Söyleşi

Ölüm tehditlerine rağmen yılmayan Kıbrıslı gazeteci: “Umudu kaybetmiyorum”

Bugün Kıbrıs gazetesinin yayın yönetmeni Ayşemden Akın, iddialarıyla gündemi sarsan haber kaynağı Cemil Önal’ın Hollanda’da öldürülmesinden bu yana can güvenliğinden endişeli. “Sürekli bir teyakkuz hâlindeyim” diyen Akın ile, ölüm tehdidi altında gazetecilik yapmanın zorluklarını konuştuk. 

Okurlarına karşı hissettiği sorumluluk nedeniyle gazetecilikte ısrar ettiğini vurgulayan Akın, “Umudu kaybetmiyorum” diyor ve ekliyor: “Bana abla diyen genç tâkipçiler bile iyi bir şey yaptığımızın, iyi bir habercilik yaptığımızın farkında ve ölmemizden korkuyorlar.”

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde otel, kumarhane ve bahis dâhil çeşitli sektörlerde birçok şirketin sahibi olan Halil Falyalı, 2022 yılında öldürülmüştü. 

Bir dönem onun finans işlerini yürüttüğü öne sürülen Cemil Önal, Bugün Kıbrıs gazetesinin 14, 15 ve 16 Nisan tarihlerinde yayımladığı röportaj dizisinde, Türkiye’den bazı bürokratlar ve siyasetçiler ile yakınlarının, Falyalı ile yakın ilişki kurduğunu iddia etmişti. Önal’ın iddiasına göre Falyalı’nın şantaj amacıyla hazırladığı kasetlerin ele geçirilmesi için Ankara da teyakkuzdaydı.

Gündemi sarsan bu söyleşilere imza atan gazetenin genel yayın yönetmeni Ayşemden Akın, 28 Nisan’da Türkiye’den bir telefon aldı. Arayan kişi; yasadışı bahis, rüşvet ve karapara iddialarına yer veren yazı dizisinin sona erdirilmesini isteyerek Akın’ı ölümle tehdit etti. Akın’ın haber kaynağı olan Cemil Önal ise 1 Mayıs’ta devlet koruması altında olduğu Hollanda’da öldürüldü.

“Sürekli teyakkuz hâlindeyim” diyerek bir saldırıya kurban gitme ihtimaliyle yaşamanın zorluğunu anlatan Akın’ın hayatı, kendi ifadesiyle altüst oldu. Basın meslek örgütlerinin çağrılarına rağmen 24 saat korumaya alınmayan Akın’a sadece gün içinde dışarı çıktığında polis eşlik ediyor. 

Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği ödülünü geçen hafta Yüksek Mahkeme Başkanı Bertan Özerdağ’ın elinden alan ve her şeye rağmen umudunu koruduğunu söyleyen Akın, sorularımızı yanıtladı.

Haber takibini başlatan soru: Falyalı’yı kim öldürttü?

Gazeteci olarak konuyu tâkibiniz nasıl başladı, tâbir-i caizse ipin ucunu nereden tuttunuz?
Bu hikâyemizde başlangıç 2022 yılına dayanıyor. Halil Falyalı’nın suikasta uğramasının ardından bir kirli ilişkiler ağı ifşa oldu diyelim. Halil Falyalı, burada casino işletmecisiydi, otel yaptı, yatırımları vardı, bu tarz sektörlere yatırım yaptı, liman kurdu vs. Böyle bir iş adamı, karanlık alandan çıktı ve görünürde bir aile babası, bir iş adamı oldu. Evlendi, üç çocuk yaptı. Toplumda iş insanı olmaya başladı. Kulüp işletmecisi ve güvenlik işleriyle ilgili biri olarak bilinirdi toplumda ve birden hızlıca zenginleşip büyük yatırımlar yapmaya başladı. 

Bu zenginleşme, siyasette de ilgi çekti. Hem buradaki kendi gücüyle ve ilişkileriyle, parasıyla hem de iktidar partisi UBP [Ulusal Birlik Partisi] ile geçmişten, ailesinden de gelen ilişkileri nedeniyle UBP’yi dizayn etmeye, siyaseti istediği gibi yönlendirmeye, seçimlerde büyük paralar akıtmaya başlamıştı. Kendine de böyle alan açıyordu, kalkan ediniyordu siyaseti ve yönlendiriyordu. 

