Bugün Kuzey Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın 87. doğum günü. Adalı 1996’da faili meçhul bir cinayette katledilmişti. Sedat Peker’in geçen yaz videolarında dile getirdiği iddiaların ardından Türkiye’de yeni bir soruşturma başlatıldı, KKTC’de ise araştırma komitesi kuruldu. Ancak 8 aydır hiçbir sonuç alınabilmiş değil. Kuzey Kıbrıs’ta öldürülen gazetecileri konu alan bu yazı dizisinin ilk bölümünde Kutlu Adalı cinayetini hatırlıyoruz.
Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak da dâhil çeşitli suçlardan geçmişte hüküm giyen Sedat Peker, bir dönem destek verdiği siyasi iktidarla ters düştükten sonra yerleştiği Dubai’de geçen bahar ve yaz aylarında bir dizi video çekip YouTube üzerinden yayımlayarak gündem yaratmıştı.
Peker’in 23 Mayıs’ta yayımladığı 7. video, 6 Temmuz 1996’da faili meçhul bir cinayete kurban giden Yenidüzen gazetesi yazarı, Kuzey Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı hakkındaydı. Peker’in iddiasına göre Adalı, Korkut Eken ve Mehmet Ağar’ın emriyle öldürülmüştü.
Milli İstihbarat Teşkilatı Güvenlik Dairesi’nin eski başkan yardımcısı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Dairesi’nin eski müşaviri olan emekli yarbay Eken ile İçişleri ve Adalet bakanlığı yapmış eski Emniyet Genel Müdürü Ağar’ın ortak bir özelliği, ikisinin de Susurluk Davası’nda hüküm giymesiydi.
Kutlu Adalı cinayetiyle, dört ay sonra patlak veren Susurluk’un ortak noktası ise Uzi marka bir silahtı.
Kutlu Adalı: Yazı işleri müdürlüğünden BRT başkanlığına
Kutlu Adalı, 3 Ocak 1935’te, o yıllarda bir İngiltere sömürgesi olan Kıbrıs’ın Lefkoşa şehrinde dünyaya geldi. Ailesi, Kutlu Adalı henüz üç yaşındayken, 1938 yılında Türkiye’ye göçtü.
19 yaşına dek Antalya’da yaşayan Kutlu Adalı; ilkokul, ortaokul ve liseyi burada okudu. Antalya yıllarındaki okul arkadaşlarından birisi de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski Genel Başkanı Deniz Baykal’dı.
1954 yılında Kıbrıs’a dönen Kutlu Adalı, adadaki Rum ve Türk toplulukları arasında yaşanan etnik çatışmalarda aktif olan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) paralelinde örgütlendi. 1959’da TMT’ye bağlı Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun (KTKF) yayın organı Nacak’ın yazı işleri müdürü oldu ve Beşparmak Yayınevi’ni kurarak başına geçti.
Kutlu Adalı, 1961’de Kıbrıs Türk Cemaati İcra Komitesi Başkanı Rauf Denktaş’ın özel sekreterliği görevine getirildi. Bu dönemde Beşparmak ve Uyarı gibi TMT çizgisindeki yayınlarda yazıları yayımlandı. Adalı, Denktaş’ın danışmanlığı görevini 1972’ye dek sürdürdü.
1972’de TMT’ye ait Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nun (BRT) başkanlığına getirilen Adalı, bu görevi 1975’e dek yaptı.
Kutlu Adalı ile Denktaş’ın arası 1970’lerde açıldı
Adalı ile uzun yıllar danışmanlığını yürüttüğü Denktaş’ın arası, 1970’li yıllardan itibaren açılmaya başladı. Denktaş’ın Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) Başkanı sıfatıyla Türkiye’yi eksen alan politikasına karşılık Kutlu Adalı, Kıbrıs Türkleri’nin Türkiye tarafından “yutulması” tehlikesine dikkat çekiyor, 1974 Kıbrıs Harekâtı’nın ardından adanın kuzeyindeki Rum köylerinin boşaltılarak yerlerine Türkiye’den nüfus taşınmasına karşı çıkıyordu.
