Türkiye’de “erişim engelleme” kararları 15. yılına girdi. İfade Özgürlüğü Derneği kurucularından Prof. Dr. Yaman Akdeniz’e, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu konuda geçen ay sonunda verdiği pilot kararı sorduk. İlk derece mahkemelerinin AYM içtihatlarını yok saydığını vurgulayan Akdeniz’e göre pilot karar da “ne şiş yansın, ne kebap” yaklaşımıyla siyasi iktidarı rahatlatmaktan başka bir işe yaramayacak.
Kişiler ve kuruluşlar, sulh ceza hakimliklerine başvurarak internet sitelerinde yayımlanan haberlere erişimin engellenmesini isteyebiliyor. İfade Özgürlüğü Derneği’ne (İFÖD) göre 2020 sonu itibarıyla 467 bin 11 web sitesi, 764 farklı kurum tarafından verilen 408 bin 808 farklı kararla erişime engellendi.
İFÖD verilerine göre içerik kaldırma taleplerinin kabul edilme oranı da artıyor. 2019 içerik kaldırma ortalaması %76 civarında iken 2020 ortalaması %81’e çıktı. Prof. Dr. Yaman Akdeniz, “2021 sonunda bu oranların daha da artmasını beklemekteyiz” diyor.
AYM ise geçen ay sonunda verdiği pilot kararla sulh ceza hakimlikleri tarafından verilen erişim engeli kararı hakkında kendisine yapılan 9 bireysel başvuruyu kabul etti. Haberlere erişimin engellenmesinin ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmeden mahkeme, pilot kararı Meclis’e göndererek yasal düzenleme yapılmasını istedi.
Bu nedenle AYM bir yıl boyunca içerik engellemeyle ilgili hak ihlali başvurularını incelemeyip Meclis’in düzenleme yapmasını bekleyecek. AYM’ye göre erişim engeli usulünün kapsamı, hukuki ve yeterli açıklıkta olmalı. Erişim engeli için acil toplumsal ihtiyaç zorunluluğu ve hakimliklere son çare olarak başvurulmalı. Kamu makamlarının müdahale sınırı ortaya konup keyfi uygulamalara karşı güvenceler oluşturulmalı. Ayrıca erişim engeli kararları istinaf ve temyiz denetimine açılmalı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yaman Akdeniz ile hem bu pilot kararı, hem de uzman araştırmacı Ozan Güven ile birlikte hazırladıkları 120 sayfalık son İFÖD raporunu konuştuk. Akdeniz’e, sosyal medyaya yönelik yeni “sansür yasası” hazırlıklarını da sorduk.
İFÖD’ün raporunda 2020’de haberleri erişime engellenen 74 haber sitesiyle ilgili ayrıntılı bilgiler yer alıyor. En çok dikkat çeken verilerden biri de yayından kaldırılma oranındaki artış. Birçok internet sitesi, erişim engeli getirilen haberlerinin neredeyse tamamını yayından kaldırmış. Nasıl bir mekanizma bu haber sitelerinin otosansür uygulamalarına imkân veriyor?
5651 sayılı Kanun’un kişilik hakları ihlali ile ilgili 9. maddesinde Temmuz 2020’de yapılan değişiklikler öncesinde sadece “erişimin engellenmesi” yaptırımı söz konusu iken içeriklerin yayından çıkartılması yaptırımı söz konu değildi. Böyle bir yaptırım olmamasına rağmen, öncelikle 2019 raporumuzda dikkat çektiğimiz ve 2020 raporunda da detaylandırdığımız üzere birçok haber sitesi kendi kendilerine “otosansür” uygulamakta ve kendi kendilerine erişime engellenen içerikleri kaldırmaktaydı.
5651 sayılı Kanun’da Temmuz 2020’de yapılan değişiklikler sonrasında ise 9. Madde’ye erişim engelleme yaptırımının yanı sıra içeriklerin yayından kaldırılması veya çıkartılması yaptırımı da eklendi. Hakimlikler kararlarında bu yeni yaptırıma başvururlar ise içerik ve haberleri yayından çıkartmak yasal zorunluluk hâline geldi. O bakımdan raporumuzda da belirttiğimiz üzere içeriklerin yayından kaldırma yüzdelerinde artış tespit edildi.