Suikast olayına kadar Falyalı’nın Türkiye’deki iktidarla ilişkisi pek açık bilgi değildi. Öncesinde, Falyalı’nın Türkiye’deki AKP [Adalet ve Kalkınma Partisi] ile olan ilişkilerini Sedat Peker ifşa etmişti hatırlıyorsanız. Bizim için de çok şaşırtıcı ifşaatlardı ve o zaman onları da gündeme taşımak için gazetemizde haberleştirdik. Türkiye’de medya, gerek ideolojik olarak gerek çekindiği için iktidardan Sedat Peker gibi bir şahsın sözlerini ciddiye almak istemiyordu ama biz hep peşindeydik çünkü bizi çok daha fazla ilgilendiren bir konuydu. 

Söylediklerindeki inandırıcılık payı bizim için yüksekti ve o ilişkiler ortalığa saçıldıktan kısa süre sonra Sedat Peker’in de hedef göstermesiyle Halil Falyalı’yı suikasta uğrattılar ve evine giderken şoförüyle birlikte aracı tarandı. “Söylemezler çetesi” çıktı, mahkemeler görüldü, buradaki de oradaki de sonuca bağlandı, herkes müebbet aldı vs. 

Peki burada bitti mi mesele? Aklımızı kurcalayan konu buydu. Evet öldürüldü, kim öldürdü? Acaba bu AKP’ye bir mesaj mıydı? Yoksa AKP’nin kendi temizliği miydi? Kendi içindeki bir hesaplaşma mıydı? Bunu zaten anlamak mümkün değildi o karambol ortamı içinde. Ardından cinayette payı olduğu ve firar ettiği söylenen Cemil Önal ismi ortaya çıktı.

Cemil Önal ile irtibat kurmaya, röportaj yapmaya nasıl karar verdiniz?
Cemil Önal, Türkiye’nin yakalama kararı talebiyle İnterpol aracılığıyla aranmaya başladı. Ve bu süre zarfında, aradan geçen bir, bir buçuk yıl içinde bazı gazetecilere ve Follow the Money projesi ekibine konuştu. Sonra OCCRP (Organized Crime and Corruption Reporting Project – Organize Suç ve Yolsuzluk Raporlama Projesi) ekibine; yani Malta, Belarus, Arnavutluk ve Gürcistan’dan gazetecileri barındırmakta olan ekibe konuştu. Biz yine onları hep haberleştirdik, çevirdik, iktibas ettik ve gazetemizde yer verdik bu süre zarfında. Falyalı ve ilişkileriyle ilgili konuyu hiç kapatmadık.

Sonra birden “Ya bu adam bizim hikâyemizi anlatıyor, niye başkalarına anlatıyor, niye başkalarından dinliyoruz” [dedik]. Çünkü eksik sorular var. Çünkü herkes kendi ülkesiyle, kendi ortaya çıkarmak istediği haberle ilgilendiği için Kıbrıs’la ilgili ayak onlara belki yerel geldiği için detay yoktu. Bu konularda Kıbrıs ayağıyla ilgili ve Kıbrıs’taki iç siyaset, siyasîlere verilen rüşvet, burada dönen çark, Falyalı, AKP, UBP nasıl çalışıyor, bunlar bilinmiyordu burada. Ve dedik ki biz niye dinlemiyoruz? Bu adama madem ulaşılabiliyor… Ve kaynaklarımızı seferber ettik. 

Bir şekilde ben Cemil Önal’a ulaştığımda, röportaj talebinde bulunduğumda kendisi [Hollanda’da] hapishanedeydi. Beni bazı gazetecilere sormuş, bana güvenebileceğine karar vermişti. Söz verdi, [cezaevinde] yönetimden izin çıkınca cumartesi sabahı sizi arayacağım, demişti. Cumartesi sabahı aramadı. Pazar aramadı. Pazartesi oldu ve bende artık böyle ziller çalıyordu, beni ekti diye düşünüyordum. Bir sürü gazeteciye konuştu ve bana kazık attı falan diye düşünürken telefonum çaldı. “Merhaba, Ayşemden Hanım, biliyor musunuz size güzel bir haberim var. Ben serbest kaldım. Yüz yüze görüşelim, hapishanede görüşmeye gerek kalmadı” dedi. Hapishanede olması benim için biraz daha güvenlikliydi. Birden serbest kaldığını duyunca ürpermedim değil. Çünkü dışarıda ve başbaşa görüşeceğimizi düşündüm ama zaten öyle olmadı.

