İstanbul’a kar yağınca tüm Türkiye’ye aniden kış gelmiş havası esti yine medyamızda. Sosyal medya da bugünlerde bembeyaz…
Oysa ülkemizin büyük bir bölümü her yıl aylarca kar altında kalıyor. Özellikle de Doğu Anadolu, hem nefes kesen bembeyaz doğa manzaralarına, hem de haber fotoğraflarına çok aşina… Biz de Hakkârili usta fotoğrafçılara, en iyi kar fotoğraflarını çekerken de başvurulabilecek ipuçlarını sorduk. “Ekipmana, donanıma takılmayın” cevabını aldık. Ve çok daha fazlasını…
1. Kar gibi zorlu şartlarda en iyi fotoğraflar için hangi makine kullanılmalı?
Aslen bir belgesel fotoğrafçısı olan Murat Adıyaman, doğa fotoğraflarında sanatını sergilerken zaman zaman haber fotoğrafları da çekiyor. Canon marka bir DSLR fotoğraf makinesi, Android bir cep telefonu ve Mac bilgisayar kullandığını belirten Adıyaman, şunları söylüyor:
“Fotoğrafı çeken makine değil, arkasındaki gözdür. Ve bildiğimiz gibi görme, beyinde gerçekleşir. Derslerde söylediğim sloganı burada da söyleyeyim: En iyi makine, arkadaşın makinesidir. Alıp kullanın. Alanda genç arkadaşların takıldığı birkaç nokta var. Bir tanesi, ekipmana çok fazla takılmak. İşte ‘bu makine olmadan bu çekilmez…’ Evet, ekipman önemli, ama Ara Güler’in hiçbir fotoğraf makinesi, şu an ceplerindeki bir akıllı telefon kadar iyi değildi. Aslolan eldeki imkânlar ile kadrajı doldurabilmek.”
Yaklaşık 25 yıldır doğa ve kültür temalı fotoğraflar çeken Hacı Tansu ise dağ fotoğrafçılığının Türkiye’de bilinen az sayıdaki isimlerinden. Cilo dağları ve buzulları, Sat dağları ve gölleri ile birlikte “Hakkâri dağları” olarak bilinen sıradağlarda yapılan ulusal ve uluslararası tırmanışların yanı sıra bu bölgedeki halkın otantik yaşamlarını da görüntülüyor. DSLR makine kullandığını belirterek şunları söylüyor Tansu:
“Hem fullframe Canon Mark II, hem de croplu Canon RebelT5İ model makine ve bunlara uyumlu lensler kullanıyorum. Telefonla çektiğim fotoğrafları, çalışmalarımda kullanmıyorum. Yazılım olarak genelde Photoshop kullanıyorum. Sadece muhabirlere değil, bütün genç ve yeni başlayan fotoğrafçılara önerim şu: Asıl mesele donanım değil, fotoğrafa olan tutkunuzdur.”
2. ‘Amatörler ekipmanı, profesyoneller parayı, ustalar ışığı düşünür’
Bugüne dek seçkin galerilerde 27 sergi açan ve yurt dışındakiler dâhil 72 karma sergiye katılan Hacı Tansu, eserlerini, Hakkâri Doğası, Hakkâri Turizmi, Hakkâri Albümü, Hakkâri Dağları ve Doğa Sporları Rotaları ve Çukurca Fotoğraf Albümü adlı kitaplarda derlemiş. Çok sayıda fotoğraf ödülü kazanan ve bir dönem Hakkâri Üniversitesi bünyesinde fotoğrafçılık eğitimi veren Tansu’nun kitap ve sergi çalışmaları sürüyor. “Herkes fotoğraf çekebilir ama önemli olan çektiğin fotoğrafları bir amaç uğruna, sanata dönüştürme çabası ile çekmektir” diyen Tansu, şunları söylüyor:
“Fotoğraf gerçek bir anlatma biçimidir. Fotoğraf gerçek belgedir. Yazı yazarken sözleri ve algıyı değiştirebilirsiniz ama fotoğrafla ancak gerçeği gösterebilirsiniz. Ben fotoğrafın bir sanat olduğunu kabul edenlerdenim. Fotoğrafçılık merakı olan gençlere önerim, bolca pratik yapmaları ve özellikle fotoğraf okumaları. Elbette eğitim almaları çok önemlidir. Unutmasınlar ki fotoğraf, ışıkla yazı yazmaktır. Vernon Trent’in de dediği gibi, ‘Amatörler ekipmanı, profesyoneller parayı, ustalar ışığı düşünür.’ Fotoğrafı çekerken ışığı düşünsünler.”