Erişim engeli gelince içeriği kaldıranlar otosansür yapıyor
Bir de erişime engellenen haberlerinin hiçbirini kaldırmayan kuruluşlar var. Onlar için süreç nasıl işliyor? Kısa veya uzun vadede bir yaptırıma maruz kalacaklar mı?
Yasal düzenlemede birden fazla yaptırım söz konusu ve bunları birbirine karıştırmamak gerekiyor. Erişim engelleme yaptırımının muhatabı erişim sağlayıcıları, içerik ve haber çıkartma yaptırımının muhatapları ise haber siteleri ve içerik sahipleri. O bakımdan bir içerik sağlayıcının erişime engellenen içeriğini kaldırması ancak otosansür olarak değerlendirilebilir.
Bir diğer taraftan ise Temmuz 2020 sonrasında eğer kararda açık bir şekilde içeriğin çıkartılmasına hükmedilmiş ise o zaman içerik sağlayıcıların karara konu içerikleri yayından çıkartması gerekiyor. 5651 sayılı Kanun kapsamında yasal zorunlulukları yerine getirmeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcılar için çeşitli adli ve idari para cezaları öngörülmüş ve bu cezaların uygulanması da her zaman söz konusu olabilir.
Binlerce kararda AYM’nin içtihadı yok sayıldı
Genel toplama baktığımızda erişim engeli kararı verilen haberler, kişilik hakları ihlali adı altında aslında siyasi nitelikte olan, kamuoyunun bilgisi dahilinde olması gereken haberler. Erişim engeli kararlarıyla ilgili detaylı bir gerekçe sunulmuş oluyor mu?
Biz İfade Özgürlüğü Derneği’nin EngelliWeb projesi kapsamında yüzlerce erişimin engellenmesi ve içerik çıkartma kararı inceledik. Hatta bu kararları Anayasa Mahkemesi’nin ilkesel kararları kapsamında da değerlendirdik. Sulh ceza hakimliklerinin Anayasa Mahkemesi’nin erişim engelleme uygulamaları ile ilgili önemli emsal kararlarına ve ilkelerine atıf yapıp yapmadığını da değerlendirdik.
Ozan Güven ile birlikte hazırladığımız raporumuzda Anayasa Mahkemesi’nin Ali Kıdık başvurusuyla ilgili kararında benimsenen “ilk bakışta ihlal” değerlendirmesinin uygulanması zorunluluk iken 2019 yılında %0.11 oranında ve çok az sayıda erişimin engellenmesi kararında bu karara atıf yapıldığı, 2020 yılında ise bu oranın %0.62 olduğunu açıkladık. Kısacası, binlerce kararda Anayasa Mahkemesi’nin önemli içtihadı sanki hiç yokmuş gibi karar veriliyor.
Yüzlerce karar karbon kopya birbirinin aynısı ve sadece erişime engellenen adresler değişiyor. Genellikle kararlardan haberinizin veya sosyal medya paylaşımınızın neden engellendiğini, talep eden kişi veya kurumun hangi kişilik hakkını ne şekilde ihlal ettiğini anlayamıyorsunuz.
Kaldı ki hakimlikler kararlarını dosya üzerinden ve genellikle de siyasi nitelikli talepler söz konusu olduğu zaman talep edenden yana kullanıyor. Bir tarafta kişilik hakları ihlali iddiası yer alırken bu iddiaları ve talepleri herhangi bir tartı işleminden geçirmeden ve ifade ve basın özgürlüğü açısından değerlendirmeden karar veriyorlar.
Benim tweet’im de engellendi, siyasi sansür mekanizması var
Dolayısıyla, bu tek taraflı mekanizma siyasi nitelikli bir sansür mekanizmasına dönüşmüş durumda. Biz EngelliWeb projesi kapsamında kamuoyunu yakından ilgilendiren erişim engelleme ve içerik çıkartma kararlarını Twitter hesabımızdan ve web sitemizden de paylaşıyoruz. Fakat son 10 ayda bize de 10 farklı erişim engelleme ve içerik çıkartma kararı gönderildi. Hatta benim de Diken’in bir haberinin erişime engellenmesi ile ilgili attığım tweet önce Serhat Albayrak tarafından engelletildi, ondan sonra tekrardan bu konuda tweet attığım için bana karşı 100 bin lira miktarlı manevi tazminat davası açtı. Geçtiğimiz ay, ilk duruşmada, attığım tweet ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği için bu dava reddedildi.