Yayından önce iddiaları delilleriyle teyit etmeye çalıştılar

Hollanda’da Önal ile görüşmeniz ve ardından bunu haberleştirme süreci nasıl gerçekleşti?
Görüşmemiz bazı kurallarla gerçekleşti. Önal, Hollanda’da istihbaratça korunduğunu belirterek güvenlik içinde görüşeceğimizi söyledi. Böyle bir muhabbetle biz kalktık ve oraya gittik. Cemil Önal ile detaylı soru-cevaplarla görüşmemiz üç gün sürdü. 

Sonra adaya döndüm. Haberleştirmeye veya tasnif etmeye, hangi bilgileri nasıl paylaşacağız diye çalışmaya başladım. Bağlantıları teyit etmem gerekiyor, verdiği isimleri teyit etmem gerekiyor, tarihleri teyit etmem gerekiyor. Anlattığı birçok şeyi de, “Cemil Önal anlattı da yaz olmasın” diye delilleri ve tarihleriyle kontrollerini yapmaya başladık. 

Mesela Önal’ın dediği gibi Falyalı ile görüşmeye adaya kimler geldi meselesinde, böyle giriş-çıkışlar var mı diye, Muhaceret Dairesi’nden polis kaynaklarımıza sordurduk. Önal’ın söylediği her şeyi bir de böyle tıkır tıkır doğrulatmaya başlayınca gerçekten doğru söylediğine ve ortaya attığı birçok iddiadaki gerçeklik payına da inanmaya başlamıştık. Böylece bağlantıları kurabilmiştik. 

Önal’ın söylediği yerlere de gittik, o mekânları da doğrulayarak tespit ettik. Söz ettiği insanları, döviz işiyle uğraşanları bulduk. Sonunda artık yazabiliriz, sadece Önal’ın iddiaları değil, bizim de tespitlerimizle, doğrulamamızla birlikte… İlk yazımız “Halil Falyalı Yaşıyor: MİT’in peşinde olduğu beş kayıp video” başlıklı haberdi.

“… Şimdi her gazeteci haberini hazırlarken, haberi kamuya ait olduğunda, sizden çıktığında heyecanlanır. Ne bileyim eli ayağı terler, bir heyecanlanır, ‘Aman falan bir hata olmasın, bir sorun olmasın’ der. Her şeyi doğru yapmış olayım. Haberinizle ilgili herhangi bir pürüz çıkmasını istemezsiniz. Bu haber sürecinde içimde hep tabii şüphe var, sonuçta Cemil Önal da kriminal bir kişi ve söylediklerini, anlattıklarını çok seçip yazmalıyım. Önal’ın iddialarını çok iyi düşünüp, çok iyi bağlantılar kurup yazmalıyım. Her söylediğini yazmam, doğru bir gazetecilik olmaz diye düşünüp birçok şeyi atladım yazı dizisinde, bu üç yazıda.”

Telefonla gelen ölüm tehdidi ve Cemil Önal suikastı

Yazı diziniz yayımlanınca tehditle nasıl karşı karşıya kaldınız?
Üçüncüsünü yazdıktan sonra 28 Nisan’da bir telefon aldım akşam saatinde. Bu arada Cemil Önal daha yaşıyordu. Bir kadın, bana 28 Nisan günü telefon etti ve MİT’le ilişkili olduğunu, devletin içinden biri olduğunu, bu işleri çok iyi bildiğini, hayatımın tehlikede olduğunu söyledi. Kadın, Saray’ın şu anda kaynadığını, Türkiye’den Kıbrıs’a beni izlemek ve gereğini yapmak için 3-4 kişi gönderildiğini, yazı dizisine derhal son vermem gerektiğini, beni düşündüğünü falan söyledi. 

Konuşmayı, karşımdaki kişiyi tartabilmek için uzattım. İlk anda bana filmvâri, hikâye gibi konuşmalar geldi. Ama ben 20 senedir bu işi yapıyorum. Hiç böyle bir konuşma yapmadım. Açıkçası böyle bir tehdit telefonu ile karşılaşmadım. Öncesinde daha ciddi şekillerde tehdit edildim ama bu telefon konuşması pek ciddi gelmedi. Ben de biraz konuşmada dalgamı geçtim, kapattım. 28’inde bu oldu ama iki gün sonra, 1 Mayıs akşamı Cemil Önal’ı vurdular. Biz akşam 9 gibi ölüm haberini aldık. Önal akşam 6 gibi öldürülmüş.

