Türkiye’ye sığınan Afganlar kamuoyunun gündeminde. Siyasetçilerden sanatçılara hemen herkesin yorum yaptığı bu konuyu biz de Van-İran sınırında çalışan gazetecilere sorduk.
Sınırdaki muhabirler, yetkililerin sadece “devlete yakınlığıyla bilinen ajanslar” ile bilgi paylaştığını, bağımsız medyanın bilgi alma hakkının engellendiğini söylüyor. Bir yandan da insan kaçakçılarının hedefindeler.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) son raporuna göre Türkiye’de 30 Haziran 2021 itibarıyla uluslararası koruma ihtiyacı içinde olan 4 milyon kişi var. Bu sayı, geçici koruma altındaki yaklaşık 3,6 milyon Suriye vatandaşının yanı sıra, uluslararası koruma başvurusu yapan 330 binin üzerinde kişiyi kapsıyor.
Türkiye, Suriyelilerin aksine Afgan vatandaşlarına geçici koruma statüsü vermiyor. “Uluslararası koruma” başvurusu reddedilen Afgan sığınmacılar genelde sınırdışı ediliyorlar. Bu durumun temelinde, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu “coğrafi çekince” var. Buna göre doğu sınırlarından Türkiye’ye giriş yapan sığınmacılar, mülteci statüsü alamadıklarından birçok sosyal, ekonomik ve kültürel haktan mahrum bırakılıyor.
Taliban’ın son dönemde güç kazanmasıyla birlikte binlerce Afgan son aylarda ülkelerini terk etmeye zorlandı. İran üzerinden kafileler hâlinde Türkiye’ye giren Afgan sığınmacıları haberleştiren gazetecilerin birçoğu Van merkezli olarak çalışıyor. Bu gazetecilerden biri olan Mezopotamya Ajansı Van muhabiri Dindar Karataş, bir yandan insan kaçakçılarının, bir yandan yetkililerin yarattığı zorluklarla başa çıkmak zorunda olduklarını söylüyor.
Gazetecinin trajedi karşısındaki duygusal sınavı
Haber takibi sırasında karşılaştıkları insan kaçakçıları, kendilerini teşhir eden haberler yapıldığında gazetecileri hedef alıyor. Bu gibi durumlarda çoğu zaman can güvenliği için o bölgeyi terk ettiklerini söyleyen Karataş, sınır hattında haber yaparken korucu ve askerlerin de kendilerini sık sık durdurup valilik izni sorduğunu belirtiyor. Karataş şunu ekliyor:
- Yalnız sınırda değil, Van şehir merkezinde de insan kaçakçılığı yapanlarla karşılaşıyorum. Bunların haberini yapmak için günlerce bekledim. Mülteciler bir ahırda tutuluyordu ve ben haberini yaptıktan sonra polis o ahırı yıktı. Ahırın yıkılmasının ardından insan kaçakçıları kavurucu sıcaklara rağmen dere yataklarına yöneldi. İnsanları buralarda tutmaya başladılar.
Göçmenleri haberleştirirken gazetecilerin karşılaştığı zorluklardan biri de bu tür trajik manzaraları görünce yaşadıkları duygusal travma. “Kavurucu güneşin altında bekleyen Sümeyye ve 7 aylık bebeğini unutamıyorum” diyor Karataş: “Bebeğin durumu çok kötüydü ve Sümeyye’nin de burnundan sürekli kan akıyordu. Onları gördüğümde anda artık kameramı kullanamadım. Günlerdir onları düşünüyorum, aklımdan çıkmıyorlar.”
‘Haber yapılırsa müdahale etmek zorunda kalacaklar’
“Bugün herkes mülteci olabilir. Konulara bunu düşünerek yaklaşmak gerekiyor” diyen Karataş, dışarıdan çok sayıda ajans çalışanının Van’a gelip bu geçişleri takip ettiğini, fakat birçok haberin iktidara yakın medyada görmezden gelindiğini şöyle söylüyor:
- Örneğin Van’ın Edremit ilçesine bağlı Kurubaş mahallesindeki Geri Gönderme Merkezi’nde yaşanan tecavüz olayını birçok kanal ve ajans görmek istemedi. Olayın bir de politik boyutu var. Bugün yetkililer geçişlerin neredeyse olmadığını iddia edecek açıklamalarda bulunuyorlar, ama öyle değil. Türkiye, mültecileri AB ülkelerine karşı alenen bir koz olarak kullanıyor. Yoksa bu kadar yüksek güvenlikli sınırlardan bu insanların geçişlerinin görülmemesi mümkün değildir. Bunların ana akım medya tarafından haberleştirilmemesinin nedeni de budur. Çünkü haber yapılırsa müdahale etmek zorunda kalacaklar, önlemleri artıracaklar. Bugün Van’da bir Birleşmiş Milletler ofisi olmaması da bu yüzdendir.