Serhat Albayrak tarafından hakkımda açılan ve İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen 100.000 TL talepli manevi tazminat davası bugün ilk duruşmada reddedildi. İfade özgürlüğü kazandı. Savunmamı aşağıda paylaşıyorum 👇 https://t.co/T6rmSAI8oB
— Yaman Akdeniz (@cyberrights) September 23, 2021
İfade Özgürlüğü Derneği’ne gönderilen kararlarla ilgili yaptığımız tüm itirazlar ise reddedildiği için hepsi için Anayasa Mahkemesi’ne ayrı ayrı bireysel başvuru yaptık.
AYM’nin pilot kararını bir “ama..” ile olumlu gördüğünüzü belirttiniz. Bu kararın eksik yanını, ifade özgürlüğü konusundaki handikapını açıklar mısınız?
Öncelikle gerekçeli karar henüz yayımlanmadı. Yayımlandıktan sonra daha detaylı bir değerlendirme yapacağız. Yukarıda da değindiğim 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesi ile ilgili sorunları zaten Anayasa Mahkemesi, dört sene önce Ekim 2017’de Ali Kıdık başvurusu ile ilgili kararında tespit etmiş, “ilk bakışta ihlal” ilkeleri kapsamında erişim engelleme kararlarının sulh ceza hakimlikleri tarafından ancak istisnai durumlarda verilebileceğini karara bağlamıştı. Sulh ceza hakimliklerinin Ali Kıdık kararı sonrasındaki performansını 2018, 2019 ve 2020 EngelliWeb raporlarında okuyabilirsiniz. Anayasa Mahkemesi ise en sonunda yaklaşık 15 bin karar ve önünde bekleyen 500’den fazla bireysel başvuru sonrasında “sorunu” fark edebildi ve bu pilot karar çıktı.
Bu AYM kararı üç sene önce de verilebilirdi
Bu karar üç sene önce de verilebilirdi, Anayasa Mahkemesi ise görmek istemedi. Görmüşken de sadece 9 başvuruyu karara bağlayıp, önünde bekleyen 500 kadar benzer başvuruyu karara bağlamadı. Kendi kendime koyduğum bir yıllık süreyi bekleyeceğim, dedi.
Bu süreçte birinci olarak Meclis değişiklik yapmayabilir. İkincisiyse sulh ceza hakimlikleri bu kararları mevcut kanun kapsamında aynen vermeye devam edecekler. Biz ise aynı itirazları yapmaya, itirazlar reddedilince de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya devam edeceğiz. Anayasa Mahkemesi ne yapacak? Bir yıl hiçbir başvuruyu bu süreçte karara bağlamayacak.
Anayasa Mahkemesi, bir yasama organı olmadığına göre ve üstelik pilot bir karar verdiğine göre, pilot kararın sonucu kesinlikle “bekleme” olmamalıydı. Madem AYM 9 farklı başvuruda yapısal sorunlar tespit etti; ifade ve basın özgürlüğü ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine hükmetti, aynısını önünde bekleyen tüm başvurular için de yapmalıydı. Daha da önemlisi, bu pilot karar sonrası önüne gelecek benzer başvurularda da ve üstelik sulh ceza hakimlikleri sanki bu pilot karar ortada yokmuşçasına karar vermeye devam ediyorsa, o zaman beklemenin hiçbir anlamı kalmıyor. Hatta, beklemeyle birlikte Anayasa Mahkemesi’nin tespit etmiş olduğu ihlaller daha da ağırlaşacaktır.
AYM tozlanmış dosyaları çürümeye terk etti
Örnek vermek gerekirse, Ahmet Davutoğlu’nun talebiyle erişime engellenen Atilla Taş’ın tweetleri, Ateizm Derneği’nin web sitesiyle ilgili başvuru, Charlie Hebdo dergisinin web sitesiyle ilgili başvuru ve Yusuf Yerkel’in Soma’da attığı tekmenin fotoğrafının yer aldığı yüzlerce haberle ilgili bireysel başvuru zaten 2015’ten beri Anayasa Mahkemesi önünde tozlanmış bir şekilde bekliyor. Şimdi bu dosyalar çürümeye devam ederken Anayasa Mahkemesi ise bir yıl bekleme kararı aldı. Bu kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. AYM ise çok önemli bir yapısal sorunu kendince “ne şiş yansın, ne kebap” yaklaşımıyla çözdü, 2023 seçimlerinden önce hükûmeti açıkçası rahatlattı.