Tehdit edilmenizle ilgili hangi adımları attınız, neler düşündünüz?
Telefon görüşmesini kaydetmiştim. O kaydı zaten bir gün öncesinde Kıbrıs’taki polislere götürmüştüm. Tehdit mesajını kendilerine ilettim. Avukatlarımızca önerildiği üzere tehdit edildiğim kaydı polislere teslim ettim. Yapmam gerekeni yaptım. Ancak Türkiye’de yazışmalar başlatılmasına ve beni arayan numara, kadın bilgisi belli olmasına rağmen hiçbir ilerleme olmadı. Ya kadın hâlen bulunamadı ya da bize bilgi verilmiyor. 

Esasen Cemil Önal’ın öldürülmesi haberini aldıktan sonra işlerin rengi değişti. Cemil Önal infaz edilince, ortadan kaldırılınca artık geriye tek açık ve en tehlikede hedef olarak kalan ben oldum. Bu sefer hem emniyet güçleri hem toplum işi daha fazla ciddiye almaya başladı ve ciddi bir kamuoyu oldu. Hem Türkiye’deki dostlardan müthiş bir dayanışma geldi hem de buradaki toplumdan, sendikalardan, siyasî partilerden, herkesten destek geldi. Ama maalesef eve kapanma dönemim de başladı.

“Öldürüldüğünü duymak zordu, şok yaşadım, hayatımız altüst oldu”

Cemil Önal’ın öldürülmesi sizi nasıl etkiledi, neler yaşadınız?
Sonuçta kriminal bir kişi olsa da Cemil Önal bir insandı ve üç gün boyunca konuştuğum, vakit geçirdiğim bir insandı. Orada, çocuğunu ve karısını tanıdım. Öldürüldüğünü duymak zor bir şeydi benim için de. Gerçekten şok yaşadım. Ve bundan sonra ben ne yapacağım diye düşündüm. Çünkü Cemil Önal’ın anlatabilecekleri çok fazlaydı ve dolayısıyla yazabileceğimiz dosya haberler de üç yazıdan fazlası olabilecekti. Gazetemizde MİT’in aradığı videolar meselesiyle bir bakıma, bombayı patlatarak kamuoyunu dikkatini çekmiştik. Sonrasında gazetemizde detaylı şekilde Kıbrıs dosyasını yazarız diye düşünmüştük. Nitekim Cemil Önal’ın ömrü yetmedi. Çünkü bana hâlen bazı belgeler, bilgiler verecekti buradaki işlerle ilgili. Anlatmak istediği meseleler vardı ve Cemil Önal’ın hikâyesi bu şekilde son buldu.

“… OCCRP’nin ekibi ve diğer görüştüğümüz güvenlik uzmanları, Önal’ı öldüren adamın hareketlerini inceledi. Tam bir uzman tetikçi gibi hareket ediyor. Müthiş profesyonel. Belki bir istihbarat artığıydı, sonrasında kriminal gruplara katıldı, bilemiyorum. Bu adam ortadan kayboldu. Cemil Önal, Avrupa’nın demokratik bir ülkesinde Hollanda’da, güvenlik ve istihbarat açısından Avrupa ağının parçası bir ülkede öldürüldü. Bizim Den Haag’ta oturduğumuz, konuştuğumuz yerde infaz edilebildi. Önal’ı öldüren adam parkın içinden koştu, kaçtı ve gitti, hâlen izleri bulunamadı. Karısı çıldırmak üzere; polisler hâlen somut, elle tutulur bir şey söyleyemiyor. Karısı, morga teşhis için gitmiş ve nerelerden, kaç kurşunla vurulduğunu saymış. Nereden baksanız acı bir hikâye kaldı geride.”

