* Bu yazıda sürpriz kaçıran (spoiler) vardır
Hayatımızdan Penny Dreadful gibi övgülerin hakkını fazlasıyla veren harika bir yapım geçti. Geçerken de damağımızda güzel dizeler ve özel duygular bıraktı. Dreadful, gerek verdiği mesajları, gerek kurgusu ve gerek müzikleriyle son zamanlarda izlediğimiz en iyi dizilerden biri olabilir. Şahsen gerilim sever, hatta iyi bir gerilime denk gelebilmek için saçma sapan yapımlara dahi şans vererek izleyen biri olarak, beni doyuran en iyi projelerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yaşadığımız dünya, bugün dahi kadın hakları konusunda sınıfta kalmışken, dizinin bir yanı da bizleri hırsla karışmış, büyümeye çalışan bir feminist mücadelenin içine atıyor ve akıcı bir anlatım ile izleyiciyi de kendisine ortak ediyor.
Dizi, temelinde bir çok toplumsal eleştiriyi barındırıyor. Ancak bu eleştirileri anlatırken izleyicilerin gözüne sokarak değil, temaya büyük bir ustalıkla serpiştirilmiş tadına doyulamayacak diyaloglarla yapıyor. Genellikle karanlık bir temaya ait olan dizi, bu karanlığı karakterlerin iç dünyasını izleyenlere yaşatmak için ustaca kullanılmış.
Hikaye, sınıfsal çatışmalar ile cinsiyet eşitsizliklerinin çoğaldığı ve tıp tarihinin en karanlık günlerinin yaşandığı Victoria Dönemi İngilteresinde geçiyor. İçerdiği senaryoda ise, kadın hareketlerine alttan alttan bol bol selam çakılıyor. Oyunculuk performanslarından ziyade, bu dönem ve dizide kullanılan mesajları aynı anda işleyerek yazımı özellikle tek yönlü olarak Lilly Frankenstein karakteri üzerinden sürdürmek istiyorum
Victoria Dönemi’ni okuduğumuzda, kadınların üzerine “Evdeki melek” figürünün yapıştırıldığı, kadın bedeninin evde “iyi bir eş ve anne” olarak mahkum edildiği ve kadınların erkeklere karşı hak talep edemediği bir dönem olarak gözümüze çarpıyor. Bu dönemde salt bir erkek üstünlüğü söz konusuydu ve kadın söz sahibi olmamakla birlikte, sadece iyi bir eş ve anne olmakla görevlendiriliyordu. Çünkü Victoria, kendisi de kadın olmasına rağmen oldukça anti feminist bir düşünce yapısına sahipti. Karakterimiz Lily, böyle bir dönemde fahişelik yaparak çocuğuna bakma ve kendini geçindirme zorunluluğu hisseden bir kadın. Aynı zamanda ölümcül bir hastalığa da sahip. Hayatını bu şartlar altında sürdürürken de aynı zamanda kadının erkek tarafından ezilmişliğini ve dışlanmışlığını iliklerine kadar hissediyor. Hastalığından dolayı ölüp, Dr. Frankenstein tarafından yeniden diriltildiğinde ise, aklında hala önceki yaşamından kalan kötü ve bir o kadar da nefret uyandırıcı hatıralar vardır. Kendini sorgulama süreci, geçmiş anılarla boğuşma falan derken karakterimiz ufak flashbacklerden geçiyor ve kendini böylece ölümsüzlük zırhına kuşanmış bir şekilde, kadınların saflarında erkeklere karşı acımasız bir savaş yürütürken buluyor. Bu dönüşümden sonra kendisini ezilen kadınları kurtarmaya adayan Lily, sevgilisi Dorian ile birlikte kadınların pazarlandığı toplantılara gidip, herkesi öldürerek pazarlanan kadınları kurtarıyor ve mücadelede kendi safına katıyor. Ayrıca reelde o dönemde hareketlenmeye başlayan kadın mücadelesinin ön saflarındaki Süfrajet’ler de halk tarafından “Anormal” ve “Hanımefendi olmayan” olarak tanımlanıyorlardı. Bu harekete karşı duranların ise ürettiği argüman, süfrajetlerin toplum normlarının dışında kaldığı ve hanımefendiye yakışmayan bazı eylemlerde bulunduklarıydı. Halka göre o dönemde yaşayan kadınların sadece iki seçeneği vardı. Ya sokağa düşeceklerdi ya da evde stabil hayatlarını sürdürüp iffetli bir hayat yaşayacaklardı.
