Türkiye’de gazeteciliğin sembol ismi Abdi İpekçi’nin 90. doğum günü bugün… En derin kriz zamanlarında bile nesnel ve sağduyulu gazeteciliğinden ödün vermemiş, demokrasi ve adalet adına her zaman cesurca doğruyu söyleyebilmiş bir rol modeldi o… Peki Abdi İpekçi aramızda olsa, medyayı eski saygınlığına kavuşturmak için nasıl bir yol izlerdi? Bu soruyu kızı Nükhet İpekçi’ye sorduk.
Abdi İpekçi kimdir diye anlatmak bile abes geliyor. Ama yaşadığı dönemdeki Türkiye’yi ve o ortamda nasıl böylesine büyük bir gazeteci olabildiğini birkaç cümleyle, özellikle genç meslektaşlarına hatırlatarak başlayalım:
İpekçi 9 Ağustos 1929’da İstanbul’da doğduğunda, 10 yılı aşkın bir süre tüm dünyayı sarsacak “Büyük Buhran” başlamak üzereydi. Film ithalatıyla uğraşan babası Cevdet İpekçi’nin işleri de bu süreçte sarsılmıştı.
Küçük yaşlardan beri okumayı ve yazmayı çok seven Abdi İpekçi, henüz dördüncü sınıftayken bir roman kaleme almaya başladı. Atatürk’ün birinci ölüm yıldönümü için 1939 tarihli okul yıllığına şu şiiri yazmıştı: ‘‘Doğan güneş neden bu kadar gamlı? / O da mı nurunu senden almıştı? On sekiz milyonun canısın Atam / Arkandan ağlayan kurduğun vatan!”
‘Matbaacılıkta inkılap’
Kurucusunu kaybetmiş, İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinde duran 18 milyonluk bir Türkiye… Abdi İpekçi orta öğrenimini bu ortamda sürdürdü. Galatasaray Lisesi’nin son sınıfında ise artık gazeteci olmaya karar vermişti. İlk “Galatasaray” dergisini çıkaran ekibi yönetti, 1947-1948 yılı Mezunlar Yıllığı’nın her satırına, karikatürlerine bile emek verdi. Yıllıktaki “İstikbal projeniz?” sorusunu “Matbaacılıkta inkılap yapıp, memleketimizde baskı tekniğini ve sanatını Avrupa ayarına yükseltmek” diye yanıtlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı bitti, yeni bir dünya kuruluyordu. İpekçi 1940’ların sonunda bir yandan hukuk fakültesine devam ederken bir yandan gazeteciliğe başlamıştı. Türkiye’nin çok partili hayata geçmesinden sonra, 1954’te Milliyet gazetesinin yazı işleri müdürü, 1961’de “umumi neşriyat müdürü” (genel yayın müdürü) oldu. Bu unvan Türk basınında ilk kez kullanılıyor ve bu genç gazetecinin hızlı yükselişi Bâb-ı Âli’de merakla izleniyordu.
Cesaret ve sağduyu
İpekçi’nin 1964’te bir baş yazı ile ilan ettiği ‘Milliyet Anayasası’na göre gazete; Atatürkçü, milliyetçi, özgürlükçü, demokratik, toplumcu ve bağımsız bir yayın çizgisine sahipti. Evrensel standartlarda bir gazetecilik için görece uygun bir ortamın var olduğu bu dönemde İpekçi, Milliyet’i kısa sürede hem en popüler, hem de en saygın gazetelerden biri hâline getirdi. Bâb-ı Âli’nin alışık olduğu tekdüze haber dilini değiştirip halkın sevgisini kazandı. Zengin içeriği sayesinde ilk kez büyük bir gazete, kadın okurların da gözdesi olmuştu.
Abdi İpekçi bu süreçte Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü ve Basın Şeref Divanı gibi meslek örgütlerinde başkanlık ve yöneticilik yaptı. Demokrasiyi, barışı, basın ve ifade özgürlüğünü, gazetecilik etiğini 1970’lerin siyasi ve toplumsal kriz ortamında bile ısrarla, cesurca ama sağduyulu dilinden ödün vermeden savundu. 1 Şubat 1979’daki hain saldırı sonucu hayata gözlerini yumduğunda, Türk basınının en büyük gazetecilerinden biri olarak çoktan tarihe geçmişti.
‘Medya evrensel düzlemde saygınlık krizi içinde’
Bugün de Türkiye’de medya siyasi ve ekonomik baskılar altında, toplum kutuplaşmış, dünya dönüşüyor ve Abdi İpekçi gibi gazetecilere duyulan özlem büyüyor. Sahi, İpekçi bugün medyayı eski saygınlığına kavuşturmak için nasıl bir yol izlerdi? Bu soruyu sorduğumuzda kızı Nükhet İpekçi şu cevabı verdi:
“Olmayan bir kişi hakkında onun yaşayamadığı zaman ve mekân içinde onun adına fikir ve duygu dile getirenlere hep çok şaşırır ve bundan hep kaçınırım. Ama babamın hiçbir dönem ve koşulda değişmeyen yanlarını göz önünde tutarak, şöyle bir varsayımda bulunabilirim:
Bu soruyu ona sorsanız belki de size ‘her dönemi kendi içinde değerlendirmek, eleştirmek daha anlamlı’ diye bir cevap verebilirdi. ‘Eski saygınlığı’ biz şimdi belli bir mesafeden bakışla, özlemle anıyor olabiliriz, tıpkı eski ramazanlar gibi bir mesele. Oysa ‘zamanın ruhu’ diye bir olgu var. Medya da şu anda evrensel düzlemde saygınlık krizi içinde.
‘Günah keçisi bulma kolaycılığına kaçmazdı’
Daha geçen gün İsviçre dergi ve gazeteleriyle ilgili bir haber programı izledim: algı yönetimi, saygı eksikliği, inandırıcılıktan uzaklık, ihtiyacın ve dolayısıyla talebin azalması veya hiç kalmaması ve bundan dolayı küçülme ve işten çıkarmalar…
Benim bildiğim babam bugün aramızda olsa mümkün olduğu kadar çok kişiyle konuşur, birlikte dürüstçe nasıl yol alınabileceğini, neler yapılabileceğini sorgular, ama bunu yaparken asla bir günah keçisi bulma, bütün olumsuzlukları bir yöne boca etme kolaycılığına kaçmazdı. Sabırla ve hep çok saygıyla ve hatta sevgiyle, kardeşçe sorup sorgulardı.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – 40 YIL SONRA ABDİ İPEKÇİ: BENİM ABDİ BAŞKANIM