Çevrenizden bu kadar korku ve endişe gelince ister istemez insan boğuluyormuş. Benim açımdan aslında tehdit ne derece ciddi olabilir ki diye düşünmüştüm ama sonrasında “Cesurum, umurumda değil, bana ne yapacaklar, ben ne yaptım ki, işimi yaptım” diye düşünüyor olsam da öyle değilmiş. Beni, ailemle, sevenlerimle birlikte farklı bir dönem içine soktu, Cemil Önal’ın öldürülmesiyle birlikte yaşadığım süreç… Bunalıma soktu. Kapımızın önünde polis, yolda polis eşliğinde gidiyoruz. Eğer kapı önünde arabamı görmezlerse polis beni arıyor, “Ayşemden Hanım haber vermediniz, neredesiniz” diyor. Altüst oldu hayatımız. Bir gazeteci düşünün mesela sürekli peşinde polis. Ne kadar acayip bir durum. Can güvenliğimiz önemli elbette ama… Bu durum haber kaynaklarıyla görüşememek, özgürce bir yerlere gidememek anlamına geliyor.

“Sürekli bir teyakkuz hâlindeyim… Korkuyorum”

Günlük hayatınız nasıl değişti? Korunma durumunuz nedir?
İnsan olarak aradan bu kadar, 60 günü aşkın süre geçti. Açıkçası 7 gün 24 saat koruma altında değilim. Benimle ilgili tehdit, ardından Önal’ın öldürülmesi üzerine buradaki ve Türkiye’deki kamuoyu ile gazeteci arkadaşlarımız başta olmak üzere konuyla ilgili herkesin tepkisi ve beklentisi 7 gün 24 saat koruma sağlanması talebiydi. (Kıbrıs) Basın-Sen, buradaki Polis Genel Müdürlüğü’ne avukatları aracılığıyla koruma talebinde bulundu. Ama o iş olmadı, 7/24 koruma sağlanmadı. Çocuğum sabah okula giderken, kızımı babası okula götürürken, polis arabası kapının önünde bekledi. O biraz bizi rahatlattı açıkçası. En azından kapının önüne çıkınca silahla taranma, ateş edilmesi tehlikesi gibi durumlara karşılık iyi oldu. Çocuğumuzun gözünün önünde böyle şeyler yaşanmaması bakımından.  

Bu uygulama, o gün bugündür devam ediyor. Her sabah kapının önündeler sağ olsunlar. Ben dışarı çıkarken bir yere gideceğimde onlara haber veriyorum, şu saatte evden çıkıyorum diye… Peşimde ya sivil ya resmî polis aracı benimle geliyor. Kısa süreli olsa polis eşliğinde bir yere gidiyoruz, sonra eve geri geliyoruz. Ben de inime çekiliyorum diyeyim. Çünkü iki ayı aşkın süredir burada yaşıyorum. Bu katta, bu çalışma masasındayım. Duygusal olarak, insan olarak işin boyutu tabii ki anlaşılmaz herhalde, bilmiyorum. Bir kere gözüm sürekli kurdurduğumuz videolarda, kameralarda. Sürekli telefona uyarı geliyor. Evin yanında, arabanın yanında birisi var diye sürekli bir teyakkuz hâlindeyim.

“Eve kapandığım için arkadaşlarım üzülüyor”

Arabaya bomba mı koyacaklar? Ne bileyim, lastiğime bir şey yapacaklar, bir tâkip aracı takacaklar gibi hayatımda düşünmediğim şeyleri düşünmeye başladım. Arabaya binmeden önce kameradan kaçırdıysam diye arabaya yaklaştığımda eğilip önce altına bakıyorum. Aynı duruyor mu, arabanın altı dümdüz duruyor mu, bir şey koydular mı diye dört bir tarafından eğilip yerlerde bomba veya cihaz gibi bir düzenek arıyorum. Yolda giderken yanımdan motosikletli geçtiğinde infaz edilecekmişim veya birisi evin camından bana silahla bir şey şey yapacakmış gibi geliyor. Korkuyorum. Herhangi yüksek bir ses duyduğumda bomba patladı zannediyorum. Bir şey oldu zannediyorum. “Çocuğum!” diye bağırıyorum. Ne oldu, bir şey mi oluyor diye… 