Adıyaman’a göre de fotoğraf hem bir sanat eseri, hem de bir belge olarak tasarlanmalı. Fotoğrafı “geleceğe yazılan bir mektup” gibi gördüğünü belirten Adıyaman, “O benim şu an görüp hissettiklerimdir, aynı zamanda okunmasını istediğim öyküler ve araştırmacılar için bıraktığım belgelerdir” diyor.
3. Elinizdeki makine gibi objektif olun ve görüntülediğiniz insanlarla samimi bir ilişki kurun
Kar ve doğa fotoğrafçılığından, insana geliyoruz. Enver Özkahraman, 1970’ten bu yana Hakkâri’de çektiği fotoğraflar ve açtığı sergilerle bölgenin geçmişini ölümsüzleştiriyor, kentin görsel hafızasını ilmik ilmik dokuyor. Değişimi anlatırken, fotoğrafçının insanlara nasıl yaklaşmasına gerektiğine dair önemli ipuçları veriyor:
“Geçmişte Hakkâri’de fotoğrafa ‘günah’ gözüyle bakan yaşlılar vardı. Bu tepkilerle karşılaştığımda, dükkânıma bir Hicaz fotoğrafı koymuştum. ‘Bak, burası Kâbe’dir ve yığınla insan var, günah olsaydı bu fotoğraf çekilmezdi ve burada olmazdı” gibi örneklerle kendimi savunmaya çalışıyordum ama nafile. Ben objektifimi hep olan şeylere, onları oldukları hâliyle göstermek için çevirdim. Yani hep objektif oldum, elimdeki makine gibi. Mizansen yapmadım. Çektiğim insanların göz kapakları hep yukarıdadır ve objektifin içine bakmaktadırlar. Güven vermediğim yerde, objektifimi kullanmadım. O yıllar oralarda makine taşımak hem sivillerin hem de güvenlik güçlerinin size şüphe ile yaklaşması demekti.”
Adıyaman’a göre de öncelikle fotoğrafçının “iyi okuması lazım…” Şunları söylüyor Adıyaman: “Ondan sonra bir dert edinmek lazım. ‘Ben bu konuyu nasıl anlatabilirim?’ Ve sahaya inince, fotoğraftan önce hikâyenin kahramanları ile samimi bir ilişkinin kurulması gerekiyor. Örneğin köydeki insanlardan direkt size poz verip yardımcı olmalarını beklemek çok yanlış. Önce iletişim kurup bir bağ oluşturmalı, daha sonra alanda serbest gezinebilmelisiniz.”
4. Kendi çevrenizdeki görüntülere duyarsızlaşmayın
Daha birçok alanda olduğu gibi fotoğrafçılıkta da evrensele giden yol, yerelden geçiyor. Bu noktada Adıyaman, “kıyas hastalığı” diye nitelediği bir sorundan bahsediyor. Ona göre bu “hastalık” yüzünden fotoğrafçının, çevresine karşı duyarsızlaşma riski var. “Çukurca’daki bir genç fotoğrafçının tarihi yapı olarak Ayasofya ile kıyas yapıp çok katlı tarihi Çukurca taş evlerini görmemesi…” diye örnek veriyor buna Adıyaman.