Raporda erişime engellenen sosyal medya hesapları arasında birinci sırada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2014’ten beri gözünü diktiği Twitter var. 2020’de Türkiye bu şirketten 13.904 hesabın kapatılmasını isterken Twitter yalnızca 69 hesabı kapatmış. Geçen yıl çıkan sosyal medya platformlarıyla ilgili yasanın buraya bir etkisi oldu mu? Geçen yıl bu tartışmalar yapılırken Twitter’ın yasal temsilci göndermeyebileceğine ilişkin kimi tartışmalar yapılıyordu. O zamandan beri yasa sosyal medyayı nasıl etkiledi?
Sadece Twitter değil, hiçbir sosyal medya platformu Türkiye’den kendilerine gönderilen karar ve talepleri ciddiye almıyor. Twitter istatistiklerinde de, Google’ın istatistiklerinde de bu açık bir şekilde gözüküyor. Facebook raporları ise şeffaflıktan uzak olduğu için aynısını Facebook için söylemek mümkün değil. Temmuz 2020’deki yasak değişikliklerin etkisi henüz hissedilmedi ve kâğıt üstünde kurdukları paravan şirketlerle yasada belirtilen “Türkiye’de yasal temsilci bulundurma” yükümlülüklerini yerine getirdiler. Dolayısıyla, bugüne kadar da bant daraltma dahil, ciddi bir yaptırımla karşılaşmadılar. Bu durum eğer dezenformasyon konusunda yeni bir yasa değişikliği yapılırsa çok çabuk değişebilir.
2014 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız” cümlesinden sonra, hükûmetin müdahalesinin ağırlaşarak hissedildiği sosyal medya için yeni bir yasa üzerinde çalışılıyor.
Kamuoyunda “Sosyal Medya Yasası” olarak anılan ve 1 Ekim 2020’de yürürlüğe giren “7253 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun,” günlük erişimi bir milyondan fazla olan yabancı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılarına muhataplık oluşturmayla ilgili aşamalı yaptırımlar getirmişti.
Üzerinden bir yıl geçmişken Adalet ve Kalkınma Partisi, sosyal medyaya yönelik bir düzenleme için yeniden harekete geçti. Yeni yasanın, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un “yalan terörü” şeklinde andığı dezenformasyonu engelleme amacı taşıdığı söyleniyor.
BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın hükûmet kaynaklarından edindiği bilgilere göre yeni düzenleme hem sosyal ağ sağlayıcılarına, hem de kullanıcılara yönelik yaptırımlar içerecek. Hükûmetin Almanya, Fransa, Singapur, Rusya ve Avustralya’da bu konuda yapılan düzenlemeleri inceleyerek oluşturduğu yasa tasarısının odağında, paylaşımlarda örgütlülük ve belli bir amaca dönüklük kriterinin aranacak olması yer alıyor.
Kamuoyuyla paylaşılmayan yeni yasa taslağında dezenformasyonun tanımı, buna karar verecek merciinin neresi olacağı, ne gibi yaptırımlarla karşılaşılacağı soruları hâlâ cevaplarını bulmuş değil.
Yaz aylarından bu yana üzerinde tartışılan yasa teklifinin, bütçe görüşmeleri sonrası Meclis’e sunulması bekleniyor. Bu sırada hükûmet, yasa teklifinin internet medyasını da kapsayacak şekilde genişletilmesi için de hazırlanıyor.
Geçtiğimiz hafta #ölmüş etiketiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik “hakaret, tezvirat, onur ve saygınlığını rencide edici” ve “dezenformasyon ve manipülasyon niteliğinde” paylaşımlar gerekçesiyle 30 kişi hakkında yasal işlem başlatıldı.
Konvansiyonel medyanın yeterince açık ve şeffaf olmadığı ve milyonlarca insanın haber ihtiyacını sosyal medya üzerinden karşıladığı Türkiye’de, yeni yasayla birlikte haber alma hakkının ihlal edileceği endişesi kamuoyunca tartışılıyor.
Temmuz 2020’de çıkan yasa, sosyal medya platformlarının hukuki ve mali muhataplık oluşturmasıyla ilgiliydi. Şimdiyse iktidarın, bu platformlarda ortaya çıkan dezenformasyonu engellemek maksadıyla yeni bir yasa hazırlığında olduğu bilgisi var. Bu düzenlemeler hakkında neler söylemek istersiniz?
