Suriye ve Yunanistan sınırlarında gerilim yüksek. İktidara yakın medya kuruluşlarında sürekli savaş davulları çalıyor. Görevini yapmaya çalışan gazeteciler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bugün kendisine soru soran bir muhabire “Sen kimin tarafındasın” dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçtiğimiz günlerde bir soruya verdiği cevaba, gazetecinin çalıştığı kanalı eleştirerek başlamıştı. Böyle bir ortamda bile savaş kışkırtıcılığı yapmadan gerçekleri eleştirel bir süzgeçten geçirerek aktarmak, uluslararası gazetecilik standartlarına ve etik ilkelere uygun bir şekilde mesleğimizi yapmak mümkün mü?
“Barış gazeteciliği” denince akla gelen ilk isim olan Prof. Dr. Sevda Alankuş sorularımızı yanıtladı. Bugünlerde birçok medya kuruluşunun derdinin “habercilik değil propaganda” olduğunu belirten Alankuş, “Eskiden biraz daha umutluydum ama şimdi barış gazeteciliğinin yerinin alternatif medya olduğunu söyleyebiliyorum. Ana akım medya ‘iyi gazetecilik’ yapsa yeter diyorum” ifadesini kullandı.
Türkiye’de ana akım medya barış gazeteciliğine nasıl yaklaşıyor?
Türk ana akım medyasında şu an barış gazeteciliği yapmak mümkün değil. Aslında hiçbir zaman mümkün değildi, şimdi daha da çok öyle. Diğer yandan, bırakın barış gazeteciliğini, “iyi gazetecilik” de yapabilmek mümkün değil ki bazıları ikisinin aynı şey olduğunu söylüyor. Ben “iyi gazeteciliğin” barış gazeteciliği olmadığını düşünenlerdenim, ancak doğrusu bunun bile yapılamadığı , haberi haber kılan en önemli öge olan haberin doğruluğunun (isterseniz buna olgusal doğruluğunun diyelim) bile sorunlu olduğu, şüphe kaldırdığı, iletişim özgürlüğünün çok büyük yaralar aldığı, böyle olunca da oto sansürün uygulandığı veya zaten derdin habercilik değil propaganda olduğu, bunun açıkça yayın politikası haline geldiği ve savunulduğu bir ortamda barış gazeteciliğinin yapılabilmesinden nasıl söz edeceğiz?
Diğer yandan ana akım medyanın barış gazeteciliği gibi bir derdi zaten olmadı. İçinde kalem oynatanların çoğunun da derdi en fazla “iyi gazetecilik” yapabilmekti ki o günleri bile özlemle anıyoruz. Çünkü biraz bu işin tabiatında var. Ana akım medya, “ulusal medya”, Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de ulusal inşa sürecinde önemli bir rol oynamış; her zaman siyasal, askeri, ekonomi güç ve iktidar çevreleri ile çıkarları hemhal olmuş bir yapı. Dolayısıyla yayın politikası olarak bunu ana akım haber medyasından beklemek galiba biraz işin tabiatına ters. Bireysel bir seçim olarak evet mümkün, ama zor.
Zaten dünyada da ana akım medyanın barış gazeteciliği yapmaya, “barış” resmi devlet politikası olduğunda giriştiğini görüyoruz. Mesela İrlanda’da böyle olmuş, barış masasına oturulduğunda ana akım medya barış gazeteciliği yapmaya başlarken, paradoksal olarak alternatif medya buna karşı bir habercilik yapıyormuş. Ama hemen ekleyeyim: Bu işe girişmek, barış gazeteciliği yapmak anlamına gelmiyor. İrlanda da tam olarak nasıldı bilmiyorum ama Türkiye’de barışın resmi politika olduğu, “artık analar ağlamıyor” başlıkları atılmaya başlandığı o bildiğimiz kısa dönemde yapılmaya çalışılan da barış gazeteciliği değildi, ama işte dillendirilmeye başlanmıştı. Hatta ve hatta Doğan Medya Grubu’nun yayın ilkeleri arasına girmişti. Uzun lafın kısası, eskiden biraz daha umutluydum ama şimdi barış gazeteciliğinin yerinin alternatif medya olduğunu söyleyebiliyorum. Ana akım medya “iyi gazetecilik” yapsa yeter diyorum.
Medya, çatışma haberlerini tiraj, reyting ve tık amacıyla mı kullanıyor?
Normal bir dönemde olsak kısmen böyle derdim, çünkü genel geçer gazeteciliğin haber değeri tanımı biliyorsunuz neredeyse ‘kan varsa, haber de var’a eşit bir anlayış. Haber ticari bir meta ve yaşamın olağan akışını bozan şeylere kamuyu ilgilendirdiği varsayıldığı ölçüde haber değeri atfediliyor. Bunun da başında, içinde o ya da bu şekilde şiddet, çatışma olan haberler geliyor. Türkiye’de aslında zaten az olan gazete okuru iyice azalmış durumda. Televizyon haberleri ne kadar izleniyor bilmiyorum ama eskiye göre daha az olduğu kesin. Öyle olmasaydı, yakınlarda olduğu gibi bazı haber kanalları kapanmaz ya da bir sürü gazeteci (sadece politik gerekçelerle değil) ekonomik nedenlerle işten çıkarılmazdı.
