Film

Ahlat Ağacı: Yalnız, garip ve sahipsiz

Nuri Bilge Ceylan’ın sekizinci filmi Ahlat Ağacı, bilindiği gibi dünya prömiyerini geçtiğimiz günlerde sona eren 71. Cannes Film Festivali’nin yarışma bölümünde yapmış ve gösterimin sonunda hayli uzun bir süre ayakta alkışlanarak büyük ses getirmişti. Sıcağı sıcağına vizyona giren film 197 salonda perde açtı.

“Roman gibi” olduğunu söyleyen tüm coşkulu yorumların da işaret ettiği gibi, sinema ile edebiyatın kan kardeşliğini perçinleyen çarpıcı bir yapıt ‘Ahlat Ağacı’. Evet uzun bir film ancak zengin ve sarkastik diyalogları, iyi tasarlanmış kurgu ritmi ve oyunculuk başarısı sayesinde hınzırca güldürerek ve içe oturan hamleleriyle sarsıp can yakarak, süresini hakkıyla dolduran bir öykü. NBC sinemasını özellikle sevenler içinse eni konu bir ziyafet.

Alıntılar ve göndermelerle örülü bu “konuşkan” ve dokunaklı filmin edebi ruhu hakkında gösterilen referanslar arasında pek çok büyük yazar var. Stefan Zweig da eklenebilir kanımca bu kolektif ruha: “(…) ben hiçbir zaman “kahraman” diyebileceğimiz tipleri tutmamışımdır, tam tersine trajediyi sadece yenilgiye uğrayanda bulmuşumdur.” (Castellio Calvin’e Karşı s. 16 / Zweig s. 201-202)

Filmin konusu

Sahil kenti Çanakkale’deki üniversite eğitimini bitirip ilçedeki baba evine dönen Sinan (Doğu Demirkol), içinde varoluş rüzgârları esen, uyumsuz olduğu kadar da toy bir karakterdir. Her ne kadar babası İdris öğretmen (Murat Cemcir) ile aynı diplomaya sahip olmuşsa da onun emeli, yazmış olduğu kitabı bastırıp yazar kimliğiyle var olmak ve içine doğduğu ailenin, çevrenin, kaderin sınırlarını aşmaktır. Gel gelelim hayâller böyleyken gerçekler atanma şansı aramak üzere sınava girmektir…

Mutsuz olan tek kişi Sinan değildir diğer yandan. Annesi (Bennu Yıldırımlar) ve kız kardeşi (Asena Keskinci) de bu nasipten paylarını cömertçe almaktadır. Evin içindeki televizyondan başka şey değildir nitekim hayatları, birçok defa televizyon karşısında görürüz onları.

Sağa sola borç takıp at yarışına gömen İdris öğretmen eve geldiğinde kumandayı eline alıp aile kadınlarının tek ‘eğlence’sini zehir etmekten de çekinmez. Başkaca pek kötülüğü yoktur gerçi İdris’in. Ailesine karşı sorumluluklarını ihmâl eden sıradan bir kifayetsiz muhteris gibi emekliliğini bekler kırsaldaki küçük hayatında. Boş vakitlerinde ise yaşlı babasının arka bahçesindeki kör kuyudan su çıkartmaya çalışarak meşgul eder kendini.

Sorun, entelektüel acıları ve gelecek kaygıları olan Sinan’ın, tıpkı filme adını veren ahlat ağacı gibi kendiliğinden bitivermiş olması belki bu ailede? Peki ya babası? İdris göründüğü kadar gıcık, işe yaramaz bir tip miydi hep?

Filmin açılış sahnesinde ayaküstü bir bahse konu olan av köpeğine karşı sevgisi ve bağlılığı büyüktür İdris’in. Gıyabında geçen bu bahis, neredeyse filmin ikinci yarısına kadar seyircinin gözüne sokulmadan ilerleyen saf gerçeğidir İdris’in ve onun kendine katlanmasını sağlayan belki de tek ilişkisi. Bana kalırsa filmin ahlaki bir çatışması hatta baba-oğul hesaplaşmasının anahtarlarından biri de bu ilişkiye olan sadakat ve ihanet üzerine kurulu.

Baba, oğul ve kutsal çatışma

Sinan, o hiç beğenmediği -gerçekten de beğenilecek bir yanı görünmeyen-, sadece kendisinin güldüğü kötü şakalarla evdekileri iyice geren ganyan tutkunu “hayırsız” babasının bir başka versiyonu olduğunu/olabileceğini, şahsi emeline ulaşmak için köpeği kaçırıp sattığı sahnede sessizce itiraf etmekte bana kalırsa.