İlk haftalardaki sıkıntıların ardından şimdi daha sâkinim, rahatım. Hep birlikte sâkinleştiğimizi söyleyebilirim. Ama günlük hayatımda, mesela arkadaşlarımla çıkayım gideyim bir kahve içeyim, azıcık kafam dağılsın gibi bir şey de yok. Çünkü polis çağırmaktan, polis eşliğinde gitmekten çekiniyorum. Arkadaşımla kafede oturacağım, polis de kapı önünde bekleyecek. Eve kapandığım için arkadaşlarım üzülüyor. Bir kahve içelim, diyenler var. Kötü bir durum, berbat. Belki gereksiz ama sürekli önlemi bırakamayız diyen bir polis teşkilatı, aile, çevre… Sürekli “Biz gelip seni alalım” diyorlar. Ben insanlara da yük olmayı seven biri değilim. Birinden bir şey istemek de hiç hoşuma gitmez. Bu süreç kuşkusuz sosyal hayatımı tamamen etkiledi. İş hayatımı, gazetecilik hayatımı da doğrudan etkiledi. İlk günler bile bunu düşündüğümü hatırlıyorum. Bunu düşünüp gözyaşı döktüğümü… “Bir daha ben bu mesleği yapamayacağım. Ben bir daha bu işi nasıl yapacağım” dedim. Aklımı toparlayamıyorum. Nasıl davranacağız?

“Beni kendi toplumum, kendi devletim koruyamayacaksa, bilemiyorum, kaçamam”

Tehdit edilmeniz üzerine uluslararası alanda da gazetecilik dayanışması devreye girdi, anlatabilir misiniz?
OCCRP ekibiyle görüştüm. Uluslararası alanda yolsuzluk haberciliği kapsamında güvenlik uzmanlarıyla çalışıyorlar. OCCRP’in uluslararası destek ve güvenlik destek ekipleriyle epey uzunca bir Zoom toplantısı yaptık. Onlar kesinlikle bu yazı dizisine devam etmememi, haberleri yapmamamı söylediler. “Biz sizi tecrübelerimiz ışığında uyarıyoruz, birinci derece açık hedefsin, haberleri yapmayın” dediler. Peki bizim okura olan sorumluluğumuz, Cemil Önal hayatıyla ödedi bu anlattıklarını, ona olan sorumluluğumuz? 

Sorumluluk duygusu hissediyorum. Öldü ve bitti mi yani? Bu kadar kolay mı? Sırf bu gerçekleri anlattı diye, ifşa etti diye gidip bir insanın kafasına sıkmak Avrupa’nın göbeğinde bu kadar kolay mı? Uluslararası örgütlerce Avrupa’ya çağrıldım. Benim ve ailemin bütün masraflarımı karşılayacaklarmış ve bütün olanakları sağlayacaklarmış. “Kıbrıs’ta güvende değilsiniz; kuzey işgâl altında, hiç değilsiniz” gibi ifadelerle beni Avrupa’ya çağırdılar. Tabii ki öyle bir şeyi kabul etmem mümkün değil. Nitekim kendimi toparlamak zorundayım.

Bu şekilde dâvet aldığınızda, “Kuzey işgâl altında” gibi bir yaklaşımla ilgili ne düşündünüz?
Kendi ülkem aleyhine bir şeyin parçası olurum, diye düşündüm. Herkes bu durumu kullanabilirdi, mümkündü. Çünkü bu haberler çıktığında çok acayip yorumlar da gördüm. Türkiye basınında aklı yerinde sandığımız gazeteciler ve yorumcular tarafından bile “dış istihbarat işi” olduğu gibi görüşler yazıldı, söylendi. “Dış istihbarat izin vermiş, beni Hollanda’ya onlar götürmüş” gibi ipe sapa gelmez yorumları duyuyoruz. Komik ama acı. Esasen, ben niye mesleğimi yaptım diye ülkemi terk edeyim ki, diye düşündüm. 

Bu ülke, benim ülkem, beni koruyamayacak mı? Ben ne için çalışıyorum, bu kamu için çalışıyorum, bu toplum için çalışıyorum. Beni kendi toplumum, devletim, halkım koruyamayacaksa, kendimiz bunu beceremeyeceksek, bilemiyorum. Ben bir haber yaptım diye bunun bedelini, çocuğumun düzenini, okulunu, kendi çevremi, hayatımı, çocukluğumu, ailemi, ülkemi bırakarak, ömrümü kaçarak geçiremem. En nefret ettiğim şey de korkaklıktır hayatta. Hiçbir şeyden de korkmam açıkçası. İşte ama zorla insana korkuyu yüklüyor düzen, sistem. Yani “kork” diyor sana, aldığım tehditler itibarıyla… “Cemil Önal’ı vurduk, seni de vururuz.” Sen kimsin yani?