Dr. Frankenstein ise aslında başka bir amaç için yeniden dirilttiği Lily’e ister istemez aşık oluyor ve Lily’e karşı klasik toplumsal sahipleniş havalarına bürünüyor. Öyle ki Lily’i eve kapatmaya çalışıyor ve kimseyle görüşmesine dahi izin vermiyor. Yaratma amacı yoldan saparak saplantılı bir duruma doğru dönüşmeye başlayan doktorun davranışları, tam da o dönemde tasvir edilen erkek davranışlarına göre resmedilmiş. Doktor tüm gücüyle Lily’nin faaliyet alanlarını kısıtlayarak sadık bir eş olmasını kabullendirmek istiyor. Lily ise çoktan özgürlük sancağını çekiyor bile. Yakışıklı karakterimiz Dorian ile yeni bir ilişkiye başlayıp, hayalindeki görkemli kadın savaşı için, ezilen kadınları Dorian’ın evinde toplamaya başlıyor. Bu dakikadan sonra, farklı sınıflardan kadınların Lily tarafından bir araya getirilerek erkek egemen sistemine başkaldırmak, daha doğrusu dişediş bir savaş için özel olarak eğitildiklerine şahit oluyoruz. Dizinin ilerleyen bölümlerinde, Dorian kendi evindeki iktidarını yavaş yavaş kadınlara kaptırmaya başlıyor ve ev sahibi olarak bu durumdan rahatsızlığını belli etmeye başlıyor ve en sonunda kadın iktidarından sıkılıp, Dr. Frankenstein ve doktor arkadaşı ile işbirliği yaparak Lily’i yakalatıp “normalleştirilmesi” için onlara teslim ediyor Sonrasında evindeki kadınları kovup tekrar kendi erkek egemenliğini ilan ediyor.
Victoria döneminde akıl hastanelerinin sayısı büyük bir hızla artmıştı. Bu hastaneler sadece gerçek akıl hastalarının değil, toplumda “normal” olarak kabul edilmeyen insanların (özellikle kadınların) kapatıldığı yerdi. Dolayısıyla kocalarına karşı direnişe geçen, itaat etmeyen, ev kadını olmayan ve toplumda kabul ettirilmiş rollerini kırmaya çalışan kadınlar normal olarak görülmedikleri için, kocalarının başvurusu ile akıl hastanelerine yatırılıyordu. Dizide de aynı şekilde, Dr. Frankenstein’ın doktor arkadaşıyla birlikte Lily’i normalleştirme çabaları, dramatik bir şekilde o kadar güzel anlatılmış ki, yer yer duygusal anlar yaşayabiliyoruz. Lily’i kaçırarak arkadaşının akıl hastanesinde adeta rehin alan ve sandalyeye zincirleyen Frankenstein, hazırladığı özel bir karışımla Lily’nin dirilmeden önceki kötü hayatına dair ne kadar anısı varsa hepsini silip, Lily’i kendince o anılardan kurtarıp sağlıklı ve normal bir kadın haline getirmeye çalışıyor. Ancak Lily anılarıyla yaşamak istediğini ve hiçbir şeyi unutmak istemediğini sürekli olarak tekrarlayarak “Bizi biz yapan yaşanmışlıklarımızdır” mesajını da güzel bir şekilde izleyiciye gönderiyor. Aynı zamanda normalleşme üzerine gerçekleşen diğer güzel diyalogları, Vanessa’nın akıl hastanesine yatırıldığı bölümlerde, hasta bakıcısı ile aralarında geçen sohbette görebilmemiz mümkün.
Penny Dreadful çok yönlü bir senaryo olması nedeniyle, mutlaka izlenmesi gereken bir dizi. Benim bahsettiğim yönü dizinin sadece %20’si falandır. Her ne kadar ani bir kararla final yapıp bizleri üzüntüye zerk etse de, başta da bahsettiğim gibi geride bıraktığı John Clare’ın güzel şiirleri ve harika müzikleri ile insanı alıp başka dünyalara götürüyor. Üstelik Eva Green, kurt adamlar ve iblisler de cabası. İçerisinde bulunduğumuz 2016 yılında, halen toplumsal cinsiyet ayrışmalarını aşıp kendimizi tam olarak özgürleştirebilmiş değiliz, ya da bunun için mücadeleye devam ediyoruz. Dizinin geçtiği Victoria döneminin ise kadınlara ve topluma verdiği zararın büyüklüğü diziyi izlerken net olarak ortaya çıkıyor. Yanlışlarla dolu böyle bir dönemi konu almaya çalışan dizinin konumlandığı yer, bu bakımdan oldukça önem kazanıyor.