Aynı yıllarda Halkçı Parti (HP) Genel Başkanı Alper Orhon, Kuzey Kıbrıs’taki 10 köye Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) eğilimli kişilerin yerleştirildiğini, KTFD’ye bağlı kamu iktisadi kuruluşlarının başına Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve MHP yanlısı kişilerin müdür olarak atandıklarını söylüyordu. Adalı, bu dönemde eski yol arkadaşı Denktaş’a karşı ölümüne kadar devam edecek bir muhalefet süreci başlatıyordu.
1975’te KTFD Nüfus Kayıt Dairesi Kimlik Kartları Bölüm Başkanı olan Kutlu Adalı, bu görevi sırasında Söz gazetesinde “Kerem Atlı” mahlasıyla Denktaş ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki varlığını eleştiren köşe yazılarını kaleme aldı. 1979’da KTFD Turizm Bürosu Danışmanlığı görevine getirilen Kutlu Adalı, 1987’de bu görevinden emekliye ayrıldı.
1981’e dek yazılarında Kerem Atlı mahlasını kullanan Kutlu Adalı, bu tarihten itibaren yazılarını gerçek adıyla yazmaya başladı. Denktaş taraftarlarınca vatan hainliğine kadar varan suçlamalarla karşılaşan Kutlu Adalı; Söz, Ortam, Kıbrıs Postası ve Yenidüzen gazetelerinde yazdığı yazılarla Denktaş yönetimini ağır bir şekilde eleştiriyor, Türkiye kökenli suç örgütlerinin Kuzey Kıbrıs’taki uyuşturucu, kumar ve fuhuş gibi yasa dışı faaliyetlerine dikkat çekiyordu. Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye’ye bağımlı kılınmasını da eleştiren Adalı, başlangıçtaki Türk milliyetçisi görüşlerinin aksine, son dönem yazılarında “Kıbrıslılık” düşüncesini öne çıkarıyor, birleşik ve federal bir Kıbrıs idealini savunuyordu.
Adalı için sonun başlangıcı: St. Barnabas Manastırı baskını
Kutlu Adalı’yı ölüme götüren süreç, 15 Mart 1996 gecesi Magosa yakınlarındaki St. Barnabas Manastırı’nda başladı. Hristiyanlığı Kıbrıs’ta yayan Aziz Barnabas’ın mezarının bulunduğu 1.500 yıllık bu manastırda o gece nedeni anlaşılamayan bir kazı yapıldı. Müze statüsündeki manastıra giren, sayılarının 12 ile 15 arasında olduğu sanılan bir grup, manastırdaki üç nöbetçiyi silah tehdidiyle etkisiz hâle getirdikten sonra kazılarını gerçekleştirip bölgeden uzaklaştı.
Kamuoyu 16 Mart sabahı baskından haberdar oldu. Kuzey Kıbrıs bu haberle çalkalandı. Kutlu Adalı’nın yazarlığını yaptığı Yenidüzen gazetesi, 17 Mart 1996 tarihli manşetinde yetkililere özetle dört soru sordu:
- Polisin ada çapında operasyon yaptığı bir gecede adeta bir orduyu anımsatan modern silahlı 15 kişi nasıl elini kolunu sallayarak müzeye girip çıktı?
- Baskını gerçekleştirenlerin kullandığı beyaz Renault Toros’un Sivil Savunma Teşkilatı’na ait olduğu doğru mu?
- Paha biçilmez ikonalara dokunmayan baskıncılar, mezara 1974’te gömülen mücevherleri mi arıyordu?
- Baskınla ilgili hiçbir açıklama yapmayan polisin olayla ilgili soruşturma başlatmadığı doğru mu?
Bu sorular günlerce yanıtlanmadı. Yetkililer adeta bir ölüm sessizliğine büründüler. Ancak mesele öyle bir hâl aldı ki sessizlikle geçiştirilmesi olanaksızdı. Nitekim baskından beş gün sonra, 20 Mart 1996’da, dönemin KKTC Başbakanı Hakkı Atun, bir ihbar üzerine ekiplerin manastıra geldiklerini, alınan ihbarın teyidi için St. Barnabas operasyonunun gerçekleştirildiğini söyledi. Ancak bu açıklama inandırıcı bulunmadı. İşin arkasında başka bir şeyin olduğu düşüncesi yaygındı.