“Bir sürü fanatik mesaj yolladı, kadın olduğum için dua etmem de söylendi”

Sadece telefon konuşması olmadı ama başka tehditler de aldınız. Nasıl tehditlerdi?
Mesajlarla da tehditler söz konusu oldu. Kabzasında TC arması, bayrağı işlenmiş silah fotoğrafları vs. Asenalar, kurtlar gibi ifadelerle “Bedelini ödeyeceksin” gibi mesajlar… ‘Reis’in adını anmışım, Hakan Fidan’ı anmışım diye bir sürü fanatik de böyle mesajlar yolladı tabii. “Hangi dış istihbarat ajanısın, aşağılık kadın” gibi AKP’li trollerden pek çok mesaj geldi. Onları da polise teslim ettim. Hiçbir şey olmadı tabii de sırf işte ellerinde dursun diye.

Kadın olmanızdan kaynaklanan, cinsiyetçi, belaltı tehditler için ne düşünüyorsunuz?
Bir şeytanlaştırma vardı belli bir kesimde. “İşte bu kadın nereden çıktı? Neden böyle bir şey yaptı? Koskoca TC hakkında nasıl böyle haber yapabiliyor, konuşabiliyor? Buna kim verdi bu haddi” gibi mesajlar… “Susturulmalı bu kadın” yaklaşımıyla küfürlerle de, mesajlarla da karşılaştım. Ama mesela bir kesim de şunu söylüyordu: “Sen dua et kadınsın. Yoksa seni hayatta bırakmazlardı, hayatta koymazlardı. Erkek bir gazeteci olsaydın..”

Ama sizi destekleyenler ve sizinle ilgili endişeleri paylaşanlar da oldu…
Özellikle Twitter’da (X) beni ağlatan mesajlar da oldu. Türkiye’den genç çocukların Twitter’ıma attıkları mesajlar beni duygulandırdı, “Ayşemden abla, seninle gurur duyuyoruz. Gazeteciliğinle gurur duyuyoruz. Ve Twitter’a bakmaya korkuyoruz, sana da bir şey olur mu gibi” yazanlar oldu. Onlara çok içerledim. Nasıl da herkesin psikolojisini bozdular, diye düşündüm. Bana abla diyen genç tâkipçiler bile iyi bir şey yaptığımızın ve iyi bir habercilik yaptığımızın farkında ve ölmemizden korkuyorlar. Buna ağlamıştım ilk okuduğumda. Bu mesajlar naif gelmişti. Çok etkilenmiştim. 

“Altarnatif medya sağ olsun, iyi ki en azından Türkiye’de onlar var”

Tabii bir yandan da sevindiğim taraf şuydu: Türkiye’deki kamuoyunun kulağını, gözünü açmış olmak oldu. Evet, korkudan birkaç televizyon yer verebildi, ‘ana akım’da zaten almayı yer beklemiyorduk. Çok kısıtlı bir medya ilgi gösterdi. Alternatif medya sağ olsun, iyi ki en azından Türkiye’de onlar var. Ve sesimizin duyulmasını, Kıbrıs’ın nasıl aslında bir arka bahçeye, bir çirkefe dönüştürüldüğünü görmeleri açısından, Kıbrıs’ın beş yıldızlı otellerde kumar oynayıp tatil yap bir hayat olmadığını, kapkaranlık bir ada olduğunu, aslında buranın kuzeyiyle güneyiyle ama kuzeyi tabii katmerli bir şekilde karanlık ilişkiler ağı içinde olduğunu ortaya koymaya çalıştık. 

Güney’in en azından bir AB üyesi olması nedeniyle kuralları, denetimleri var, uluslararası hukukun içinde. Güney o anlamda bir tık daha şanslı. Ama biz burada bir arka bahçe gibi, telli bir bölge içinde çok daha vahşi koşullarda yaşıyoruz. Ve bu durumu, Türkiye’deki insanlar da duydu ya, gördü ya, onu anlayabildiler ya, o açıdan açıkçası bir haz ve mutluluk yaşadım. Yani bu yaşananlarda en iyi olan neydi derseniz, buydu.