Şunu açık ve net bir şekilde tekrarlamakta yarar var: 5651 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerin hiçbirisi sosyal medya platformlarının “mali yükümlülüklerine” istinaden olmadı. Bu kanun kapsamında mali muhataplık veya vergi konuları yok. “Türkiye’de vergi vermiyorlar” söylemlerinin de muhatabı 5651 sayılı Kanun değil.
Genel bilindiği anlamıyla dezenformasyon, yanlış veya doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgi şeklinde tanımlanır. Fakat henüz ortada ne bir taslak, ne de bir tasarı var. O bakımdan bu suç veya suçun unsurları neye göre tanımlanacak şimdilik belli değil. Yapılan açıklamalardan ise dezenformasyon içerikli paylaşımların denetimi için “resmi ve kurumsal” bir mekanizmanın da kurulacağı belirtiliyor. Bu yeni kurumun ise dezenformasyon içeren içerikleri tespit edip özellikle sosyal medya platformlarıyla koordinasyon sağlayacağı düşünülüyor. Fakat, böyle bir kurumun neyin dezenformasyon olup olmadığına karar vermesi de ayrı bir tartışma konusu olacaktır.
Türkiye’de yapılmak istenen düzenlemenin Avrupa’da karşılığı yok
Avrupa’ya gelince, hükûmetin planladığı ve şimdilik sadece bazı detaylarını yapılan basın açıklamalarından öğrendiğimiz kadarıyla Türkiye’de yapılmak istenen düzenlemenin Avrupa’da herhangi bir karşılığı yok. Sıklıkla Almanya örneğinden bahsedilmekle birlikte Türkiye’de planlanan dezenformasyon suçu ve beş yıla kadar hapis cezasının Almanya’da tam bir karşılığı yok. Almanya’daki sosyal medya düzenlemesinin de tam olarak Türkiye’de karşılığı yok. Türkiye’deki mevcut 5651 sayılı Kanun kapsamındaki erişim engelleme ve içerik çıkartma uygulamalarının da Avrupa’da veya Almanya’da bir karşılığı yok.
Düzenlemenin amacı susturmak, hedefi genel seçime hazırlık
Unutulmamalıdır ki İfade Özgürlüğü Derneği’nin “Fahrenheit 5651: Sansürün Yakıcı Etkisi” başlıklı EngelliWeb 2020 raporu verilerine göre 2020 sonu itibarı ile Türkiye’den 467.011 web sitesi 764 farklı kurum (mahkemeler ve yetkili kurumlar) tarafından verilen 408.808 farklı kararla erişime engellenmiştir. Dahası, EngelliWeb 2020 rapor verilerine göre 2020 sonu itibarı ile 150.000 URL adresine, 7.500 Twitter hesabına, 50.000 tweete, 12.000 YouTube videosuna, 8.000 Facebook içeriğine ve 6.800 Instagram içeriğine de 5651 sayılı Kanun ve diğer hükümlere istinaden erişim engellenmiştir. Hükûmetin “yeni düzenlemesi,” baskıcı ve yakıcı etkisi her yıl daha fazla hissedilen mevcut düzenlemeye ek olarak düşünülmektedir.
Böyle bir düzenleme gazetecileri nasıl etkiler?
Bu tip bir düzenlemenin ana hedefi ancak sosyal medya kullanıcılarını susturmak, sindirmek, haber sitelerini ve basın mensuplarını oto sansüre zorlamak ve eleştirel ve karşıt görüşü azaltmak olabilir. İnternet sansürlerinin yakıcı etkisi İfade Özgürlüğü Derneği raporlarında detaylandırılmış ve durum ortadayken, pandemi döneminde hükûmete yönelik eleştiriler artmışken, özellikle 2021 içinde Sedat Peker’in açıklamalarıyla hükûmet içindeki sıkıntılar, yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları tavan yapmış ve sıklıkla sosyal medyada tartışma ve eleştiri konusu olmuşken, yaz aylarında orman yangınları ve sel felaketleri sonrasında hükûmete yönelik eleştiriler zirve yapmışken, bu yeni düzenleme “müjdesi” hiç de şaşırtıcı değil. Tüm bunlar bir sonraki genel seçimlere yönelik bir hazırlık olarak görülmeli.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – SANSÜR VE OTOSANSÜR KISKACINDA: GAZETECİLER DİJİTALDE DİRENİYOR