Gazeteci Kutlu Adalı, bu karanlık olayı araştırmaya koyuldu. Araştırdıkça hem kendisine, hem gazetesine Sivil Savunma Teşkilatı’na bağlı kişiler tarafından tehditler yağdırılıyordu. Yılmayan Adalı, 23 Mart 1996 tarihli yazısında, St. Barnabas’taki olaya ilişkin sıkça konuşulan bir iddiayı kaleme aldı.
Esrarengiz generalin gömdüğü mücevherler mi?
İddiaya göre, 1974’teki harekâta binbaşı rütbesiyle katılan bir subay, adadaki Rumlar’dan topladığı mücevher, altın vb. değerli eşyaları manastırda bir yere gömmüştü. O dönem bu mücevherleri çıkaramayan binbaşı, yıllar içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) general rütbesine dek yükselmişti. İddiaya göre bu general, emekli olduktan sonra Kıbrıs’a gelmiş, tanıdığı ve güvendiği bazı kişilere durumu anlatarak adam toplamış, sonra da manastırı basarak kazıyı gerçekleştirmişti.
Söz konusu emekli generalin kim olduğu hiçbir zaman ortaya çıkarılamadı. Ancak Kutlu Adalı bu işin üzerine gitmeyi sürdürdü. İşin üstüne gittikçe de aldığı tehditler arttı. Tehditlerin geldiği adres Sivil Savunma Dairesi’ydi. Bu dairenin başındaki isim, sonraları Jandarma Genel Komutanlığı yapacak olan Albay Galip Mendi’ydi. Mendi, Adalı’nın arandığını doğrulamakla birlikte, konuşmaların “tehdit değil, bilgilendirme” amacıyla yapıldığını, Kutlu Adalı’nın baskınla ilgili yanlış bilgilere sahip olduğu için onu doğru bilgilendirmek adına telefon açıldığını söyledi.
St. Barnabas Baskını’nın adadaki PKK faaliyetlerini araştırmak için yapılan bir çalışma olduğunu öne süren Galip Mendi, baskını Sivil Savunma Dairesi’nin değil, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri (KTBK) Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı’nın talimatıyla askerlerin gerçekleştirdiğini, kendisinin sadece askerlere araç tahsis ettiğini, bunun dışında baskına hiçbir şekilde kendisinin veya Sivil Savunma Dairesi’nin dâhil olmadığını söyledi. Baskını gerçekleştiren grubun başındaki ismin Albay Cahit Koparır olduğu sonradan iddia edilecekti. Koparır, 1974 Kıbrıs Harekâtı’na üsteğmen rütbesiyle olarak katılan askerlerden birisiydi.
Kutlu Adalı ve ailesine yönelik tehditler
Gazeteci Kutlu Adalı, St. Barnabas Manastırı baskınıyla ilgili soru ve iddialarını gündeme getirmeye devam etti. Aldığı tehditlerin ve hakaretlerin sayısı da giderek arttı. Kıbrıs Postası gazetesi, 3 Haziran 1996’da, Kutlu Adalı ve eşi İlkay Adalı’ya yönelik hakaret ve tehdit dolu ifadeler içeren bir mektubu haberleştirdi. “Türk’ün Kahramanları” imzasını taşıyan ve ırkçı ifadeler içeren mektupta Adalı çifti, Rumlarla işbirliği yapmakla suçlandı.
Sonunda 6 Temmuz 1996 tarihi geldi çattı. Kutlu Adalı o gün Türkiye’de bulunan eşi İlkay Adalı ile telefonda konuştu. Telefonu kapattıktan yaklaşık 15 dakika sonra, saat 23.30 sularında, doğup büyüdüğü Lefkoşa’daki evine giderken birden sokak ışıklarının kapandığını fark etti. Karanlıktan yararlanan tetikçi veya tetikçiler, evinin bulunduğu sokakta Kutlu Adalı’ya yaklaşarak ateş etti. 61 yaşındaki Kıbrıslı gazeteci, elektrikler geldiğinde artık hayatta değildi. Sol şakağına ve sol omzuna isabet eden iki kurşunla yaşamını yitirmişti.