Türkiye’ye girişi, sonuçlanmayan davayla yasaklandı

Türkiye’ye girişi yasaklı Kıbrıslı gazetecilerden birisiniz. Neden sakıncalı görülüyorsunuz?
Zaten Ekim 2020’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde Ersin Tatar’ın karşısındaki Mustafa Akıncı’yı yerle bir ettiler, çok acayip şeyler yaşandı. Buradaki büyükelçi aracılığıyla AKP’nin kararıyla adeta bütün topla tüfekle Ersin Tatar için büyük bir harekât yürüttüler ve resmen Kıbrıs’ın seçim iradesini 4-5 bin oyla satın aldılar. Yoksul gruplardan, göçmenlerden gerek korkuyla, gerek iş vaadiyle seçim iradeleri satın alındı. O dönemki haberlerimiz üzerine o zaman beni dava etmişlerdi. Buradaki büyükelçi hakkında elçilik binasını seçim karargâhına çevirdiğini anlatarak Mustafa Akıncı’nın bu adamı derhal çağırıp istenmeyen adam ilan etmesi gerektiğini ve ülkesine yollaması gerektiğini yazdım.

O zaman Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu idi ve benim hakkında soruşturma açtırdılar. “Devlet büyüklerini aşağılamak, halklar arasına nifak sokmak” gibi suçlamalarla hakkımda adlî süreç başlatıldı. Ama bir dava aşamasıyla sonuçlandırılmadı. Türkiye’deki yargılama için de burada istinabe yoluyla benim ifademi falan da aldılar. Ama davayı bir türlü de sonuçlandırmadılar ki yani ben sürüneyim, Türkiye’ye gidemeyeyim diye. Hâlen de sonuç bildirilmedi. Türkiye’deki yargılama öyle sürümcemede duruyor ve 5 senedir Türkiye’ye gitmedim. Öncesinde de 5 sene gitmemiştim. Çünkü IŞİD’in Türkiye’de olması, saldırılarda bulunması beni çok etkilenmişti.  Nasıl oluyor da kafa kesen caniler bizim Türkiye’de diye oraya gitmiyordum.

Hiçbir iktidar sonsuza dek yaşamıyor nasılsa… Onlar gider, aklıselim sahibi birileri gelir, hukuk döner memlekete tekrar. O zaman birileri bu davalara bakar ve Kıbrıslılar da kurtulur. Bu yasaklı kara listelerden de çıkarız diye düşünüyorum. Umarım… Umudu kaybetmiyorum. Umarım…

İLGİLİ:

Kutlu Adalı: Tuğla yine çekilmedi, duvar yine yıkılmadı

Kıbrıs basın tarihinde faili meçhul cinayetler: Gürkan ve Hikmet’in katilleri 60 yıldır yakalanamadı

Üç mermi, bir hançer: Kıbrıslı gazeteci Fazıl Önder neden öldürüldü?

Yıldız Yazıcıoğlu

1977 yılı doğumlu. 1994-1998 döneminde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Mesleğe 1997 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak başladı. 1998-2000 döneminde yüksek lisans eğitimine devam etti. 2000–Mayıs 2009 döneminde Milliyet gazetesinde kent muhabirliğinden başladığı meslekî kariyerini cumhurbaşkanlığı ve parlamento muhabirliği noktasına taşıdı. 2009–2011 yıllarında ABD’nin başkenti Washington DC’de kariyerini sürdürdü. Burada ABD merkezli TurkishNY ile İstanbul merkezli T24 haber sitesinde, A Haber TV kanalı gibi farklı medya kuruluşları temsilciliği ve/veya yorumculuğu görevlerinde bulundu. Washington DC’de Voice of America (VOA) kuruluşunda eğitim aldı ve muhabirlik yaptı.

Türkiye’ye dönüşünde Ocak 2012’de Habertürk TV’de Ankara Editörü olarak göreve başladı ancak 2013 yazında Gezi protestoları sürecinde meslekî ilkeleri nedeniyle istifa etti. O günden bugüne işsizlik dönemleri dışında Türkiye’deki medya kuruluşlarında parlamento-diplomasi muhabirliği yaptı. Serbest gazeteci olarak VOA Türkçe bölümünde Türkiye muhabirliği görevi ise ABD’de VOA’in tümüyle kapatılması kararıyla Mart 2025’te sona erdi.

Journo E-Bülten