Yani medya bizzat bunu yapması beklendiği için yapıyor, üstelik bu konuda iktidar ve muhalefeti destekleyen haber medyası arasında pek de bir fark bulunmuyor. Yani ilk sorunuza verdiğim cevaba döneyim: Ana akım medya “ulusal mesele” addedilen konularda aslında hemfikir ve çatışmayı verirken hep “bizim” tarafın haklılığı, masumluğu, öteki tarafın haksızlığı, gaddarlığı vb. bir anlatı yapısı karşıtlığı içinde her şey aktarılmaya çalışılıyor. Örneğin Suriye meselesine hiç değinmeyeyim: Mülteci haberleri verilirken hep biz haklıyız, “yıllarca onları besledik şimdi nankörce koşarak kaçıyorlar, gitsinler de gelemesinler, onları ülkelerine almamak için botlarını batıran, üzerlerine gaz bombası salan zalim Yunan, Batılı zulmü neymiş görsünler vs.”
Çatışma haberi yaparken nasıl bir dil kullanılmalı?
Bunun çok bilinen, tekrarlanan Johan Galtung ve izleyicileri tarafından geliştirilmiş bir tablosu var:
- Savaşı, çatışmayı kışkırtmak yerine, barış imkanlarını öne çıkaracak şekilde bir dil kullanan,
- propaganda ve siyasal seçkinler, askeri otoriteler odaklı olmak yerine sıradan insana odaklanan, onları haber kaynağı olarak kullanan,
- çatışmaya bir futbol maçı gibi karşı tarafa ne kadar gol atıldığı yerine, ne kadar insani, maddi kayba uğranıldığı çerçevesinde yaklaşan,
- savaşta elde edileceği varsayılan kazanımın uzun vadede nasıl yeni savaşları beraberinde getirebileceğini hesaplayarak kısa vadeli “kazanım” yerine, kazan-kazan durumlu bir barışı yeğleyecek bir habercilik dili.
Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Bu konuda geliştirilmiş çok rehber var, ayrıca barış gazeteciliği normatif bir yanı bulunsa bile hayata geçirilebilmiş, alternatif medya üzerinden olsa bile. Bir örnek vereyim Kosova savaşının en sıcak anında, Arnavut ve Sırp gazeteciler bunu başarabilmişlerdi.
‘En büyük beklentimiz doğru bilgi’
Kanımca barış gazeteciliğinin en önemli özelliği ötekiyi de anlamaya çalışan bir habercilik. Yani ötekinin acılarını da hisseden, hissettiren ona duygusuz, kayıtsız kalmayan bir gazetecilik. Canımız çok yandığında, o canların acısını misliyle insanı öldürdüğümüzde almış mı oluyoruz? Yoksa yeni canların gitmesi için yol taşları mı döşemiş oluyoruz? Güç merkezleri böyle düşünebilir, böyle düşünmemizi isteyebilirler, ama bence gazeteciler bireysel olarak en azında etik ve politik tercih yapmalı; savaşı ve çatışmayı kullanan, silah teknolojilerine güzelleme yapan, karşı tarafın ölümleri ile bizimkileri yarıştıran, onlarınınkinin fazlalığından sevinç çıkaran bir haberciliği terk etmeli.
Son olarak içinde bulunduğumuz “anda” ana akım medya söz konusu olduğunda en fazla bekleyebileceğimizin “doğru bilgi” olduğunu söyleyerek bitireyim. Barış gazeteciliği bile değil, iyi gazetecilik, yani doğru bilgi. O ise yok.
Barış gazeteciliğinin ana mecrası olan alternatif medyaya gelince… O belki elinden geleni yapıyor, örneğin sıradan insan odaklı haberciliği beceriyor ama öteki taraftan haber alma işini başaramıyor. İçinde bulunduğumuz anın ortaya çıkardığı en önemli engellerden birisi de bu kanımca. Başka türlü söyleyeyim: Çatışmanın en sıcak anında resmi politikalarla mesafelenmiş habercilik yapabilenler arasındaki iletişim eksikliği, barış gazeteciliği yapmaya çalışanların en büyük engeli. Sosyal medya var, diyeceksiniz. Sosyal medya evet size sınırsız bilgi sunuyor ama sonuç olarak bu bilginin kaynağından, güvenirliğinden ve en önemlisi yukarıdaki göndermemle “mesafeliliğinden” emin olamıyorsunuz.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – BİR YANIMIZ MİLİTARİZM, BİR YANIMIZ KADIN DÜŞMANLIĞI