Cinayette Uzi marka bir silahın kullanıldığı, suç mahallinde yapılan inceleme sonucu ortaya çıktı. Türkiye kamuoyu bu silahı, Kutlu Adalı cinayetinden yaklaşık dört ay sonra, 3 Kasım 1996’da patlak veren Susurluk Skandalı ile daha yakından tanıyacaktı. Ağar ve Eker’in de yargılandığı Susurluk Davası’nın en önemli başlıklarından birisi, kayıp silahlar konusuydu. İsrail’den Uzi marka silahlar alınmış, özel harekâtçılara dağıtılmış ve bu silahlarla cinayetler işlenmişti.
Susurluk’un aktörlerinden Abdullah Çatlı’nın cinayet günü Kıbrıs’ta olduğu da iddialar arasındaydı. Bu arada Susurluk sanıklarının suçlandıkları olaylardan birisi de Ömür Lütfi Topal cinayetiydi ve Topal’ın KTTC’de birçok kumarhanesi vardı.
Gözaltılar, soruşturmalar sonuçsuz kaldı
Adalı, kendisinden 3,5 yıl önce, 24 Ocak 1993’te Ankara’nın Çankaya ilçesindeki evinin önünde uğradığı bombalı saldırıda katledilen Uğur Mumcu gibi, suç örgütlerinin ve derin yapıların gayrimeşru faaliyetlerini araştıran bir gazeteciydi. Bu yüzden onu “Kıbrıs’ın Uğur Mumcu’su” diye ananlar var. Mumcu gibi, Kutlu Adalı cinayetinin faili de hâlâ bulunamadı.
Cinayeti, adı 12 Eylül 1980 darbesinden önce pek çok cinayet ve katliamda geçen Türk İntikam Tugayı (TİT) adındaki bir örgüt, 8 Temmuz 1996’da Kıbrıs gazetesine gönderdiği bir mesajla üstlendi. Cinayetten kısa bir süre sonra İlkay Adalı’yı arayan kimliği belirsiz bir kişi, cinayeti Sivil Savunma Dairesi’nden Hüseyin Demirci adındaki birisinin işlediğini, Demirci’yi ise Albay Orhan Ceylan’ın azmettirdiğini söyledi. Bu ihbar üzerine Demirci gözaltına alındı, ancak cinayet gecesi iki polis şefiyle yemek yemek üzere Lefkoşa’nın dışında olduğunu ispatlayınca serbest bırakıldı. Ceylan’ın da cinayetle ilgili bağı tespit edilemedi.
Bu arada İlkay Adalı, 2003 yılında Aktüel dergisinden Bülent Orakoğlu’na verdiği söyleşide, Hüseyin Demirci’nin “Kutlu Adalı’yı öldürdüm. Beni de öldürecekler” diye feryat ettiğini duyduğunu söyledi.
Başka şüpheliler de vardı. Örneğin Kuzey Kıbrıs’ta yayın yapan milliyetçi eğilimli Birlik gazetesinde, cinayetten aylar önce, Timur Ali mahlasıyla köşe yazıları yazan bir kişi ise “Kutlu Adalı, dernek tarafından bir köpekmiş gibi yok edilmelidir” ifadelerinin yer aldığı bir yazı kaleme almıştı. Timur Ali’nin gerçekte Türkiye merkezli Milliyetçi Düşünce Derneği Başkanı Erhan Arıklı olduğu iddia edildi. Sonraları KKTC’de Yeniden Doğuş Partisi’ni kurarak başına geçen ve KKTC Başbakan Yardımcılığı yapan Arıklı, Birlik gazetesinde yazarlık yapmadığını, Timur Ali mahlasını hiçbir zaman kullanmadığını söyleyerek hakkındaki iddiaları reddetti. Arıklı, 2002 yılında Kıbrıslı gazetesinde yazdığı bir köşe yazısında, sol görüşlü Afrika gazetesi yazarları için “Dillerinde sigara söndürülmeli” ifadelerini kullanarak da tepki çekmişti. Arıklı, yıllar sonra yaptığı bir açıklamada, bu ifadelerden dolayı utanç ve pişmanlık duyduğunu dile getirdi.