‘Sadece devlete yakın medyaya bilgi veriliyor’
Van-İran sınır hattında yaptığı haberlerle tanınan bir başka gazeteci olan Arif Aslan, yetkililerin bilgi paylaşımında uyguladığı çifte standarttan şikâyetçi. Şöyle diyor Aslan:
- Sınırda yoğun bir geçiş olmasına rağmen devletin şu anki verilerine göre herhangi bir olağanüstü durum gözükmüyor. Örneğin bu konuyla ilgili bilgilerine başvurmak istediğimiz Van İl Göç İdaresi Müdürlüğü bizim gibi tarafsız ve serbest çalışan hiçbir gazeteciye röportaj vermeyi kabul etmiyor. Fakat devlete yakınlığı ile bilinen ajanslar bilgi alabiliyor. Bu ajanslar da daha çok propaganda amacı güttükleri için haberin asıl önemli noktalarının verilmemesi, kamuoyunun doğru bilgi alma hakkını engellerken aynı zamanda durumun vahametini gizliyor.
- Bu durum aynı zamanda birçok yanlış bilginin de dolaşmasına neden oluyor. Geçtiğimiz günlerde mültecilerin Çaldıran’da bir taziye evinde toplatıldığı ve önünde korucuların nöbet tuttuğu bilgisini aldık ve oraya gitmek, onlarla röportaj yapmak istedik ancak o bölgenin komutanı bize müsaade etmedi ve biz bunu netleştiremedik. Halbuki bırakılsa biz her yönüyle bu durumu gözlemleyebilsek, araştırabilsek, gerçek anlamda yapmak istediğimiz gazeteciliği yapabilsek kargaşa ve muallaklık kalmazdı.
‘En çok çocukların durumu etkiliyor’
Aslan da “insani trajedi” karşısında gazetecilerin işinin daha da zorlaştığını vurguluyor:
- Haber takibi esnasında beni en çok çocukların durumu etkiliyor. En son karşılaştığım ailelerden biri Özbek’ti. Paraları kalmadığı için herhangi bir insan kaçakçısıyla anlaşamıyorlardı ve İstanbul’a kadar yürüyeceklerini belirttiler. Başka bir ailenin çocukları yalınayaktı ve Van’ın kavurucu güneşinde aç susuz yürüyorlardı. Sadece güvenli bir bölgeye ulaşmak için günlerce aç kalıyorlar ve biz bu anlara tanıklık ediyoruz. Bu tam anlamıyla bir insani trajedidir.
Medyanın göç haberlerinde “ötekileştirici” bir söylem kullanmaması gerektiğini vurguluyor Aslan.
Ötekileştirici haber diline dikkat
Uzun yıllardır mültecilerin geçiş güzergâhı olarak anılan Tatvan’da görev yapan Bitlis Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sinan Aygül de haber dilinin önemine dikkat çekiyor. Tatvan’daki geçişlerin bir aydır yoğunlaştığını, bu nedenle bölgeye çok sayıda gazetecinin gittiğini ve konunun dünya medyasına da yansıdığını belirten Aygül şöyle diyor:
- Gazetecilerin karşılaştığı engeller arasında bu konunun en önemli aktörleri olan insan kaçakçıları da var. Hatta yerel aktörlerin, özellikle kamu otoritelerinin bakış açısı dışarıdan gelen basın mensuplarına karşı biraz daha farklı. Ama genel anlamda sıkıntılar ortak.
Vanlılar göçmenlerden değil, kaçakçılardan şikâyetçi
Haber dili konusunda Dindar Karataş’ın da daha “yerel” bir uyarısı var. Van dışındaki sınır illere son dönemde giriş yapan sığınmacı sayısının Van’a kıyasla daha az olduğunu belirten Karataş şöyle diyor:
- Van’da ilk akla gelen, yaşamını yitiren mültecilerin defnedildiği kimsesizler mezarlığı oluyor. “Mülteci mezarlığı: VAN” demekten artık vazgeçmek gerekiyor. Van’da yaşanan mülteci dramları hakikaten hiçbir yerde neredeyse yaşanmıyor ama ona rağmen bugün Van’da buna karşı ne yapılabilir sorusuna cevap arayan ne bir sivil toplum kuruluşu, ne bir siyasi parti ya da dernek var. Van halkına sorduğunuz ise mültecilerden değil, mülteciler üzerinden para kazanan organize örgütten şikâyetçiler. İnsan kaçakçılarının çoğunun işsiz gençler olması da bence oldukça dikkat çekici.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – MÜLTECİLERLE İLGİLİ HABERLERDE YAPILAN 4 HATA