardian’ın bağımsız, araştırmacı gazeteciliğinin üretilmesi çok fazla zaman, para ve emeğe mal oluyor. Buna karşın reklamlardan elde ettiğimiz gelirler düşüyor. Bu yüzden siz okurlarımızın bizi fonlamasına giderek daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Eğer haberlerimizi okuyan ve beğenen herkes bizi fonlasaydı, geleceğimiz çok daha güvende olurdu. 1 pound gibi küçük bir miktara bile The Guardian’ı destekleyebilirsiniz.”