Adalı cinayetinde tüm yollar Türkiye’ye çıkıyor
Kutlu Adalı cinayeti KKTC’de çıkmaza girerken tüm yollar Türkiye’ye çıkıyordu. Susurluk Davası’nı takip eden yıllarda yayımlanan raporlarla, soruşturmalarla Türkiye’deki süreç uzadıkça uzuyordu. Ömer Lütfü Topal’ın kumarhanelerinin yanı sıra Rus mafyasının kara parasını aklamakta kullanılan First Merchant Bank gibi KKTC merkezli offshore bankası gibi birçok ayrıntı ise meseleyi yine ve yeniden adaya bağlıyordu.
İlkay Adalı 2003’teki söyleşisinde Çatlı’nın cinayet günü KKTC’de olduğunu vurguladı, ancak avukatlarının o gün Çatlı ile beraber uçağa binen yolcuların listesini edinme talepleri kabul edilmedi. KKTC Polis Genel Müdürlüğü, söyleşinin ardından 28 Eylül 2003’te bir açıklama yayımlayarak iddiaları reddetti.
Susurluk Skandalı ile birlikte ortaya çıkan bağlantılar, devlet-mafya-siyaset üçgeninde yaşananlar ve bunların Kıbrıs’a olan yansımaları, Kutlu Adalı cinayetinin çözülmesi için bir fırsat yarattı. Ancak iki yıllık bir soruşturmanın ardından Kutlu Adalı Dosyası, 1998’in ekim ayında faili bulunamadığı gerekçesiyle kapatıldı.
Kararın altında imzası bulunan isimlerden Ahmet Soyalan, günümüzde KKTC Polis Genel Müdürü olarak görev yapıyor. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Peker’in son iddialarının ardından geçen mayısta Soyalan’ı kabul edip Kutlu Adalı dosyası hakkında bilgi aldığını açıklamıştı.
Adalı ailesi 1997 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. İlkay Adalı’ya göre o dönemde önce Rauf Denktaş, ardından CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat davadan vazgeçmeleri için aileye baskı yaptı. Adalı ailesi vazgeçmedi. AİHM, Türkiye’yi 31 Mart 2005’te “etkin soruşturma yürütmediği” gerekçesiyle 20.000 Euro tazminat ödemeye mahkûm etti. Ayrıca Türkiye’nin mahkeme masrafları ve aile avukatlarının ücreti için 82.236 Euro ödemesine de karar verildi.
Bu arada KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde Adalı cinayeti için 2001’de ikinci kez kurulan araştırma komisyonunun faaliyetleri de sonuçsuz kaldı.
Komutanlar Rumları ve Türk mafyasını suçladı
Kutlu Adalı’nın ailesinin AİHM’de açtığı davada, Galip Mendi ve cinayetten bir ay sonra Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı görevine atanan Hasan Peker Günal’ın ifadeleri de alındı. İki komutan, AİHM’de verdikleri ifadeyi 30 Mayıs 2021’de Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e anlattı.
1996-98 yılları arasında Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı yapan emekli tümgeneral Hasan Peker Günal, cinayetin Yunan veya Rum istihbaratı tarafından, adadaki Türk mafyası kullanılarak işlenmiş olabileceğinden kuşkulandığını söyledi. Günal, bu kuşkusunu cinayetten dolayı Türkiye’ye yönelen ağır eleştiriler ve Kıbrıs Türk toplumu içinde oluşan Türkiye karşıtı havaya dayandırarak temellendirdi.
Adalı’nın öldürüldüğü günlerde Sivil Savunma Daire Başkanı olan, 2000-2002 yıllarında Güvenlik Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla adada yeniden görev yapan emekli orgeneral Galip Mendi de Hasan Peker Günal gibi ifadesinde Kıbrıs’ın güneyinde yuvalanmış Rum mafyasından kuşkulandığını, cinayetin Rum mafyası tarafından işlenerek suçun Türkiye’ye yıkılmaya çalışılmış olabileceğini düşündüğünü söyledi.
Sedat Peker’in iddiaları
KKTC’deki siyasetçiler ve dönemin yetkilileri, Kutlu Adalı cinayetinin çözülmesi için yıllardır defalarca Türkiye’yi işaret etti. Ancak Adalı cinayeti konusunda AİHM kararıyla sabit olduğu üzere Türkiye’de etkin bir soruşturma yürütülmediği gerçeği, Sedat Peker’in iddiaları sonrasında da değişmiş değil.
