Ülkemizde hâlâ tartışmalı bir konu, ‘dövme yaptırmak’. 2016 itibariyle azımsanamayacak sayıda insanımız en azından bir adet dövmeye sahip, ancak tutucu amcaların teyzelerin gözündeki ‘işe yaramaz, satanist, çapulcu’ algısı henüz değişmedi.
Ama değişecek. Mecburen.
Zira 2000’lerin sonundan itibaren dövme olayı moda ile uyum sağlamaya başladı, hatta kendisi bir ‘moda’ oldu. Bu durumla bağlantılı olarak dövme türleri, çeşitleri, tarzları da çoğaldı. Çoğu insan en azından bir dövmesi olsun istiyor, kimisi yaptırmaya korkuyor, kimisi yaptıracağı beşinci dövme için çok heyecanlı. Şehir merkezlerinde bol bol dövme dükkânı görebilmek mümkün. Talep olduğu sürece, istenilen şey artarak ve evrilerek servis edilmekte.
Kimi psikologlar dövme yaptırmayı ‘kişinin kendi benliğini, korkularını, zayıf yanlarını bedeninin ardına gizlemesi’ olarak görmekte. Madalyonun öteki tarafında ise, insan bedeninin boş bir tuval ve üstüne çizilen her çizginin bir tür ‘sanat eseri’ olduğu gerçeği var. İnsanın kendini özgürce ifade edebilmesinin belki de en pratik yolu.
Hangi argüman doğru peki?
Bence her ikisi de doğru. Ancak tam bir cevap vermeden önce, gelin biraz dövme tarihine bakalım:
Dövme, şu anki algıdan çok daha farklı bir biçimde olsa da, kökeni milattan önce 2000’lere dayanan bir sanat. İlk örneklerini Antik Mısır gibi kültürlerde gördüğümüz dövmeler, vücudu süslemekten ziyade kişinin ait olduğu toplumsal tabakayı belirtmek için yaptırılmaktaydı. Özellikle kölelere ve suçlulara ‘damga’ olarak dövme yapılıyordu. Öte yandan Afrika veya Amerika yerlilerine baktığımızda, dövmelerini kötü ruhlardan ya da hastalıklardan korunmak amacıyla, yani ‘nazardan’ korunma gayesiyle yaptıkları görülüyor.
Tabii süs olarak yaptırılan dövmeler de bulunmakta. Ancak süs olayı 1700’lerden itibaren devreye giriyor. Ondan sonra da yavaş yavaş kültürleri etkilemeye başlıyor, algıyı şekillendiriyor. Tenin ‘kıyafeti’ olarak kullanılmaya başlıyor usulca.
Buyrun sizleri, tarihin bilinen ilk kadın dövmecisi Maud Stevens Wagner ile tanıştıralım. 1900’lü yılların başında kocası Gus Wagner ile gezici sirklerde çalışan Maud Amerika’da dövme kültürünün yaygınlaşmasında önemli bir pay sahibi. Kadınların ‘sözde’ hak sahibi olduğu o günlerde, aynı zamanda dev bir ikon.
Bu tür tekil örneklerden sonra dövme kültürü yavaş yavaş genele hitap etmeye başlıyor. Örneğin ABD’nin ünlü motosiklet çetesi Hell’s Angels üyeleri dövmeleriyle meşhur. Keza Japon mafyası Yakuza da öyle.
Geliyoruz günümüze. Artık dünya üzerindeki hemen her insan -uygulamaya geçemese bile- dövme yaptırmayı düşünüyor. Bu yüzden uzmanlar da kişilerde oluşabilecek fiziksel ve psikolojik zararları olabildiğince irdelemeye çalışıyor. Fiziksel zararlarının üstesinden, dövmeyi steril bir ortamda yaptırmak ve düzenli bakım ile gelinebiliyor. Psikolojik zararı ise, üstte de bahsedildiği gibi bir ‘maske’ olma durumu.
Ancak olaya bu perspektiften bakarsanız, kişinin üzerine geçirdiği her şey birer ‘maske’dir aslında. Kıyafet, toka, saç biçimi, stil; hatta soyut olarak statü ve sınıf, her biri kişinin asıl benliğini gizleyen unsurlardır. Dövmenin bunlardan tek farkı ise onun kalıcı olması.
Yani, maske takmak gibi bir gayemiz yoksa eğer, dövme yaptırmak kişiyi iyi hissettiren bir durum. Kendini ifade etmesine olanak sağlamakta, insanı bedenini sevmeye yönlendirmekte. Madalyonun bu tarafı görüldüğü gibi daha ağır basıyor.
Kültürel baskılar için ise söylenebilecek tek şey, bir gün şimdinin gençleri en yaşlı jenerasyon olacak ve ortalık üzerleri dövme kaplı dedeler ve anneanneler ile kaynayacak. İşte o zaman algı tamamen değişecek, insanların içindeki o korkular da kaybolacak.
Daha renkli bir dünya ümidiyle…