Öncesinde, babası da onun cebinden para aşırmış olabilir gerçi ama Sinan’ın yüzleşmek yerine ödeşmekteki stili babasının kifayetsizliği kadar yıkıcı. İdris’i hor görmeyi bırakıp onu anlamaya çalışmak noktasına sanırım ilk bu sıralar yaklaştım ben izleyici olarak.

Yönetmenin arzusu da benzer yönde olmalı ki takip eden bir sekanstaki anne-oğul diyaloğunda, tüm şikâyetlerden ve hafife almalardan sonra annenin ağzından şunlar duyulur; “Düşünüyorum da, bugün olsa gene babanla evlenirdim.”

Nihayetinde beni en hayrete düşüren, İdris karakterini her şeye rağmen çok severek çıkmak oldu bu filmden. Hele finaldeki baba-oğul diyaloğu güneş gibi aydınlattı öyküyü. Sinan’ın olma iddiasında olduğu kişinin ipini çekti belki ama aynı anda ona hiç ummadığı türden bir gaye verdi.

İnsanın doğasını araştıran filmler çekmeyi seven Nuri Bilge Ceylan’ın hedefine başarıyla vardığını düşünüyorum. Didiklenip tartışılacak çok meselesi, tekrar tekrar gülüp ağlanacak çok sebebi var ‘Ahlat Ağacı’nın. Buraya özellikle beni etkileyen ayrıntıları not etmeye çalıştım. Zevkli, doyurucu, kafada sorular uyandıran ve içe işleyen bir seanstı benim için.

Bir görünüp bir kaybolanlar

Çok sayıda karakterin yer bulduğu bu çok katmanlı filmin vurucu performanslarından biri de kuşkusuz, yerel bir figür olarak kozadan çıkmayı başarmış deneyimli yazar Süleyman rolündeki Serkan Keskin. Kitapçının asma katında başlayıp sokağa taşan uzun, gerilimli ve ironi dolu diyalog köprü üzerine vardığında resmen gülme krizine yol açıyor.

Filmin ve Sinan’ın yegâne romantik sekansında görünen Hatice rölündeki Hazar Ergüçlü ve onun zengin kısmet uğruna geride bıraktığı sevgilisi Rıza’yı canlandıran Ahmet Rifat Şungar’ın performansları da filmin atardamarlarından: Kalbin gerçeğini yaşamaya müsaade etmeyen geleneksel garantici şartlar ve ikiyüzlü ilkel teslimiyetler, ah!

“Yasak elma” esprisiyle başlayıp dere tepe aşan ve bayır aşağı uzayıp giden ‘genç imamlar ve Sinan’ diyaloğu ise bir yanıyla taşra yaşamının ve güncel politiğin baskın bir unsuru olarak din anlamına yerleşebilirken, öte yanıyla ‘Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki ‘yuvarlanan elma’ metaforunun insanlı bir ifadesi gibi.

Son olarak, elektriklerin kesik olduğu gece sahnesinin sonunda pencereden görülen kar yağışı kusursuz bir imza niteliğinde. Filmdeki rüzgârın salonda hissedildiği bu etkili öykünün sonunda güle ağlaya Patti Smith’i hatırlıyorum: “Taşı düşmüş yüzükler gibi dolanıyoruz şu hayatta.”


Ahlat Ağacı – Künye

Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan

Senaryo: Akın Aksu, Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan

Oyuncular: Doğu Demirkol, Murat Cemcir, Bennu Yıldırımlar, Hazar Ergüçlü, Serkan Keskin, Tamer Levent, Ahmet Rifat Şungar, Öner Erkan, Akın Aksu

Görüntü yönetmeni: Gökhan Tiryaki

Süre: 188 dakika

Yapım: Türkiye, Fransa, Almanya, Bulgaristan

Yılı: 2018

Sevim Gözay

1993 yılında girdiği medyada birçok yapımda kamera arkasında çalıştı. 2000’de kamera önüne geçti ve kendi programlarına imza attı. Ödüllü programları Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis. Kitapları: Kasetten Canlı (2013), Sinemaskop Randevular (2015). İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 14 Ocak 2021'de hayata gözlerini yumdu.

Journo E-Bülten