Peker’in, Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili iddiasını hatırlayalım. Videoda şöyle demişti Peker:
- Biz o zaman Korkut Eken, Mehmet Ağar hep beraberiz. Korkut abinin odası, Mehmet Ağar’ın odasının yanında. Genciz, vatanseveriz, işte PKK’ya şu yardım ediyor diyorlar ama genelde iş adamlarına yönlendiriyorlar bizi, faili meçhullerden ziyade. Onları da anlatacağım, bugün yetişmez.
- (Korkut Eken) Bana dedi ki, “Kıbrıs’ta bir adam var. Kıbrıs’ı Rumlara satmak istiyor. Bana iki tane profesyonel lazım.” Dedim ki “Abi sana öz kardeşimi vereceğim, Atilla Peker’i” dedim, “Uzmandır” dedim. THY bilet hard disklerini atmıyor, biletlerden bakabilirler. Korkut Eken, Atilla Yıldırım (Atilla Peker’in kullandığı sahte kimlik ve pasaporttaki ismi) bu cinayetten ne kadar önce gittiler.
- Allah’a şükürler olsun, onun (Kutlu Adalı) kanını bize nasip etmedi. Namuslu adam, bugünleri görmüş adam, bunun için çalışmış. Rumlara satacağı falan yok ülkeyi. Hep böyle yapıyorlar, vatanseverlik, vatanseverlik, milleti coşturuyorlar, herkesi birbirine sokturuyorlar. Allah’a şükürler olsun, geldiler üç dört gün sonra, denk gelememişler. Korkut abiyle konuştuk, “Sonra tekrar gideceğiz” dedi. Sonra orada bunlara bağlı olan başka bir ekip öldürmüş. Karşılaştık Korkut abiyle, “Hâlloldu” dedi. Atilla Peker kanser ameliyatı oldu evde yatıyordu. Allah’a yemin olsun böyle oldu.
Sedat Peker’in videoyu yayınladığı gün, 23 Mayıs’ta Atilla Peker, yakın koruması Yunus Olcay ile birlikte “ruhsatsız silah taşımak” suçlamasıyla Muğla’nın Fethiye ilçesinde gözaltına alındı. Peker ve Olcay, iki gün sonra “Pandemi kurallarını ihlal etmek” suçlamasıyla 6.300 TL para cezası verilerek ve adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı.
Atilla Peker’in iddiaları
Atilla Peker, 29 Mayıs’ta Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e verdiği söyleşide, Muğla Fethiye Cumhuriyet Savcılığı’na Kutlu Adalı cinayetine ilişkin ifade vermek istediğini, ancak bu talebinin kabul edilmediğini, bunun üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletilmek üzere müracaat savcısına dilekçe yazıp verdiğini söyledi. Atilla Peker de tıpkı kardeşi Sedat Peker gibi Kutlu Adalı cinayetinden Mehmet Ağar ve Korkut Eken’i sorumlu tutuyordu.
Atilla Peker, cinayetten aylar önce Korkut Eken ile Kıbrıs’a geldiklerini, Albay Galip Mendi ve Yarbay Enver Topuz ile görüştüklerini, Adalı’nın evinin etrafında keşif yaptıklarını, ancak birtakım sorunlar nedeniyle cinayeti gerçekleştiremeden adadan ayrıldıklarını söyledi. Atilla Peker, Korkut Eken’in kendisine “Yeniden geleceğiz” dediğini de ifade etti.
Kıbrıs’tan döndükten sonra bir yaralama olayı nedeniyle tutuklanarak İstanbul Paşakapısı Cezaevi’ne konulduğunu söyleyen Atilla Peker, cezaevinde olduğu bir gün Eken’in kendisine haber gönderdiğini, bu haber üzerine Paşakapısı Cezaevi’nden bir hastane nakil aracıyla İstanbul’un Silivri ilçesindeki bir otele giderek, orada kardeşi Sedat Peker, Eken ve tanımadığı iki kişi ile görüştüğünü dile getirdi.