Bir diğer risk, insanın kendi çevresini kanıksaması. Oysa size çok sıradan gelen bir doğa manzarası veya insani görüntü, orada yaşamayan milyonlarca insan için çok çarpıcı olabilir. Özkahraman’ın 50 yıl önce fotoğrafçılığa başlaması, işte bu görsel duyarlılığı sayesinde mümkün olmuş.
Hakkâri’nin dört bir yanını işi gereği dolaşıyormuş Özkahraman. “Gördüklerimi arkadaşlarıma anlatmıştım, ama onları inandıramamıştım. Bu yüzden ilk maaşımdan bir makine almayı kafama koymuştum” diyor Özkahraman. Yani fotoğrafa başlama sebebi, gördüklerinin gerçek olduğunu kanıtlamakmış. Bu nedenle o hâlâ fotoğrafı, öncelikle “belge, şahit ve kanıt” olarak niteliyor.
“Fotoğraf benim için bir yaşam tarzıdır” diyen Tansu ise bu duyarlılığın altındaki özgürlük hissini de vurguluyor. “Fotoğraf çektiğim an aklımın, gözümün ve yüreğimin aynı hizaya geldiği ‘an’dır. Bu durum beni mutlu ediyor. Ben doğada fotoğraf çekmeye başladığım zaman yemek, içmek, dinlemek gibi ihtiyaçlarımı tamamen unutuyorum. Yani tutku hâline gelmiş bir durum bu” dedikten sonra şunları ekliyor:
“Yıllarca Hakkâri gibi eşsiz bir bölgede doğa sporları yaparken gördüğümüz güzelliklerin ve yaşam tarzının neden insanlarca bilinmediğini ve bunu anlatmanın yolunu düşündüm. Malum, Hakkâri gibi bir bölgede yaşıyorsanız istediğiniz veya gördüğünüz her şeyi en doğru şekilde, cesurca kelimelerle ifade etmeniz çok zor. Ben de yıllar önce bunu fotoğrafla daha özgür dile getirebileceğimi düşünerek fotoğrafa başladım.”
5. Doğru bir konu seçin
Hakkâri gibi illerde görsel malzeme bol, ama bir yandan da herkesin elinde, satın alırken kamera kalitesini de hesaba kattıkları akıllı telefonlar var. Bu durumu vurgulayan Adıyaman, öncelikle konu seçiminin önemine dikkat çekiyor:
“Çok bakir bir doğanın içinde büyük bir kültür yaşıyor. Dışarıdan bakınca burada fotoğraf çekmek çok kolay. Çünkü her taraf fotoğraf aslında. Ama içine girince durum katbekat zorlaşıyor. ‘Kadraja nereyi sığdıracaksınız’ oluyor. Şöyle bir örnek vereyim: Bir kentte bir tane dağ olsa, onu çekmek kolay olur. Çünkü o ayrıdır. Ama Hakkâri’de dağlar birbiri ardına dizilmiştir ve sizin buradan bir şey çekmeniz çok zor oluyor. Diğer taraftan bu bakir doğanın renkleri ve çizgilerini insanların kıyafetinde, yemeğinde, yaşam alanında, hatta yüzlerinde görebiliyorsunuz.”
Adıyaman bu nedenle belgesel fotoğrafçılığından büyük haz aldığını, zira yaşamı ve ritüelleri kayıt altına alıp paylaşmanın kendisini mutlu ettiğini söylüyor. Bu nedenle projeleri için seçtiği konulardan ikisi şöyle: “Çarşemba Sor / Kırmızı Çarşamba” projesiyle Ortadoğu’nun kadim dini geleneklerinden birine mensup olan Yezidiler’in Irak’taki yılbaşı ritüeline odaklanmış. Yine Zagros dağları eteğinde “kartal yuvası” denilen Hawraman’da ise Pir Şalyar düğün merasimini dört yıl boyunca çalışmış.