Atilla Peker, Korkut Eken’in burada kendisine Kutlu Adalı cinayetini kast ederek “Atillacığım, o iş hâlloldu, biliyor musun” dediğini söyledi. Atilla Peker, tıpkı kardeşi Sedat Peker gibi “aldatıldıklarını, vatanseverlik duygularının istismar edilerek karanlık işlere bulaştırıldığını,” kendisini cinayete azmettirmekle suçladığı Korkut Eken’in de tıpkı kendisi ve kardeşi Sedat Peker gibi kurban olduğunu düşündüğünü ifade etti.
Suçlamaların odağındaki isimlerin başında gelen Korkut Eken cinayetten aylar önce Atilla Peker ile birlikte Kıbrıs’a gittiğini kabul ediyor. Ancak Kıbrıs’a gidiş gerekçelerinin Kutlu Adalı’yı öldürmek değil, Kıbrıs’taki PKK faaliyetlerini araştırmak olduğunu ileri sürüyor. Atilla Peker’i Kıbrıs’a kendisinin çağırdığını itiraf eden Korkut Eken, Kutlu Adalı cinayetine ilişkin kendisine yöneltilen suçlamaları ise “O gazeteciyi tanıyorsam, biliyorsam şerefsizim. Öldürülmesiyle de da alâkam yok” sözleriyle reddediyor.
Beyaz Toros, Barnabas’ta da kullanılmıştı
O dönem Kıbrıs Sivil Savunma Dairesi’nde albay rütbesiyle görev yapan, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden kısa bir süre sonra yaş haddinden emekliye ayrılan eski Jandarma Genel Komutanı, emekli Orgeneral Galip Mendi de Kıbrıs’ta Korkut Eken ve Atilla Peker ile görüştüklerini doğrulamıştı.
Mendi, 25 Mayıs’ta Odatv’den Can Özçelik’e verdiği söyleşide, 1994-96 yılları arasında Sivil Savunma Dairesi’nde görev yaptığını, kendisinin Kıbrıs’tan ayrılmasından kısa bir süre önce Kutlu Adalı cinayetinin gerçekleştiğini söyledi. Korkut Eken’den “Saygı duyduğum bir büyüğüm” diye söz eden Mendi, “Korkut Eken’in yanında bond bir çanta vardı. Ama içinde ne olduğunu bilmiyorum” dedi. Korkut Eken’in yanındaki Atilla Peker’i o anda tanımadığını, sonradan kim olduğunu öğrendiğini dile getiren Mendi, Kıbrıs’a PKK faaliyetlerini araştırmak için geldiğini söylediği Korkut Eken’e Sivil Savunma Dairesi olarak beyaz bir Renault Toros tahsis ettiklerini söyledi.
Galip Mendi’nin sözünü ettiği otomobil modeli, 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan faili meçhul cinayetlerde sıkça kullanıldığı için akla ilk olarak kontrgerillayı getiriyor. Galip Mendi, Kutlu Adalı cinayetine giden sürecin başlangıcı sayılan 16 Mart 1996’daki Magosa yakınlarındaki St. Barnabas Baskını’nda da bu araçların kullanıldığını ifade ediyor.
Sonuçta Kutlu Adalı cinayetine ilişkin hem Türkiye, hem de Kıbrıs’ta yıllardır ayrı ayrı soruşturmalar yürütülmesine karşın kayda değer bir ilerleme sağlanamadı.
Sedat Peker’in iddialarının ardından KKTC’de oybirliğiyle kurulmasına karar verilen meclis araştırma komisyonunun hiç kurulmadığı ortaya çıktı. Türkiye’de bir başka suçlamayla kısa süre gözaltında tutulan Atilla Peker’in somut itirafları soruşturulmadı.
Kutlu Adalı’nın 87. doğum günü olan bugün, 26 yıl önceki cinayet hâlâ aydınlatılmayı bekliyor. Peker’in iddialarına dair 2021’den devreden sorular, basın meslek örgütlerinin ve gazetecilerin tüm çağrılarına rağmen bu faili meçhul için de 2022’de yanıtsız bir hâlde duruyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – UĞUR MUMCU: BUGÜN OLSA KİRLİ İKTİDAR İLİŞKİLERİNİ AĞ HARİTALARIYLA ANLATIRDI