6. Emek ve zamanlama, kritik önemde
Akıllı telefonlar ve giderek küçülen güçlü kameralar çağında fotoğrafçılıkta da fark yaratmak, milyon yıllık buzullara sahip Cilo coğrafyası gibi her yanından fotoğraf konusu fışkıran yerlerde bile büyük emek istiyor. Bazen Adıyaman’ın yaptığı gibi uzun soluklu projelerde zamana yayılan bir emek bu. Bazen de kimsenin kolay kolay girişemeyeceği fiziksel bir emek. Hacı Tansu bunu şöyle anlatıyor:
“Ben bir fotoğraf çekmek için aylarca dolaştığımı bilirim. Bu şehrin dağlarında ve köylerinde istediğim pozları çekebilmek için çok yol katettim. Bazen günlerce Berçelan yaylası, Nebırnav yaylası, Bıleh Bınevşan yaylası gibi bölgelere gelen Koçerlerle kaldım. Öncelikle Hakkâri tarihini öğrenebilmek gayreti ile çok sayıda eser okudum. Toplumu, insanları, yaşayışlarını araştırdım. Ondan sonra fotoğraf makineme elimi attım, belgesel fotoğrafçısı tarzı ile çalışmaya başladım. Kısacası Lewis Hine’ın dediği gibi, ‘Eğer hikâyeyi sözcüklerle anlatabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım.’”
Doğru konu seçiminin, emeğin ve sabrın yanı sıra, zamanlama da fotoğrafçılıkta kalite için önemli. Hacı Tansu, fotoğraf konusunu dönemsel olarak dosya hâlinde çalıştığını söylüyor. “Örneğin bahar aylarında göçebelerin yaşamını çekmek gibi… Doğa fotoğraflarını zaten her dönem ve farklı açılarla çalışıyorum. Sergilerde ise sergi konusuna göre önceden yapılan çalışmalar içerisinde eleme usulü ile seçip sergilenecek olan fotoğrafları baskıya yolluyoruz” diyor.
Sanat ve haber fotoğrafçılığının bu alanda örtüşen ve ayrışan yönleri var. İlk maddeye dönersek bu açıdan Tansu şunları söylüyor son olarak: “Malum, ben foto muhabiri değilim. Foto muhabirliği tamamen farklı bir alandır. Foto muhabirliği kanaatimce daha hareketli, daha hızlı karar vericiliğin ve etkili görüntü çekmenin yarışıdır. Bu nedenle özellikle muhabirlik gibi bir alanda çalışan fotoğrafçı arkadaşların elbette ki daha hızlı ve taşıması kolay olan, ama iyi kalite ortaya koyan donanımı kullanmaları menfaatlerine olacaktır.”
Son söz
Bu yazıda, Hakkârili fotoğrafçılara verdik sözü. Çünkü bir dönem fotoğrafın “günah” addedildiği Hakkâri’de, bugünlerde fotoğraf çekmek bir yaşam biçimine dönüşüyor.
Evet; muhteşem doğası, yüksek dağları, derin vadileri, yayları ve kültürü ile herkesi kendisine hayran bırakan Hakkâri’de son dönemde doğa ve kültür fotoğrafçılığı ön plana çıkmaya başladı. Oysa fotoğraf çekmenin cesaret olduğu zamanlardan geçti Hakkâri. Bir fotoğraf karesi çekildiği için yıllarca özgürlüğü kısıtlanan ve mahkemelerle yaşamı ters düz edilenleri de gördü.
Bugün Hakkâri’de fotoğraf çekmek, zorlu coğrafyanın büyüsünü yansıtmak, akan zamanın tarihine gelecek kuşaklar için tanıklık etmek anlamına geliyor. 3.000 rakımı aşan 30’dan fazla dağında dört mevsimin bir arada yaşandığı, özgün bir yaşantıyı barındıran bu zorlu coğrafyayı objektife yansıtmak ise hâlâ cesaret gerektiriyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – FOTOĞRAF GAZETECİLİĞİ BİTİYOR MU?